KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.

Önce, Amerika'ya yeni Başkan seçildi Trump. Yaptığı ilk açıklamada "Amerika'yı 2 kat büyüteceğiz." diyor. Tabii, Amerika'nın çıkarları ama "Dünyayla da iş birliği yapacağız." diyor Sayın Bakanım. Bunu dikkate alalım.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan, Sayın Başkan; şimdi, bütün arkadaşlarımız, önce Maliye Bakanı bütçenin genel sunumunu yaparken, daha sonra tüm bakan arkadaşlarımızın sunumlarında 2002 ve 2015, 2016 karşılaştırması yapılıyor. "2002'de -siz de söylemişsiniz- 36 milyar dolar olan ihracatımız 2015'te 145 milyar dolara çıktı." diyorsunuz. Doğru, yani 2010'lara kadar Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinde nasıl büyüme olduğu, neler yapıldığı, bunlar ortada rakamlar ama 2010'dan sonra ciddi bir -zaten millî gelirde de bu çok açık görülüyor- tıkanıklık var. İşte, "orta gelir tuzağı" dediğimiz bir şeyden söz ediliyor. Hiçbiriniz 2010, 2011, 2012, 2013, 2014'te neler oldu, bugünle karşılaştırmıyorsunuz. Yani kendi içinizde bir karşılaştırma yapmıyorsunuz. Bu çok yanıltıcı bir şey. Belki farkındasınız, belki değilsiniz. Yani Türkiye ekonomisi 2010'dan sonra çok ciddi bir tıkanıklığın içinde. Aslında bunu aşmak için dünya kadar da iş yaptınız ama rakamlar hiç de bunu aşabileceğimize dair bir işaret vermiyor ve bunu bilinçli, bilerek ya da bilmeyerek saklayıp geçiyorsunuz.

Şimdi, sizin sunumunuzda hep diğer Bakan arkadaşlarınızın yaptığı gibi hep "en"lerden, en iyi durumlardan bahsediyorsunuz. AR-GE konusunda mesela harcamalarımızın -Sayın Maliye Bakanı da aynı şeyleri söylemişti- millî gelirin yüzde 1'ini geçtiğini, 10 kat arttığını filan söylüyorsunuz, "Yüzde 3'e çıkacak." diye bir hedef de ortaya koyuyorsunuz ama şu andaki durumun yani dünyadaki durumumuzun ne olduğuna dair de çok fazla bir şey söylemiyorsunuz. Mesela TİSK'in yaptığı bir araştırma var, yayınladığı bir araştırma var; Türkiye'nin bu konularla ilgili durumunu ortaya koymuş. Mesela kamuda AR-GE harcaması OECD ortalamasının altında, en nitelikli 500 dünya üniversitesindeki pay, en alttaki 5 OECD ülkesi içinde ya da altında, bilimsel makale yayın konusunda en alttaki 5 OECD ülkesi içinde yer alıyoruz. Üniversite ve kamu araştırma birimlerince yapılan patent başvuruları... Ki siz anlattınız bu konuda neler yaptığınızı, 287 merkezde yapılan çalışmaları, 5 binin üzerinde patent konusu çalışmalardan falan söz ettiniz ve burada önümüzdeki yıllarda hedeflerinizi ortaya koydunuz ama görüntü bu şekilde. Gene, uluslararası eser yazım ortaklığı, en alttaki 5 OECD ülkesi içindeyiz. Uluslararası ortak buluş, en alttaki 5 OECD ülkesi içindeyiz. Girişim yapma kolaylığı endeksi, en alttaki 5 OECD ülkesi içindeyiz. Yükseköğretim harcamaları ortalaması, OECD ortalamasının çok altında. Yükseköğretim görmüş yetişkin oranı, en alttaki 5 OECD ülkesinin de altındayız. 15 yaşındaki çocukların bilim performansı, en alttaki 5 OECD ülkesi içinde ya da altındayız. Bilim ve mühendislik, doktora mezuniyeti, en alttaki 5 OECD ülkesi içinde ya da altındayız. Yani bunları da söylemek gerekiyor hedefleri ortaya koyarken.

İş gücü verimliliği açısından ise Türkiye; 2007-2013 döneminde iş gücü verimliliği artışı yüzde 0,95'ten yüzde 0,27'ye düşerek önemli ölçüde gerilemiş. Verimlilik artışı hızı da OECD'nin çok altında olmuş. Seçilen teknoloji alanlarında görülen teknolojik avantajlar konusunda Türkiye gerek biyo ve nano gerek bilgi ve iletişim gerek çevre teknolojilerinde hem 31 ülke hem de OECD-AB ortalamalarıyla kıyasladığımız zaman çok gerilerde görülüyor. Türkiye, üniversite mezunlarının istihdam oranının büyüklüğü açısından da 35 ülke arasında en alttaki 5 ülke arasında yer alıyor. Bunları görmek durumundayız.

"Niçin bunlar oldu?" diye bir soruyu hemen soralım. Yapılan bu kadar harcamalar ve son zamanlarda çok da farkındasınız -gelen torba yasalarda açıkça görülüyor- tekrar büyümeyi hızlandırmak için bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmeyen büyük teşvikler getiriyorsunuz. Bütün bunlar belli ama bunlara rağmen adım atılamıyor. Niçin atılamıyor? Bana göre on dört yılda birçok şeyi yaparken, dünya kadar yol filan yaparken en önemli şeyi yapmadınız; o da şuydu: Türkiye'de bir eğitim reformu yapmadınız. Bütün bu işte, şu kadar AR-GE merkezinde, şu kadar araştırmacı çalıştırıyoruz... Niteliklerini falan bilmiyoruz. Gerçekten nitelikli araştırmacı, gerçekten değer üretecek, katma değer üretecek bir ekonomiyi, üretimi, harekete geçirecek bir eğitim sistemine geçmediniz maalesef. Bunun yerine, bu konudaki bütün enerjinizi bir inatlaşmaya döktünüz, neredeyse intikam şeyine döktünüz. İşte, okullarda imam-hatipleşme, bu tartışmalarla geçti bütün bu on dört sene. Millî Eğitim Bakanı gelecek, onunla da konuşacağız; bu konularla ilgili neler yapıldı, neler yapılmadı, ayrıca konuşacağız, tartışacağız.

Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; yani Türkiye OECD sıralamasını şey yapıyoruz. Mesela toplam imalat sanayisi içerisindeki paylara da baktığımızda -Türkiye'deki rakamları yıllara göre veriyorsunuz ama- Türkiye'de yüzde 2,2; Arjantin'de 9,8; Brezilya'da 9,6; Güney Afrika'da 5,5; Çin'de 27, Rusya'da 10; Endonezya'da 7,1; Hindistan'da 8,1. Bu rakamlara da bakarak konuşmamız gerekiyor.

Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; biz gerçekten Türkiye'yi istikrarlı bir şekilde büyütecek, rekabetini artıracak bir şekilde işler yapmak istiyorsak elbette bu konuya, AR-GE'ye ayırdığımız kaynakları artıracağız ama Türkiye'nin yatırım yapılabilir ülke olması gerekiyor. Defalarca söyledik, tekrar söylüyorum, altını çiziyorum: Bütün bunların olabilmesi için Türkiye'deki iç barışın tesis edilmesi, demokrasinin, hukuk devletinin eğitim kadar önemli olduğunun altını tekrar tekrar çiziyoruz. Aslında geçmiş dönem bütçe sunumlarında arkadaşlarımız yani Adalet ve Kalkınma Partisinden arkadaşlarımız bunlara dikkat çekmişler. Son zamanlarda bunlara çok fazla değinilmiyor. Yani demokrasi, hukuk devletiyle ilgili ne oluyor? Dün burada konuştuk; kaç tane şirkete el konuldu, ne kadar bunların mal varlığı, ne oluyor? Bunlarla ilgili eğer ciddi adımlar atılmazsa Türkiye'de ne kadar para ayırırsak ayıralım bir yatırım ortamı oluşmaz, güven ortamı oluşmaz ve Türkiye'nin büyümesi mümkün olmaz. Eğer biz orta gelir tuzağını aşacaksak, gerçekten gelişmiş bir ülke olacaksak, gerçekten marka üreteceksek, gerçekten ihracatımızda katma değeri fazla, teknolojisi fazla ürünler satacak ve çok kazanacaksak ve ülke insanımızı refaha kavuşturacaksak bütün bunları yapmak durumundayız. Bunları yapmazsak alınacak mesafe çok fazla olmayacaktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, KOBİ'lerle ilgili KOSGEB neler yaptı, anlatıldı. Evet, bunlar yapılıyor ama gerçekten alana çıkıyor musunuz? Sanıyorum, milletvekili arkadaşlarımız gidiyordur hafta sonları seçim bölgelerine, esnafı, sanayicileri geziyordur, KOBİ'lere gidiyordur. KOBİ'ler gerçekten kan ağlıyor. Bütün bunları bu kâğıt üzerinde anlatıyoruz ediyoruz ama KOBİ'ler kan ağlıyor, bunu görmek durumundayız. Niçin böyle oluyor? Yani nedir? Şimdi, bankalarla ilgili Başbakan çıktı, işte, "Tefecilik yapmayın..." Burada "Kredi verin." falan deniliyor ve bankalar kredi vermek için faizleri düşürüyor, kredi arzında zorlama da olsa bir genişleme var ama talep de yok. Yani bu sorular, bunlar acil sorular. Çünkü çok sayıda KOBİ kapanıyor, çok sayıda sanayici fabrikasına kilit vuruyor. Bunları da alana gittiğimiz zaman, ben, İstanbul 3'üncü bölge sanayi bölgesi, bakıyorum, Karadeniz'e gidiyorum, daha küçük çapta esnafı geziyorum, hepsi kan ağlıyor. Güven problemi var, ödeme problemleri var. "Kredi tamam ama ne yapacağım? Kim ödeyecek? Nasıl ödeyecek?" diye ciddi şeyler soruyorlar.

Sayın Bakanım, benim esasen üzerinde durmak istediğim, sizin de çok iddialı bir şekilde getirdiğiniz bu üretim reformu paketi kanunu tasarısı taslağıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Burada hemen ifade edeyim; bu sanayi bölgeleriyle ilgili, şehir merkezlerinde kalan sanayi bölgelerini yenilemek, işte...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ek süre veriyorum, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...ihtisas sanayi bölgeleri açma gibi şeyleriniz var. Bunlar doğru şeyler tabii ama bunların da çok planlı bir şekilde yapılması gerekiyor.

Yeri gelmişken, Cemal Bey ifade etti, "Orta Karadeniz'e fındık..." filan dedi. Doğu Karadeniz'de çevreyi de dikkate alarak... Rize'de çok sayıda çay fabrikası var; 45 tane ÇAYKUR'un fabrikası var, 150 civarında da özel sektörün fabrikası var. Bunlar çok gelişigüzel bir şekilde fabrika kurulmuş, sonra bir itiraz gelince "Aa, ruhsatı vardı, yoktu..." Burada fabrika kurulması için buranın sanayi bölgesi olması gerekiyor. Belediye toplanıyor filan, sanayi bölgesi ilan ediyor. Ciddi bir problem var. Bu fabrikaların gerçekten bir ihtisas sanayi bölgesi kurulup, ÇAYKUR ve özel sektör çay fabrikalarının bir yere toplanmasında çok ciddi fayda var.

Şimdi, bu üretim reformu paketi kanun tasarısı taslağıyla ilgili; önemli bir şey geliyor, bunu çok tartışacağız herhâlde, bunu yapabilecek misiniz yapamayacak mısınız? Tabii, parmak -el kaldırma- üstünlüğünüz var ama zeytinlik sahalarıyla ilgili yapılmak istenen, sadece zeytinlik sahaları değil ,meralarla ilgili çok vahim şeyler var. "Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevî atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez." hükmü yer almaktaydı. Değişiklik taslağıyla hem zeytinlik sahaları ile sanayi tesisleri arasında 3 kilometre bulunma zorunluluğunu hem de zeytinlik sahaları içinde kimyevî atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis kurma yasağını ortadan kaldırıyorsunuz. Bu ne demektir? "Efendim, biz böyle yapıyoruz ama orada işte, ne kadar ağaç kesilecekse öbür tarafta onun 3 misli dikeceğiz, dikmeyenlere şunu yapacağız." Bakın, ben bu sene merak ettim, gezdim. Fidanlama, ağaçlandırma çalışmaları yapılıyor Rize'nin dağlarında. On sene evvel dikilen 10 tane ağaçtan sadece 2 tanesi tutmuş, 8'i kurumuş gitmiş ya da çalılığın arasında kaybolmuş. Niye? Çünkü bakımı beş sene yapılmış, beş sene sonra terk edilmiş. Bunlar da böyle mi olacak?

Başka bir konu var, meralarla ilgili bir konu var. Mera Kanunu'nda da değişiklik yapıyorsunuz. 4342 sayılı Kanun hâlen yürürlükte, "Tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaktan bu Kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamaz." kuralı. Şimdi, siz meraları da endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri, organize sanayi bölgeleri, sanayi siteleri ve münferit sanayi siteleriyle ilgili kullanmak için değişiklik yapıyorsunuz. Gerçekten bunları değiştirdiniz mi?

Sayın Bakanım, tabii, gelişmek istiyoruz, tabii, sanayileşmek istiyoruz, tabii, zenginleşmek istiyoruz, doğru; yeni yeni değerler üretmek istiyoruz ama bu yeni yeni değerleri üretirken bu ülkenin değerleri ki öyle parayla, teknolojiyle elde edilemeyecek değerlerini de yok etmeyelim. Yani böyle paldır küldür dalıp "İşte, biz gelişiyoruz, büyüyoruz. Dere de neymiş, hava da neymiş, su da neymiş..." Bunu söyleyenleri de böyle kelaynak kuşları gibi marjinal hatta terörist parantezini aşarak böyle bir yaklaşım içindesiniz. Bunlar doğru değil. On sene sonra, yirmi sene sonra, yirmi beş sene sonra gelecek nesiller size soracak. Yani "Sanayi falan kurdunuz da bu sonuçta ne oluyor?" diye soracak.

Son bir şey -süre çok geçti- bu Şeker Kurumu, pancar şekeri ve nişasta bazlı şeker sektöründe kota... Yani bu, biliyorsunuz, Türkiye'de bu şeker piyasası yasası meşhur 2001 krizinden sonra Kemal Derviş'le beraber on beş günde 15 yasayla beraber çıkan bir şey ve bu yasa çıkarken ben burada milletvekiliydim Fazilet Partisi kapatılmış, Saadet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi vardı, ben Saadet Partisindeydim. Çok mücadele ettik bu yasa çıkmasın diye. Çıktı bu yasa ve pancar ekicilerinin kotalar dolayısıyla ne durumda olduğu belli. Nişasta bazlı şekerleri burada süre yok, tartışmayacağız. Sağlıkla ilgili durum nedir? Dışarıdan geliyor bunlar, bu firmaların kim olduğu, ne olduğu belli. O zaman şöyle bir şey söylemiştim ben konuşmamda: Nasıl oluyor da bir ülkenin millî Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi millî sanayi pancarını yok edip dışarıda uluslararası, çok uluslu şirketlerin sağlığa da, sağlık konusunda da çok ciddi problem oluşturan nişasta bazlı şekerlere bu kadar şey açar? Siz bu kota şeyini artırdınız, 1 misline çıkardınız. O zaman yasa öyleydi, yüzde 6'ydı, 12'ye kadar çıkar. Siz 12'den de -sanıyorum- artırdınız, tam bilemiyorum şeyleri. Bu nasıl oluyor? Bu millîlik, yerlilikle bunlar nasıl izah ediliyor? Bazı konularda millîlik, yerlilik filan var da paraya gelince millîlik, yerlilik yok mu? Hani, meşhur, biz bir zamanlar dünyayla beraber hareket ederken Avrupa Birliği filan çıpalarıyla konuşurken dönemin Sayın Başbakanı -şimdiki Cumhurbaşkanı- Davos'tan gelip Mekke bilmem ticari forumuna gidip demişti "Paranın şeyi olmaz." filan. Parada, bu işlerde millîlik filan olmuyor, sadece bazı konularda mı oluyor? Bu konu da merak konusu.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.