KOMİSYON KONUŞMASI

LEVENT GÖK (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Ben, konuşmamda bu anayasa teklifinin usulüne ya da esasına ilişkin bir değerlendirmede bulunmuyorum. Benim konuşmamdan sonra arkadaşlarımızın söz alacağı usul ve esas tartışmalarından ayrıdır söylediklerim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradaki konuşmamda ben şu anda Berkay Akbaş'ın, Tunç Uncu'nun, Vefa Karakurdu'nun, Selin Çelik'in anneleri, babaları, kardeşleri ya da Yunus Emre Duran'ın, Fehmi Barçın'ın, Hasan İlhan'ın yakınları bu toplantıyla ilgili neler düşünüyorlar diye sistematik bir şekilde düşünüyorum ve cevabını bulamıyorum. Bu saydığım isimlerden ilk 4'ü İstanbul'da geçtiğimiz hafta yaşanan patlamada ölen gençlerimiz, diğer sonraki 3 kişi de, askerimiz de Kayseri'de patlamada hayatını kaybeden erlerimiz. Gencecik fidanlar, gencecik çocuklar. Her birinin birer umudu vardı, geleceğe dair birer beklentileri vardı, olmadı.

Berkay'ı çok yakından tanıyorduk, bir ilçe başkanımızın oğlu, Başkent Tıp Fakültesi öğrencisi. Bir hafta sonunu değerlendirmek üzere İstanbul'a gidiyor, tesadüfen, taksiyle stadın yanından geçerken patlayan bomba onu hayattan kopardı, sevenlerinden aldı, ailesinin geleceğe dair umutları karardı tıpkı o patlamada ölen diğer 43 vatandaşımız gibi.

Bunun yaralarını sarmaya çalışırken, travmasını atlatmaya çalışırken, daha kanları yerde kalmadan, İstanbul'daki patlamanın ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamaya çalışırken, daha yasımız bunlarla ilgili geçmemişken bir de cumartesi günü baktık ki bu sefer Türkiye'nin en güvenli il olduğunu farz ettiğimiz Kayseri'den bir başka patlama haberi geldi. Hemen telefonlara sarıldık, tanıdığımız milletvekillerine, o bölge milletvekillerine ulaştık, olayı bilmeden acılarını paylaştık. Tablo yine feci, tablo yine vahim, 14 askerimiz... 20'li yaşlarda, 21'li yaşlarda, kimi otuz gün sonra evlenecek, kimi on gün sonra terhis olacak ve böyle bir tablo içerisinde daha İstanbul'un travmasını atlamamışken bir de Kayseri travmasıyla karşı karşıya geldik. Bir haftada 58 hayatını kaybeden yurttaşımız, şehidimiz, polisimiz, askerimiz ve yüzlerce yaralımız. Ben Ankara'daki bütün patlamalarda hemen hemen olayın arkasından ilk giden milletvekili kardeşlerinizden bir tanesiyim, yaralanmaların ne anlama geldiğini bilirim. O kopan parmaklar, bacaklar, uzuvlar, hayatta kalsalar bile o bir ömür boyu sürecek ızdırap, travma, korkunç bir hadise. Kimi gözünü kaybediyor, kimi kolunu kaybediyor, kimi bacağını kaybediyor.

Türkiye sarsılmış bir durumda. Bir terör yaşıyoruz. Teröre karşı liderler buluşuyorlar, bir birlik görüntüsü veriyorlar ve millî seferberlik sözleri söyleniyor: "Teröre karşı birlik olalım." Nasıl olalım? "Öyle bir dik duralım ki terör karşısında işte bu hayatını kaybeden Berkay Akbaş'ın annesi, babası desin ki: 'Evet, Türkiye'de bütün partiler bir araya geldiler, ayrışmadan, beraberce terörün üstesinden gelecekler, terörü yenecekler.'" Elbette sorumluluk iktidar partisinde ama muhalefet de katkı veriyor, muhalefet de diyor ki: "Hangi teklifi getirirseniz getirin, yeter ki yaşam hakkını ortadan kaldıran terörü önleyelim ve yaşam hakkını muhafaza edelim." Öyle ya, yaşam hakkı muhafaza edilmezse diğer hakların ne önemi var? Öncelikle yaşayacaksın. Ne diyorlar: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi sarsan bu hadiselerle birlikte bir de dün Rus Büyükelçisinin alçakça bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesi Türkiye'yi çok uzun zamandan beri -üzülerek ifade ediyorum- dünya medyasının bir numaralı haberi yapmaktadır, haber konusu olmaktadır Türkiye. Dün akşam yabancı kanalları izlediniz mi bilmiyorum, CNN'inden tutun Rusya televizyonlarına, Fransa televizyonlarına kadar çok uzun saatler birinci derecedeki haber Rus Büyükelçisinin vurulmasıydı ve geçmişe doğru atıflar yapılarak İstanbul saldırılarının ve Kayseri'deki saldırının travmalarının, acılarının hatırlatıldığı programlar yapıldı tıpkı Türkiye'de olduğu gibi. Bütün dünya Türkiye'yi takip ediyor sekiz, dokuz günden fazla bir zamandır, daha da öncesi var elbette ki.

Sokağa çıkıyoruz, marketlere gidiyoruz, marketler boş; elbise alacağız, alışveriş merkezlerine gidiyoruz, herkeste bir korku; restoranlar boş, kimse kalabalık yerlere gitmiyor ve terör de ağlarını yavaş yavaş örüyor. Terörün de tam arzu ettiği bir ortam yaratılmak isteniyor. Terörün insanları mutsuz, geleceğe dair beklentilerini güvenceye alamayacağı yöne doğru sürüklediği bir ortam, korku, yılgınlık ortamı. Çünkü ne zaman nerede ne patlayacağı bilinmiyor.

Yaşam hakkı... Ben Cumhuriyet Halk Partisini Grup Başkanı Vekili olmanın ötesinde bir yurttaşım, benim de bir ailem var hepinizin olduğu gibi. Ben sonuçta bir yurttaşım, bu görevler bitecek ve yurttaşların en temel hakkı yaşam hakkı, yaşam hakkının korunması ve terörün önlenmesi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle bir ortamda terörün yeşerdiği, güçlendiği ve acımasızca yurttaşlarımızı bizlerden koparttığı bir ortamda tüm toplumun beklentisi "Hadi, bir olun artık, bugün ayrışmayın, bugün birlik olun. Bugün, İstanbul'daki patlamada hayatını kaybeden Berkay'ın da kanı yerde kalmasın, Kayseri'deki piyade er Yunus Emre Duran'ın da, onun da kanı yerde kalmasın. Ne yapacaksanız yapın." Ailelerin, özellikle polis ve asker ailelerinin, şehit ailelerinin yanına gittiğimiz zaman "Vatan sağ olsun." diyorlar. "Evet, biz oğlumuzu kaybettik ama bundan sonra kimse ölmesin." diyorlar. "Birleşin artık, birleşin." diyorlar. Başbakan davet ediyor liderleri, herkes bir karede, bir görüntü, birlik, beraberlik, peki ya sonrası? Esas önemli olan o. Ya, sonrasına nasıl geçeceğiz? Bir haftada 58 hayatını kaybeden yurttaş, yüzlerce yaralı, bir de üstüne üstlük Rus Büyükelçinin vurulması. Terörün karşısında herkesin sokağa dökülüp milyonlarca kişinin, AKP'li, CHP'li, HDP'li, MHP'li, istisnasız herkesin, burada temsil edilmeyen siyasi partilerin de mensupları dâhil olmak üzere tek bir yürek, tek bir ses çıkması gereken bir zaman sürecinin içerisinden geçiyoruz. Böyle bir süreçte iktidar partisine düşen ağır sorumluluk var. İktidar partisi, varsa siyasi partiler arasındaki ayrılıkları gidermeye ve yeni tartışma ortamları açmamaya yükümlüdür, sorumludur, iktidar olmak bunu gerektirir. Çünkü iktidarsınız siz, Türkiye'yi sükûnetle götüreceksiniz, götürmelisiniz; benim yaşam hakkımı korumalısınız herkesin olduğu gibi, olması gerektiği gibi. Toplumda öyle bir tablo yaratılmalı, topluma öyle bir görüntü verilmeli ki "Türkiye'de teröristler ne yaparlarsa yapsınlar siyasi kurum ayrışmıyor, beraberlik içerisinde, mücadele ediyor ve teröre prim vermiyor." denilmeli. Sorumlu bir iktidar anlayışı bunu gerektirir. Sorumlu bir iktidar anlayışının altında, varsa parçalanmış siyasi görüşleri birleştirmek ve bir, beraber olacağımız ortamlar yaratmak geçer.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte böylesine duygu dolu, üzüntü dolu, kalplerimizin her ölen yurttaşımız, şehidimiz için ayrı ayrı çarptığı bir ortamda uzun zamandan beri tartışma konusu olan ve herkesin de önceden hangi pozisyonu alacağı belli olan bu Anayasa değişikliği teklifinin görüşülmesi işte bu ortamda hiç de uygun düşmemiştir.

Bizim burada yapacağımız tartışmalardan kamuoyunun haberi olacak ve ölenlerin, çocuklarımızın, gençlerimizin, askerlerimizin aileleri bize "Yazıklar olsun." diyecekler belki. Elbette tartışırız ama niçin ayrışıyoruz? Niçin temel konularda ayrışmanın önünü iktidar partisi bunca yaşadığımız olaylara rağmen açıyor? Niçin birleştirmede buluşmuyoruz da ayrışmada buluşuyoruz? Basit bir konuyu tartışmıyoruz yani böyle bir konunun tartışılması Türkiye'nin cenaze geleneğine, yas geleneğine uygun mudur sizce? Ölen çocuklarımızı unuttuk mu ya da bu tartışmalar onların önüne mi geçmeli? Medyamız, televizyonlar, yazılı basın, görsel basın İstanbul patlamasını, Kayseri patlamasını unutmalı mı, unutturmalı mıyız? Ölenler öldükleriyle mi kalmalı? "Onların anılarını ve hayatta kalan milyonlarca gencin geleceğe dair umutlarını nasıl ayakta tutarız?" sorusunun cevabını niye aramıyoruz? Bu tartışma, yangından mal kaçırır gibi, daha bir haftada bunca olaylar yaşanmışken ve her biri büyük travmalar yaratmışken gerekli miydi Sayın Başkan, Sayın Bakan? Yani, bu tartışmanın zamanı bugün müydü?

Rus Büyükelçisini koruyamadık, bir gerçek. Dünyanın dev ülkelerinden birinin büyükelçisini koruyamadık arkadaşlar. Yani, böyle bir tablo nasıl olmuştur? Çevik Kuvvetin içerisindeki bir polis bunu nasıl gerçekleştirmiştir ve böyle tipler Emniyetin, Silahlı Kuvvetlerin içinde daha fazla var mıdır? Ürkütücü bir tablo yani Çevik Kuvvetin içerisindeki resmî bir polisin yapabildiği bu suikast girişimi karşısında Türkiye'de yaşayan herkes çok daha endişeli bir hâle gelmiştir. Güvenlik güçlerimiz bizi koruyacak ama güvenlik güçlerinin içinde bu tip yuvalar, bu tip hücreler, bu tip şahsiyetler varsa kim kimi koruyacak, nasıl olacak bu iş? Benim güvenliğimi, sizin güvenliğinizi kim temin edecek değerli arkadaşlarım? Çok ağır sorumluluğumuz olan bir olayı yaşadık hem patlamalarla hem de Rus Büyükelçisinin öldürülmesiyle ve gerçekten bu tablo içerisinde olağanüstü önem arz eden bu olaylar karşısında iktidar partisinin -hiçbir şey olmamış gibi- bir gerekçeleri de şöyle olabilir: "Ya teröre karşı prim vermeyelim." Evet, teröre karşı prim vermeyelim ama hodri meydan! Terörü önlemek adına yasal düzenleme gerektiren hangi kanunu, hangi teklifi getiriyorsanız biz hazırız bunu bir saat içerisinde Mecliste görüşelim, halkımıza bu mesajı verelim ve halkımız da "Siyasi partiler, evet, ciddi çalışıyorlar, sırt sırta dayanışma gösteriyorlar." desin.

Şimdi, bu toplantıda, bakın -fazla da uzatmayacağım Sayın Başkan, hakkımı da suistimal etmeyeceğim- başından beri bir salon tartışması, televizyonlar tartışması... Daha tartışmaya başlamadan, bir kere, bir ayrışma, tartışma var. Bu, patlamada ölenlere de saygısızlık, Rus Büyükelçisinin anısına da saygısızlık, hayatını kaybeden bütün askerlerimize, şehitlerimize saygısızlık değerli arkadaşlar. Terörün kol gezdiği bu ortamda, şu anda, bu süreçte bizi ayrıştıracak her türlü konu bence ötelenmelidir, buna hakkımız yok. İktidar partisi diyebilir ki: "Hayır, ben programımı yaptım, buna devam edeceğim." Ama, buna hakkınız yok iktidar partisinin sayın yetkilileri. Türkiye'yi birleştirmeye ihtiyaç var, ayrıştırmaya değil. Kaldı ki böyle bir talebin iktidar partisinden gelmesi gerekirdi.

Arkadaşlar, soğukkanlı olmamız gereken bir dönem, sırt sırta vermemiz gereken bir dönem. Evet, anayasa tartışması gündemde ama bir haftada 58 hayatını kaybeden yurttaş, şehit, polis ve bir Rus elçisi var. Bugün ne olacağını bilmiyoruz, bir saat sonra ne olacağını bilmiyoruz. Böyle bir ortamda, "Gelin, anayasa çalışmalarını yapalım, bir an önce bitirelim, Meclisten de geçirelim, referanduma götürelim." demenin hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Haklı gerekçe, terör karşısında omuz omuza, sırt sırta olabilmektir. Dolayısıyla, Sayın Başkan, bu ortamda bu anayasa teklifinin görüşülmesine dönük herkeste ayrı ayrı ruhi, fikrî bir berraklık yoktur. Herkesin kafası terör saldırısıyla doludur. Herkesi arkadaşından, akrabasından, partilisinden ilgilendiren bir ölüm mutlaka yaşanmıştır, bir ucu mutlaka değmiştir herkese. Bunlardan ari olarak kafaların bunu içermeyen bir anlayışla, bunu öteleyen bir anlayışla kafaların burada yoğunlaşması söz konusu değildir. Söz konusu olursak zaten bizim insani açıdan da değerlerimizi kaybettiğimiz anlamına gelir. Ben o ölen askerlerimizin, polislerimizin yasını tutuyorum arkadaşlar, gençlerimizin yasını tutuyorum. Lütfen, Türk toplumu bu kadar ölüsünü, şehidini, polisini birtakım tartışmalarla unutturacak bir toplum değildir. Her gün şehit cenazelerine gidiyoruz. Daha bir haftada oldu bütün bunların hepsi, bir haftada. Böyle bir ortam Sayın Başkan, bu anayasa değişikliğini görüşmeye uygun değildir, uygun değildir. Bu, tabii, benim bir muhalefet partisi sorumluluğumdan da öte bir yurttaş olarak bağrı yanan annelerin, babaların, kardeşlerin, sesine tercüman olduğum bir çığlıktır bu. Bunu ister duyarsınız, ister duymazsınız ama tablo bu. O ölen gencecik bedenleri, yirmi gün sonra evlenecek erlerimizi, doktor olacak çocuklarımızı nasıl biz bir anda unutacağız da bu tartışmalarla onların dökülen kanlarının hesabını sormayacağımız başka bir tartışmanın içerisine geçeceğiz. Bu açıdan böyle bir tartışma uygun değildir. Bu teklif geri çekilmeli, ötelenmelidir değerli arkadaşlarım. Görüşülmemelidir demiyorum ilk aşamada. Onu diğer arkadaşlarım ifade edecekler. Ben siyaseten içinde bulunduğumuz tabloyu ifade ediyorum.

Sayın Başkan, bir diğer tablo -onu da ifade edip sözlerime son vereceğim- 15 Temmuzda koşarak Meclise geldik, birbirimize sarıldık. Parlamenter demokrasinin ne denli önemli olduğunu 15 Temmuz gecesi bizlere gösterdi. O gün AKP'lisi, CHP'lisi, MHP'lisi, oraya gelen bütün herkes kucaklaştı. Meclisimize, millî iradeye yönelmiş bir saldırı karşısında, darbe teşebbüsü karşısında sabaha nasıl çıkacağını bilmeden herkes o Mecliste görevini yaptı ve Meclis iradesini korumaya çalıştı. O gün iyiydi her şey. Hepimiz birbirimize sarıldık ve o hava birkaç ay devam etti, hatırlarsınız hepiniz. O havanın içerisinde medeni ilişkiler, herkesin birbirine saygı gösterdiği bir Meclis çalışması... Ne oldu? Bir iki ay sonra herkes yine eski fabrika ayarlarına döndü. Olağanüstü hâl ilan edildi olmaması gerekirken.

Peki, şimdi, olağanüstü hâl ilan edildi, ne oldu? Değerli Başkanım, sayın milletvekilleri; olağanüstü hâl ilan edildi. Birleşmiş Milletler nezdinde Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi diye bir sözleşme var değerli arkadaşlarım. Türkiye, bunun tam 13 maddesini uygulamayacağını ifade etti, kısıtlama getireceğini ifade etti Birleşmiş Milletler nezdinde. Bu Kişisel Ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin aşağı yukarı 27 maddesi siyasal haklarla ilgilidir. Türkiye bunun 13 maddesine dedi ki: "Ben bunu kısıtlama kararı alıyorum, uygulamayacağım."

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlarım, Sayın Naci Bostancı'yı dinledim, demokratik bir ortamda tartışmadan söz etti. Diğer maddelerini saymıyorum. Şimdi, bu anayasa değişikliği konusunda herkesin haber alma hakkı, ifade hakkı, toplantı yapma hakkı olması gerekir ki sonuçta siz, "Bunu referanduma götürüyoruz, herkesin görüşünü, bakın, özgürce söyleyebileceği ortamı yarattık." diyebilmelisiniz. Böyle olmalı değil mi arkadaşlar? Yani, anayasa çalışmalarında herkesin haber alma hakkına engel konulamaz, toplantı yapma hakkına engel konulamaz, ifade özgürlüğüne engel konulamaz. Anayasa tartışmaları zaten bu şekilde de olmaz. Bütün devletlerde çok uzun süren tartışmalar sonunda bir toplumsal mutabakat metni olarak hazırlanır. Peki, Türkiye'de böyle bir tablo oldu ve şimdi bunu tartışmaya başlıyoruz. Türkiye, Birleşmiş Milletlere bildirmiş olduğu Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nde şu iki maddeye de çekince koydu değerli arkadaşlarım, diğer maddeleri söylemiyorum, sadece konunun öneminden dolayı ikisini söylüyorum: İfade özgürlüğü Sayın Başkanım ve toplanma özgürlüğü.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, şu anda Türkiye'de mevcut Anayasa'mıza göre güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü, olağanüstü hâlin ilan edilmesiyle beraber Türkiye Hükûmeti tarafından, Birleşmiş Milletlerdeki temsilcimiz tarafından Birleşmiş Milletlere, uygulanmayacağı konusundaki şerh konularak bildirilmiştir. Hangi maddeler? İkisi önemli -diğer maddeleri saymıyorum- bu anayasa konusunda, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü. Daha örgütlenme özgürlüğü de var, seyahat özgürlüğü de var; onları saymıyorum.

Şimdi, Sayın Naci Bostancı diyor ki: "Demokratik bir ortamda tartışacaksınız, tartışacağız; halkımız da bilgi edinme hakkını kullanacak." Hangi koşulda? İfade özgürlüğünün ve toplanma özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda değerli arkadaşlarım. Yani, kişi çıkacak, fikrini ifade edecek; "Hayır, olağanüstü hâl koşullarına göre uygulanamaz..." Toplantı yapacaksınız, bunu halka anlatacaksınız, bir toplantı tertip edeceksiniz; "Hayır, olağanüstü hâl koşullarında biz bunu Birleşmiş Milletlere bildirdik." Siz toplanamazsınız değerli arkadaşlarım.

Şimdi, böyle bir ortam demokratik değil. Demokratik olmanın ötesinde kısıtlamayla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Birleşmiş Milletlere bildirdiği, resmî belgeyle bildirdiği bir tutanak. Peki, siz bunları ihlal eder de propaganda yapmaya kalkarsanız ne olacak? Tutuklanacaksınız. Bir de 14'üncü maddemiz var ki adil yargılanma hakkı. Adil yargılanma hakkı da kısıtlanmış durumda.

Sayın Başkan, bu söylediklerimiz önemli. Türkiye bir sivil anayasa yapacaksa az önce Sayın Bostancı'nın da ifade ettiği gibi, hodri meydan, olağanüstü hâl... Olağanüstü hâli kaldırmadan, Türkiye'de bir demokratikleşmenin önünü açmadan bu tartışmaların yapılması, az önce ifade ettiğim gibi, terör nedeniyle nasıl mümkün değilse olağanüstü hâl koşullarından dolayı da mümkün değildir. Olağanüstü hâl niçin önemli Sayın Başkan? Bakın, 7 Haziran seçimlerinde iktidar partisi billboardlara bir afiş astı. Afişte aynen şöyle söylüyor: "Olağanüstü hâli kaldırdık, özgürce yaşıyorum." Şimdi, iktidar partisinin bu billboardda yazan afişe göre bir cevap vermesi gereken soru var. Yani, diyorsunuz ki: "Olağanüstü hâl her türlü özgürlüğünüzü kısıtlıyordu. Biz bunu kaldırdık, özgürce yaşıyoruz." Aynen bu değerli arkadaşlarım.

Şimdi, peki, olağanüstü hâl kalkıp özgürce yaşıyor ise Türkiye'deki insanlar, olağanüstü hâl konulunca nasıl yaşıyorlar? Özgürce mi yaşıyorlar? Gerçekçi olalım değerli arkadaşlar, gerçekçi olalım.

Bizler Türkiye'yi seviyoruz, ülkemizi seviyoruz. Ülkemizdeki her siyasi partiden herkese meşru siyaset içerisinde şiddete karşı Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşru bir zemin olduğuna inanarak ama herkesin de görüşlerini fikirlerini ifade etme özgürlüğünün tanınması ve Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde her türlü sorunumuzun konuşulacağı bir ortam istiyoruz. Bu ortam, o ortam değildir. Olağanüstü hâli kaldırıp özgürce yaşamayı vadeden iktidar partisi, şimdi olağanüstü hâli kaldırmakla da görevlidir. Ya o zaman doğruyu söylemiyordunuz ya şimdi yanlış yapıyorsunuz. Böyle açmazların içerisinde, bir kafa karışıklığı içerisinde bu teklifin getirilmesi, tartışılması "Hadi, bakın, halka soruyoruz." Neye rağmen? "Senin ifade özgürlüğün yok, toplanma özgürlüğün yok, medyadan yararlanamayacaksın, her şey benim denetimimde olacak, bir şahıs çıkacak iki saat televizyonda konuşacak, bir başbakan çıkacak iki saat konuşacak. Muhalefet nerede konuşacak, nasıl anlatacak? Toplanarak anlatacağız. Olmaz olağanüstü hâl var, toplanma özgürlüğün yok. Ama ben kendimi ifade etmek istiyorum. Hayır, ifade hürriyetin de yok." Böyle bir tablo içerisinde bu Anayasa değişiklik teklifinin görüşülmesi hukuken, teknik olarak, insani, ahlaki boyutlarıyla uygun değildir değerli arkadaşlar, uygun değildir.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkemizin içinde bulunduğu bu ağır travmatik düzenden bir an önce çıkması açısından her türlü katkıyı vermeye hazırız ama samimi olmak kaydıyla, ama birbirimizi dinlemek kaydıyla, ama her şeyin hukuka ve özellikle evrensel, demokratik ve hukuk ilkelerine uygun olması kaydıyla.

Bu nedenle Sayın Başkan -sözlerimi toparlıyorum- az önce ifade ettiğim gerekçelerle -arkadaşlarımız daha ayrıntısını usul yönünden ifade edecekler- ben siyaseten bir yurttaş olarak, Cumhuriyet Halk Partisi bir grup başkan vekili olarak bunları Komisyonumuzla sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Dolaylısıyla, yapılacak Anayasa değişiklik teklifinin görüşülmesine uygun olmayan Türkiye'de bir ortam ve olağanüstü hâl ve terör olduğunu ifade ediyorum. Bunların giderilmesine dönük çabalara katkı veririz ama bu tablo içerisinde kimse de bize demokratik bir tartışma içerisinde Anayasa değişikliğini görüşüyoruz demesin. Biz de tarihe not düşmek açısından bu sözleri kayıtlarımıza geçiriyoruz. Ben de söz verdiğiniz için teşekkür ederim.