Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 24 .12.2016 |
MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan ve bizi dinleyen basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, günlerdir çok önemli şeyler tartışıldı, konuşuldu, konuşulmaya da devam edilecek. Fakat, ben sözlerime başlamadan önce, bundan otuz sekiz yıl önce, 1978 yılında, Maraş'ta karanlık güçlerin devreye girmesiyle Alevi yurttaşlarımızın büyük bir kısmının hayatına mal olan, mal mülklerine el konulan ve büyük bir kıyımın yaşandığı olayın yıl dönümündeyiz. Maalesef, otuz sekiz yıl önce yaşanan bu olayın karanlık arka yüzü açığa çıkarılmadı. Ülkemizde yaşanan açığa çıkmamış birçok karanlık olaydan biri olarak Maraş katliamı da tarihimizde bir kara leke olarak kalmaya ve sorumluları açığa çıkmamaya devam etmekte.
Hakeza, aralık ayı özünde çok önemli olayların, önemli günlerin geçtiği bir ay. Roboski olayı da aynı minvalde değerlendirilebilecektir. Sorumluların açığa çıkmadığı, yargılanmadığı, cevapsız kalan sayısız sorunun hâlâ gündemde olduğu bir ay içerisindeyiz.
10 Aralık İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Haftası, aralık ayı içerisinde. İnsanlık tarihinin yıllar boyu emek vererek, emek harcayarak, belki de bedel ödeyerek, Orta Çağ karanlıkları gibi büyük karanlıklardan, engizisyonlardan geçerek insan hak ve hukukunun evrensel kriterleri yakaladığı, bir sözleşmeye bağladığı ve herkesin altına imza atabileceği bir metne kavuşturduğu metinlerin, bildirgelerin de yıl dönümü aynı zamanda.
Biz de umuyoruz ve diliyoruz ki insanlık tarihinin, büyük acılar çekerek bugünlere gelen insanlık tarihinin ve coğrafyamızın bu acıları geride bırakarak ve belki de yapılan yanlışlarla gereken hesaplaşmayı sağlayarak aydınlık bir geleceği kurmayı hep birlikte becereceği bir dönemi yaşarız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün tartıştığımız, önümüze getirilen 21 maddelik yeni anayasa taslağına baktığımızda, özünde neleri getiriyor, neleri götürüyor, nelerin mesajını veriyor, bunların hepsini uzun uzun tartışacağız. Fakat, buraya gelmeden önce, ihraç edilen kamu emekçilerinin hep birlikte İstanbul'dan Ankara'ya gelip yaptıkları basın açıklamasına bizler de katıldık. Ben onların selamını da Komisyonumuza ve bizi dinleyenlere iletmek isterim. Haksız, hukuksuz bir şekilde mesleklerinden ihraç edilen sayısız emekçi İstanbul'dan Ankara'ya gelmek üzere yola çıkmış fakat Ankara'ya varana kadar başlarına gelmeyen haksızlık kalmamış. Yolları kesilmiş, giydikleri önlüklerin çıkarılması istenmiş yani Ankara'ya varmamaları için her şey yapılmış. Oysaki bunların tek bir amacı ve tek bir mesajı vardı, haksız, hukuksuz bir şekilde mesleklerinden ihraç edildiklerini ve bu hukuksuz durumun bir an evvel son bulması amacıyla seslerini birleştirerek Ankara'dan Türkiye'ye ve dünyaya mesaj vermek istiyorlardı. Geldiler, yetiştiler, Ankara'da, biz de katıldık, CHP'den de bir vekil arkadaşımız vardı. Orada emekçilerimizin söylediği şey şu, hani bire bir kelimelerini belki burada aktaramayacağım ama: 15 Temmuz darbesinden sonra Türkiye'de yaşanan hukuksuzlukların faturasının emekçilere, işçilere ve bu ülkede "Ben barış istiyorum." diyenlere çıkarıldığını dile getirdiler. Evet, bizler de bu noktada... Gerçekten, 15 Temmuzda bir dönüm yaşandı. Evet, hiçbirimizin istemediği bir olay yaşandı ama 15 Temmuzdan sonraya baktığımızda ise ta 1925'ten 2000'lere kadar devam eden sıkıyönetim ve OHAL rejimlerinin faturasının, bir bütün el toplanarak bu ülkede "Muhalifim." diyen "Darbe karşıtıyım." diyen hatta, "Demokrasi taraftarıyım." diyen kesimlerden emekçilerden çıkarıldığını görüyoruz.
Şu an ben, Eş Genel Başkanları, grup başkan vekilleri ve 10 milletvekili arkadaşı tutuklu olan bir partinin üyesi olarak sizlere sesleniyorum. Aynı zamanda, Bitlis ilinde 2014 yılında seçimleri kazanan 6 belediyenin başkanlarının 6'sının da cezaevinde olduğu bir ilin vekili olarak sesleniyorum. Evet, 2014'te Bitlis'te Bitlis merkez, Norşin yani Güroymak, Hizan, Mutki ve Yolalan beldelerinde DBP büyük bir başarıyla seçimleri kazanmıştı. Belediyelerimiz merkezden aldıkları bir hibe olmaksızın -o hibeyi de açacağım birazdan- bütün imkânsızlıklara rağmen, yıllardır Bitlis'e götürülemeyen bütün hizmetsizliklere rağmen, bir şeyler yaratmaya çalıştılar. O yollarda, o ortamda belediyecilik hizmetini yapmaya çalıştılar ama bugün 6'sı da cezaevinde. Sordum arkadaşlardan, meslektaşlarımdan neler soruldu başkanlara diye, çünkü hepsi istisnasız cezaevinde şu anda, geriye kalan 6 belediye başkanımız ise iş başında ama onlar DBP'li belediyeler değil, fark o. Sorulan sorular şunlar: Katıldıkları basın açıklamaları, basın açıklamalarında bulunmak, hatta bir metin ve söz almak değil, sadece bulundukları basın açıklamalarıyla ilgili sorular yöneltilmiş. Birkaç tanesinde de gizli tanık varmış. Gizli tanıkla ilgili defalarca hukukçular söz aldı. Gizli tanıklığın hukuk dünyamızda yarattığı sıkıntıları, dosyalarda yarattığı, adil olmayan yargılamalarda yarattığı sakıncaları burada açmayacağım. Geriye de kalan başka bir soru yok. Sonuçta belediye başkanları tutuklandı, cezaevine atıldı. Hemen akabinde, pazar günü, Yolalan beldesine gece ikide kayyum atandı ve Bitlis Belediyesi bir karar aldı, Başkan Vekilliğini yürüten Valimiz Samsun Belediyemizle birlikte Bitlis'te "kardeş belediyecilik" adı altında bir faaliyet yürütme kararı aldı. Ben buradan hemen söyleyeyim, Bitlis'te özellikle Tatvan'da Karadenizlilerle çok iyi ilişkiler mevcut çünkü bizim de Karadenizli komşularımız vardı, oraya yıllar önce gelmişlerdi. Onlarla çok iyi ilişkiler kuruldu, dostluklar kuruldu. Bizim Samsun Belediyesiyle, Samsun'la ilgili bir sıkıntımız yok. Bizim eleştirdiğimiz şey şu: Bizim belediye başkanlarının tutuklanmasından sonra "kardeş belediye" adı altında belediye yönetimine el konulması ve bizim belediye başkanlarımız görev başındayken yapılmayan hizmetlerin başkanlar tutuklandıktan sonra "bölgeye bir hizmet" adı altında götürülüyor olmasıdır.
Burada hakikaten sadece Bitlis'in değil yani eminim ki bu hikâyeyi daha ayrıntılı dinleyen herkesin sinir uçlarına dokunan, kendisini rahatsız eden bir şeylerin olduğunu söylemek gerekir. Yani burada tahammül edilmeyen şeyin, tahammülsüzlüğün kökenlerini çok iyi araştırmak gerekir.
Bizler yeni anayasayı tartışırken, yeni anayasayı yaparken Bakanımızın da açıklamalarında geçen şeyler vardı, kuvvetler ayrılığından bahsetmişti. Aslında getirilmek istenen, sistemin güçlü kuvvetler ayrılığına dayandığını ve bugüne kadar yaşadığımız tüm sıkıntıların kökeninden çözümlenerek çözüme kavuşturulacağı yönündeydi. Oysa ben yasayı incelediğimde, baktığımda, tam aksine, kuvvetler birliğinin çok net bir şekilde hayata geçirildiğini söyleyebilirim. Normalde yasama çalışmaları tartışıldığında yasama ve yürütmenin bir arada olup olmadığına göre tartışmalar ve programlar belirlenir ya da sistemler kurulur, yargı bunun tamamen dışında tutulur ama bugün önümüze getirilen yasa taslağına baktığımızda ise yargının da aslında yasama ve yürütmenin yanında çok net bir şekilde yer aldığını görebiliriz. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 5 üyesinin atanmasına ve Meclisteki seçim sistemine baktığımızda, sadece yasama ve yürütme değil yanında yargıyla birlikte Türkiye'nin tek elden, tek sistemden yönetilmeye doğru götürülen bir rejime gittiğini söyleyebiliriz.
Şimdi, bizler bütün bunları tartışırken aslında Türkiye'de var olan gerçek sorunlarımızı yani Türkiye hakikatini tartışmadan hiçbir çözüme ulaşamayacağımızı düşünüyorum. Türkiye'nin siyasal, politik, ekonomik, etnik geçmiş kökenine baktığımızda, Türkiye'nin en büyük sorunlarının başında yer alan Kürt meselesinin, Alevi meselesinin, cinsiyetçi temelde yapılan yasalarda yer almayan kadın meselesinin hiçbirinin burada cevap almadığını görüyoruz. Bugün değil, 1800'lü yıllara kadar uzanan Kürt meselesinde devlet aklı birçok kez bunun çözümünü, bunun çözüm şeklini tartışmış ise de geldiğimiz noktada görüyoruz ki çözüm... Tekçilik, yetkilerin yeniden tek elde toplanması ve bu anlamıyla aslında Türkiye hakikatinin dışında bir çözümden yana olduğunu yeniden görebiliriz.
Burada grup başkan vekilimiz yok, bir hayaletten bahsetmişti, toplumun şu an yaşadığı paranoyadan bahsetmişti, ayrılma ve bölünme hayaletinden bahsetmişti. Bence şu an asıl tartışmamız gereken hayalet, 1920 Anayasası'nın ruhunun şu anda aramızda geziyor olmasıdır. Evet, eğer biz kuvvetler birliğine dayanan yeni yasa yapacaksak bunu bugünkü sistemde değil 1920'nin ruhuyla yapalım diyorum çünkü 1920'nin ruhunda tekçilik yoktur. 1920 Anayasası özünde devrimci bir anayasadır ve özünü halkçılıktan alan bir yasadır. Eğer güç birliğinde bir yasama çalışması yapacaksak bunu 1920'de yapılmaya çalışılan, Mustafa Kemal'in de birçok defa sözüyle dile getirdiği, özerkliğin de tartışıldığı, tekçiliğin olmadığı, etnik vurgunun olmadığı, halkçılıktan kaynağını alan 1920 Anayasası'nı tartışabiliriz.
ENGİN ALTAY (Sinop) - 1921.
MİZGİN IRGAT (Bitlis) - 1921 Anayasası'ndaki çalışmalara baktığımızda, hakikaten, o dönem çalışmalarında ve Mustafa Kemal'in konuşmalarında, ardından İzmit basın toplantısında buna çok açık bir şekilde yer verdiğini görebiliriz. 11'inci maddeye, 14'üncü maddeye, 15'inci maddeye, 16'ncı ve 21'inci maddelere baktığımızda bugün için çok özel önem taşıyan düzenlemeleri açıkça görebiliriz: "Ülke, coğrafi ve iktisadi gereklilikler nedeniyle vilayet, kaza ve nahiyelere -bucak- ayrılmış, vilayet ve nahiye şuraları oluşturulmuş ve bunlara muhtariyet verilmiş, bu şekilde halkın yerel düzeyde kendi kendini yönetme hakkı geniş şekilde tanınmıştı."
Hakeza, 1987 yılında çıkan bir yazıdan sonra, Mustafa Kemal'in... 2000'e Doğru dergisinde aslında yer almış ama daha sonra bu başka bir gazetede tekzip edilmiş; Mustafa Kemal'in ağzından çıkan sözleri söylüyorum: "Kürt meselesi bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü malumualiniz bizim hududu milliyemiz dahilinde mevcut Kürt anasır o surette tevattun, bir yeri vatan edinmek etmiştir, pek madud yerlerde hayli kesiftir. Fakat kesafetlerini kaybede ede, Türk anasırının içine gire gire öyle bir hudut hasıl olmuştur ki, Kürtlük namına bir hudut çizmek istersek, Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a, Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir hudut aramak lazımdır ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de nazarı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Binaenaleyh, başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu mucibince zaten bir nevi mahallî muhtariyetler teşekkül edecektir. O hâlde, hangi livanın -ki vilayetten küçük kazadan büyük, bugün olmayan bir birim o dönem- ahalisi Kürt ise, onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir." Bu anlayış, bu görüş 1923'ün ocak ayında. 1921 Anayasa'sında yer alan özerkliğin Kürt sorununu halledeceği kanısındadır Mustafa Kemal ve yanındaki arkadaşları. O esnada henüz Lozan görüşmeleri sürüyor, Mecliste güçlü bir muhalefet olmasına rağmen söz konusu görüş ve çözüm şekli o dönem tekrar yerinde yer alıyor. Fakat, ne hikmetse, 28 Ekim 1923 tarihine kadar bu görüş, yani özerk yerel yönetim modeli gündemdeyken, 1924 Anayasası'nda söz konusu fikir çöpe atılıyor, söz konusu çözüm şekli bir çözüm olarak görülmekten çıkıyor, yasaya tekçilik üzerinden giren çözüm modeli ardından gelen yasal değişikliklerle bugüne kadar getiriliyor.
Aslında, bugün bu modeli tartışırken, yanımda getirdiğim bir örnek var; Rojava'da, yani yanı başımızda yeni kurulan, yeni yazılan bir anayasa çalışması var. Benden önceki birkaç milletvekili bu maddelere değinmişti. Burada yaratılan anayasaya baktığımızda, merkezî bir çözümden ziyade, tekçi bir çözümden ziyade, kurucu Mecliste, Arap, Kürt, Türkmen, Asuri, Süryani, Ermeni, Çerkez ve diğer halklardan oluşan temsilcilerle kurulan bir yasama çalışmasından bahsediyoruz. Orada hedeflenen şey şu, çok önemli bir cümle olduğu için buradan da yineleyeceğim: Suriye sınırlarında ahlaki politik toplumu kurma vurgusu aslında öne çıkıyor. Ahlaki politik toplumu kurarken, hukuk, özgürlük, demokrasi uygulaması için eşit ve ekolojik toplum unsurları çerçevesinde, örf, din, ulus, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın, demokratik toplumu oluşturan 7 temel başlıklı, 97 maddelik bir sözleşmeden bahsediyoruz. Orada yaratılan şeyin sadece Suriye topraklarında değil Orta Doğu topraklarında, bu şekilde çoklu etnisiteli, çok dinli, yani tekçi olmayan tüm ülkelerde model olacağını düşünüyoruz. Orta Doğu'dan, belki de çatışmaların, mezhepçiliğin en derin şekilde yaratılmaya çalışıldığı o topraklardan böylesi özgürlükçü, böylesi demokratik bir yasama çalışmasını, ben, bugün bizlerin de tek tek düşünerek örnek alması gerektiğini düşünüyorum.
1800'lü yıllardan başlayarak değişik tarihlerde ve değişik dönemlerde kendini açığa vuran bir itirazı barındıran Kürt meselesinin bugün geldiği noktanın aslında hepimizin oturup tartışması gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat 2015 tarihinde aslında Türkiye toplumu çok önemli bir noktayı yakalamıştı. Evet, belki de 1800'lü yıllardan başlayan, bir sürü bedele, can kaybına, haksızlığa, hukuksuzluğa neden olan Kürt meselesinde ve Türkiye'nin diğer demokratikleşme meselelerinde Türkiye'de çok önemli bir nokta yakalanmıştı. Bugün belki de hepimizin hafızalarında unutulmaya yüz tutmuş Dolmabahçe mutabakatı ve o görüntüleri bence tartışıp yeniden gündeme almak gerekir.
O dönemde yazılan, çizilen bir sürü yazı vardı. Ben bir tanesini olduğu gibi sizlere okuyacağım. Önce Yalçın Akdoğan'ın yazısını okuyacağım, sonra o gün tartışılan maddelere geçeceğim: "Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. HDP heyeti dün İmralı'ya giderek görüşme gerçekleştirdi. Biz de Sayın Başbakanımızın başkanlığında, çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla, kapsamlı bir şekilde ele almıştık. Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkarılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz. AK PARTİ iktidarı olarak on iki yıldır 'Akan kan dursun, analar ağlamasın' diyerek sessiz devrim niteliğinde adımlar attık, her türlü sorunun çözüm yeri olarak siyaset kurumunu gördük. Demokrasimiz, sorunları konuşabilecek, tartışabilecek, çözüm yoluna koyabilecek imkân ve kabiliyete ulaşmıştır. Demokrasimizin daha ileri noktalara ulaşması için bütün toplum kesimlerinin, siyasi partilerin, STK'ların..."
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, çok uğultu var, hiç kimse bir şey duymuyor.
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen sükûneti sağlayalım.
Lütfen devam edin, buyurun.
MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan, okuduğum metin Yalçın Akdoğan'ın kendi ağzından, konuştuğu bir metin ve bir döneme damgasını vuran görüşmelerin metinleridir. Her ne kadar bugün gündemden düşmüşse de, biz bu metinlerin, bu sürecin, yani Kürt meselesinin müzakere yöntemiyle çözümüne dair gelmiş olduğu nokta itibarıyla çok önemli olduğunu ve tarihsel olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, bunları bire bir -evet, belki doğaçlama konuşmak daha iyi, ben de bunu tercih ediyorum ama- bu metinleri, yanlış yapmamak adına, eksik kalmaması adına okumayı tercih ettim.
"...el birliğiyle gayret göstermesi gerektiği de açıktır. Silahların devre dışı kalması demokratik gelişime hız katacaktır. Bir kısım konu başlıkları uzun yıllardır konuşuluyor, tartışılıyor. Bundan sonra da öz güven içinde tartışmaktan, konuşmaktan geri durmamamız gerekiyor. Aslında gök kubbe altında konuşulmadık bir şey kalmadı. Demokrasilerde, halkın desteğini alan görüşler, düşünceler ve politikalar değer kazanır. Biz de, milletimizin hayır duası ve desteğiyle, süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız.
Yeni anayasayı birçok köklü ve kronik sorunun çözümünde önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, uygulama önem taşıyor. Sürecin ete kemiğe bürünmesi, somut gelişmelerin yaşanması önemlidir. Bu çerçevede, iyi niyetli, samimiyetli ve kararlı bir şekilde sürece sahip çıkılması, tüm kesimlerin katkıda bulunmak için taşın altına elini koyması zorlukları kolaylaştıracaktır. Sorunlara demokratik çözümler bulmak, bölen ve ayrıştıran değil, birleştiren ve güçlendiren bir etki yapmaktadır. Temel hak ve özgürlükleri daha da geliştirmek, hakça ve kardeşçe bir ortam hazırlamak ancak bütünlüğe katkı sağlar, vatandaşlarımızın aidiyet duygusunu daha da geliştirir. Temel sorunlarını geride bırakan Türkiye küresel ve bölgesel bir güç hâline gelecektir. Çözüm sürecinin zor, meşakkatli, akşamdan sabaha bitmeyecek bir süreç olduğunu biliyoruz. Ancak samimiyet, cesaret ve kararlılıkla sonuca ulaşacağımızı da inanıyoruz. Her zaman söylediğimiz gibi biz birlikte Türkiye'yiz ve her şey Türkiye için."
Evet, söz konusu yazı Yalçın Akdoğan'a ait. Yani Dolmabahçe mutabakatında yer alan önemli bir aktöre ait.
Sırrı Süreyya Önder yani söz konusu müzakere görüşmelerinde yer alan HDP heyetindeki Ankara Milletvekilimiz Sayın Önder'in bir yazısı var bu konuda. "Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda bugüne kadar süregelen demokratikleşme sorunları ve son otuz yılda 40 binden fazla insanımızın yaşamına mal olan Kürt meselesinin çözümüyle ilgili yürütülen çözüm süreci çalışmalarında tarihî bir karar sürecinin eşiğinde bulunmaktayız. Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümüyle ilişkilidir. Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı hâline getirmekten çekinmemiştir. Dolayısıyla çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı sağlıklı kurulmadıkça kurmaya çalıştığımız demokratik barışın devlet ve toplum yapısında haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir dönüşüm sağlaması düşünülemez. Bu itibarla, süreç cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır. Tarihin bizlere yüklediği büyük sorumluluk çözümün de, çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen muhtevası olmasıdır. Dolayısıyla bölgenin yüz yıllık dengeleri alt üst olurken küresel ve bölgesel zorbalıkların yol açtığı algısal ve iradesel yaklaşımlar evrensel insani değerler ölçüsünce geliştirilerek aşılmalıdır. Muhtevası gereği çok hareketli ve dinamik bölgesel koşullar göz önüne alındığında sürece de dinamik bir yaklaşım gereklidir. Bütün bu belirlemelerin ışığında zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmî, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır."
Okuduğum bu metin 28 Şubat 2015 tarihinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala'yla İmralı Kandil arasında görüşmeleri yürüten HDP heyeti İstanbul Dolmabahçe'deki Başbakanlık çalışma ofisinde bir araya gelip çözüm sürecinde HDP heyetiyle Hükûmet yetkilileri açıklamasıyla kamuoyuna açıkladıkları metindir. Dolayısıyla bu metin devamı maddelerini okur isek: "Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan'ın temel belirlemesi de şudur: Bu otuz yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihî kararı vermek için PKK'yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihî bir niyet beyanıdır. Hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır:
1)
Demokratik siyaset tanımı ve içeriği.
2)
Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması.
3)
Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri.
4)
Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar.
5)
Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları
6)
Çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması.
7)
Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri.
8)
Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu, demokratik anlayışın geliştirilmesi.
9)
Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması.
10)
Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.
Tüm bu hususlarda beklenen tarihî gelişmelerin hayata geçebilmesi için tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP heyeti olarak tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz. Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek emek veren ve verecek olan bütün demokrasi güçlerini selamlıyoruz. Hayırlı olsun."
Evet arkadaşlar, bu okuduğum metin ve okuduğum maddeler bir dönem, aslında çok eski değil 28 Şubat 2015'te, yaklaşık bir yıl önce Türkiye'de gelmiş olduğumuz aşamayı, az önce açıklamış olduğum Türkiye'nin Kürt sorunu başta olmak üzere ekolojik, kadın ve demokratikleşmeye dayalı tüm sorunlarının çözümünde çok önemli bir dönüm noktasıydı. Ne oldu da bugün bu maddelerin hiçbirisi, bu çözüm tartışmalarının hiçbirisi kendisini bu tasarıda bulamadı? Ne oldu da bizler 7 Hazirandan hemen sonra bunca insanın hayatını kaybettiği, bunca insanın tutuklanarak cezaevlerine atıldığı antidemokratik uygulamaları birçoğunu bugün yaşıyor olduk? Ne oldu da Türkiye toplumu bu duruma geldi? Bunların hepsini çok iyi tartışmak, analizlerini doğru, siyasi, ekolojik ve kendi hakikati içerisinde tartışıp çözümlemek gerekirken bugün önümüze konulan taslağa baktığımızda 1924'ten başlayarak 1961 ve 1982'de gide gide katılaşan, maddeleri çoğalan ama bir o kadar sertleşen, anayasaların da ötesine geçen yasama, yürütme ve yargıyı da bir arada bulundurmayı hedefleyen, aslında diktatöryal bir rejime doğru giden Türkiye'yi tartışıyor olduk. Evet, bizler tarihsel arka planıyla Türkiye'de yaşanan Kürt meselesinin siyasal, ekonomik altyapısıyla siyasi bir konu olduğunu düşünüyoruz. Keza birçok raporda, tartışmalarda bu bir asayiş sorunu, güvenlik sorunu olarak adlandırılmış ise de bu sorun tarihsel arka planı olan siyasal bir sorundur. Türkiye gündemini hatta Osmanlı'nın son dönemlerinden başlayarak ciddi bir itirazla bugüne kadar gelen Kürt sorunu meselesini bizler ne inkârla ne imhayla ne bugün yaşadığımız haksız, hukuksuz tutuklamalarla çözüm olamayacağını düşünüyoruz. Evet, birçok Kürt partisi kapatıldı. Aslında Türkiye siyasi tarihine baktığımızda parlamenter rejim içerisinde bugün kendini öteki sayanların temsiliyetine baktığımızda her dönem itibarıyla yaşanan sıkıntıların çok olduğunu gördük, tarih kitaplarında ve bizlerin hafızalarında çokça yer aldı. Ben de en azından, Türkiye'nin 1990'lı yıllarını yaşayan bir kişi olarak Türkiye'de yaşadığımız sorunların hem tanığı hem mağduru hem de bugün belki de çözüm gücü olması bakımından Parlamentoda önemli bir yerde duruyoruz. Ama bu büyük çabanın, bu büyük talebin sonucuna baktığımızda ise çok büyük bir çelişkiyle karşı karşıyayız. Evet -konuşmanın başında dile getirdiğim gibi- bu Parlamentonun 12 üyesi tutukluyken, hem de tek başına odalarda tutuluyorken bizlerin bu kadar köklü sorunları barındıran Anayasa gibi bir çalışmayı yapamayacağımızı düşünüyorum.
Evet, sadece tutuklanmak değil, bizlerin hafızalarında yer alan, bizlerin anılarında yer alan hikâyeleri dinlediğinizde birçoğunuzu sarsacak şeyleri duyacağınıza eminim. Burada bu hikâyeleri anlatmayacağız ama Türkiye'de önümüzde duran bunca ötekileştirilen sorunlar dururken Türkiye'nin gerçek sorunlarını çözmeye muktedir bir anayasayı bu şekilde de tartışamayacağımızı çok iyi biliyorum.
Evet, burada bize sınırsız konuşma hakkı tanıyorsunuz, yarın belki bunu da dile getireceksiniz, "Herkes istediği kadar söz aldı, tartıştı, konuştu ama biz sandalye sayımıza bakarak bu yasayı değiştirdik, demokratik bir şekilde Anayasa değişikliğini yaptık." diyeceksiniz. Ama bizler bunu çok iyi biliyoruz ki bu demokratik bir sistem değildir çünkü toplumun birçok kesimine baktığımızda, hatta hukukçu olmayan başka mesleklerdeki insanlarla bu anayasayı tartıştığımızda insanların gündeminden çok uzak bir şey olduğunu göreceğiz. Bugüne kadar yapılan hangi yasama çalışması, toplumun içerisinden, süzgecinden tartışılarak geldi ki bu Anayasa çalışması da anlaşılmış olsun, özümsenmiş olsun ve adı bir anayasa olsun.
Bir buçuk yıldır Mecliste getirilen yasaların tamamına bakın, aslında bugün getirilmek istenen noktaya doğru giden yasama çalışmaları olduğunu göreceksiniz çünkü tamamında hedeflenen şey şu: Merkezileşme, otoriterleşme, tek elde toplama, itirazı azaltma, konsensüsü azaltma yönündeydi. Bütün yasama çalışmalarının kökenine bakın, yasama faaliyetlerinin kökenine ve ruhuna bakın ruhunda bunu barındıracaktır. Aslında bugünkü anayasa çalışmasına gelinmeden önce bunların altyapısı bu şekilde hazırlandı ve tasarlandı.
15 Temmuzdan sonra "OHAL" adı altında şu an itiraz etmek isteyen hiçbir kesimin itirazını yapamadığı, kendini ifade edemediği bir dönemden bahsediyoruz. Herkes çokça dile getirdi ama her birimiz kendi seçim bölgemizde değişik haksızlıklarla karşılaştık. Evet, merkezî bir yerden otoriter bir kararla bu kararlar alındı, valiler eliyle belki illerde yürürlüğe konuldu ama yapılan tek şeyin psikolojik olarak da toplumu bu tekçiliğe hazırlayan bir dönem olduğunu çok iyi biliyoruz. Sadece yasaların lafzıyla ilgili değildir değişiklikler, onların ruhlarını yaratan bir psikolojik ortamdan bahsediyoruz. Yasalar ruhlarıyla vardır, sadece sözleriyle değildir. Bugün yaratılan şey tekçi, otoriter, baskıcı, ses çıkaranın bütün zorlukları görebileceği, bütün ailesiyle birlikte zarar görebileceği bir sonuçtan bahsediyoruz. Partimiz nezdinde şu an yaratılmaya çalışılan şey aslında bu Meclisin üçüncü büyük partisi HDP'nin bu Mecliste olmaması, sesinin çıkmaması, vekillerinin pasivize edilmesi ve en büyük partimiz, müttefikimiz olan DBP'nin belediye başkanlarının tutuklanmasıyla yerelde sesimizin kısılmasına dönük bir çalışmadır. 6 belediye başkanının 6'sı bir anda neden tutuklanır? Yarın bu çalışmalar halk içerisinde tartışılacak, halk arasında toplantılar yapılacak ve halka anlatılacak. Belediye başkanı tutuklu, milletvekili tutuklu, dışarıda olanlar hakkında da sayısız dava yani başında Demokles'in kılıcı gibi sallanan yakalanma, gözaltına alınma tehdidiyle karşı karşıya olan yüzlerce insandan bahsediyoruz. Böylesi psikolojik bir ortamda biz nasıl özgürlükçü bir anayasayı tartışacağız, böylesi bir ortamda biz nasıl sorunlarımıza çare bulacağız?
Evet, güvenlikçi bir sorun, asayiş problemi, hatta "kart-kurt" adı altında yıllar önce anılan Kürt meselesinde tanımlar zamanla yer değiştirdi. Bunu bölgenin bazı paşalarından ben yakinen bilirim. Bir dergide 1990'lı yıllarda büyük zulümleri o halka yaratan, büyük operasyonlara imza atan, "terörle mücadele" adı altında yerli halka, esnafına, öğretmenine, öğrencisine kadar müdahale eden zamanın paşası Korkmaz Tağma bir dergide itiraf etti "Biz zamanında o yanlışları yaparken yani herkesi Türkleştirmeye çalışırken büyük yanlışlar yaptık." Burada sayamayacağım bir sürü pişmanlık yazısı yazan paşalar oldu, büyükler oldu, bürokraside yer alan liderler oldu. Dolayısıyla bugün burada şu anda yönetimde olan, bakanlık yapan, bu sorunları çözmeye muktedir olan herkesin yıllar sonra böylesi bir yazıyı yazmak zorunda kalmayacağı bir dönemi yaratmak zorundayız. Barış atmosferini, herkesin kendisini özgürce içerisinde bulduğu ama hiçbir tereddüt taşımaksızın içerisinde yer aldığı bir yasamayı yapmak zorundayız. Anayasa derken toplumsal sözleşmeyi yapmak durumundayız. Yıllardır bu coğrafyada yaşadığımız acıların, sorunların bütün yönleriyle tartışıldığı belki de en büyük toplumsal yüzleşmeyi yaşayacağımız bir çalışmayı yapmak durumundayız.
Evet, bu bölgede sadece Kürtler değil, Kürtler en büyüğünü yaşadı ama emin olun ötekileştirilen tüm halklar, dinler ve diller bu ülkede büyük acılar yaşadı. 1924'te başlayan tekçiliğin zulmünden herkes nasibini aldı ama bugün geldiğimiz noktada Montesquieu'nün yıllar önce, iki yüz altmış sekiz yıl önce kanunların ruhundan bahsederken, kuvvetler ayrılığından bahsederken dikkat çektiği şey şuydu: Neden kuvvetler ayrılığı. Neden yasama, yürütme yargının bir arada olamayacağını açıklarken, yazarken özü şudur; hürriyettir, özgürlüktür, temel hedef özgürlüktür. Özgürlüğü kısıtlayan, daraltan bir çalışmaya bugün burada imza atmaya çalışıyoruz. İnsan odaklı, toplum odaklı, ekoloji odaklı, kadın odaklı ve herkesi içine alan bir yasama çalışmasından ziyade, bugün bırakın 1982'leri, 1924'leri onun da ötesine geçen, yıllar sonra adı değişecek başkanlardan sonra bile bunun acısını yaşayacak bir sürece gitmek istiyoruz. İsim hiç önemli değil, yarın bunun ismi değişebilir, başkanlar değişebilir, bürokratlar, yönetimler, hükûmetler değişebilir ama bizler, emekçilerin de gelirken söylediği gibi, çocuklarımıza aydınlık bir gelecek bırakmak istiyoruz.
Totaliter bir rejimi yaratmaya çalışırken sadece bugünden bakmamak gerekir. Anayasa çalışmaları işte bunun için çok önemli. Yüz yıl önce kaybettiğimizi bir yüz yıl daha kaybetmek istemiyoruz. Evet, yüz yıl önce yanlış yapılan şeyler, yazılmamış hakikatler, bugün yazılmadan, bu hakikatlerle toplum buluşmadan biz gelecek yüz yılımızı kurgulayamayız diye düşünüyorum.
Evet, bugün yıl dönümü... Alevilerin inanç sorunu, kimlik sorunu. AİHM'den gelen kararlar açık olduğu hâlde bugün kendisini yeterince temsil edememekteler, inançlarını yeterince, özgürce yaşayamamaktadırlar. Hakeza vekilimiz yanımda duruyor, Süryaniler, Ezidiler... Ezidi 2 kadına ödül verildi biliyorsunuz, Barış Ödülü verildi yani o zulümden kaçan 2 kadına, gelip kendisini mücadeleye adayan 2 Ezidi kadına Barış Ödülü verildi ve beni çok etkileyen bir şeydi, gerçekten kadın nezdinde bütün dünya kadınlarına öncülük edecek, ruh katacak çok önemli bir şeydi. Bu anlamıyla bizlerin bu mücadeleleri görerek Orta Doğu'daki bu cehennemden ancak hakikatimizle buluşarak çıkacağımızı düşünüyorum. Bu hakikat Türkiye'nin gerçeğidir, bu hakikat bu ülkede ötekileştirilenlerin kendisini bu yasal metinlerde, Anayasa'da görmüyor olmasıdır. İnsan odaklı olmayan, inkâr temelinde yazılan yasama çalışmaları bir gün mutlak surette değişmeye mahkûmdur. Bu mahkûmiyeti bugünden düzeltmek ve belki de acılarımızı azaltarak haksız, hukuksuz süregiden bu gidişata dur diyerek yapabiliriz. Bu hakikati bugünden halklarımıza armağan edebiliriz. Bu acılarımızı azaltabiliriz. Bu çalışmaları izlemek üzere, Anayasa çalışmalarını takip etmek üzere ve Mecliste de çalışması devam edecek bu çalışmaları yapmak üzere asıl yerleri olan Meclise vekillerimizi getirebiliriz. Buradan, bu Komisyondan güçlü bir ses çıkararak tutuklu olan, yasama faaliyetini yürüten milletvekillerimizi bu Parlamentoda çalışma yapmak üzere görmek istediğimizi daha yüksek bir sesle dile getirebiliriz. Bir milletvekilinin tutuklu olması inanın sadece o partinin vekilleriyle alakalı değildir. Ben bunu Mecliste defalarca dile getirdim, arkadaşlarım da dile getirdi. Anayasa'nın kararları çok açık. Yapılan şey, sadece vekilin siyasi faaliyetlerini engelleme değildir, ona oy veren binlerce, milyonlarca insanın aslında seçme, seçilme, siyasi faaliyetini yürütmesine engel teşkil etmektedir.
Dolayısıyla bugün geldiğimiz aşamada 90'ları yıllarca tartıştık. Orhan Doğan'ın başını ezen polisi lanetleyen kalmamıştır zannedersem. Bir gece yarısı yaka paça... Düşünün bugün 12 tane milletvekili cezaevinde. On yıl yatıp geldiler Orhan Doğan'lar. Ne oldu? Bitti mi, Kürt siyasi hareketi bitti mi? Hayır, bitmedi. 7 Haziranda 13,1 dolayında oy alarak 80 milletvekiliyle bu Parlamentoda yerlerini aldılar. Sadece Kürtler değil, HDP fikriyatıyla kendini öteki sayan, bugüne kadar gerçek anlamda temsil edilmediğini düşünen binlerce insanın, 6,5 milyonun oyuyla bu Meclise geldi. Yani gözaltılar, tutuklamalar, siyasal meselelerimizi, hele hele böyle yüz yılı aşan, arka planı olan siyasal meselelerimizi çözmeye yetmez.
Bence herkes cesur olsun. Bir milletvekili olmak her şeyden önce cesur olmayı gerektirir. Her şeye rağmen gerçeği dile getirmek, Türkiye hakikatini söylemek her birimizin birer görevidir. Burada bu Meclis çalışmaları devam edecek, bizler söz almaya devam edeceğiz. Bu temelde, ben, burada konuşmamı tamamlayacağım.
Yeni yıl öncesi konuşma sıram gelmez ise şimdiden herkesin yeni yılını kutluyorum ve önümüzde duran siyasi, politik sorunlarımızı doğru temelde çözeceğimize inanıyorum. Bu taslağı bu anlamıyla Türkiye siyasi haritasına aykırı buluyorum. Bunun bizim sorunlarımızı çözemeyeceğine inanıyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.