| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri c) Avrupa Birliği Bakanlığı ç) Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 24 .11.2016 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu Avrupa Birliği beni hiç ilgilendirmezdi. AB'nin sorunlarını, nihai hedeflerinin gerçekleşmeyeceğini, hedeflerinin saptığını yıllar önce görmüştüm ve söylemiştim, söylüyordum. 2000'lerde Türkiye'de "Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri ne olacak?" diye sorulurken ben, esas "AB ne olacak?" diye sorduğumda arkadaşlarım bana tuhaf tuhaf bakmışlardı. Ama, yine ilgileniyorum Avrupa Birliğiyle, AB'yle ilgileniyorum. Niye ilgilendiğimi biraz sonra söyleyeceğim.
Önce, Avrupa Parlamentosunun vermiş olduğu kararı kabul edilemez bulduğumu ifade etmek istiyorum. Gerçekten, Türkiye'yi bir şekilde günah keçisi hâline getiriyorlar kendi iç sorunlarını görmeden; bunların hepsinin farkındayız, haksızlık olduğunu ifade ediyoruz. Avrupa Birliği sürecinde de Türkiye'ye dünya kadar haksızlık yapıldığını, gerçekten süreçten, yönelimlerden çekilerek Kıbrıs gibi değişik tıkaçlarla Türkiye'yi durduklarını biliyoruz. Avrupa Birliğinin hazmetme kapasitesinin ciddi bir sorun olduğunu biliyoruz. Avrupa Birliğinin kendi içindeki sorunları da Sayın Bakan anlattı, çoğuna da katılıyorum.
Vize serbestisi ve bu geri kabul anlaşması sürecinde yapılanların da farkındayız. Ama, bütün bunlara rağmen Avrupa Birliği sürecini yani bu çıpayı önemsediğimi ifade etmek istiyorum.
Sayın Bakan, "Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde ilerlemeler olurken işte, gazeteciler, 500 gazeteci vardı; 450'si İslam dünyasından, Arap dünyasından gelmiş gazetecilerdi." dedi. Evet, katılıyorum, o İslam coğrafyasının, Arap dünyasının demokrasi güçleri, gerçekten adaletsizlikler, diktatörlükler altında bunalan demokrasi güçleri Türkiye'nin Avrupa Birliğine yönelişini çok heyecanla karşılamışlardı. Bu, sadece Türkiye için değil, kendilerine de çıpa olacağına, Türkiye'de -tırnak içinde söylüyorum- İslamcı ya da muhafazakâr bir iktidar döneminde bu Avrupa yönelişinin, demokrasinin gelişmesinin bütün bu coğrafyaya domino etkisi yapacağına ve kendileri için çok önemli gelişmelere sebep olacağına inanıyorlardı; buna ben de defalarca şahit oldum.
Şimdi, gelinen bu nokta, gerçekten bir hayal kırıklığı gibi görünüyor ve herkes aynı şeyleri söylüyor. Bakın, Sayın Bakan, yani Türkiye'nin sıkıntılarının farkındayız, Türkiye'nin etrafında olup biten her şeyi görüyoruz. Terörizm var, terör var, PKK terörü yıllardan beri devam ediyor; DEAŞ tartışılır nasıl oldu, ne oldu; Suriye'deki hatalarınız, sevaplarınız, günahlarınız; bunların hepsi tartışılabilir. En son bir darbe saldırısıyla karşı karşıya kalındı; bu da tartışılabilir, tartışacağız da bunu, nasıl oldu, niye oldu; bunların hepsini konuşacağız.
Bu arada yeri gelmişken bugün Sayın Cumhurbaşkanının "FETÖ'yle ilgili bildiklerimi anlatmayacağım, ileride belki bir kitap yazarım." demesini de anlayamadığımı burada ifade etmek isterim.
Bölgedeki durumu da biliyoruz, bölgedeki vekâlet savaşlarının, bunun Türkiye'ye yansımasının, bunların hepsinin farkındayız. Türkiye'nin ekonomisinin orta gelir tuzağında saplanıp kalmasını, bunların da hepsini biliyoruz; bunları bilmemek mümkün değil. Şunu da biliyoruz: Artık dünyanın her zamankinden daha çok terörü, hatta insan hakları konusunu uluslararası ilişkilerin birer enstrümanı olarak kullandıklarının farkındayız. Yani, bu devletler birbirlerine karşı terörü de bir enstrüman, bir araç olarak kullanıyorlar; bütün bunları biliyoruz. İşte, Avrupa Birliği süreciyle ilgilenmemim tam da şeyi burada.
Adalet ve Kalkınma Partisi, işte, 2000'li yıllarda başlarken, kurulduğunda daha seçim olmadan, iktidara gelmeden, o zaman Genel Başkanı idi, daha seçilmemişti Sayın Erdoğan; Çankaya Köşkü'nde Ahmet Necdet Sezer'in Başkanlığında yapılan bir toplantıdan çıkarken şöyle bir açıklama yaptı, Adalet ve Kalkınma Partisi yeni bir partiydi, siz de yanındaydınız muhtemelen Sayın Bakan, şöyle bir şey söyledi: "Biz, Avrupa Birliğini medeniyet yolunda ateşlenen yeni bir roket olarak görüyoruz." diye bir açıklama yaptı; onu hiç unutmuş değilim.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım; o günlerde yine, şimdiki Cumhurbaşkanının bir sözü var: "Yani, Avrupa Birliği ne yapar, ne eder bizi ilgilendirmez. Netice itibarıyla Türkiye Avrupa'ya girer, girmez bizi ilgilendirmez. Yaparız Ankara kriterlerini, yolumuza devam ederiz." dedi Sayın Bakanım.
Şimdi, siz, "Yeniden gözden geçireceğiz, Türkiye artık bu süreci bu şekilde yönetemez." Yani, kimse yönetemez bu süreci. "Dolayısıyla, Türkiye'nin Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir döneme girmiştir, yeni yöntemlere ihtiyaç var." diye bir şey söylediniz. Bunu mu kastettiniz bilmiyorum.
Şimdi, bakıyorum, Avrupa Birliğiyle ilgili devam eden bu süreçte, katılıyorum, fasıllar açılmadan önümüze şey bu "Evet, açamıyoruz çünkü sizin insan haklarıyla ilgili şu problem var, terörle mücadelede şu probleminiz var, şurada bu probleminiz var." falan diyorlar ve bizi durduruyorlar. Bunlar açılınca da Kıbrıs çıkıyor önümüze ve bir şey yapamıyoruz. Doğru yani bunların hepsi de doğru. Fakat, şöyle bir şey var: Türkiye'nin Avrupa Birliği ilerleme sürecinde yazılan raporlardaki konulara da bir göz atalım. Yani, Türkiye'yle ilgili söylenenler doğru mu, yanlış mı? Hiç Avrupa olmasın, oturup konuşalım.
Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin işte, 2002'den başlayıp 2010'a kadarki yönelimleri, hedefleri konusunda, her alanda ama ekonomiden demokrasiye, hukuk devletinden insan haklarına kadar bir tıkanıklığı yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Biz sanki öyle bir şey yaşıyor diye düşünüyoruz. Türkiye, artık o yıllarda... Türkiye için siz de ifade ediyordunuz, Hükûmetin değişik yetkilileri de söylüyordu, yumuşak gücünden söz ediyorlardı. Bu yumuşak güç de gelişmiş ekonomiydi; komşularla iyi ilişkilerdi, sıfır sorun, ara buluculuk rolüydü; gelişen demokrasisiydi, hukuk devletiydi. Hele hele yani İslam dünyasının bir parçası olarak, Avrupa'ya da yönelen bir ülke olarak bunların çok önemli şeyi olduğu, Türkiye'nin yumuşak gücü olduğu, Türkiye'nin ne yaparsa bunlarla yapacağını söylemişti, söylüyordu ve çok da haklıydı ve yapıyordu da. Yani, Türkiye önemli şeyler yapıyordu. Nitekim, demokrasiyle ilgili, hak ve özgürlüklerle ilgili hiç haksızlık yapmıyoruz size Sayın Bakan, o dönemde çok sayıda işler yaptınız. Ekonomide dünya konjonktürü böyleydi, işte, dünyada likidite şöyleydi, böyleydi her neyse bu da sizin şansınız. Ama, işte Türkiye'de kişi başına düşen millî geliri işte, 3 bin dolarlardan, 2.700 dolardan alıp 10 bin dolarlara kadar çıkardınız, şimdi geriye döndünüz. Bunları da size teslim ediyoruz, yaptığınız şeylerdir.
Ancak, her alanda bir duraklama var Sayın Bakan. Yani, bu 15 Temmuz müdahalesi olmuş da ortaya çıkmış değil, her alanda. İşte, biz günlerden beri burada ekonomiyi konuşuyoruz. Hatta bütçe görüşmeleri başlamadan önce teşviklerle ilgili getirmiş olduğunuz torba yasalardan başlayarak burada ekonomiyi görüşüyoruz; görülen şey bu. Hükûmet, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti bir patlamış havuz, gidiyor ve elleriyle durdurmaya çalışıyor, işte teşviklerle, şunlarla, bunlarla. Burada oturdu, yıllardan beri gerçekten, işte dünyadaki likidite fazlası, konjonktürel durumlar bunlardan istifade ederek "İyi gidiyor." dedi ve gerçekten yapılması gerekli, çok yapısal, önemli ekonomideki tedbirleri almadı; hâlâ da almıyor, hâlâ da palyatif birtakım tedbirlerle işi geçiştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla, ekonomimiz ciddi bir şekilde kırılgan hâle gelmiştir. "Yok, böyle değildir, dolar ne olursa olsun; dolsa ne olur, dolmasa ne olur? Efendim, Avrupa, işte uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına verirsin üç kuruş fazla istendiğin gibi rapor yazarlar, onlar da kim oluyor." falan, öyle değil yani, işler öyle değil. Bu sistemin içinde Türkiye gidiyor ve bütün bunların maliyeti dolarda 1 kuruş oynama, işte Türkiye ekonomisine 2 milyar, 3 milyar zarar veriyor; bütün bunları görüyoruz ve burada ciddi bir sıkışma var.
Demokrasiyle ilgili de yönelimlerde bir bozulma var. Evet, yani başkanlık sistemine her şeyi bağlamışsınız, öyle görünüyor. Burada konuşan arkadaşlarımız da "Evet, birtakım sorunlar var ama başkanlık sistemi gelince bütün bu sorunlar çözülecek." falan dedi. Başkanlık sistemi Hükûmet sistemidir, bunlarla çözülecek bir şey yok. Biz, demokrasiyi ne yapıyoruz, nasıl bir demokrasi kuruyoruz? Bu soruya artık Adalet ve Kalkınma Partisi bir cevap vermiyor, mevcut hâlinde bile demokrasinin işlemesini engelliyor. Darbe girişimi ve OHAL'de bu konuyla ilgili ciddi bir problem olarak -"Avrupa şöyle demiş, böyle demiş"le ilgili değilim- ortaya çıktı. İşte, yasama, yürütme, yargı diyoruz. Yasamanın yapması gerekli şeyi OHAL'de kanun hükmündeki kararnamelerle çözüyorsunuz. Öyle görünüyor ki nasıl Avrupa devletleri Amerika olağanüstü hâl devletine doğru evriliyorsa Türkiye'de sanki olağanüstü hâl devletine doğru evriliyor Sayın Bakanım. Yani, kalkıyorsunuz, işte...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Kâtip Emine Nur Günay geçti)
BAŞKAN - Ek süre veriyorum.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bir zahmet...
Kanun hükmünde kararnamelerin niçin çıkacağını Anayasa çok açık yazmış; konuyla ilgisi... Ama, siz kalkıyorsunuz rektör atamalarını bile kanun hükmünde kararnamelerle yapıyorsunuz. Başkanlık falan tartışmaları... Son zamanlarda esen rüzgâra baktığımız zaman, "Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'de nasıl bir demokrasi kuracak, gerçekten buradan uzaklaşıyor mu?" sorusu ciddi bir şekilde ortada duruyor.
Evet, "FETÖ" diye bir terör örgütü darbe teşebbüsünde bulundu, Türkiye demokrasisine saldırdı, neredeyse iç savaş çıkaracaktı; doğru bütün bunlar. Bütün bunlarla mücadele nasıl edilir? Nedir yani burada bir devlet olmanın avantajı nedir? "Hukuk içinde mücadele etmektir." Hayır. Binlerce, yüz binleri geçen insanı hiçbir şekilde yargı yolu açık olmadan görevinden uzaklaştırıyoruz. "Efendim, bunlar darbe yaptılar." Ya, bunlar darbe yaptılar, evet, böyle bir şey var da kim darbe yaptı, kim silah kullandı, nasıl yaptı, öğretmen de mi yaptı? Yani böyle çok ciddi sorular var ve bu sorulara cevap verilemiyor. Yani, bırakın, Avrupa Parlamentosunun ne dediği bizi hiç ilgilendirmiyor ama Türkiye'de demokrasiyle ilgili, hukuk devletiyle ilgili, hak ve özgürlüklerle ilgili çok ciddi endişeler var.
Öte tarafta, yürütülmekle olan kimlik siyaseti dolayısıyla -Sayın Bakanım, bu konuları siz çok iyi bilirsiniz- Türkiye'de müthiş kutuplaşma var. Bu kutuplaşmadan gerçekten demokrasi, barış falan çıkmaz Avrupa Birliğini bir tarafa bıraktık. Allah korusun, yani yaşıyoruz, toplum içinde görüyoruz, her an bir şekilde patlayacağız; böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ve bu ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı dil maalesef ve maalesef siyasetin en tepesinde kurulu Sayın Bakanım, her gün, her gün kuruluyor. İnsanların gerçekten bir ayrımcılık olduğuna dair ciddi endişeleri var.
Öte yandan, Türkiye'de maalesef "çözüm süreci" dediğimiz süreçte de başarılı olamadınız, bir sürü yanlışlar yaptınız, neyse onları ayrı bir zaman tartışırız. Ama, Türkiye iç barışı kuramamıştır. Yani, şu anda terörle mücadele devam ediyor ama terörle mücadele her şeyin bahanesi olmaya başlamış Sayın Bakanım. Geçmişte demokrasi konusunda, özgürlükler konusunda talepler ilettiğimizde sürekli olarak karşımıza şöyle çıkarlardı: "Ama tamam siyasi partiler kapatılmasın. Demokraside siyasi parti mi kapatılır?" diyorduk, "Tamam, haklısınız, bu şekilde düzenlemeler yapacağız ama ne yapalım ülkede terör var, işte bölücü partiler de geliyor, şunlar da geliyor." Sürekli şekilde bunun bahanesi olmaya başlamıştı. Terörle mücadele ve Türkiye'nin iç barışının tesis edilmesi yasakçılıkla falan olmaz. Terörle mücadelede başarılı olmamız Türkiye'de demokrasiyi geliştirmemiz, ekonomiyi geliştirmemiz, hukuk devletini bütün gerekleriyle yerine getirmemiz, hak ve özgürlükler konusunda yeni yeni kazanımlar elde etmemizle mümkündür. Ama, tam farklı bir yola girdiniz ve yıllardan beri, 1980'lerde, 1990'larda, 2000'lerde söylenen şeyi söylüyorsunuz; gelen bütün bakanlar, güvenlikle ilgili bakanlar bize şunu söylediler: "Son teröristi öldürene kadar, kökünü kazıdık, kazıyoruz." falan. Sayın Bakan, bilirsiniz, herkes biliyor, bana kızabilirsiniz, teröre iliştirebilirsiniz, bunu da sık sık yapıyorlar, "Ha, terörü savundu." falan diyorlar. Hayır, Sayın Bakanım, hiçbir ülkede böylesine bir sorun -Kürt sorununu kastediyorum- sadece terörle mücadeleyle, son teröristi öldürerek çözülemez, çözülmemiştir, böyle bir şey yok; böyle bir şey olsa tamam, biz de sizi destekleyeceğiz, biz de ülkenin bütünlüğünden yanayız, milletin birliğinden yanayız ama böyle bir şey olmuyor.
Evet, sabrınızı biraz şey yaptım. Son bir konuya gelip bırakıyorum. Gannuşi örneğini verdiniz Sayın Bakan, müthiş bir örnek verdiniz, çok doğru şeyler söylediniz. Gannuşi neredeyse Usame Bin Ladin'i durduyordu. Ama, ondan önce Usame Bin Ladin Türkiye'de durdurulacaktı Sayın Bakanım. Bütün dünyanın beklentisi buydu. İslam ve demokrasi uyuşabilir, Türkiye'de bunun bir örneği muhafazakâr, tırnak içinde, İslamcı bir partinin eliyle bu mümkündü ama bu olmadı. Görüntünüz şudur: Giderek bir totalitarizme doğru evrilme var, buraya doğru gidiyorsunuz. Farklılıkları yok sayan, eğitim politikanızda, kültür politikanızda, bütün politikalarda böyle bir gidiş var ve bu insanları, herkesi ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Dünya ne diyor, Avrupa ne diyor hiç ilgilenmiyorum. Evet, Gannuşi önemli bir şey söyledi, dedi ki... Bakın arkadaşlar, Gannuşi'nin partisi biliyorsunuz Tunus'ta İslamcı parti -Arap Baharı orada başladı- iktidara geldiler, Anayasa yaparken tek başına güçleri yetiyor olmasına rağmen, diğer partileri, sendikaları, toplumsal muhalefeti kattılar, birlikte anayasa yaptılar. Sonra kendi eliyle serbest seçime gitti ve rakibi partiye kaybetti, kaybettiği gün dedi ki: "Evet, bizim parti Nahda kaybetti ama Tunus'ta demokrasi kazandı. Çok önemli bir iş yaptık." Siz bunu demiyorsunuz, asla ve asla aklınızın ucundan muhalefette olmak geçmiyor ve bu bizi ürkütüyor, bu herkesi ürkütüyor Sayın Bakan. Yani, hele 7 Hazirandan sonraki gelişmelerden sonra "asla ve asla iktidarı bırakmazlar..." Elbette iktidarı millet bıraktıracak. Yani biz buraya geldik Sayın Bakanım, sabaha kadar oturduk, o bombaları yedik yani ben yirmi otuz saniyeyle kurtuldum, ölebilirdim bir arkadaşımla beraber, onu demiyorum. Ama böyle bir görüntü var. Dolayısıyla, Avrupa Birliğinin canı cehenneme, ne yaparsa yapsın ama Türkiye nereye gidiyor, bizim çocuklarımız nereye gidiyor? Benim çocuklarım var, torunlarım var, nereye gidiyoruz? Bakın yaşım 60'ı geçti ve böyle evet, iyi bir yere geldik, güzel bir mücadele verdik, Türkiye'de iç barış da kurulacak, her şey güzel olacak diyemiyorum Sayın Bakanım. Siz diyebiliyor musunuz? Diyemezsiniz yani gerçekten diyemezsiniz.
Son bir öneride bulunayım ve bitireyim. Sayın Bakanım, bakın buradaki muhalefet partileri, HDP dâhil, hepsi bu milletin oylarıyla seçilmiştir. Bunları seçenlerin hepsi millettir yani "Bize oy veren millet, öbürleri illet..." Hepsi millettir. Bu partiler, bu Parlamento, gerçekten Türkiye'de demokrasinin gelişmesini istiyorlar. Her şeyi siz bilemezsiniz, birçok şeyi bilebilirsiniz ama ortak akıl var. Bakın Sayın Bakanım, iktidar bozuyor, mutlak iktidar dahi çok bozuyor. Siz bütün bunları biliyorsunuz. Ortak akıldır aslolan yani gelin, bu meseleleri OHAL'le bir yerlerde çözmeyin, Parlamentoya sorun, bunları konuşalım, tartışalım ve Türkiye bizim ülke, bu ülke bizim ülke. İş işten geçmiş değil. Sizin yapacağınız, sizin uzatacağınız bir elle muhalefeti ve toplumsal muhalefeti de... Böyle bir yöneliminiz vardı Sayın Bakanım, herkesi topluyordunuz, bütün farklı kesimlerle oturuyordunuz, konuşuyordunuz, müzakere ediyordunuz ve kararlar alıyordunuz; buraya dönün. Yoksa bu gidiş gidiş değil değerli arkadaşlarım.
Hiç olmaz demeyin. Bakın, on sene, on beş sene evvel ben Suriye'yi çok gezdim, defalarca gittim, aylarca kaldım. Hiç kimse Suriye'de, Halep'te, kapalı çarşıda gezerken "Bu ülkede üç sene sonra bir iç savaş olacak ve insanlar mezhep üzerinden, kimlik üzerinden birbirlerini boğazlayacaklar."kimsenin aklının ucuna gelmezdi. Olabilir böyle şeyler Sayın Bakanım ve bütün sorumluluk, en önemli sorumluluk size ait. Biz muhalefet olarak, herkes, sizin uzatacağınız eli tutmaya hazırdır. Uzatmazsanız çok tehlikeye gidiyor. Avrupa Birliği ne olursa olsun ama Avrupa çıpasını da önemsediğinizi de ifade ederek sözlerimi bitiriyorum.
Teşekkür ederim.