| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 21 .12.2016 |
MURAT ALPARSLAN (Ankara) - Sayın Başkan, Kıymetli Bakanım, değerli milletvekilleri, kıymetli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün itibarıyla başladığımız Anayasa değişiklik teklifinin görüşmelerine, geneli üzerindeki görüşmelere bu an itibarıyla devam ediyoruz. Belki söyleyeceğimiz şeyler yeni ve duyduğunuz şeyler de ilk olmayacak ancak meseleye yaklaşımımızın belki biraz daha somut belirtilmesi ve ifade edilmesi ve de tahkim edilmesi anlamında bazı hususları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sözlerimin başında, bu toprakları bize vatan yapan tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anarak başlamak istiyorum. Biz millet olarak şehitliği, şehadeti çok iyi bilen, anlayan, idrak eden ve de yaşayan bir milletiz. Bizim medeniyetimizde belki Bedir'den, Uhud'dan, Hendek'ten, Malazgirt'ten, Dumlupınar'dan, Sakarya'dan, Çanakkale'den, Kurtuluş Savaşı'ndan bugüne kadar ve hâlen bu toprağı bize kanlarıyla sulamak suretiyle vatan kılan aziz şehitlerimizin emaneti olarak görmekte ve bilmekteyiz. Bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün sembolü olan bayrağımız da bize bir emanet ve ilelebet göklerde dalgalanmasını murat ettiğimiz bir sembolümüzdür.
Bu millet şanlı bir tarihe sahiptir. Bu millet köklü bir medeniyete sahiptir. Bu millet zengin bir kültüre sahiptir. Bu millet kadim bir medeniyet tasavvuruna sahiptir. Sahip olduğu bu zenginliklerin hepsini her şeyden önce ve evvel istiklali için, hürriyeti için ve istikbali için fedayıcan edebilecek şuurda sahiplenmiştir ve bugüne gelene kadar da bu millet pek çok ağır bedeller ödemiş, pek çok badireler atlatmış, üzerinde pek çok kirli tuzaklar, tertipler kurulmuş bir millettir ama hiçbir zaman kendisine biçilmeye çalışılan bu kısıtlamalara boyun eğmeden hürriyeti ve istiklali için her şeyi göze alabilecek cesaret ve kahramanlığı göstermekte bir an bile tereddüt etmemiş, iradesini hiçbir zaman bir prangaya bağlama gayretlerine müsamaha göstermemiş, egemenliğini hep sahiplenerek her daim bu konuda azami bir hassasiyet göstermiştir.
Özellikle Cumhuriyet Dönemi'mizde millet iradesi ve egemenliğinin kullanılması, geliştirilmesi ve belki genişletilmesi anlamında hep birtakım çalışmalar, birtakım gayretler olmuştur ama maalesef, buna mukabil olarak da millet iradesini, millet egemenliğini hep ötekileştiren, hep itibarsızlaştırmaya çalışılan, zaman zaman pranga vurulmaya, zaman zaman ipotek altına alınmaya çalışılan zamanlar da olmuştur. Bu mücadele hep millet ve onun karşısında bu iradeye bir şekilde tasallut olmaya çalışan güçler arasında var olmuş ve devam edegelmiştir. Zaman zaman bu kendisini birtakım kalkışmalarda, zaman zaman bu kendisini bazı darbe teşebbüslerinde, zaman zaman bu kendisini birtakım muhtıralarda, birtakım e-muhtıralarda, birtakım toplumsal olaylarda göstermiştir. Zaman zaman da bu aslında görünen ve yazılı metinlerde ve belki de meşru diye görünen anayasa metinlerindeki oluşturulan vesayet kurumlarıyla millet iradesine ortak olmak, millet egemenliğini bir şekilde paylaşmak için, seçilmemiş fakat iktidarı paylaşma gayreti içerisinde olan kurumlar eliyle yapılmıştır. Her zaman milletimiz bu konudaki kendi iradesini gasp amaçlarına ve gayretlerine karşı hep dimdik durmuş ve kendi iradesine sahip çıkmayı bir onur ve şeref vesilesi ve marifeti olarak bilmiştir.
Özellikle AK PARTİ döneminde millet iradesinin, millet egemenliğinin kendisine emanet edildiğini düşünen bir parti olarak bizler her daim sözün de, kararın da, yetkinin de millette olduğu bilinciyle, milletin diliyle konuşan, milletin gözüyle gören, milletin kulağıyla işiten ve milletin gönlüne dokunan bir siyaset anlayışını egemen kılmaya çalıştık çünkü biz biliyor ve inanıyorduk ki egemenlik bilakaydüşart milletindir ve millet bu irade ve egemenliğini, seçtiği milletvekilleri marifetiyle kullanır. Milletvekilleri olarak bizler de yaptığımız her işte, yapmayı planladığımız her faaliyet ve hizmette hep millet adına, onların iradesi ve yetkisi kadar sorumlu ve yetkili olduğumuzu da hiç unutmadan onlar adına işlemler yaptık. O sebeple bizi seçen bu iradenin seçildikten sonra da egemenliğini devam ettirmesi, iradesine bir şekilde ipotek konulması gayretleri karşısında da hemen milletimizle beraber saf tutarak karşı durduk ve bu egemenliğine kastetmeye çalışanlara karşı gereken cevabı da verdik. Hem öyle ki kendi iktidarımız döneminde bu gayretlere karşı ortaya koyduğumuz dik duruşun haricinde bizden önceki dönemlerde millet iradesine ve egemenliğine kasteden birtakım faillerin de bu süreçlerle ilgili başta millet vicdanında ve sonra da yargı karşısındaki mahkûmiyetlerine imkân sağlayacak yasal düzenlemeleri de yine milletimizin beklentilerine uygun olarak tanzim ettik.
Milletle beraber yürüyen, millete hizmeti siyasette şiar edinen parti olarak hep milletin taleplerini çözme, milletin beklentilerini karşılama gayreti içerisinde olduk çünkü bu millet, bu devlet her şeyin en iyisine, her şeyin en güzeline layıktı. Bunu yapmak da siyasilerin göreviydi. İşte biz de AK PARTİ iktidarları döneminde bunu gerçekleştirebilecek her türlü düzenlemenin, her türlü hizmetin, her türlü faaliyetin mimarı olarak bir şeyler yapma gayreti içerisinde olduk. Milletimizin memnuniyeti, memnuniyetin teveccühe, teveccühün siyasi desteğe dönüşerek art arda yapılan seçimlerde başarımızı ziyadeleştirerek bugünlere kadar demokrasiyi geliştiren, millet egemenliğini ve iradesini pekiştiren bir süreci hep beraber bugünlere getirdik. Tabii, çok da kolay olmadı. AK PARTİ iktidarı döneminde millet iradesine kurulan kumpasları, ortaya konulan tertipleri, tuzakları hep beraber izledik. Birtakım yasal, birtakım anayasal tuzaklarla, birtakım farklı toplumsal olaylarla, birtakım yargısal darbe teşebbüsleriyle, e-muhtıralarla, parti kapatma davalarıyla bu süreçlerde nasıl AK PARTİ iktidarının önünün kesilmeye çalışıldığının ve bir anlamda millet iradesini geriletme ve egemenliğini kıskaç altına alma gayretlerinin olduğunu da hep beraber maalesef üzülerek gördük. Ancak şükürler olsun ki milletimiz tüm bu badireleri omuz omuza vererek, iradesine sadece sandıkta değil, her zaman ve her yerde bizatihi ve bizzat sahip çıkmak suretiyle bu sorunların üstesinden gelmeyi başarabildi.
Tabii, yakın tarihimizde, birkaç ay kadar önce bu ülkenin, bu toprakların, belki bu tarihin gördüğü en kanlı, en vahşi, en kalleş bir darbe teşebbüsüyle bu millet iradesi ve egemenliğinin bir şekilde alaşağı edilme gayretlerinin ulaşabildiği en uç, en üst noktayı da, maalesef, hep beraber yaşadık. Bu ülke, bu millet çok büyük hizmetlerin, çok büyük faaliyetlerin ve reformların arifesinde iken bu ülkenin, bu devletin büyüklüğü, kuvvet ve kudreti sadece kendi sınırlarını aşan ve "Türkiye, Türkiye'den büyüktür." iddiasıyla tüm gönül coğrafyamıza hitap etmesi beklenen ve o sebeple de çok güçlü ve büyük bir ülke olma iddiasını ortaya koyan bir iktidara ve temsil ettiği millî iradeye bir darbe teşebbüsü yapılmak suretiyle sonlandırılmak, meşruiyetine haleldar getirmek ve egemenliğine son verilmek istendi. Ama şükürler olsun, başta Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Başbakanımız, siyasi partimizin genel başkanları, milletvekillerimiz ve irade ve egemenliğine bizzat fedayıcanı göze alarak sahip çıkan aziz milletimizle birlikte bu tertibin de, bu tuzağın da, bu oyunun da, bu darbe teşebbüsünün de üstesinden gelmeyi hep beraber başarabildik. O güne kadar, AK PARTİ, kurulduğunda "Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak." diye bir siyaset ortaya koymuş, ilkleri, enleri ve çok farklı büyük hizmetleri gerçekleştirme kudretiyle siyaset üretirken 15 Temmuzdan sonra da artık hiçbir şeyin yine eskisi gibi olmayacağı gerçekliği tüm çıplaklığıyla milletimizin gözleri önünde cereyan etti.
Değerli arkadaşlar, millet tarihlerinde, siyaset ve demokrasi tarihlerimizde belki bazı tarihler vardır; belki 1071 bunlardan biridir, belki 1453 bunlardan biridir, belki 1920, 1923 bunlardan biridir. Sonrasında, farklı tarihler ile farklı şekillerdeki bakış açılarına göre önem atfettiğimiz tarihler olmakla beraber özellikle 15 Temmuz yine bu milletin hafızasında ve bizim demokrasi tarihimizde hiçbir zaman unutulmayacak, başlangıcı itibarıyla bir kalkışma ve hainlik olarak süren ama nihayetinde bir destan, demokrasi ve kahramanlık öyküsüne, hikâyesine dönüşen bir günü, bir tarihi hep beraber yaşadık. O gün bu millet iradesine karşı bu darbe teşebbüsünü yapanlara omuz omuza dik durabilmenin onuru, şerefi her birimize ve bizden sonra da bir şekilde bizi takip eden milletimize emanet ettiğimiz bir hikâyemiz, bir destanımız olacaktır.
Değerli dostlar, bu tarihten sonra artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçekliği ve milletin, iradesine ve egemenliğine sandığın ötesinde bizzat fiilen de, belki yeni bir kurucu iktidar şeklinde sahip çıkmasıyla birlikte taleplerinin ve isteklerinin daha gür sesle ve daha gerçekçi zeminde talep edilmesi, tartışılması ve belki de karşılanması konusunda bir zemin oluşturdu. Bu taleplerin, bu isteklerin belki de en önemlilerinden biri de bir anayasa ihtiyacıydı. Çünkü bu anayasa ihtiyacı bugüne kadar çok farklı zamanlarda, çok farklı yerlerde hep dillendirilegeldi; Anayasa, Anayasa değişikliği, değişiklikte öne çıkarılması gereken madde başlıkları hep tartışıldı. Bu hem bizim kurulduğumuz günden itibaren yaptığımız siyasetin en önemli vaat ve projelerinden biri olmakla beraber diğer tüm siyasi partilerin de her türlü kampanyasındaki, her türlü propagandasındaki ve en önemli seçim kampanyasındaki vaatlerin ilk sıralarında millete bir taahhüt olarak ortaya çıktı. Çünkü biz bu ülke ve bu milletin ruhunun, daha değişik ve çok farklı zamanlarda maddelerde değişiklik yapılmasına rağmen hâlâ yansıttığı bir darbe ürünü Anayasa'yla idare edilmek ve o kıskaç içerisinde bulunmak şeklindeki durumumuzdan kurtulmak bu milletin layık olduğu yeni, sivil bir anayasayla hedeflerimize çok daha rahat, çok daha hızlı bir şekilde gidebileceğimize hep inanmış idik. Ve bu, diğer siyasi parti liderleri tarafından da dikkate alınmış, zaman zaman belki bu konuda birtakım çalışmalar yapılmış, birtakım iradeler ortaya konulmuş fakat bir türlü somut şekilde ete, kemiğe bürünür bir hâle gelememiş idi. Bunlarda birtakım siyasi mülahazalar, birtakım ön yargılar, birtakım farklı siyasi mühendislikler, toplum projelendirmeleri gibi farklı saiklerle de olsa bu aşamaya gelmemişti. Ama süreç bugün öyle bir noktaya geldi ki, artık bu talep ete, kemiğe büründü, somut bir hâle geldi ve bir adıma dönüşerek milletin beklentisinin gerçekleşmesi konusunda iyi bir noktaya gelindi. Ekim ayında bir şekilde "AK PARTİ'nin Anayasa'yla ilgili bir talebi var ise bu, gündeme getirilmelidir." şeklinde Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin ifadesinden sonra başlayan görüşmeler ve bu görüşmelerin devamında her fırsatta her iki partinin liderlerinin diğer siyasi partilerin de sürece dâhil olarak katkı sağlamaları konusundaki taleplerine rağmen bu süreç bir şekilde iki partinin müzakeresiyle devam etti ve nihayetlendi. Ben, bu vesileyle, bu iki parti adına ve partilerin siyasi yaklaşımlarının bu metne bir şekilde dâhil olması konusundaki olumlu, müspet, iyi niyetli, samimi gayretleriyle müzakere yürüten çok kıymetli AK PARTİ Gaziantep Milletvekili ve Genel Sekreteri Sayın Abdulhamit Gül'e ve Milliyetçi Hareket Partisi Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Mehmet Parsak'a da huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten de çok tarihî, çok önemli, çok özellikli, hassas bir süreci sağ salim, kendilerinin ve kendilerine emanet edilen siyasi iradenin ortaya çıkmasına katkı sağlayacak bir disiplinde metni ortaya çıkarak bugünlere getirdiler. Nihayetinde metin, Meclis Başkanlığına partimizin tüm milletvekillerinin imzasıyla sunulmak suretiyle bir şekilde yasal süreç başlatılmış ve sonrasında da Anayasa Komisyonu görüşmelerine başlanılmış duruma geldi. Temennim, dileğim: Bu şekilde büyük bir gayret ve uzun süre devam eden bu çalışmaların milletimizin beklentilerini karşılayacak şekilde nihayete ermesi ve bu, anayasa yapabilme imkânını, tamamen yepyeni bir sivil anayasa olmasa dahi, özellikli ve önemli maddeleriyle bu Meclisin ve bu milletvekillerinin, milletin huzuruna götürebilecek kabiliyeti gösterebilmeleri de önemlidir, anlamlıdır ve inşallah bu şekilde de nihayetlenecektir.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu Anayasa değişiklik tartışmalarının, değerlendirmelerinin belki çok uzun süreden beri yapıldığını, o sebeple farkı zamanlarda ve tarihlerde çeşitli uzlaşma komisyonlarında, oluşturulan çeşitli inisiyatif gruplarında, çeşitli platformlarda tartışıldığını, değerlendirildiğini hep biliyoruz. Komisyonlarda belki bu konuda uzmanların da müzakereleri yürüten milletvekillerimiz marifetiyle veya partilerimizle kurdukları diyalogda veya kendi mecralarında ve yine kamuoyu önünde, basın huzurunda hep dillendirdiklerini, kendi durdukları yeri ifade ettiklerini ve bu konudaki kanaatlerini bizlerle paylaştığını da biliyoruz. O sebeple, bu tartışmaların, bu görüşmelerin inşallah sağlıklı bir zeminde sürdürülerek nihayete ermesi de mümkün olacaktır diye düşünüyorum.
Tabii, Anayasa tartışmalarının özellikle önemi ve öncelikli meselesi Hükûmet sistemiyle ilgili maddelerinde düğümleniyor. Belki bugüne kadar yapılan anayasalara baktığımızda, 1921 Anayasası'nın konvansiyonel modeli, 1924 Anayasası'nın parlamenter modeli önermesi ve önceliklemesine rağmen eğer biz sistemi yetkileri ve yürütmenin gücünü başkanda temerküz ettiği bir yapıyla değerlendirecek olursak, belki 1950'li yıllara kadar fiilen bir başkanlık sisteminin var olduğunu çok açık ve kesin, net bir dille reddedemeyecek durumda olduğumuzun da hepimiz tarafından malum olduğunun bilinmesini arzu ederim. Sonrasında, 1961 Anayasası'nda belki bu konuda sembolik yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanı ve belki Parlamentonun güçlendirilmesine ilişkin bazı düzenlemelerin sonrasında 1972 ve 1973 yılında tekrar yürütmenin güçlendirilmesine imkân sağlayacak Anayasa değişikliklerini de zorunlu kıldığının herkes tarafından bilindiği de malum. Sonrasında, 1982 Anayasası'nda Cumhurbaşkanlığının sembolik bir makam olmaktan çıkarılarak daha geniş yetkilerle ve belki de sorunsuz bir noktaya getirilmek suretiyle donatılması, millet iradesinin bir şekilde Cumhurbaşkanlığı marifetiyle sevk ve idare edilme şeklinde yetkilerle donatılması da hepimiz tarafından bilinmektedir.
Özellikle Cumhurbaşkanlığının ve Cumhurbaşkanlığı makamının bu ülkede, seçimlerinin, uygulamalarının zaman zaman tartışmalara konu olduğu da hepimizce bilinmektedir. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün seçimi dönemindeki anayasal krizlerin, düğümlenen çözümü millet iradesinin çözmesinin ve nihayetinde yapılan Anayasa değişikliğiyle millet tarafından ilk defa seçilen bir Cumhurbaşkanının varlığı belki saf parlamenter sistem olarak uygulanma arzusunda olan mevcut durumun farklı bir noktaya evrilmesine de imkân sağladı. Ancak, bu millet tarafından seçilen Cumhurbaşkanının Anayasa'nın 8'inci maddesinde yürütmenin başı olması gerçekliği ve 104'üncü maddesindeki yetkileri tamamen kullanmasıyla ilgili ve yaptığı işlemleri Anayasa'dan aldığı güçle ve meşru bir zeminde yapmasıyla ilintilidir. O sebeple, millet tarafından seçilen Cumhurbaşkanının Anayasa'nın 8'inci maddesindeki "yürütmenin başı" vasfı ve 104'üncü maddesindeki yetkileri kullanıyor olmasından kaynaklı bir tek adamlık, belki böyle anayasal sınırları aşan bir uygulama iddiaları yersiz ve asılsızdır. Bunun meşru Anayasa'da tanınan yetkiler çerçevesinde kullanıldığının da herkes tarafından bilindiğini ümit ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Anayasa değişikliğinin bir şekilde bugünlerde milletin beklentilerinin öncelikli meselelerinden olması bize de siyasi partiler olarak bu konuda bir gayreti ortaya koyma vazifesi, şüphesiz, yükledi. Tabii bu görev belki her birimiz için tarihî bir görev, belki bir anlamda vicdani bir görev, her şeyden önemlisi insani bir görev ve bulunduğumuz makamlar itibarıyla da siyasi görevlerdir. Bu görevin hakkıyla, layıkıyla yapılacağına da eminim.
Değerli arkadaşlar, bu mevcut Anayasa teklifinde belki isminin farklı oluyor olması, dünya ülkeleriyle mukayesede benzerinin olmuyor olması bizim kendimize özgü ve kendi medeniyet tasavvur geleneklerimize yakışan bir sistemi önerme kabiliyetimiz olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bizim misal almadan emsal olabilme, mukayese yapılan ve zafiyetleri bilinen sistemlerden kendimize özgüleyeceğimiz bir Cumhurbaşkanlığı sistemini ortaya çıkarma müktesebatımız hiç tereddütsüz vardır ve yapılan da budur. Bu yapılanı belki baktığımız veya durduğumuz siyasi tandanslarımıza ve belki biraz da birtakım ön yargılarımıza ve siyasi saiklere yaslayarak meseleyi belki rejim tartışmalarına götürmek, kişiselleştirmek, ön yargılarıyla hareket etmek bu meselenin çözümüne katkı sağlamayacaktır. Bir olgunun, bir meselenin bağlamından koparılarak sadece o gerçek üzerinden tartışılması bizi olumlu sonuçlara götüremeyebilecektir. O sebeple, biz sorunu, çözümü ve ortaya çıkan olguyu, tarihsel sürecini, siyasi gereklerini, sosyal, kültürel ve tarihî geçmişini birlikte değerlendirmek suretiyle ortaya koyacağımız çözüm önerileriyle sağlıklı bir zemine taşıyabiliriz. O sebeple, burada belki söylenenlerin aksine, zaten bir rejim tartışmasının olmadığı, rejimle ilgili tartışmaların cumhuriyetin ilanıyla ortadan kalktığı, Anayasa'nın ilk 4 maddesini bir şekilde ne lafzen ne de ruhen değiştirmek niyetinde olunmadığı ve zaten değiştirilmediğinin bilinmesi her şeyden önemli ve önceliklidir. Belki, bakıldığında, "Her ne kadar böyle deniliyor ise siz aslında bunu kastediyorsunuz, siz bunu söylüyorsunuz ama eğer böyleyse bu, bu anlama geliyordur." şeklindeki yaklaşımlar ne kadar bilimsel, ne kadar objektif diye ifade edilse de sübjektif siyasi kanaatlerin ve belki meseleye yaklaşımlarımızın somut sonuçları olduğunun da mutlak bir gerçek olarak bilinmesi ve kaydedilmesi lazımdır. Burada meşruiyetin millet iradesinden ve egemenliğinden kaynaklanması zaten demokratik cumhuriyeti tahkim eden, kuvvetlendiren bir modeldir. Cumhuriyetin ve cumhuriyetin niteliklerinin demokratik hukuk devleti ilkelerinin, bu değişiklikle kuvvetler ayrımının çok daha net ve açık, kesin bir şekilde tahkim edilmesi, meşruiyetin şimdiki sistemde bir seçimle yasama ve onun içerisinde yürütmenin seçilmesinden ayrı olarak iki farklı seçimle ortaya çıkarılması, her türlü tıkanıklıkta ve sıkıntıda bir şekilde milletin hakem kılınması bu millet iradesinin ve egemenliğinin her şeyden önemli, öncelikli ve bu sistemin merkezinde olduğunu göstermesi açısından bilinmesini arzu ediyorum.
Tabii, Cumhurbaşkanlığının burada yetkilerinin -yetkileri karşısındaki sorumluluklarını da detaylarda tartışılacak belki ancak- bir şekilde artırıldığı, bir şekilde fazlalaştırıldığı ve bunun tek adamlığa dönüşecek bir güç bunalımına dahi sebep olacağı iddiaları da çok asılsız ve de yersizdir. Zira, mevcut sistemde bir şekilde yasama ve yürütmenin net bir şekilde çizgilerle ayrılıyor olmasından sonra mevcut sistemdeki başbakanın ve hükûmetin yetkilerinin ve zaten Cumhurbaşkanlığında var olan yetkilerle birleştirilmesi sistemin doğal bir zorunluluğudur ve yapılan da odur. Yok değilse, ilave yetkiler, yeni talepler veya mevcut anayasal sistemin öngördüğü yetkiler verilmiş değildir. Kaldı ki biz bu değişikliğimizi mevcut durumumuzda bir şekilde yetkilerimizin olduğu, gücümüzün, kuvvetimizin, kudretimizin ve siyasi pozisyonumuzun çok yüksekte olduğu bir zamanda istiyoruz. Yok, değilse, bizim zaten Cumhurbaşkanıyla uyumlu çalışan bir iktidar döneminde bizim bu sistem değişikliği istiyor olmamızın kendi kişisel ve siyasi siyaset ikballerinin ötesinde sisteme dönük bir talep olduğunun da açık görülmesi lazım. Eğer, 2002 tarihinden bugüne gelinene kadar ortaya çıkan hâkim parti modeli ve güçlü iktidar AK PARTİ sayesinde olmamış olsaydı koalisyonların birtakım farklı iktidar zafiyetlerinin oluşacağı da muhakkaktı. Oysa bu dönemde güçlü bir lider, hâkim bir parti ve güçlü siyasi iktidar sebebiyle birtakım arızalardan ve krizlerden uzak kalınarak bugünlere gelinmiştir. Ancak biz hükûmet sistemimizi hâkim parti, güçlü lider veya konjonktürel zamanlardaki iktidar üzerine bina edecek değil, sistemin bizzat kendisinin krizi önleyecek ve güçlü bir yönetime imkân verecek bir şekilde düzenlenmesini arzu ediyoruz ve bu gayretle bu düzenlemeleri yapıyoruz. Bunu yaparken de her zaman egemenliğin, iradenin merkezine milleti alıyor ve milletle bir şekilde bu sistemi tahkim edip güçlendirerek iradesini, egemenliğini en esaslı, belirleyici role kavuşturuyoruz.
Değerli arkadaşlar, Anayasa'nın bu zamanda kimi konuşmacılar tarafından değerlendirilmesinin zamanlamasının uygun olmadığı, belki özensiz olduğu, tabansız olduğu ve hatta haddi aştığı şeklindeki yaklaşımların da isabetsiz olduğunu söylemek durumundayız. Zamanı doğrudur, gereklidir ve belki de en önemli ve öncelikli bir andır. Zira, belki ülkemizde yaşanan birtakım sıkıntıların, birtakım sorunların, birtakım problemlerin ortaya çıktığı ve belki de yoğunlaştığı bugünlerde, belki de bunu isteyen bu kirli güçlerin, toplum mühendislerinin, siyasi projelerin tasarlanmış travmalar üzerinden ve terör örgütleri marifetiyle ülkemizi hapsetmeye çalıştıkları gündeme çekilmekten öte, onunla ilgili mücadele, onunla ilgili devlet çalışmaları ve yasama faaliyetleri devam etmekle beraber farklı bir şekilde bu gündemin de devam ettirilmesi bu milletin en tabii beklentisidir ve bu devlet de, bu millet de bunu yapacak güce, kuvvete ve de ferasete sahiptir.
Özenli de hazırlanmıştır. Çünkü bu, uzun süreden beri devam eden müzakerelerle ortaya çıkan müktesebatın ve toplum beklentilerinin de bir şekilde dikkate alınması suretiyle oluşturulmuş bir metindir. Haddi hiçbir şekilde aşmamaktadır çünkü bu haddin sahibi millettir, egemenliktir, millî iradedir ve her şey üstünde bu gücün varlığı bu Anayasa değişiklik teklifinin bu noktaya gelmesine en büyük haddir ve en önemli tabandır, zemindir. O sebeple değerli arkadaşlar, biz bu süreçte mevcut Anayasa değişikliği teklifimizle millet iradesini tahkim etmek, egemenliğini güçlendirmek, yönetimi bir şekilde aktif, verimli, güçlü, fonksiyonel yapabilmek, yasamayı kendi içinde etkinliğini artırarak yasama faaliyetlerine güç kazandırmak ve millet iradesini orada da belirleyici kılmak şeklinde bir sistem ve hükûmet modeli öngörüyoruz.
Bu tartışmaların ekseninde 21 madde içerisinde yasamaya, yürütmeye, yargıya dönük birtakım düzenlemelerin var olduğu da şüphesiz. Yargıyla ilgili zaman zaman işte Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya HSYK'nın bazı sayısal isimlerini seçmesi suretiyle müdahalesi olabileceği konusundaki endişelerinin de yersiz olduğunu ifade etmek isterim. Çünkü bu zaten mevcut Anayasa'mızda da hem HSYK'nın hem de Anayasa Mahkemesinin yine millet iradesinin temsilcileri tarafından seçildiği de mutlak bir gerçektir. Aynı gerçeklik yine iki farklı seçimde oluşacak yürütme ve yasama erkleri arasında bölüştürülmekte ve paylaşılmaktadır. Seçen kişinin bir şekilde bu seçtikleri kişiler üzerinde tahakkümde bulunduğunu düşünmek seçilen kişilerin de iradesine bir şekilde hakarettir. Eğer böyle bir yargının tarafsızlık ve bağımsızlığını kendini seçenlerle ilintilendirir isek, bugün tüm hâkim ve savcıların atamalarında Adalet Bakanlığının imzasının var olduğu gerçekliğine baktığımızda hepsinin zaten bir siyasi yönü de olan Adalet Bakanlığının emrinde olduğunu düşünmek gibi bir sonuç çıkar ki bunun böyle olmadığı da yine açıkça bilinmekte ve görülmektedir.
Yargı -hepimiz biliriz- kararlarında "Türk milleti adına karar vermeye yetkili" diye başlayan mahkemelerle karar ihdas eder. Fakat bu millet adına karar verme yetkisini almakta, millet iradesiyle irtibat kurmakta, bu değişikliğe kadar sıkıntı var iken bugün hem yasamanın hem de yürütmenin bizzat millet iradesiyle seçilmiş olmasından sonra kendisini seçtiği kişiler ve yasama meclisi tarafından HSYK'nın seçiliyor olması, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiliyor olması da iradesini kullandığı milletle irtibatını güçlendirecek ve bu anlamda tarafsızlığını ve bağımsızlığını da tahkim edecektir.
Onun ötesinde, değerli arkadaşlar, belki detayına, teferruatına zaman zaman maddelerde gireceğiz fakat bu mülahazaları değerlendirirken objektif, meseleleri iyi niyetli, samimi yaklaşımlarla, milletin beklentisine uygun olarak yerli ve millî bir duruşla değerlendirmek de her birimizin vazifesidir diye düşünmek istiyorum. Yok değilse, bir şekilde "Yapılanlardan asıl murat budur, aslında şu isteniyor veya şu yapılmaya çalışılıyor." şeklindeki yaklaşımlar bir şekilde niyet okuma gayretlerinden öteye geçemeyecek ve belki içi doldurulamayacak retorik ve hamaset düzeyinde kalacak söylemlerden ibaret olacaktır.
Tabii, bu çalışmalar yapılırken her birimizin samimi olduğu konusunda inancımız mevcut. Her birimiz bu ülkenin, bu milletin, bu devletin her şeyin en iyisine layık olduğu gerçeğinden hareket ettiğimizin bir şekilde bilinmesinin gerektiğine inanıyorum. Ancak bunu yaparken de her birimizin samimiyetinin varlığı da bilinmelidir. Samimiyet belki taklit edilemeyen nadir şeylerdendir. O sebeple milletimiz tüm tartışmaları, tüm görüşmeleri, tüm yaklaşımları net bir şekilde görecek ve sonrasında kendi lehine olanın takdirini, kararını da yine kendisi verecektir. Onun ötesinde, biz bu tartışmaları yaparken zaman zaman konuşulduğunda, işte "Siz şu gerekçeyle, siz bu gerekçeyle yapıyorsunuz, o gerekçeler doğru değil." diye bizim yaklaşımımızı, bizim gerekçelerimizi tamamen, topyekûn reddederek kendi gerekçelerimiz etrafında meselenin bir şekilde tartışılması ve bu konuda meselenin birtakım kısır çekişmelere hapsedilmesi de milletin beklentilerine halel getirecektir. O sebeple, değerli arkadaşlar, her birimiz bu sürecin bir dönüm ve bir tarih olduğunun ve bir şekilde tarihe not düşmek, belki dipnot oluşturmak gibi bir görevimiz olmakla beraber tarih yapmak konusunda da bir iddiayı hep beraber ortaya koymak gerektiğine inanıyorum. Bu konuda milletimizin beklentisinin de bu yönde olduğunun herkes tarafından zaten bilindiği de aşikâr. İnşallah, bu çalışmalarımız milletimizin hayrına olur, devletimizin bekasına, istiklal ve istikbalimize çok üst düzeyde katkılar sağlar diye de ben ümit ediyorum. Tabii, bu belki bizlerin nihayetinde yeni bir anayasa, tümden yepyeni bir anayasa beklenti ve talebini boşa çıkarmamakla birlikte bugünkü öncelikli mesele olarak düşünülmesi, bu noktaya getirilmesi ve inşallah nihayete erdirilmesi de bizlerin, sizlerin katkısı ve gayretiyle olur diye de temenni ediyorum.
Biz bu konudaki samimi gayretlerimizi ve beyanlarımızı, tekliflerimizi hep olduğu gibi toplumun önünde herhangi bir art niyet, farklı bir ajanda olmaksızın siyasi etik ve demokratik kültür içerisinde paylaştık. İnşallah hayır olur diye temenni ediyorum. Zira biz niyetimizin hayır olduğunu her fırsatta dile getirdik, akıbetin de hayır olması için de gayretimizi ortaya koyuyoruz. İnşallah, milletimiz takdirini, tercihini en güzel şekilde oluşturacak. Biz de bu takdir ve tercihin oluşturulması safahatına kadar gayretimizi, katkımızı ortaya koyacağız diyor, tüm emeği geçen arkadaşlara ayrıca teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.