KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, Bakanlığımızın çok değerli temsilcileri, kamu kurum ve kuruluşlarının değerli temsilcileri, yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2017 yılı bütçesinin Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın Bakan, cumhuriyetimizin en uzun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını yapanlardan birisisiniz, şanslısınız, bu sefer Tarım ve Hayvancılık Bakanı oldunuz. Yeni görevinizde de başarılar dilerim. Ama, görevi teslim alırken söylemiş olduğunuz sözü sonra size hatırlatacağım.

Ayrıca, Sayın Bakan Yardımcımız Mehmet Daniş'e geçen dönem, 24'üncü Dönemde Parlamentoda görev yaptığımız arkadaşımıza da başarılar diliyorum.

Tabii, çok geniş bir alan Türkiye'de tarım ve hayvancılık ve bağlı kurumlarla ilgili. Bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. sizin söyledikleriniz kadar Türkiye böyle tozpembe değil yani keşke sizin söylediğiniz gibi olsaydı ama olmadığını şimdi vereceğimiz rakamlarla dile getirmek isterim.

Özellikle de Türkiye'de tarım son otuz, otuz beş yıllık krizin dibine vurmuş durumda. Neoliberal politikalarla piyasanın yıkıcı gücüne teslim edilen, üretim kapasitesi kırılan ve üretici gücü olan kır emekçisi iflas noktasına getirilen tarım, ülkeyi besleme özelliğini çoktan yitirmiş durumda.

Geçtiğimiz pazartesi günü, ekonomiden sorumlu Bakan, yatırım ve altyapı açığı bağlamında yapısal sorunları giderek ağırlaşan, bilgi ve teknolojiyi içerememiş yüksek girdi fiyatları ve düzenlenemeyen çıktı piyasaları nedeniyle âdeta bir kumar hâline gelmiş tarım sektörünün yetersiz rekabet gücü ortada iken 2017 yılında tarımın da Gümrük Birliğine dâhil edileceğine ilişkin müjde verdi bize.

Anadolu Yarımadası, dünyada neolitik devrimin başladığı, başka bir deyişle, yerkürede tarımsal üretimin ilk kez yapıldığı topraklardır. Kuşkusuz bu tesadüf değildir. Bereketli toprakların su ve güneşle buluştuğu bu coğrafya, biyoçeşitlilik açısından da eşsizdir. Dünyadaki 8 gen merkezinden 3'ü Anadolu'dadır, 3 binden fazla endemik olmak üzere 13 bin bitki çeşidi bu topraklarda yaşamaktadır. İşte bu özelliklere sahip bir üretim alanı Türkiye, kasıtlı politikalarla çökertilen tarım bağlamında tarihinin en acı günlerini yaşıyor. Gerçekler istatistiklerle çarpıtılamayacak kadar açık ve net.

2003-2015 döneminde Türkiye, tarım ve gıda ithalatı için yabancı ülkelere 400 milyar TL para savurdu. Türkiye; Rusya, Almanya, Fransa, Ukrayna'dan buğday, İngiltere ve Hırvatistan'dan arpa, Gürcistan'dan saman, ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan'dan pamuk, Arjantin'den soya, ABD, Arjantin ve Brezilya'dan mısır, ABD, Vietnam, İtalya ve Tayland'dan çeltik ve pirinç, Etiyopya, Bangladeş, Mısır ve Çin'den kuru fasulye, Kanada'dan nohut ve yeşil mercimek; ABD, Ukrayna ve Kanada'dan bezelye, Bulgaristan'dan kurbanlık koyun; Şili, Uruguay ve Fransa'dan büyükbaş hayvan, Bosna Hersek'ten lop et ithal eden bir ülke hâline düşürüldü, Limuzini söylemeye gerek yok artık.

2003-2015 döneminde Türkiye, tarım desteğine ayırdığı paranın 5 katını ithalata savurmuştur. Sözü edilen dönemde, tarım ve gıda ithalatına 400 milyar TL ödeme yapılmışken aynı dönemde iktidarın tarıma verdiğini iddia ettiği toplam nakit destek miktarı 79 milyar TL düzeyinde kalmıştır. Tarım Kanunu hükmü uyarınca, iktidarın çiftçiye 50 milyar TL borcu vardır Sayın Bakan. Tarım Kanunu'nun 21 inci madde hükmü, her yıl gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'inin tarım desteği olarak ödeneceğini hükme bağlamıştır. Buna karşılık, dokuz yıldır bunun ancak yarısı ödenmiş olup iktidar çiftçinin 50 milyar TL'sine el koymuş durumdadır. Ürettiği para etmeyen; gübre, mazot, elektrik, su zamlarına yetişemeyen çiftçi iflas etmekte, tarımdan kopmaktadır. Kredi, haciz, iflas kıskacına giren çiftçi, tarlasını, traktörünü satmakta, taahhüdü ihlal suçundan hapse giren çiftçi sayısı her geçen gün artmaktadır. Son on dört yılda Türkiye'nin işlenen alan büyüklüğü 27 milyon dönüm azalmıştır. Başka bir deyişle, çiftçi ektikçe zarar ettiği için, iki Trakya Bölgesi büyüklüğündeki alanı işlemekten vazgeçmiş ve terk etmiştir.

Dünya petrol fiyatlarındaki değişimler ve ülkelerin vergi oranları, mazotu en pahalı satan ülkeler sıralamasında küçük değişimler yapabiliyor. Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, Türkiye bu listede daima ilk 7 içerisinde yer alıyor, zaman zaman Norveç'i de geçerek 1'inci sırada yer alıyor. Türkiye'deki pahalı mazotun sebebi, yüksek petrol fiyatları değil, yüksek vergilerdir.

Mazot desteğinin tam 12 katı, çiftçiden mazot vergisi olarak alınmaktadır. AKP'nin mazota verdiğini iddia ettiği destek miktarı 2014 yılında 646, 2015 yılında 700, 2016 yılında ise 740 milyon TL'dir. Sözü edilen her bir yılda mazot üzerindeki dolaylı vergiler nedeniyle çiftçiden alınan haraç miktarı 9 milyar TL dolayındadır. Verdiğinin 12 katını alıp buna rağmen destek verdiğini iddia etmek, AKP'nin sıradan propagandaları arasında saymak mümkündür.

Sayın Bakan, çok değil, otuz yıl evvel hayvancılıkta hem kendine yeten hem de komşu ülkelere canlı hayvan ve lop et ihraç eden Türkiye, AKP Hükûmeti sayesinde, sizin sayesinde hem net et ithalatçısı hem de dünyanın en pahalı kırmızı etinin satıldığı ülke hâline gelmiştir.

Türkiye'nin sığır, manda, koyun ve keçiden oluşan canlı hayvan varlığı toplamı 1980 yılında 85 milyon iken, bugün 53 milyona gerilemiştir, başka bir deyişle, 32 milyon azalmıştır. Oysa, aynı dönemde nüfusumuz 34 milyon artmıştır. Türkiye'nin mera varlığı, elli yıl evvelki düzeyin yarısına gerilemiştir. 1960 yılında 28,7 milyon hektar olan mera alanları, bugün 14,6 milyon hektar düzeyindedir. Son beş yılda 4 milyon baş canlı hayvan ithal edilmiş, canlı hayvan et ve et ürünleri ithalatına 4 milyar dolar para harcanmıştır. Hâlen, Konya kadar bir memleket olan Bosna Hersek'ten et ithalatı yapılmaktadır.

Bir sanayi ülkesi olan Almanya, kendi nüfusunu kendi ürettiği kırmızı et ile doyurmakta, kilogram fiyatı 3,5-4 euro olan kırmızı etten ortalama bir Alman yılda 75 kilo tüketmektedir. Güya bir tarım ülkesi olan Türkiye ise dünyanın dört bir yanından hayvan ve et ithal etmekte, kıymanın kilosu Almanya'dan en az 3 kat pahalı olarak 42-43 TL olmaktadır. Vatandaşımız pahalı eti sofrasında bayramdan bayrama görebilmekte, insanımızın yıllık ortalama et tüketimi bir Alman'ın 1/6'sı düzeyi olan 12 kilogramda kalmaktadır

Sayın Bakan, 2017 programında yer alan bilgiye göre Türkiye, 2011-2015 döneminde damızlık, besilik ve kasaplık olmak üzere yaklaşık 1,4 milyon büyükbaş hayvan ithalatı yaptı. Hükûmetin 2017 programındaki verilere göre, Türkiye, 2011'de 470 bin baş canlı sığır ithalatı, 2012'de 471 bin, 2013'te 193 bin, 2014'te ithalatta ciddi bir düşüş oldu. Sığır ithalatı 49.714 başa geriledi. Fakat, 2015'te ithalat tekrar arttı ve 202.789 başa ulaştı. Bu yıl ise ithalatın 400 bin baş olarak gerçekleşmesi tahmin ediliyor. Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığının Nisan 2016'da yayımladığı "Hayvancılık ve Tavukçuluk: Dünya Piyasaları ve Ticaret" başlıklı raporda Türkiye'nin sığır ithalatının 2017'de 490 bin baş olacağı öngörülüyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hayvancılık Genel Müdürlüğü daha önce hazırladığı Kırmızı Et Stratejisi'nde hayvancılıkta ithalatın çözüm olmadığı ifade edilmesine rağmen Türkiye sığır ithalatında dünya 2'ncisi oldu.

Sayın Bakan, bu sabah Resmî Gazete'de, hayvan ithalatının 500 bine yükseleceğiyle ilgili bir yayın var. Bunlar, herhâlde, tahmin ediyorum ki bilginizde var.

780 bin kilometrekare yüzölçümüne sahip Türkiye, tarımsal ham madde dış ticaretinde yıllara göre değişmekle birlikte ortalama 1 milyar dolarlık ihracat, 8 milyar dolarlık ithalat yapmakta ve 7 milyar dolar düzeyinde net açık vermektedir. Gıda sanayinin katkısı bu tabloyu başa baş noktasına ancak getirebilmektedir. Buna karşılık 547 bin kilometrekarelik yüzölçümüne sahip Fransa hem tarımsal ham madde hem de gıda dış ticaretinde net ihracatçı olup dış ticaret fazlası yıllık 15 milyar euro düzeyindedir. İspanya, 506 bin kilometrekarelik yüzölçümüne sahip olup aynı şekilde hem tarımsal ham madde hem de gıda dış ticaretinde net ihracatçıdır, dış ticaret fazlası yıllık 16 milyar euro düzeyindedir. 41 bin kilometrekare yüzölçümüne sahip Hollanda'nın ise tarım ve gıdadaki dış ticaret fazlası yıllık 40 milyar euro eşiğini aşmış durumdadır. Türkiye açısından kabul edilemez bu tablonun ortaya çıkmasında yıkıcı özelleştirme uygulamalarının da büyük bir rolü vardır.

Tarımdaki özelleştirme süreci, açık bir peşkeş öyküsüdür. Örneğin TEKEL içki fabrikaları 290 milyon dolara özelleştirilmiş, satın alanlar bir yıl geçmeden portföyün yüzde 90'ını 800 milyon dolara satmışlar, birkaç yıl sonra da tesisler 2,1 milyar dolara el değiştirmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlar mısınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Tarımdaki özelleştirme süreci, aynı zamanda bir yabancılaştırma öyküsüdür. Örneğin TEKEL içki fabrikaları Amerikan Texas Pacific Company'den İngiliz Diego firmasına geçmiş, TEKEL sigara fabrikaları ise British American Tobacco'nun olmuştur.

Ancak, peşkeş ve yabancılaştırma, fotoğrafın yalnızca bir boyutudur. Diğer yandan da kamunun tarımdan çekilmesiyle girdi ve çıktı alanı tamamen piyasaya devredilmekte, rant mekanizmaları devreye girmekte ve üretim araçları ile üretici güçlerin yeniden üretimi önünde en büyük engel böylece oluşturulmaktadır.

Özetle söylemek gerekirse tarım sektörünün geldiği noktada, özelleştirme sürecinin ölçülebilir ve büyük etkileri vardır.

1980'lerin ortalarından itibaren yürütülen özelleştirme sürecinde elde edilen toplam gelir 65 milyar dolardır. AKP dönemi, tüm özelleştirmelerin yüzde 87'sinin yapıldığı bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemdeki 57 milyar dolarlık özelleştirmenin 12 milyar doları masraflar için harcanmış olup geriye kalan 45 milyar dolar ise Türkiye'nin iki yıllık faiz ödemesine karşılık gelmektedir. Bu bağlamda söylenmelidir ki neoliberal düzenin dayattığı özelleştirme uygulamaları, sadece ortak varlıkların sermayeye peşkeş çekilmesi anlamını taşımamakta, bunun yanında, kamunun da devreden çıkmasıyla piyasanın yeni tekellerin insafına terk edilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Dünya deneyimi göstermiştir ki "görünmez el" sürekli olarak yurttaşın cebinden çalmaktadır. Dünyanın tüm önemli ülkelerinde desteklenen ve müdahale kuruluşlarıyla düzenlenen tarım sektörü, özelleştirme uygulamalarına en duyarlı sektör konumundadır.

Son olarak Sayın Bakan, dağıtmış olduğunuz kitapçığın 134'üncü sayfasında Atatürk'ün öncülüğünde 1925 yılında Atatürk Orman Çiftliği'ndeki arazilerle ilgili yapmış olduğunuz değerlendirmedir. Buna katılmak mümkün değildir Sayın Bakan. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk, bağımsızlık mücadelesi tüm yoğunluğu ile devam ederken "uygarlık savaşı" diye adlandırdığı, barıştan sonraki savaşı düşünmeye başlamış, bu düşüncesinin ilk uygulama alanlarından biri de Ankara'ya yerleştikten sonra tasarlamaya başladığı çağdaş başkent projesidir. Atatürk, yeni Ankara'yı cumhuriyet Türkiye'sine örnek bir kent modeli olarak geliştirmeyi planlamış, Atatürk devrimleri arasında düşünülmesi gereken çağdaş Ankara, onun en çok önem verdiği projelerden biri olmuştur. Bu nedenle, Atatürk Orman Çiftliği bizzat Atatürk tarafından bu çağdaş kent projesinin merkezine oturtulmuştur.

Atatürk Orman Çiftliği'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 11 Haziran 1937 yılında sahibi olduğu AOÇ ile ilişkisine vasiyetindeki şu ifadelerle son vermiştir: "Ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak amacıyla muhtelif zamanlarda memleketin muhtelif mıntıkalarında çiftlikler tesis etmiştim. On üç sene süren çetin çalışmalar sonucunda kooperatif teşkiline de yer veren, muhitlerini güzelleştirecek, halka gezecek, eğlenecek, dinlenecek, sıhhi yerler ve hilesiz gıda maddeleri temin etmek amacıyla kurulan çiftliklerin taşıdıkları kanaatle örnek olmaları için hazineye hediye ediyorum." demiştir.

Başvekilliğe yazılan bu yazı ile AOÇ'nin üzerindeki tesisler, demirbaşlar ve hayvan varlığı hazineye bağışlanmıştır. Atatürk'ün Orman Çiftliği'ni ulusa armağan edişi nedeniyle kendisine teşekkür telgrafı çeken Türkiye Büyük Millet Meclisinin dönemin Başkanı Abdülhalik Renda'ya Atatürk kısa bir yanıt göndermiştir, "Yapılan bir vazifedir." demiştir.

Kaçak saray, AOÇ'ye vurulan en son ve en büyük darbe olmuştur. Bu, Cumhuriyetin başat simgelerinden olan AOÇ'nin yok edilmesi girişimidir. Cumhurbaşkanlığı makamının da yer değiştirmesiyle, Çankaya Köşkü de itibarsızlaştırılmakta ve bir taşla iki kuş vurulmaktadır. Kaçak saray büyük bir çevre katliamıdır. Resmî açıklamalara göre, bu yapının inşa edilebilmesi için 10 bin ağaç sökülmüştür. Siz de diyorsunuz ki sunumunuzda: "Şu kadar ağaç ektik, şu kadar yer değerlendirdik." Bunlar kabul edilebilir işler değildir. 10 bin ağaç söküldüğü ve kanunen de kaçak saray olarak kabul edilen bu yer, bu uygulama, ormanları, meraları, otlakları ve yaylakları yağma ve talana açan, dereleri tutsak ederek tüm çevreyi betonlaştıran AKP iktidarının durmak ve doymak bilmeyen rant avcılığının örneklerinden biridir. Dolayısıyla, AOÇ'yle ilgili söylediklerinizi kabul etmiyoruz.

Kaçak saray, demokratik rejimlerde örneği bulunmayan bir gösteriş abidesidir. Maliyeti çok yüksek olmuştur. Tanesi 70 bin lira tutarındaki koltukların yanı sıra, sarayın iç mekânlarında yurt dışından getirilmiş, tanesi 2-3 bin avro olan ağaçlar bulunması oldukça düşündürücüdür.

Kısacası, Atatürk Orman Çiftliği'nin tarihi, resmî kurumlar ve yerel yönetimler eliyle gerçekleştirilmiş bir talanın öyküsüdür.

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

Bu süreç içerisinde AOÇ sadece topraklarını değil, bütünlüğünü ve anlamını da yitirmiştir.

Son sözüm, Bakanlığı teslim aldığınızda gazetecilerin sorduğu gibi, demiştiniz ki: "Topraktan geldik, toprağa gideceğiz."

2017 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.