KOMİSYON KONUŞMASI

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Şu anda Cumhurbaşkanlığımızın, Meclisin ve Sayıştayın bütçeleri üzerine konuşuyoruz. Elbette Cumhurbaşkanlığı bütçesi ne zaman konuşuluyor olsa başkanlık tercihi, alternatifi ve bunun üzerine olan eleştiriler, bunun üzerine olan tartışmalar gündeme gelir. Ama sanki bir şeyi unutuyoruz, özellikle Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerimizin beyanında ben bir şeyin eksik olduğunu düşünüyorum; o da şu: Bu sürece nasıl geldik yani kronolojik olarak nasıl geldik? 2007 yılını unutmadık. 2007 yılında AK PARTİ iktidarının ilk döneminde gereksiz bir gerilimle cumhuriyet mitingleri vesair "Yüzde 95 bile oy alsanız asla iktidara gelemezsiniz, siz yönetemezsiniz." diyen rektörlerin olduğu bir dönemde biz aynen Sayın Demirel gibi, Özal gibi geçmişte yapıldığı üzere Cumhurbaşkanı seçmek istedik hâlihazırdaki Anayasa'ya göre -yani bizim de tasvip etmediğimiz Anayasa'ya göre- ve bununla ilgili her parti gibi AK PARTİ de adayını çıkardı Sayın Gül'ü ve hiç olmamış bir şekilde hatta ben o dönemin kitabını da buldum, hâlâ duruyor bende hukuk fakültesinde anayasa hukukunu okurken hem Erdoğan Teziç'in, hem Ergun Özbudun'un konuya dair sanki o günleri tahayyül ederek yani belki de bilmeden "böyle olursa" diyerek, örnekleyerek anlattığı bir 367 krizi, bir 367 rezaletiyle işte "İçeride kaç kişi var, stenografları da mı sayalım?" gibi saçma sapan bir gündeme oturduk ve bunun üzerine AK PARTİ MKYK bir karar aldı ve kilidi kim çözer demokrasilerde? Millet çözer. Bu anlayışla 2007'de referanduma gittik ve sorduk "Nasıl yapalım biz bu işi?" dedik. Bu oyunun kurucusu millettir ve millet yüzde 69 -küsuratları boş verelim- yaklaşık yüzde 70 bir oyla dedi ki: "Ben seçeyim, siz bu işi yapamıyorsunuz." Aslında bunun da ne yazık ki, birçok örneği olmuştu, 1980 ihtilaline gerekçe olarak sayılan birkaç nedenden biri olarak da Cumhurbaşkanının seçilememesi mesela sayılmıştı. Dönemin şarkıcılarının ismi veya aktörlerinin ismi ne yazık ki Millet Meclisinde, Genel Kurulda Cumhurbaşkanı adayı olarak sayılmıştı, yazılmıştı, öyle bir süreç geçti yani millete şunu sormuş olduk: Nasıl yapalım biz bu işi. Millet de dedi ki: "Ben seçeyim." Neyi seçti aslında? Yine o Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı, her kimse, ismi her neyse, her kimse, daha sonra da kim olacaksa devletin başı yani devletin başkanı. Yani aslında devletin başkanını millet seçti. Bunun ardından da Cumhurbaşkanımızın şahsı üzerinden yürüyen, özellikle son bir yıldır, bir buçuk yıldır yürüyen bir süreç ama şunu unutuyoruz galiba: Allah hayırlı uzun ömür versin ama Sayın Cumhurbaşkanımız da bir fâni. Bu kadar çaresizlik içinde olunmamalı bence muhalefet tarafından, bir gün belki onlar da kazanabilir.

Bir de şunu dillendirmek isterim. Bu, şahsının talebi olamaz Sayın Cumhurbaşkanımızın, şöyle olamaz: Zaten şu anda Türkiye'de ne yazık ki bir güçler ayrılığı ilkesi yok. Bu sistemle de mümkün değil, söyleyeceklerimiz birbirimizi kandırmak olur. Niye mümkün değil? Çünkü yürütme yasamanın içinden çıkıyor. Yasama çalışmasının yani kanunlaştırma çalışmasının çok önemli bir kısmı tasarılardan ibaret, tekliflerin de çok önemli bir kısmı -hepimiz biliriz ki, bu bir gerçektir- bireysel olarak olmaz, yine parti gruplarıyla istişare ederek bir veya birden fazla milletvekilinin teklifi şeklinde bu yasama faaliyetine katkısı şekliyle olur. Dolayısıyla, yasama, şu anda, yürütmenin fiilen emrinde olmuştur. Biz bunu ayıralım istiyoruz ve bence o yüzden muhalefetin çok ciddi bir desteği asıl burada gerekli. Hâlihazırdaki sistemle... Şu an ismini hatırlayamayacağım, galiba Fransa Parlamentosundan böyle tarihe düşülmüş bir nottur, diyor ya: "Çok muhalefet milletvekili dinledim, birçoğu fikrimi değiştirdi ama oyumu hiçbiri değiştiremedi." Bunu aşmamız gerekiyor galiba. Bu noktada, bu çalışmanın uzun vadeli olarak geçmiş liderlerle de defaatle dillendirildiği şekliyle önümüzü açmasını istiyoruz. Aslında istediğimiz şu arkadaşlar, kıymetli milletvekilleri; bir belediye seçimini düşünelim, 4 parti girmiş olsun -şu an 4 parti var ya ona binaen söylüyorum Mecliste temsil edilen- biri yüzde 25 alsın, biri yüzde 24 alsın, biri yüzde 23 alsın, biri yüzde 22 alsın belediye başkanı bellidir değil mi? Ortağı yoktur, çeyreği yoktur. Belediye başkanı belli, sorumluluğu belli ve diğer partiler de buna saygı gösterir ve ondan sonra muhalefet görevini ifa eder. Ama biz gördük ki hani, Sayın Başbakanın son açıklamaları bence bu anlamda çok önemliydi "bölünür" açıklamasıyla ilgili olarak tevil gerekti ve o tavzihi de yaptı. Yüzde 41 aldık hükûmet kuramadık. Ola ki bizlerden nesiller sonra genel başkanlar yine anlaşamazsa, partiler arasında yine bir uyum sağlanamazsa ne yapacağız? Yine böyle bir süreci mi yaşayacağız? Ya da şöyle bakalım, bırakalım partilerin isimlerini, doksan yıllık cumhuriyette geriye doğru bakalım: Hangi parti olursa olsun 1970'li yıllar, 1990'lı yıllar bir ivme kazanamadık yani bunun ekonomik olarak da yansıması ortada, sosyal olarak da yansıması ortada, güvenlik itibarıyla da olumsuz neticelerini hep beraber yaşadık. Yani burada amacımız bu.

Bir de bu milletin evi meselesi bizim için çok önemli. Tabii, burada amacım direkt CHP'ye sataşmak değil ama sataşma oradan geldiyse de küçük bir karşılık vermek istiyorum: Bir Nevzat Tandoğan meselesi var sembolize edilmiş hem il başkanı hem vali ve Kızılay ya da Ulus Meydanı -her iki şekilde de şey var- bu meydana sokulmayan da bir Âşık Veysel Şatıroğlu var üzerindeki kıyafeti beğenilmediği için, şapkası olmadığı için, takım elbisesi olmadığı için. Şimdi, ben 29 Ekimde o milletin evindeydim. İnanın, toplumun her kesiminden voleybol Eczacıbaşı Bayan Takımından tutun, aktörlere kadar, dizi oyuncularına kadar, tiyatroculara kadar, sporculara kadar ve bunların da siyasi görüş olarak direkt bizimle bir ilişki kurulamayacağını bildiklerim de var, her kesim vardı. Milletin evi bu. Şalvarlısı da vardı orada smokinlisi de vardı, papyonlusu da vardı, kravatlısı da vardı. Ve öyle güzeldik. Bizim istediğimiz bu, milletin evinden kastımız sadece toplumun belli bir kesimine ya da bizim gibi düşünenlerin olduğu bir topluluğun sembolize edildiği bir "saray" deyin adına, "Cumhurbaşkanlığı köşkü" deyin, her ne diyecekseniz, bir "bina" değil, bir "yapı" değil.

Bir de bu muhtar meselesine ben çok takılıyorum da, tabii, güzel bir âdet başladı, önce eleştiriliyordu Sayın Cumhurbaşkanı, sanırım dün yine Sayın Kılıçdaroğlu tarafından bir muhtarlar toplantısı yapıldı, bence son derece faydalı, muhtarlar çok önemli. Bu da iyi bir yol olarak siyasete girdi diye düşünüyorum.

Bir de şunu samimiyetle paylaşmak isterim, bırakalım siyasi duruşunu, Sayın Cumhurbaşkanımızın eğer o yüreği olmasaydı ve o gece "Ben de meydanlardayım." demeseydi çok net söyleyeyim, bu taraf hayatta değildi, o tarafın da çok önemli bir kısmı hayatta değildi. Aynı zamanda, sadece vefa borcumuz değil -ben şahsi duygumu söylüyorum- can borcumuz var. Bu liderliktir, karşıdaki Yunan adalarını gösterenlere cevabını biliyorsunuz ve çok zor şartlarda bir yolculuk, âdeta ölüme meydan okuyarak bir yolculuk ve oradayken, havalimanındayken üstünden F16'lar geçiyor ve böyle bir lidere tüm ülke olarak sahip olduğumuz için bence şükretmemiz lazım, bu benim şahsi kanaatim.

Bu köle sıfatını hiç yakıştıramıyorum. Niye yakıştıramıyorum? Milletin iradesi var. Zaman zaman o liderden yana, zaman zaman öbür liderden yana veya herhangi bir diğer partiden yana kullanır ve buna hepimiz saygı gösteririz. Hiçbir köle, bir nidayla, bir hitapla, bir televizyon görüntüsüyle kurşunların önüne kendini atmaz. Asıl köle kimdir? Bana göre market kuyruklarına girenlerdir ya da akaryakıt kuyruklarına girenlerdir. O yönüyle o gün bu millet, kim hangi siyasi fikirden olursa olsun o F16'lara kafa tutan millet geleceğimizi kurtarmıştır, nesillerimizi kurtarmıştır, şerefimizi ve haysiyetimizi de kurtarmıştır. Bakın, Sayın Genel Sekreterle biz İsviçre'de geçtiğimiz hafta Parlamentolararası Birlik Toplantısı'nda bir sunum yaptık. 140'ı aşkın ülke vardı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - İlave süre veriyorum, toparlarsanız lütfen.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Teşekkür ediyorum.

Bunların çok önemli bir kısmı da bizim sunumumuza katıldı ve PAB tarihinde olmamış bir şekilde görüntülü olarak da sunumlar yapıldı. İnanın, oradaki başka ülkelere ait milletvekilleri gözyaşları içinde bu sunumumuzu dinledi, genel sekreterler keza öyleydi. Yani o gün millet... İki saat içinde rezil ettiler ülkemizi ve sabaha bu millet tekrar ayağa kaldırdı. O yüzden bu köle sıfatı, içinde cumhuriyet olan bir partinin milletvekiline yakışmaz. Şıklığıyla, nezaketiyle ve zarafetiyle tanıdığımız milletvekilimiz herhâlde kastı aşan bir cümle kurdu diye düşünüyorum.

Yine, milletvekilliği çalışmasına ilişkin hepimizin itirazları var, bizden önceki milletvekillerinin vardı, eğer bu iş böyle giderse bizden sonraki milletvekillerinin de olacak. Artık bu işi değiştirmemiz lazım. Şu İç Tüzük meselesi ne olur, hakikaten ciddi şekilde bir ele alalım. Hep konuşuyoruz hep konuşuyoruz, her Plan Bütçe konuşmasının Meclise dair gündeminde ne yazık ki var. İnşallah bu işi bir çözeriz. Gerçekten milletvekili gibi çalışmayı, gerçekten... Mesela iş bitimi, sanki inşaat ustalarının anlaşması gibi, iş bitimi şeklinde bir çalışma saatinin hiçbirimize yakışmadığını ve verimli olmadığını hepimiz biliyoruz. Gerçekten herkes bel fıtığı olmuş durumda, herkes aynı zamanda sinirleri bozulmuş durumda olabiliyor. Sabahın 05.00'ine kadar bir çalışma, 06.00'sına 07.00'sine kadar bir çalışma. Bizi çeken fotoğrafçılar, medya iki sefer üç sefer nöbet değiştiriyor, biz oradayız ve ondan sonra hiçbirimize yakışmayan görüntülerin şahidi oluyoruz. Bu konuda da bence hem muhalefet hem iktidar partisi birlikte şu İç Tüzük meselesini acilen, ivedilikle, derhâl, behemehâl ele almalı ve bu işi artık noktalamalıyız diye düşünüyorum.

BAŞKAN - Toparlar mıyız lütfen.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Evet efendim, aynen diğer milletvekillerimize tanınan süreyi ben de talep ediyorum. Toparlamaya ilişkin ek süreler verilmişti.

BAŞKAN - "Toparlayın" dedim, süreyle ilgili bir şey söylemedim. Bir müddet sonra "Bir dakikaya toparlar mısınız." diyeceğim.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Çok sağ olun, çok naziksiniz Sayın Başkanım.

TBMM binamıza ilişkin beklentimiz büyük. Bizden elli yıl, yüz yıl sonra da bıraktığımızda bir eser olarak kalmasını arzu ediyoruz nasıl şu anda altmış yıllık bir binayı hakikaten gözlerimizi okşayan estetik bir bina olarak hepimiz misafirlerimize gezdirirken hakikaten mutlu oluyoruz. Bunun da aynı şekilde sağlanması gerektiğini düşünüyorum.

Keza, Kamu Denetçiliğine ilişkin de barodan gelen bir meslektaşınız olarak da bir katkı yapmak isterim Sayın Başkanım.

Zor bir iş yaptınız çünkü kurucu bir heyet olarak başladınız. Başta binanız yoktu, iki kez bina arayışı oldu, ardından şu anda yine bir yerdesiniz. Şunu çok net söyleyeyim: Meslektaşlarımızın kararlarınızda herhangi bir siyasi saik gözetmeden ve doğrusu, vatandaştan yana daha fazla inisiyatif kullanan bir iradeyi takdir ettiğini söyleyeyim ve buna dair birkaç yönetmelik çalışması olduğunu biliyorum yani kamu denetçilerinin kararlarının ardından o konuya dair birkaç yönetmelik değişikliği de geldi. Yani bir nevi mevzuata da bir katkı sağladınız ama biraz daha gitmemiz gereken yol var, biraz daha sürelerin kısalmasıyla ilgili galiba biraz daha çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunun takdirini de sizlere sunuyorum, bu noktada katkınızı bekliyoruz.

İnşallah, ümit ediyorum, önümüzdeki dönemde yani bir sonraki yıl itibarıyla "Cumhurbaşkanlığı bütçesi" demeyeceğiz, inşallah, "başkanlık bütçesi" diyeceğiz eğer millet öyle istiyorsa. Çünkü bu yapı aslında hangi parti iktidarda olursa olsun darbelere de açık, görünen ve görünmeyen darbelere açık, bürokratik oligarşinin kendisine göre alan açma girişimlerine açık. Bunun artık Türkiye'de son bulması gerekiyor. Yani milletin seçtiği siyasi irade gerçekten milleti yönetebilmeli ve öbür tarafıyla da siyasetin aciz içinde görünmesine sebep oluyor. Çünkü bir düzenleme yapıyorsunuz, elbette yargının denetim hakkı vardır, bu başka bir boyut ama bürokrasi farklı bir noktada uygulama yapıyor. Sonra, yönetmelik düzeyinde kanunlar çıkarıyoruz. Yine bu bizim yasama faaliyetimize ilişkin bir yumuşak karın, neredeyse yönetmelik düzeyinde kanunlar çıkarıyoruz yani fıkralar artık z'ye kadar filan iniyor. Bu, Meclisin mehabetine de yakışmıyor, uluslararası noktada da yasama faaliyetinin azizliğine, yüceliğine de yakışmıyor ama bu yine sistemle alakalı oluyor. İnşallah, burada herkesin katkısı lazım. Elbette eleştiriler bize yol gösterecektir, yön gösterecektir. Bizim göremediğimiz noktada, iktidarın göremediği noktada başka ışıklar sunacaktır diye düşünüyorum.

BAŞKAN - Toparlarsanız lütfen.

EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Çok teşekkür ediyorum.

Ama elbette bu meselenin şahsi bir mesele olmadığını lütfen unutmayalım. Hepimiz ölümlüyüz. Sayın Cumhurbaşkanımıza da, Allah hayırlı uzun ömür versin tekrar ediyorum, ölümlüdür ve isteği kendisi için değil çünkü mantıklı da değil kendisi için istemesi. Yani zaten yürütmenin emrinde bir yasama var. "Bunu ayıralım, bunu değiştirelim." diyen bir Cumhurbaşkanı, bunu kendisi için istiyor olamaz. Bu görüşlerimi sizlerin takdirlerine sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.