| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri e) Kültür ve Turizm Bakanlığı f) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü g) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü h) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 16 .11.2016 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, Kültür ve Turizm Bakanlığının saygıdeğer yöneticileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, Turizm ve Kültür Bakanlığındaki görevinizde başarılar dilerim. Sayın Bakan Yardımcısı Hüseyin Yayman'a da başarılar dilerim. Kitap için de ayrıca çok teşekkür ederiz.
Ama, ben Erzurum Milletvekilimiz İbrahim Aydemir kadar şiirsel bir konuşma yapmayacağım.
Kültür ve sanat doğası gereği muhaliftir, eleştirir, ezber bozar. Dayatmalarla, kurallarla, talimatlarla bir kültür yaratacağını sananlar aldanıyor. Kültür yaratmak, evvela olumlu değerler yaratmakla mümkün olur. insanlara ne anlattığınız değil, ne yaşattığınız belirtiyor kültürü. Pir Sultan Abdal yüzyıllar öncesinde "asi" denilerek darağacına gönderildi. Ama, onu asanları hatırlayan bugün hiç kimse yok. Ama, onun türküleri, türkülerinde anlattığı yaşam felsefesi dilden dile günümüze kadar ulaşıyor.
Geçmişten beri hükûmetlerimizde bir Kültür Bakanlığı var ve bu Bakanlığın asli görevi kültür ve sanat alanındaki faaliyetleri desteklemek, akılcı stratejilerle tarihsel olarak oluşmuş halk kültürünü halkla daha fazla buluşturmaktır. Maalesef, bu görev hiçbir dönem tam olarak yerine getirilememiştir. Bakanlık destek değil, hep köstek olmuştur. Kültür Bakanlığı, âdeta, emniyet komiseri rolünde sürekli korku, entrika, hırs ve güç içerikli mesajlar vermiştir. "Şunun yazılması, bunun sahnelenmesi sakıncalı.", Şunu çıkar.", "Oyunun burasını değiştir." şeklinde baskı ve sansür organizasyonu olagelmiştir. AKP iktidarıyla birlikte kültür ve sanatın tümüyle yok edilmek istendiği bir süreç başlatılmış, kültür sanatın köklerine kibrit suyu dökülmüştür. Türk tiyatrosunun yaşayan en önemli isimlerinden Genco Erkal'ın deyimiyle "Bu Hükûmetin kültürle genel anlamda kan uyuşmazlığı var." Bakanlığın kendi yapısı, kurum kültürü fukarasıdır. Kurum kültürünü yoksun hâle getirilmiş bir yapı, bir organizasyon akılcı stratejiler bir performans gösteremez.
Anayasa'mızın 27'nci maddesinde "Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir." denilmektedir. Görüldüğü gibi, burada sanat özgürlüğü bağımsız bir düzenlemeye konu edilmemiş ve bilim özgürlüğüyle birlikte ele alınmıştır. Bu şekildeki bir anayasal düzenlemeye rağmen, bilim ve sanatın farklı yaşam alanları ve dolayısıyla farklı özgürlük konularını içerdiği konusunda herhangi bir tartışma yoktur. Uzunca bir süredir kültür ve sanat alanında yaşanan ve pek çoğu skandal olarak adlandırılabilecek gelişmeler, kültür ve sanat alanında ciddi bir özgürlük daralması yaşandığını, sanat kurumlarına yönelik siyasal müdahalelerin ve dayatmaların hızla arttığını göstermektedir. Kamu desteği olmaksızın özgürlük iddiasında bulunmak, boş lafın ötesinde pratikte piyasa hegemonyasının esiri olmak, hem kendini hem de toplumu aldatmaktır.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı Orkestra, Koro ve Topluluk gibi toplu yaratışlar, bu alanlara ayrılan bütçe ve ödenek yetersizlikleri nedeniyle yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Özerk işleyiş sağlamayan bir kamu mali desteği, sanatsal özgürlük üzerinde baskı ve denetime dönüşebilirken, kamu mali desteğinin bulunmaması da, hem yaratışı yoksullaştırmakta, hem de piyasaya bağımlılığı artırıcı bir özellik göstermektedir. Dolayısıyla, kamu mali desteği ile işleyiş özerkliği ikisi birlikte gerçekleşmek durumunda olan ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bugün ödenekli sanat kurumları fiilen işleyemez hâle getirilmekte, sanatçılarımıza esnek ve angarya çalışma koşulları dayatılmaktadır.
Yıllardır fedakârca sanatlarını icra etmek isteyen sanatçılarımıza belirli süreli hizmet sözleşmesi uygulamasının dayatılması kabul edilemez bir durumdur. Kültür ve sanat emekçilerinin ücret ve sosyal hak talepleri görmezden gelinmekte, hatta sendika üyelikleri bile yasaklanmak istenmektedir. Bütün bunların yanı sıra, birçok kültür ve sanat mekânının kapatılmak istenmesi ya da yerel yönetimlere devri gibi tartışmalar, Türkiye'de kültür sanata ve sanatçıya verilen değerin anlaşılması açısından dikkat çekici gelişmelerdir. Eğitim ve sağlık alanında yaşanan ticarileştirme sürecinin bir benzeri tiyatrolarımızda ve sanat kurumlarımızda yaşanmaktadır. Devlet Tiyatrolarının, Devlet Opera ve Balesinin ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı orkestra koro ve toplulukların, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünün, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün kuruluş amacı topluma bir şey satmak değil, ona kültür ve sanat birikimi kazandırmaktır. Bugüne kadar yapılmaya çalışıldığı gibi, ucuz ve pazarlamacı bir kültür ve sanat politikasıyla kültür ve sanatı özüne uygun bir şekilde geliştirmek mümkün değildir. Bu nedenle, kültür ve sanat emekçilerinin emeği ve sanatının ucuzlatılmasına, "misafir sanatçı", "süreli sözleşmeli personel" gibi ucube çalışma ilişkilerinin yaygınlaştırılmasına seyirci kalmamız beklenmemelidir.
Bütçeden ayrılan ödeneği yıllar itibarıyla sürekli düşürülen Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir taraftan taşra teşkilatından kurtulmaya çalışırken, diğer taraftan ödeneği iyice kısılan ödenekli sanat kurumlarında iş sağlığı ve güvenliğini tehdit edercesine personel çalıştırmaktadır. Sanat kurumlarında bilinçli olarak yasasında yer alan normlara göre kadrolu istihdam yapılmamaktadır. Bu gidişle ne tiyatro kalacak ne sinema ne orkestra ne bale ne de diğer kültür sanat faaliyetleri kalacak. Kültür ve sanatın üzerine ölü toprağı atılmıştır. Halkın susturulmak istendiği yerde ona ayna tutan, halkı uyandıran, ayıktıran ve bilinçlendiren bir çalışma olamaz. Hatta, bu faaliyetler düşmanca olarak değerlendirilir ve AKP`nin yaptığı tam da budur.
Turizm ise can çekişiyor. Ülkemiz ekonomisi içerisinde ciddi pay sahibi ve potansiyeli, geleceği olan sektörlerin başında gelen sektör turizmdir, şu an kendi masraflarını çıkaramaz hâlde, zarar etmektedir. Devasa tesisler bomboş, yatırımlar durmuş, yeni yatırımcı ise hiç yok. Bu tablo sizin eserinizdir Sayın Bakan. İstediğiniz kadar tanıtım yapın, reklam yapın; faydasız. AKP yönetiminin politikaları turisti ürkütmeye yetiyor artık. "FETÖ'yle mücadele" deniyor, cemaate karşıtlığıyla bilinen, tanınan gazeteciler tutuklanıyor. Tutuklayan da FETÖ'den suçlanan bir savcı. Muhalefet partilerinden birinin lideri ve bazı milletvekilleri, belediye başkanları, bunların tümü seçilmiş, tutuklanıyor hem de devlet adına gözdağı vermek istercesine gece yarısı evleri basılarak.
Ülkemizde bombalar patlatılıyor. İntihar saldırılarının en fazla yaşandığı ülkelerden biriyiz. Türkiye tam bir terör kıskacı altındadır. "Savaşın eşiğindeyiz." demek az kalır. Şöyle ya da böyle askerlerimiz birkaç cephede ve çatışmaların ortasında. Olağan hâli mumla arar olduk. "OHAL" adı altında kontrolsüz biçimde kendinden olmayan herkese, her şeye saldıran bir yönetim var.
Bu ülkenin halkı çaresiz, umutsuzken bu ülkeye turist gelir mi? Yabancı ülke temsilciliğinde görevliler ailelerini ülkemizi güvenli bulmayıp buradan gönderirken Türkiye'ye turist nasıl gelir?
Hamasi nutuklarla politika yaptığını zannedenler, turistin sadece tarihî yerleri görmeye geleceğini ve ne olursa olsun gelmek zorunda olduğunu sanıyor olmalılar. Turizmin duyarlılığını öğrenmelisiniz. Bağdat Caddesi'nde, Beyoğlu'nda, Kapalı Çarşı'da dükkânlar bir bir kapanıyorsa bu sizin olağanüstü hâlinizin olağandışı politikalarınızın birer sonucudur.
Turist sayısındaki gerileme, turizm gelirlerinde de yüzde 32,7 oranında azalmaya yol açmıştır. 2015'in 9 ayında 24,8 milyar dolar turizm geliri sağlayan Türkiye'nin, 2016 yılı 9 aylık turizm geliri 17,3 milyar dolarda kalmıştır. Turistlerin Türkiye'de yaptıkları harcamalar 635 dolarlara kadar düşmesine rağmen, turist sayısındaki azalma önlenememiştir. Geçen yıl 71 milyon düzeyinde geceleme hizmeti veren otel, pansiyon ve motellerde, 2016'da geceleme sayısı 40,8 milyona düşmüştür. Bu durum, yarattığınız ve sözünü ettiğim iklimin sonucudur ve acil önlem alınmadığı sürece devam edecek gibi de görünmektedir.
Tüm bu OHAL, savaş ortamı ve baskı politikalarının sonucu büyük bir gelir kaybı yaşanmaktadır. Dün açıklanan işsizlik rakamları da bu durumun bir sonucudur. Bununla birlikte, katma değeri yüksek turizm, gelen turiste daha kaliteli hizmet sunup daha fazla para kazanmak demek. O nedenle, bizim temel sorunlarımızdan birisi de gelen turiste parasını harcayacağı kültürel, sanatsal, ticari hizmetleri organize edememektir. Bu anlamda, İstanbul'da örneğin, neyin eksik olduğunu anlamak için turistlerin en fazla katma değer bıraktığı kentlere bakmakta fayda vardır. İstanbul'la kıyaslanabilir bir tarihî cazibesi olmayan New York, müzelere, sanatsal etkinliklere ve restoran sektörüne yaptığı yatırımlarla gelen turistten en fazla para kazanan şehirdir. Benzer şekilde Londra, var olan tarihsel mirasını ve yeşil dokusunu en iyi muhafaza eden ve bu değerleri turistlere en iyi şekilde sunan şehir. Yani Topkapı Sarayı'nda kebap satarak bu şehirlerle yarışmak mümkün değil. Londra'nın bir sanat sergisinden aldığı hasılat bizim tüm müzelerimizdekinden daha fazla. Yani, aslında konu hep benzer yerlere geliyor ama ranta... Son yıllarda ısrar ettiğiniz kalkınma modeli tarihî dokuyu, parkları, koruları yalnızca rant için değerlendirmeyi biliyor sadece.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; turizm sektörünün bugün yaşanan krizi doğru okuyan kısa vadeli ülke ekonomisine ve refahına çok yönlü katkısının sürdürülebilmesine yönelik orta ve uzun vadeli planlara ihtiyacı vardır.
Kısa vadede, özellikle, OHAL ve kanun hükmünde kararname düzenine son verilerek, demokrasiye dönülmelidir. Ülke yönetiminde, etkin makamlarda olanlar başta olmak üzere, şiddet dili terk edilmelidir ve bunda da en başta da Sayın Cumhurbaşkanı gelmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, son sözlerinizi alayım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Tanıtım bütçesi 5 kat arttırılmalı, 100 milyon dolardan 500 milyon dolara çıkartılmalıdır. Özellikle Avrupa pazarında tüm büyükelçiliklerin tanıtım sürecine aktif katılımı sağlanmalıdır. AB ülkeleri ve Türkiye'ye turist gönderen ülkelerdeki ana akım medyada tanıtım ve imaj kampanyası yürütülmelidir.
Orta vadede, demokrasi reformu yapılmalıdır. Turizm Teşvik Kanunu'nu güncellenmelidir. Turizm sektöründe KDV sistemi gözden geçirilmelidir. Turizm tanıtım ajansları kurulmalıdır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu güncellenmeli, kırsal turizm kanunu çıkarılmalıdır.
Uzun vadede ise turizm devlet politikası hâline getirilmelidir, Türkiye'nin bütününü kapsayan turizm master planı hazırlanmalıdır. Türkiye'nin her köşesinde ve sürekli turizm hareketliliğinin sağlanmasına dönük yeni bir teşvik sistemi oluşturulmalıdır.
Son sözüm; bugün sanatçı Ahmet Kaya'nın ölüm yıldönümü biliyorsunuz. Barıştan söz etmenin sakıncalı olduğu bu iklimde, sözlerimi ondan bize yadigar cümlelerle bitirmek istiyorum: "Bozar mı sandın acılar,/ Belaya atlar giderim,/ Kurşun gibi, mavzer gibi,/ Dağ gibi patlar giderim."
Rahmetle anıyorum.
2017 bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.