KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, değerli başkanlar, genel sekreterler, bürokratlar, tabii ki basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, sabahtan beri dinliyorum arkadaşları, herkesi anlamaya çalışıyorum. Hepimiz elbette memleketin iyi olmasını istiyoruz ancak bir de insanlık tarihi var. Yakın tarih var, uzak tarih var. Şimdi, insan öğrenen bir varlıktır. Yaptığı hatalardan veya geçmişlerinin yaptığı hatalardan, dünyadaki örneklerden, bunlardan öğrenir. Bir çocuk bile sobaya eli değdiğinde eli yandığında bir daha o sobanın yanına gitmez. Hata yapılır, hata sonra bir daha tekrarlanmaz. Yani Einstein'ın lafıdır: "Ancak ahmaklar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklerler." der. Yani hata yaparız, hatadan öğreniriz ve daha iyisini buluruz, insanlık bunun arayışı içinde. Nasıl daha iyi olur, nasıl daha iyi yönetilir? Devletler de böyledir. İdari yapılar, elbette devlet sistemleri insanlık tarihi boyunca olmuş ve son bin yıla baktığımızda hep devlet modellerinde idari modelin nasıl olması, nasıl daha demokratik olması konusunda ve merkezde toplanan o gücün nasıl bir şekilde denge ve denetim mekanizmalarıyla, başka güç mekanizmalarıyla dengelenmesi ve denetlenmesi arayışları olmuş. Krallar, padişahlar, sultanlar elbette olmuş, imparatorluk süreçleri olmuş, Orta Çağ'ı yaşamışız, Yeni Çağ'ı yaşamışız. Yakın zamanda veya beş yüz yıl önceden, altı yüz yıl, yedi yüz yıl önceden başlayarak bu güce karşı denetleme arayışları olmuş, parlamentolar oluşturulmuş, kralın yetkilerini sınırlama, sultanın yetkilerini sınırlama arayışları olmuş. Osmanlı'nın da son yüz yılında bu arayışlar var, cumhuriyet tarihimiz boyunca da bu gücün nasıl bir yerde toplanıp nasıl denetlenebileceği konusu tartışılmış. Tabii ki tabiriyle denk yasama, yürütme, yargı işte, kuvvetler ayrılığı. Ortaokul vatandaşlık dersi bilgisinde benim kuşağım öğrenmiştir, 12 Eylül darbesi sonrası konuldu. Yasama, yürütme, yargı: Bunlar bağımsızdır, birbirini dengelerler ve denetlerler, hiçbirisi birbirinin üzerine tahakküm kuramaz.

Şimdi, burada yargı var. Şimdi, ben yargının vücut diline bakıyorum, gerçekten bizle eşit mi? Hep beraber sorgulayalım arkadaşlar. Yani şu yürütmeyi, böyle netameli yürütmeyi bu yargı denetleyebilir mi bu vücut diliyle? Ben sanmıyorum. Vekil arkadaşlar geliyor böyle ensesine atıyor... Samimiyet güzel bir şey, iyi bir şeydir ama "yargı" dediğimizde burada en önemli unsur yargıdır belki de. Yani ben hep başa koyarım. Yargı olmazsa, hukuk olmazsa o ülkede bir arada yaşama unsuru ortaya konulamaz. Bir numaradır yargı. Ama gerçekten o vücut dilini dahi -Sayıştay Başkanımıza hayırlı olsun, görevinizden başarılar diliyorum, yeni Başkansınız- göremiyorum. Maalesef, hiçbir yargı dünyamızda yüz yıldır da bunu bir türlü beceremedik. Yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı, gücün tahakkümünde oldu, gücün vesaitinde oldu, o dönem kim güçlüyse onun yargısı oldu.

Şimdi, "kuvvetler ayrılığı" dedik: Yasama, yürütme, yargı; buradayız. Biz neyi tartışıyoruz? Gücün tek adama mı doğru gideceği, her şeye tek adam mı karar verecek yoksa bunu dengeleyen, denetleyen, güçlü, karakterli, dikkate alınan, buradaki tartışmaların esas alındığı bir parlamento olacak mı? Ama bakın, şimdiki pratik... Hani hep Sayın Cumhurbaşkanı veya sizler diyorsunuz ya: "Fiilî durum var." Fiilî durumda ne yaşıyoruz arkadaşlar? Bir olağanüstü hâli yaşıyoruz. Bir darbe geçirmiş bir ülkenin milletvekilleri ve vatandaşları olma utancını yaşıyoruz bütün dünyada. 2016 dünyasında bir darbe girişimi yaşadık, hain bir darbe girişimi yaşadık. Bunun utancını yaşıyoruz öyle değil mi? 2007'de de o darbe girişimi olduğunda, postmodern darbelerde veya 1998'deki postmodern darbelerde hep bunun utancını yaşadık. 1998'de dendi ki: "Bir daha darbe yok." AK PARTİ geldi "Biz vesaiti devirdik." 2007'de darbe girişimi oldu. Niye? Çünkü bu yapıyı demokratikleştiremedik, evrensel standartlarda, darbe olmayan ülkeler ne yapmışsa biz onları yapamadık. Gücü merkezî olarak tuttuk, "O merkezî güce kim sahip olursa o tokmağı çalar, diğer güçlere de tahakküm kurar." dedik. Maalesef devletle imtihanını kaybetmiş bir AKP'yle karşı karşıyayız. 2002 yılı iddialarına baktığımızda "Gücü dağıtacağım, ademimerkeziyetçi bir devlet kuracağım, vesayet yapılarını kıracağım, YÖK'ü kaldıracağım, Millî Güvenlik Kurulunu kaldıracağım, bütün vesayet yapılarını darmaduman edeceğim." diyen AKP bugün o vesayetin şahikasını yaşatıyor ülkemize. YÖK tahkim edildi. En güçlü anında bütün üniversiteler üzerinde çok ciddi bir tahakküm kurdu, öğretim üyeleri inim inim ağlıyor, seçilmiş rektörler atanmıyorlar, rektör seçimleri kaldırıldı -Avrupa'da rektör seçimleri kaldırılan tek ülkeyiz- öğretim üyeleri bir bilim üretemiyorlar, vesayet altında üniversitelerimiz. Millî Güvenlik Kurulu tahkim edildi, güvenlikçi devlet anlayışı tahkim edildi, yargı üzerinde baskılar var, yargı devre dışı. Kanun hükmünde kararnamelerle Parlamento devre dışı, Parlamentoya artık millet bakmıyor. "Millet" dediğimiz bakmıyor. Herkes saraydan Sayın Cumhurbaşkanı ne diyecek buna bakıyor, ona göre siyaset belirleniyor, tek adamın aklı. Oysa hepimiz biliyoruz ki, insanoğlu hatalar yapar. Sayın Cumhurbaşkanı yakın zamanda dedi: "Aldatıldım, Allah bizi affetsin." Evet, insanlar aldanabilir de hakkı da vardır ama sistemler aldanmazlar. İyi bir sistem oturtursanız sistem denge denetimini yapar ve sistemler aldanmazlar. Sistemi aldatmaya çalışan da ayıklanır, atılır. Dengenin bir mekanizması yargı, yasama, yürütme, basın... Bakın, basın işlemiyor, basın diye bir şey bırakmadık geriye. 4'üncü güç, bütün bu güçleri denetleyen 4'üncü güçtür basın bütün medeni dünyada, bu gücü de bırakmadık. Son basın dediğimiz Cumhuriyet gazetesi veya pek çok basın kuruluşu, İMC TV kapatıldı; muhalif denebilen, Hükûmeti eleştirilebilen son basın kuruluşları da kapatıldı veya kapatılmaya çalışıyor, kayyumlar atanıyor. E, bu nasıl bir demokrasi? Bunu bu kadar tıkayalım, sonra diyelim ki: "Tek adamı başkan yapacağız, o bizi kurtaracak, ülkeyi alıp götürecek." Yok, arkadaşlar...

Bakın, Daron Acemoğlu'nun Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday bir kitabı var Ulusların Düşüşü diye, hepinize tavsiye ederim. Sayın Genel Sekreterim, gerçekten hepinize tavsiye ederim. İnsanlık tarihinde bakın, Latin Amerika'da olsun, İnkalarda olsun, Çin'de olsun, Afrika'da olsun, Orta Doğu'da olsun, Avrupa'da olsun, bütün medeniyetler kurumsal yapılarını güçlendirdikleri zaman yükselmişler; denge denetim mekanizmaları, Parlamentolar güçlü, yargısı varsa, denetleyen yani gücü dengeleyebilen, denetleyebilen yapılar güçlü olduğu zaman yükselmişler. İradeler tek adama doğru aktığı zamansa hep zayıflamışlar ve inişe geçmişler, hep bunun istisnası da yok. Bu kitap bunu anlatıyor.

Yani, bizse bakın, iddiamız neydi? Efendim, bu vesayetçi yapıyı kırmakken şimdi geldik maalesef statükonun tekrar tahkim edildiği bir ülkede yaşamanın utancını yaşıyoruz. Mesele Başkanlık sistemi veya efendim, parlamenter sistem değil, mesele bütün bu yapıların işleyip işlemediğidir. Fiilî durumda işlemiyorsa fiilî olmayan, resmî durumda da bunları işlemeyecektir; ayinesi iştir kişinin. O açıdan, iradeyi tek adama vermekle bunlar işlemez arkadaşlar. Parlamento işleyecek, basın işleyecek, yargı işleyecek, karakterini bulacak, -Sayıştay örneğinde verdiğim gibi- gelecek burada dengesini, denetlemesini yapacak, çatır çatır bütün usulsüzlükleri, yolsuzlukları koyacak. Ama, eğer ki o gücü yoksa, o gücü kendinde hissetmiyorsa bunu yapamaz yargı.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Meclis Başkan Vekilimiz de, Sayın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterimiz de sunumlarında... Niye böyle olduğunu da söyleyeyim, niye biz bir türlü güçlenemiyoruz? "Külliye" tabirini kullandılar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Külliyesi ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi. İşte, bu vesayetin, bu fay hatlarının nasıl oluştuğunu biraz anlatacağım. Ve "millet" tabir ediyorsunuz, "milletin evi, milletin evi" güzel bir şey. Ama, o millet tabirinin bir içi var, bir de içinde olmayanlar var, olanlar ve olmayanlar. Hep böyle olmuş, hep bir muteber, makbul vatandaş tanımı yapılmış cumhuriyetin kuruluşunda da maalesef böyle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - İlave süre veriyorum Sayın Paylan.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şimdi de bu yapılıyor çünkü Sayın Cumhurbaşkanı bunu bir kültürel devrim olarak söyledi, aslında bir devrim değil. Tekrar o milletihâkime, milletisadıka ve "milletiyoklar" anlayışına dönüş olarak bunu tabir edebiliriz. Bunu da niye böyle söylüyorum, onu da söyleyeyim. Çünkü, "millet" diye tabir ettiğiniz arkadaşlar, eğer ki 80 milyon olsaydı, oraya "Külliye" ismini koymazdınız. Türkiye Büyük Millet Meclisi henüz külliye olmadı sanıyorum resmiyette ama külliye diye tabir ediyorsunuz, bunu zikretmezdiniz. Bakın, ne diyor Türk Dil Kurumu, külliyeyi nasıl açıklıyor? Türk Dil Kurumundan sizden bakın, az önce tıkladım. Türk Dil Kurumunda diyor ki külliye için: "Bir caminin çevresindeki cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi yapıların bütünü. Örnek, Fatih Külliyesi." diyor. Şimdi, ben bakıyorum, ben bu tanımın içinde miyim, değil miyim? Yok, değilim. Bir Hristiyan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ben o külliye tanımının içinde değilim, bir Musevi de değil, bir ateist de değil, bir Alevi de değil, bir Şafii de değil arkadaşlar.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Şafii var.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Pardon, özür dilerim, Şafii var.

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Alevi de var, Alevi Müslüman değil mi?

GARO PAYLAN (İstanbul) - Efendim, burada tartışmaya girmeyelim, Alevi'nin bir ibadet yeri var, cemevi diye kendini tanımlamış o anlamda ve kendini orada ibadet eden... Kim nerede kendini ifade ediyorsa orasıdır onun ibadet yeri, siz buna karışamazsınız.

Şimdi, böyle bir isim koyduğunuz anda millet olarak neyi tabir ettiğinizi ortaya koymuş oluyorsunuz. Yani, milletihâkime olarak ortaya koymuş oluyorsunuz ve diğerlerine de şunu telkin ediyorsunuz: Osmanlı'nın yaptığı gibi "Osmanlı'da her şey çok eşitti." denir ya. Değildi. Bir de "milletisadıka" diye bir tanımı vardı veya milletler sistemi vardı, işte Ermeni milleti, işte Müslüman, Ermeni, Katolik milleti; milletler sistemi vardı Osmanlı'da. Ve iddia şu ki şu anda: "Külliye" diye tabir ettiğiniz zaman bir ülkenin Cumhurbaşkanlığını veya Millet Meclisini, burada bir ayrımcılık yapmış oluyorsunuz. Bunu yapmaktan men ederim sizleri, yapmayın. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ni soruyorum, ruhsatını "külliye" diye mi aldınız Sayın Genel Sekreter? Yani ruhsatı külliye midir? Bunu sormuş olayım, Genel Sekreter başka bir şeyle ilgileniyor.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Ruhsatı Başbakanlıktır.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ruhsatı nedir diye soruyorum size.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Başbakanlıktır.

GARO PAYLAN (İstanbul) - "Külliye" diye bir ruhsat verilebiliyor mu Türkiye'de? Yani "Burası külliyedir." diye bir ruhsat var mıdır? Türkiye Büyük Millet Meclisinin ruhsatı külliye oldu mu Sayın Başkan Vekilimiz, ki siz Külliye diyebiliyorsunuz?

TBMM BAŞKAN VEKİLİ AHMET AYDIN (Adıyaman) - Diyebiliriz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Diyemezsiniz, siz Başkan Vekilisiniz. Ruhsata göre konuşulmaz mı? Neyse ruhsatımız, adımız odur.

TBMM BAŞKAN VEKİLİ AHMET AYDIN (Adıyaman) - Ruhsatta Meclis binası geçer.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yok, yok sınıfları vardır.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ya, yapmayın, sınıf olarak tabir varsa geçebilirsiniz.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Tabii ki, daha resmiyette öyle bir şeyde yok.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şimdi, bu anlamda yüzyıl önce de bu tanımlama yapılmış. Eşitlik bir ütopya, evet, buna katılıyorum, eşit olmak bir ütopya. Dünyanın hiçbir yerinde de tamamen eşitliğin oluştuğu bir ülke yok ama eşit olmaya çalışan ülkeler var ve bu yolda çabalayan ülkeler var. Devletin merkezi de bu eşitliğin göstergesi olmalı.

Değerli arkadaşlar, bu eleştirimi böyle söylemiş olayım bu yok sayılanlar anlamında. Siz yok sayabilirsiniz ve seçimler anlamında da dersiniz ki: "Biz çoğunluğuz arkadaş, biz seçimlerde getiririz, biz çoğunluk olarak bu kararı alırız." "Külliye" ismi koyalım mı diye sorarsınız millet de size "'Külliye' diye koyun der." ama haksızlık yapmış olursunuz. Yalnızca oyla baktığınız zaman her şeye oy demek, demokrasi demek değildir. Hani Sayın Abdullah Gül de aynı şeyi söyledi...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Gültan Kışanak da oyla geldi.

GARO PAYLAN (İstanbul) - ...demokrasi yalnızca sandık demek değildir.

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Yanlış.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Değildir ama siz sandığa indirgiyorsunuz ve sandığa indirgediğiniz anda da seçilmiş diktatörler vardır dünya tarihinde hâlâ da vardır seçilmiş diktatörler. Bu yola tevessül etmeyelim arkadaşlar.

BAŞKAN - Evet, Sayın Paylan, toparlar mısınız lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Değerli Başkanım, yirmi üç dakika konuşanlar oldu.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Niye onun üzerine aldınız? Gültan Kışanak da yüzde 70'le seçilmişti.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Terör örgütüyle bağlantısı olmayacaktı beyefendi.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yoktu, hiç öyle bir soru yok.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Savunulmayacak öyle teröristler, kusura bakmayın.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bakın, dün de konuştuk... Ya, savcının söylemediğini siz nereden uyduruyorsunuz? Savcının iddianamesinde, soruşturmasında olmayan...

HAMZA DAĞ (İzmir) - PKK terör örgütü değil tabii! Geçeceksiniz bunları.

AHMET YILDIRIM (Muş) - O senin subjektif görüşün.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Subjektif görüşüm!

AHMET YILDIRIM (Muş) - Senin subjektif görüşün. Ben yargı üzerinden, hukuk üzerinden konuşurum.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Hani barış süreci bozulmayacaktı.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yalan yalan boy boy, havuz medyası üfürdü ve savcı o yönlü bir soru bile sormadı.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Neyini üfürdü ya? Gözümüzle gördüğümüz şeyleri mi...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Havuz medyasının yazdığı hiçbir şey sorulmadı. Siz her şeyi millete bağladınız. 10 kişi konuştu, Gültan Kışanak da yüzde 70'le seçildi diyoruz. Eğer milletten oy almak her şeye kadirimutlaksa Gültan Kışanak da seçildi.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Terör örgütüyle bağlantısı olmayacak.

AHMET YILDIRIM (Muş) - O zaman sizin de Fethullah terör örgütüyle bağlantınız vardı, hâlâ var.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Hâlâ var, hâla var!

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bakın, söylediğimiz her lafın altında kalırsınız.

BAŞKAN - Arkadaşlar, sizi dışarıya alayım, orada konuşun.

Sayın Paylan, siz devam edin.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Milletse millet, terörse buyurun on dört yıl terör örgütüyle iş birliği yaptınız, yardım, yataklık yaptınız terör örgütüne.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Her lafın altında da kalırsınız, hiç merak etmeyin, sadece uzamasın diye bir şey söylemiyoruz.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Sadece üfürürsünüz siz ve boy boy havuz medyasına yalanlar dizersiniz.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Bu söylediğinizi içinize sindirecek...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Hani milletti ya... Az önceden beri arkadaşlarınız "Her şey millet." dedi, "seçim" dedi.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Millet tabii kardeşim, yüzde 52'yi saymıyorsun açıkçası.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Seçim her şeyi aklayıp paklıyordu hani. Terör örgütüyse on dört yıldır iktidarınız terör örgütüyle çalıştı işte.

BAŞKAN - Sayın Paylan, devam edin lütfen.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Ya müdahale edin ya da...

BAŞKAN - Sayın Paylan, siz devam edin yani siz başlarsanız susarlar, başlamazsanız susmazlar.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Söylediği bu işte tabii yalan haberler üzerinden konuşuyor.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Terör örgütü bile diyemiyorsun.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Nerede, yargı kararın var mı senin Hamza Bey, var mı yargı kararın?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Bir sürü yargı kararı var ya.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yok, hiçbir karar yok ya.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Bir sürü, göreceksin şimdi yargı kararını.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Ya, yargı kararı olan biri nasıl seçilir?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Terör örgütü...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Seçme, seçilmenin ilkeleri, kriterleri vardır ya.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Çok zor bir şey değil, merak etme.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Tabii, siyasallaşmış hukuk komisyonu olarak yargı üzerinden kararlar çıkarırsınız.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Millet kararını vermiş sizin terör örgütüyle bağlantınızın olduğunu be!

AHMET YILDIRIM (Muş) - Kim vermiş?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Bütün millet vermiş.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bütün dünya da sizin IŞİD terör örgütüyle bağlantınızın olduğunu söylüyor, bütün dünya söylüyor.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Siz söylüyorsunuz sadece, HDP söylüyor, Ahmet Yıldırım söylüyor sadece.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Tabii, Hamza Dağ söylüyor işte.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Ben söylüyorum, evet.

BAŞKAN - Sayın Paylan...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Bakın, buradan girerseniz işin içinden çıkamazsınız, altında kalırsınız.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Hiçbir lafın altında kalmayız.

BAŞKAN - Arkadaşlar, böyle bir müzakere usulü yok, söz isteyin, vereyim size.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Başkan, o girdi, o girerse biz de gireriz.

BAŞKAN - Tamam, söz isteyin, vereyim diyorum.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Mevzuyu açan sizsiniz ya.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Orayı susturun.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Niye sabahtan beri seçim söylüyorsunuz işte. Yüzde 70'le geldi, Cumhurbaşkanın hiçbir zaman alamadığı oy oranıyla geldi, seçimse seçim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Benim süremi baştan alır mısınız Sayın Başkan.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Yarın yapalım. Hadi, niye kayyum atıyorsunuz, seçime gidelim, irade var. Feshedelim, seçime gidelim, yeniden Diyarbakır'da seçim yapalım.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Yapalım.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Seçimle alamadığınızı niye zorbalıkla alıyorsunuz?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Sayın Başkanım, cevap vermek zorunda kalıyorum.

BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika...

HAMZA DAĞ (İzmir) - Eğer Sayın Paylan devam ederse rahat olur, yoksa cevap vermek zorunda kalıyoruz yani beyefendiyle tek taraflı konuşmak zorunda kalıyoruz.

BAŞKAN - Arkadaşlar, serbest kürsü dedik bugün, sıkıntı yok.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Süreyi baştan alır mısınız?

BAŞKAN - Sayın Paylan, süreyi zaten aştınız, buyurun devam edin.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Yirmi üç dakika konuşan da oldu, beş dakikadır tartışma yürüyor biliyorsunuz.

BAŞKAN - Buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın arkadaşlar, bakın, az önceki tartışmada Hamza Dağ da bunu gösterdi. Şimdi, ben de örneğini o yönden verdim. Devletler eğer ki demokratik olmazsa, birilerini yok sayarsa birileri de ona karşı itiraz ederler. Bakın, sizin kesimin de yani mütedeyyin kesiminde yok sayıldığı yıllar oldu. Her kesimin yani bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sosyolojik anlamda, kimliksel anlamda, ideolojik anlamda yok sayılmayan bir kesim yok gibi, yok sayılmayan kesim yok. Yok sayılmayan kesimler dünya örneklerinde vardır bakın. Bazıları mücadele ederler, demokratik mücadeleler verirler, gelirler derler ki: "Arkadaşlar, bu düzeni demokratikleştirelim." Eğer ki buradaki yapı kaskatıysa, hiçbir talebi duymuyorsa her talebi terör diye indirgiyorsa o yapılar isyan ederler.

12 Eylül 1980 darbesinin işkencehanelerinden geçenler isyan etmişlerdir, yok sayılanlar. "Türk'üm diyeceksin, Türk'üm diyeceksin." diye isyan... O Gültan Kışanak, Hamza Dağ, sizin az önce söylediğiniz, 12 Eylül işkencehanelerinden geçmiştir ve "Türk'üm diyeceksin." diye işkenceden geçmiştir. Milletvekiliniz Bülent Arınç demiştir ki: "O işkenceleri ben görsem ben daha önce Gültan Kışanak'a kızardım, şimdi artık kızmıyorum, o işkenceleri ben görsem ben dağa çıkardım." Demek ki bir devlet demokratikleşemiyorsa o devletin yok saydıkları ya sessizliğe bürünürler -ama haksızlık etmiş olursunuz, hakka inanan bir insansınız- ya da isyan ederler. İsyan ve inkâr kısır döngüsünde yüz yıl geçirdik, yüz yıl. Devletin kuruluşundaki hatalar, Şeyh Sait isyanından beri o isyan ve inkâr sarmalından bizi çıkaramadı.

BAŞKAN - Sayın Paylan, üç dakika süre vereceğim, lütfen toparlayın.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, öyle değil, benim altı dakikam gitti.

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Öyle bir şey yokken...

AHMET YILDIRIM (Muş) - Şahap Bey, siz gelmeden önce diğer arkadaşlarınız da tümüyle gündemden bağımsız konuştular, kaldı ki bu gündemle de ilintili. Bakın, Başkan da uyardı Şahap Bey.

ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - O hâlde bunları niye o zaman...

BAŞKAN - Arkadaşlar, bir müsaade edin.

Ya Sayın Yıldırım, Sayın...

Buyurun siz Sayın Paylan, bitirin lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - O isyan ve inkar sarmalından çıkmanın yolu vardı. Barış sürecini yaptık, barış sürecini manipüle ettiler, bu devletin içindeki, bu darbeyi hazırlayanlar ettiler, anlattım defalarca.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Asıl darbeci sizsiniz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Siz darbecisiniz.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Çanak tuttunuz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Darbeye çanak tutanlar sizsiniz yapmayın.

Ya Sayın Başkan, eğer ki böyleyse ben konuşamam, müdahale ettirtmeyin ya. O zaman ara verin, bir sakinleşsin arkadaşlar.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Sen "darbeci" diyorsun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ara verin, bir sakinleşsin arkadaşlar.

BAŞKAN - Sayın Paylan'ın insicamını bozuyorsunuz, söyleyeceklerini de unutuyor, yapmayın.

Buyurun.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Manipüle edenlerin tamamı eğer darbeciyse...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Demokratikleşme paketlerini silip sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi yani vatandaş tanımını AK PARTİ yeniden yapmamış, toplumsal o buluşmayı yeniden toplumun tüm farklı kesimlerini sisteme...

GARO PAYLAN (İstanbul) - Yapmaya çalıştınız.

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - ...entegre etme gayreti içerisinde olmamış gibi gayrimüslimlerle ilgili, Alevilerle ilgili, Kürtlerle ilgili, mütedeyyin vatandaşlarla ilgili sanki Türkiye'de hiçbir şey olmamış gibi konuşuyorsunuz.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Gelinen nokta, hepsi geri alındı.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sorun şu: Maalesef işte büyük bir heyecan yaşıyorduk.

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Yapmayın.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bakın, AKP yüzde 50'lik veya yüzde 45'lik, yüzde 40'lık neyse sosyolojisini barışa, çoğulculuğa ikna etmişti iki yıl öncesine kadar. Bakın, iki yıl önce anketlerin yüzde 75'i, 80'i "Barış süreci sürsün, analar ağlamasın, yeter ki kan dökülmesin." diyordu. Bugün baksanız, AKP, MHP ideolojisinin esiri olmuştur. Ne istiyorsa onları yapıyor ve bu şekilde yol alıyor. Bu, yanlış. Bugün sorsanız yüzde 75-80 "Sonuna kadar savaş." diyebilir. Liderlik, siyaset böyle bir yerden geçiyor.

Ben son süremi de ombudsmanla ilgili kullanmak istiyorum, sayın kamu başdenetçisiyle ilgili kullanmak istiyorum.

Sayın Başkanım, çok sataşma oldu, kusura bakmayın.

BAŞKAN - Buyurun, iki dakika.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, Değerli Kamu Başdenetçisi; bakın, geçen sene sizinle şu tartışmamız oldu. Siz dört yıldır -geçen sene üç yıldı- Kamu Başdenetçisisiniz. Ama, dört yıldır, bakın, bu kadar insan hakları ihlallerinin olduğu, bu kadar hak ihlallerinin olduğu bir ülkede dört kere gündeme gelemediniz aldığınız kararla. İnsanların "Ya ne iyi, kamu başdenetçesi şununla ilgili şöyle bir karar almış ve devlet içinde şöyle bir yaptırım uygulamış. Ben de gideyim kamu başdenetçisine başvurayım." diyebileceği dört tane haberiniz yok. Baktım da yani yok, ne yazık. Bu kadar hak ihlallerinin olduğu, hukuk sisteminin oturmadığı bir ülkede bireyi devlete karşı savunmanız gerekirken, bu kadar gadre uğrayan birey varken siz gündeme gelmiyorsunuz. Niye? Çünkü, devletçisiniz.

Geçen sene Hrant Dink'le ilgili "Türk düşmanı" diye attığınız imza -siz karar verdiniz ona- "Hrant Dink'in ölümüne yol açtı." dedim. "O cinayette sizin de payınız var çünkü millî mutabakat cinayeti." dedim. Siz dediniz ki: "Ben o imzamın arkasındayım." Bugün ne çıktı? "Fetullah o cinayeti yapmış." Hayır, yalnızca cemaat değildi, pek çok aktör vardı, millî mutabakat cinayetiydi. Siz de o millî mutabakatın bir parçasıydınız. Devletçi bakışınızla 7 yazılık o seriyi, Hrant Dink'in "Barış ve Kardeşlik" yazısını "Türk düşmanı" olarak yaftaladınız ve o cinayette, o millî mutabakat cinayetinde payınız var. O yüzden insanlar size gelemezler, o yüzden devletçi bakışınızla dört yıldır ombudsmanlık makamını yükseltemediniz.

Bakın, şubat ayında doğuda, güneydoğuda pek çok olay olurken denmiş ki: "Orada pek çok insan hakları ihlalleri var, niye gitmiyorsunuz?" Efendim, demişsiniz ki: "Şimdi oraya gidecek durum yok. Oralar biraz sakinleştiği zaman gitmeyi düşünüyorum." Gittiniz mi Sayın Ombudsman? Orayı gördünüz mü, gezdiniz mi? Sanmıyorum. O kadar insan hakları ihlalleri olan bir yerde, bir ülkede, herhangi bir ülkede ombudsman oraya koşar, bakar ne oluyor? Bakın, ne oldu? Bir yıldır şehirler bombalandı, binlerce insanımızı kaybettik. Şimdi diyorlar ki: "Onlar Fetullahçıydı. Roboski'yi bombalayan Fetullahçıydı. Cizre'yi, Sur'u, Silopi'yi bombalayan Fetullahçıydı. O uçaklarla oraya gidip bombalayanlar, tankla bombalayanlar Fetullahçıydı." Niye bakmadınız Sayın Ombudsman? 21 denetçinizin 19'u cemaatçi çıktığı için görevden alınmış. Yani, millî mutabakata bakar mısınız? Acaba, bu millî mutabakatta bir yeri yaftalamak doğru mu? Yoksa, bu bir devlet anlayışı mı? Bu anlamda böyle bir ombudsman bir daha gelmesin diyorum.

BAŞKAN - Sayın Paylan, lütfen toparlayın.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Böyle bir ombudsman bir daha gelmesin arkadaşlar. Devletler güçlüdür, birey zayıftır. Kim gadre uğruyorsa -kimliğine bakmadan söylüyorum, 79 milyon vatandaşın herhangi birisi- bir ombudsman onun yanında olur ve örnek olur, devlete karşı onu korur ve bunu da örnek olarak ortaya koyar.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bir dakika Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Bitirdim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Peki, siz bitirin.