KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Bakanlığımızın çok değerli yöneticileri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli temsilcileri, basınımızın değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2017 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Ayrıca, Sayın Bakan, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından sonra Millî Savunma Bakanlığınızın da hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum, başarılar diliyorum.

Millî Savunma Bakanlığı bir ülke için en stratejik bakanlıklardan biri. İzlediği politikalarıyla o ülkeyi temsil eder, etmesi gerekir. Millî Savunma Bakanlığının ana omurgasını da diplomasi oluşturur. Ülkemiz Millî Savunma Bakanlığı geçmişten gelen uluslararası tecrübe ve yetişmiş insan kaynaklarıyla çok ciddi bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Ne var ki AKP İktidarlarıyla bu potansiyel çarçur edildi. AKP iktidarlarının giderek tek adam Erdoğan iktidarına evrilmesiyle Millî Savunma Bakanlığı işlevsiz hâle getirildi. Erdoğan, gelişigüzel hâliyle, bazen esip gürleyerek, diplomasiyi küçümseyerek ve hiçe sayarak dış politika oluşturmaya çalıştı. Plansız, programsız, uluslararası dengeleri gözetmeden bu gelişigüzel davranmanın başarı şansı olamazdı, olmadı zaten.

"Sıfır sorun." denildi, tüm komşularımızla sorunlu hâle gelindi. Burada "Bizi falanca kandırdı." deme şansınız ne yazık ki yok. AKP her konuda olduğu gibi Erdoğan'ı alkışladı sadece ve gün geldi, alkışlanmayacak yerde de alkışlayınca Erdoğan uyardı "Hayır, burada alkış olmaz." dedi. Biat kültürüyle tek adama bağlanmış bir Hükûmet, bir parti ya da Bakanlık iradeden yoksun ve iktidarsızdır.

İsrail'i düşman ilan etti, alkışladınız. İsrail'i dostumuz ilan etti yine alkışladınız. Esad'a "kardeşim" dedi, neredeyse tek ülke, iki devlet ilan edildi, alkışladınız; aynı Esad diktatör ilan edildi, yine alkışladınız. Rus jeti düşürüldü "Angajman" dedi kükredi, alkışladınız; Rusya'dan özür dilendi, yine alkışladınız. Suriye'yi parçalamak için kurulan planlardan daha fazlasını ben yaparım dedi, emperyalist güçlerden de şahin görünmeye çalıştı, olmadık ilişkilere girdi, alkışladınız; Suriye politikası duvara tosladı, yine alkışladınız. Irak'a orduyu soktuk, alkışladınız, Irak'tan orduyu çekiyor, yine alkışladınız.

Türkiye artık güvensiz bir ülke olmanın eşiğindedir. Her gösterge, her yeni açıklama bu eşikte, bir bıçak sırtında olduğumuzu bizlere hatırlatmaktadır. İster ekonomiyi, ister sağlığı, ister turizmi, ister dış işlerini isterseniz başka bir büyük başlığı ele alın, her noktada giderek kaybedilen güven ve yitmekte olan güvenli ülke imajının yansımalarını göreceksiniz. Türkiye gün geçtikçe güvenliğini, güvenirliğini, istikrarını, öngörülebilirliğini yitirmekte olan bir ülke konumuna düşmektedir. Ülke içindeki sorumlu konumlarda olanlar işin ciddiyetini ve bu durumun yarattığı artan maliyeti anlamaktan uzak görünmektedir. Tabloyu ağırlaştıran en önemli unsurlardan biri de budur. Türkiye'de artık haberleri çocuklarınıza izletemezsiniz. Her yerde ölüm, kan, gözyaşı ve ağır sorumsuzluk kol gezmektedir.

Son dönemde yapılan bir araştırmaya kısaca değinmek istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen Global Terörizm Endeksi raporuna göre 34 OECD ülkesinin 21'inde en az 1 tane terör saldırısı yaşandı. Bu olaylar arasında en çok ölüm Türkiye'deki IŞİD saldırıları ve Fransa'da eş güdümlü olarak gerçekleştirilen saldırılarda oldu. Vahim bir tablo önümüzde duruyor.

Türkiye tarihinde ilk kez savaş uçağı kaybetti, tank kaybetti; sınır ötesinden bombalara, havan toplarına maruz kaldı. Siz ne yaptınız? 15 Temmuz sonrasında çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerle darbe girişimi sırasında şehit olan kişilerin yakınlarına "konut yardımı" adı altında ayrım gözettiniz, vatan savunmasında şehit olan ailelerin yakınları ile 15 Temmuz şehitleri arasında ayrım yarattınız ve bugün bu çelişki maalesef şehit aileleri arasında da akıl almaz derecede devam etmektedir.

Darbecilerin başındakilere bakınca siyasetiniz dışında bir şey görülmüyor. Bir numara dediğiniz Akın Öztürk kim? Onu kim emekli etmek yerine YAŞ üyesi yaptı? Komuta kademesine bakın. Mehmet Dişli kim? Elbette bizden çok daha iyi tanıyorsunuz. Genel Başkan Yardımcınız Şaban Dişli'nin kardeşi. Karargâhtaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın en yakın çalışma arkadaşı olarak orada olmasını sağlayan kim? Orgeneral Erdal Öztürk kim? Başbakan'ın Askeri Danışmanlığı demek olan Harekât Başkanlığında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'la neredeyse her gün bire bir temas içerisinde olup Türkiye'nin içinde, bölgesinde ve dünya genelinde ortaya çıkan güvenlik sorunlarıyla ilgili bu çok yüksek mevkie gelmesine kim ön ayak oldu? Her şeyde yanılanlar bunda da yanılırken sorumluluk kimin? Onu kim 3. Ordunun başına getirdi? Ya 2. Ordunun başındaki Orgeneral Adem Huduti kim? Bugün kendisi nerede? Onu o göreve getiren kararnamenin altında imzası olanlar nerede?

"Tüm bu sorular ne için?" derseniz, sizleri bir kez daha uyarmak için. Partizanlığınıza, kayırmacılığınıza, kadrolaşma dışında burnunun ucunu göremeyen anlayışınızın sonuçlarını hatırlatmak ve bizlerin de dâhil olduğu farklı çevrelerden gelen onlarca, yüzlerce uyarıya rağmen değişmeyen tutumunuzun yol açtığı yıkımın artık dayanılmaz hâle geldiğini hatırlatmak için. Darbe girişimini araştırmak üzere kurulan komisyonda eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök açıkça sizleri suçlamışken, bile bile işleri bu noktaya taşımış olduğunu söylemişken artık yeter demek için. Her YAŞ toplantısında ağırlaşan tabloya dair sizleri uyaranlara rağmen, alnı secdeye değmenin bir kriter olduğunda sonucunun da yıkım olduğunu anlamanızı sağlamak için.

Darbe girişiminin ardından, Hükûmetiniz, 31 Temmuz tarihli Resmî Gazete'de bir olağanüstü hal kararnamesi yayınladı. Harp akademileri, askeri liseler ve astsubay okulları kapatıldı. Asırlık kurumların kapısına kilit vurdunuz. Onların yerine ne olduğu belirsiz bir Millî Savunma Üniversitesi kurdunuz. Başına da dizi danışmanlığı ve TV programlarıyla ünlü bir tarihçiyi sırf size yakın diye getirdiniz. Soru çaldılar, göz yumulmasını sağladınız. Sınavların içini boşalttılar, destek oldunuz. Mülakatlarda kayırmacılığın en ağırını yaptılar, "Allah verdikçe veriyor." dediniz.

Sonuçta, kurumlara yandaşları iş başına geçirdikten sonra yeniden açıyorsunuz, sanki ilkeleriniz değişmiş, dün olan yarın olmayacakmış gibi. Sanki Yüksek Askeri Şûra üyelerinin sivil sayısını artırmak sorunları çözecekmiş gibi; sivil-asker dengesi sadece sayılarla ilgiliymiş gibi. Ne diyordu eski Müsteşarınız? "Kapsamlı bir çözüm oluşturamadık." İşte sizin yönetim ilkeniz ve geçen bunca yılın özeti. Sorunlara kapsamlı çözüm için de ya uzun vadeli bakışınız yok, ya günlük çıkarlarınızla karşılaştırıldığında kapsamlı çözümlerin bir değeri yok; partizanlığa da yaramıyorsa zaten bir değeri yok.

Şûranın sekretarya hizmetlerinin Genelkurmay Başkanlığından alınarak Millî Savunma Bakanlığına verilmesi sembolik olarak önemli ama ne zaman askerler askerlik, siviller de sorumlu yöneticilik yapma niyetinde olduğunda. Amaç, bu ortamı hazırlayacak altyapıyı kurmak olmalı. Sayıları değiştirip, partizanlığın önünü açmak, kardeşi orgeneral yapacak mekanizmaları kurmak değil.

Bir ülkede güvenliği sağlamaktan sorumlu mekanizma devlettir, onun kurumlarıdır. "Ülke krizin eşiğinde." diyoruz ama belki yeterince ifade edemiyoruz. Kurumlar çalışmayınca yurttaşların güvensizliği derinleşiyor. Bunun ağır toplumsal sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Her gün basında bireysel silahlanma ve iç savaş için hazırlık yapıldığına dair köşe yazıları, haberler ve yorumlar çıkıyor. Bu, aklını kaybeden bir toplum görüntüsüdür. Bir örnek özellikle dikkat çekicidir. Kamuoyunda SADAT denilen örgüte dair bilgiler yer almıştır. Kendilerini uluslararası savunma ve danışmanlık alanında danışmanlık ve askeri eğitim veren ilk ve tek şirkettir diye tanımlıyorlar. Özel harpçi emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi'nin 2012'de kurduğu bir şirket. Neden ilk ve tek? Çünkü, bugüne kadar böyle bir hizmetin devlet dışında verilmesi gibi bir ihtiyaç akıllara gelmemiş. Bu şirketin üreteceği hizmeti satın alacak kişi ya da kurumlar hangi amaçla bu hizmete ihtiyaç duymaktadır? Millî Savunma Bakanlığı bütçesi artık işlevini yerine getirmeyen bir Bakanlığa para aktarmak mı demektir? Neden bu Bakanlığın bütçesini görüşüyoruz? Yurttaşların vergileri neden bu alana ayrılıyor? Güvenlik hizmeti artık bireysel bir iş midir? Sorumlular buna yanıt vermeli. Bu kurum, İçişleri ile Millî Savunmanın yapmadığı neyi, kimin için yapmaya adaydır? Peki, şirketin patronu Adnan Tanrıverdi kim ve şimdi nerede? Kendisi, Cumhurbaşkanının Başdanışmanlığına getirilmiştir. Neden kaçak sarayda bu kişinin hizmetine ihtiyaç duyulmaktadır?

Tüm bu sorulara eklenmesi gereken ve normal bir demokratik ülkede sorana deli gözüyle bakılacak ama yurttaşların kendi aralarında bugünlerde yanıtını aradıkları bir soru daha var. Bir iç savaş hazırlığı mı yapılmaktadır? Ülkeyi getirdiğiniz uçurum kenarından aşağıya yuvarlama planları mı yapılıyor? Eğer bu boş bir kuruntuysa yeni Ombudsman yaptığınız ve seçtirdiğiniz Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç'un darbeye karşı ruhsatlı silah alımının kolaylaştıracağına dair açıklaması ne demektir? AKP'nin Afyon'da yaptığı istişare ve değerlendirme toplantısında konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun parti yöneticilerini silahlandıracaklarına dair beyanı ne anlama geliyor? Bizlerin bilmediği ne biliyorsunuz? Bunları bize anlatmanız gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; herkes farkında olmalıdır ki bu gidiş çok endişe vericidir. Türkiye'de yaşamını sürdürmek, Türkiye'yle dost olmak, geleceğini Türkiye'ye yatırmak artık olumlu değişimler için beklenti içinde olmaktan çıktı. Karamsar olmamak imkânsız hâle geldi. Belirsizlik her geçen gün koyulaştıkça ağır bir kriz tablosu içinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.

Artık herkesin sorumlu davranma zamanıdır. Bu ülkenin ayarlarıyla daha fazla oynanmasına herkes itiraz etmelidir. Tek adamın ihtiyaç ve çıkarına koskoca bir ülkeyi feda etmek iktidarı, muhalefeti ayırmadan çözme ve yok olmaya artık yeter diyorum.

Sözlerimi şöyle toparlamak istiyorum: Sayın Bakan, 28 Şubat döneminde generaller şöyle demişti: "TSK'daki dindarlar, komutanlardan değil, daha alttaki cemaat abilerinden talimat alıyorlar. Bu, askerî kurum için büyük bir felaket." Siz veyahut da sizin gibi düşünenler veyahut da birçok düşünen insan "Bunlar din düşmanı, amaçları alnı secde gören komutanların Türk Silahlı Kuvvetlerinde olmasını engellemektir." demişlerdi. Şimdi o generallerin söylediğini sizler söylüyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Türk Silahlı Kuvvetlerinde dindarlar komutanlardan değil, kimi abilerden talimat almaktadır." Çünkü, ibadeti liyakatin önüne koydunuz. Alnı secde gören komutan halkın üzerine kurşun yağdırırken, Cumhurbaşkanını öldürmeye çalışırken, Gazi Meclisi bombalarken inancını, ideolojisini, mezhebini bilmediğimiz liyakat sahibi başka bir komutan veya komutanlar bunu engellemeye çalışıyordu. Erdoğan'a "Lütfen Istanbul'a gelin, sizi ben koruyacağım." diyen komutan sizin tanımlarınıza uyan bir dindar değildi belki ama işini iyi yapan, liyakat sahibi bir insandı. Belki de iyi bir dindardı, çok daha iyi bir dindardı ama bunu bize, size gösterme ihtiyacını duymamıştı.

Bütün bu yaşananlardan ders çıkarmanız gerek. Hiçbir şey olmamış gibi dindarlığı siyasetin malzemesi yapmaya devam edemezsiniz. İbadet ve inanç göstergesini liyakatin önüne koymayı sürdürerek bir yere varamazsınız, varamayız. İyi insanı değil, iyi Müslüman gördüklerinizi el üstünde tutmaya devam ederek sorunları çözemezsiniz. Keramet inançta, mezhepte, etnik kökende değil. İnanç birlikteliği bizi bir yere taşımıyor, üstelik başımıza büyük felaketler açıyor. "Bu ülkenin evladı olmak" ortak paydası hepimiz için yeter de artar.

Farkında mısınız Sayın Bakan, yaşadığımız felaket bize bir kere daha gösterdi ki her görüşten insanın kötüsü de var iyisi de; her görüşten insanın işini iyi yapanı da var kötü yapanı da; bunu görün ve kabul edin artık. Liyakat sahibi öyle Aleviler var ki binlerce dindara değişmezsiniz. Liyakati üstün öyle Atatürkçüler, solcular var ki binlerce dindara değişmezsiniz. Ama siz bunları değil, TÜBİTAK'ta görev yaptığınız dönemde Hayvanat Bahçesi Müdürünü getirdiniz, TÜBİTAK'a müdür yaptınız. Bir mesleği kötülemek için söylemiyorum. Şimdi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Özlü, FETÖ mensuplarının kullandığı Bylock adlı iletişim programını yine TÜBİTAK'a sızmış FETÖ'cüler yazdı. 2002 yılından beri iktidarsınız ve TÜBİTAK sizin elinizde bir oyuncak hâline geldi. Bylock sistemini yazan o insanları TÜBİTAK'a getirip kim yerleştirdi bunları öğrenmek isteriz.

BAŞKAN - Sayın Çam, tamamlar mısınız lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkan, hoşgörünüzle.

Bırakın kimin hangi ibadeti yaptığını, neye inandığını veyahut da inanmadığını. İnsanların hangi mezhepten, hangi görüşten olduğuyla değil, iyi insan mı değil mi veyahut liyakat sahibi mi değil mi, buna göre bir yaklaşım geliştirin. Diğer türlü, topluma, ülkeye "Fetullah Gülen'in haşhaşini değil, bizim haşhaşimizi alın." demiş oluyorsunuz ki bunun Türkiye'ye, Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu bilmenizi istiyorum.

Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde yine Türk Silahlı Kuvvetlerinde sivil çalışan memurlarla ilgili bir genelge yayınladınız. Türbanla yakından ve uzaktan hiçbir sorunumuz yok, hiçbir problemimiz de yok ama Türk Silahlı kuvvetlerinin bütün işi bitti, her şeyi bitti Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan sivil memurların türban takıp takmamasına gelmişsek bizim işimiz daha çok zor diyorum.

2017 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.