KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sayın milletvekilleri, değerli bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Avrupa Parlamentosunun Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle devam eden müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı kabulünün bir pişkinlik olduğunu, siyasi mahiyette ve hukuken bağlayıcı olmayan skandal bir karar olduğunu, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu temelsiz kararı telin ettiğimizi konuşmamın başında ifade etmek istiyorum.

Yine, Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin demokrasisine pranga vurmak isteyen, Türk milletinin ve devletinin bekasına yönelik 15 Temmuz hain darbe girişimi karşısındaki tutumunun demokratik değerlerle örtüşmeyen, asla kabul edilemez bir tutum olduğunu da belirtmek istiyorum.

Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri elli yıldan uzun bir süredir devam etmektedir. İki taraf arasında ortaklık anlaşmasının imzalandığı 1963'ten bu yana ilişkiler inişli çıkışlı bir seyir izlemektir. Bu esnasında Avrupa Birliği genişleme ve derinleşme süreci hızlanarak devam etmiş, 28 devletin üyesi olduğu ve 500 milyon civarında insanın yaşadığı büyük bir çatı ortaya çıkmıştır. Her ne kadar 1963 tarihli Ankara Anlaşması'nda Türkiye'nin gerekli şartları sağlaması hâlinde Birlik üyesi olabileceği öngörülmüşse de bu bir türlü gerçekleşememiştir. Hatta sürüncemede kalan üyelik süreci, her iki tarafın da üyeliğin gerçekleşebileceğine dair ümitlerini neredeyse tamamen tüketmiştir.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Avrupa Birliğinin ve üye ülkelerin çoğunun gerçeklerden uzak değerlendirmelere dayanan eleştirileri, Avrupa Birliğinin çifte standart uyguladığı yönündeki kanaatleri pekiştirmekle beraber Türk halkında Avrupa Birliğine yönelik algının iyice zedelenmesine yol açmıştır. Son olarak, 9 Kasım 2016'da yayınlanan İlerleme Raporu'nun içerdiği ağır eleştiriler, haklı olarak Avrupa Birliğinin Türkiye'ye yönelik tavrının sorgulanmasına sebep olmuştur. Türkiye'nin zor günler geçirdiği bir dönemde, aday ülke statüsünde olan ve Avrupa Birliğinin hem ekonomik hem de siyasi ve güvenlik ihtiyaçları açısından kritik önemi haiz Türkiye'ye yardımcı olmak bir yana engel olduğunu üzülerek görmekteyiz. Türkiye, PKK, IŞİD ve FETÖ terör örgütleriyle mücadele içindeyken Avrupa Birliğinin terör örgütleriyle mücadele yerine siyasi sebeplerle Türkiye'ye kabul edilemez eleştiriler getiriyor olması iyi niyetli ilişkilerle açıklanamayacak bir durumdur.

Nitekim, ikili ilişkilerde bunu aratmayacak birçok gelişme daha vardır. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Avrupa Birliğine üye olarak kabul edilmesiyle adanın ikiye bölünmesi, Avrupa Birliği ülkelerinin terör örgütlerine silah satmaya devam etmesi, yine terör örgütlerinin üyelerine kapılarını açması gibi kabul edilemez eylemler, bizim millet olarak ve devlet olarak haklı bir tepki göstermemize neden olmaktadır.

Diğer yandan, Hükûmetin attığı bazı adımların Avrupa Birliği içindeki Türkiye karşıtlarına malzeme verdiği de bir gerçektir. Geçtiğimiz günlerde Ceza Muhakemesi Kanunu görüşülürken taciz zanlılarına yapılmak istenen ancak doğurduğu tepki sebebiyle gündemden çıkarılan önerge, Türkiye'nin modem, demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayanan insan haklarını ve kadın-erkek eşitliğini gözeten bir ülke olduğu imajını yerle bir etme potansiyeline sahip bir girişim olarak kayda geçmiştir. Bu ve benzeri girişimler, Avrupa Birliği nezdinde Türkiye aleyhine seferber olan PKK ve FETÖ çıkarlarını savunan lobi grupları da dâhil, Türkiye karşıtlarının elini güçlendirmekte ve Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerini daha da karmaşık hâle sokmaktadır. Özellikle 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Türk düşmanlığı yönünde lobi faaliyetlerinin arttığı bilinmektedir.

Avrupa Birliği, İngiltere'nin üyelikten çıkma kararı almasıyla ciddi bir krize girmiştir. Birçok Avrupa Birliği ülkesinde ırkçı ve yabancı karşıtı söylemleri olan siyasi partiler güçlenmektedir ve İngiltere gibi başka üyelerin de Avrupa Birliğinden kopabileceği öngörülmektedir. Avusturya, Hollanda, Macaristan ve Polonya'daki radikal siyasi grupların Avrupa Birliği bütünleşmesini tehdit ettiği bir dönemde, Fransa'da Marie Le Pen'in Cumhurbaşkanlığı için iddialı bir konuma yükselmesi, Avrupa Birliği için tehlike çanlarının çalmasına sebep olmaktadır.

Avrupa Birliği bütünleşmesinin temelinde yatan barış, huzur ve istikrar arayışına zıt gelişmelere yol açabilecek bu gidişat, Avrupa Birliğinin mülteci sorunuyla hızlanmış ve kritik bir noktaya ulaşmıştır. Suriye başta olmak üzere dışarıdan gelen mülteci akınına karşı çare arayan Avrupa Birliğinin imdadına Türkiye'nin yetiştiği bir gerçektir. Avrupa Birliğiyle varılan anlaşmayla AB açısından sorun büyük ölçüde bertaraf edilmiştir fakat Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin bu derece gergin olduğu bir dönemde, ikili anlaşmanın bir parçası olan Türk vatandaşlarına vize muafiyetinin verilmesi konusunda AB tarafının çekingen tavrı, her iki tarafa da zarar vermektedir. Türkiye, millî menfaatleri ve onurunu korumak adına Avrupa Birliği tarafının yükümlülüklerini yerine getirmemesi hâlinde, bu anlaşmanın askıya alınması ve hatta gerekirse yürürlükten kaldırılması seçeneğini masada tutmalıdır.

AB üyeliği Türkiye için olmazsa olmaz bir durum değildir. Türkiye, AB'ye mecbur ve mahkûm değildir. Türkiye kendi kaynaklarıyla güçlü bir ülke olarak bölgesinde lider ve küresel bir aktör olma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla, iç sorunlarıyla çalkalanan Avrupa Birliği karşısında Türkiye'nin millî menfaatler çerçevesinde tutarlı ve kararlı bir tavır almasında hiçbir sakınca olmayacaktır. Bu çerçevede, Türkiye aleyhine eleştiriler getiren Avrupa Birliği üyelerine karşı tepkimizin en sert şekilde, çekinmeden dile getirilmesi doğaldır. Ne var ki Türkiye'nin demokratikleşmesi ve kalkınması için Avrupa Birliği tarafından temin edilebilecek her türlü katkıdan sonuna kadar istifade edilmelidir.

Avrupa Birliği üyeliği perspektifi devam ettiği sürece, AB mevzuatına uyum konusundaki uygulama devam etmekle birlikte, şayet Avrupa Birliği Türkiye'ye yönelik hasmane tavrını sürdürecek ve ülkemizdeki huzur ve ahengi bozacak olursa AB adaylığı sürecinin askıya alınması ve hatta tamamen kesilmesi seçeneği gündeme alınabilmelidir. Türkiye'nin Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan milyonlarca vatandaşının olduğu, AB ülkeleriyle yaptığımız ticaretin büyüklüğü, çeşitli alanlardaki kapsamlı iş birlikleri ve ikili ilişkilerimizin geçmişi dikkate alındığında, Avrupa Birliğinin başka bir örgütle kolayca ikame edilemeyeceği de dikkatten kaçmamalıdır. Millî çıkarlarımızın azami ölçüde korunması adına, Avrupa Birliğiyle yapıcı ilişkilerimizin devam etmesi için üstümüze düşen yükü taşımaya devam etmemizin başka örgütlerle ve kurumlarla ilişkilerimizi geliştirmemize engel olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Avrupa Birliğinin Türkiye için taşıdığı önemin, Türkiye'nin Avrupa Birliği için taşıdığı öneme nazaran daha küçük olduğu, Hükûmet tarafından muhataplarımıza net bir şekilde izah edilmelidir. Böylelikle, AB kurumlarının terör örgütlerinin faaliyetleri, PKK sergileri ya da konferansları için açılmaması, bebek katilinin posterlerinin AB kurumlarına taşınmaması sağlanmalıdır. Avrupa Birliğinin Türkiye'nin millî birlik ve bütünlüğünü, terör, bölücülük, Kıbrıs, Ermenistan ve Ege gibi, temel dış politika sorun alanlarındaki yaklaşımının Türkiye'nin çıkarlarına zarar vermemesi şarttır. Türkiye ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliğinin yörüngesinde sürüklenmeye mecbur değildir.

Bu çerçevede, bize göre Türkiye'nin çıkarlarına zarar vermemesi kaydıyla katılım müzakerelerinin sürdürülmesi ve tam üyelik dışındaki yaklaşımların kabul edilmemesi politikamızın esasını oluşturmalıdır. Öte yandan, Avrupa Birliğiyle mevcut Gümrük Birliği ilişkisinin asimetrik özelliğinin giderilerek, Türkiye'yi ilgilendiren ticaret politikaları alanlarında ülkemizin de söz hakkına sahip olacağı yeni kurumsal mekanizmalar oluşturulması için gerekli girişimler yapılmalıdır.

Sayın Bakanım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika lütfen Sayın Aksu.

Buyurunuz.

İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.

Kısaca Sayıştay raporlarına da değinmek istiyorum. Birkaç tane denetim bulgusu var. Bunlardan bir tanesi, 6583 sayılı 2015 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu'nun eki E cetveli kapsamında düzenlenen "Özel Hesaba İlişkin İşlemlerin Mevzuatına Uygun Yürütülmemesi" başlıklı 3'üncü bir bulgu var. Burada yapılan harcamaların ayrılan ödeneklerle örtüşmediği, henüz harcamaya ilişkin şartlar oluşmadan, ortaya çıkmadan ihtiyaçtan fazla bir ödeneğin özel hesaba aktarıldığı ifade edilerek bu eleştiri konusu yapılmış.

Bir de kurumun hizmet binasıyla ilgili bir eleştiri var. Hizmet binasının muhasebe kayıtlarına alınmadığından bahsederek "Bakanlığa tahsisli hizmet binasının adı geçen mevzuat hükümleri çerçevesinde fiilî envanterinin yapılarak muhasebe kayıtlarına alınması gerekliliği devam etmektedir." Anladığım kadarıyla daha önceki yıllarda da ifade edilmiş bir eleştiri. Bunun dışında birkaç tane çalışanlara yönelik eleştiriler de var. Bunları da dikkate almanızı bekliyoruz.

Bu düşüncelerle bütçelerinizin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.