KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Meclis Başkan Vekili, değerli bürokrat arkadaşlarım, basın mensupları, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben bir hazırlık yapmıştım bugünkü bütçeyle ilgili ama arkadaşlarımız çok önemli konuların hemen hemen tamamını konuştular, tekrar yapmak istemiyorum. Ama, daha başka bir sebepten dolayı konuşmamın şeklini değiştirdim.

Sayın Cumhurbaşkanının Genel Sekreteri Sayın Kasırga sunduğu raporda "Bu şekilde faaliyet gösteren bir Cumhurbaşkanlığının personelinden inşaatlarına, araçlarından görev giderlerine kadar bütçemizde yer alan tüm kalemlerde geçmişteki örnekleriyle mukayesenin doğru olmayacağı..." diye bir paragraf kullandı. Daha da öteye geçerek dedi ki: "Bu bütçeyle aynı zamanda muhtemel bir anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanlığımıza deruhte edeceği görevler için de hazırlıklarımızı yapacağımız bir dönem olacaktır." Öyle anlaşılıyor ki bu iş bir sonuca ulaşana kadar Türkiye her yerde bu konuyu konuşacaktır yani Başkanlık sistemi, parlamenter sistem ne oluyor, Türkiye nereye gidiyor?

Değerli arkadaşlarım, ben bu konularda düşüncelerimi size arz etmek istiyorum. Ülkeler yani demokratik ülkeler, demokrasiyle yönetilen ülkeler kendi siyasal kültürlerini, toplumsal gerçekliklerini dikkate alıyorlar, alışkanlıklarını dikkate alıyorlar ve en uygun olan hükûmet modelini seçiyorlar, demokratik sistem içinde bu şekilde gidiyor. Tabii, Türkiye'de demokratik sistem ne kadar var yok, bu tartışma konusudur çünkü defalarca demokrasiye müdahale edilmiştir Türkiye'de, her şey alt üst edilmiştir. En son 15 Temmuzda böylesine bir darbe girişimi yapılmış. Peki, deminden beri konuşulanları yani darbe girişimlerini, müdahaleleri bir tarafa bırakalım; diğer zamanlarda nasıl işliyor? Hani, değiştirelim dediğimiz parlamenter sistemi nasıl işletmişiz? Deminden beri dinlediğimiz, mesela Sayıştayla ilgili söylenenler, Sayıştay gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan bir kurumdan çok, idarenin eksikliklerini, hatalarını, yanlışlarını örten bir kuruma dönüşmüştür. Keza, yeni olan Kamu Denetimi Kurumu, o da öyle. Yani, son derece önemli bir kurum, çok büyük umutlarla şey yapılmış ama yasanın kendisine yüklediği şeyleri yapmamış Sayın Başkan. Yani, 2015 raporunuz nerede, Meclise geldi mi? Öyle diyor yasa. Geldi mi, ne oldu? Görmedik. Dolayısıyla, parlamenter sistemi işlemez hâle getiren de aslında biziz.

Değerli arkadaşlarım, ülkeler kendi siyasal kültürlerine göre, alışkanlıklarına göre, toplumsal gerçeklerine göre hükûmet modelleri seçiyorlar ve bir de ihtiyaçlara göre. Şimdi, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin en önemli ihtiyacına bakın. Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu nedir? İçten, dıştan düşmanlar var, şu var, bir sürü şeyler konuşuyoruz, işte, daha dün darbe tehlikesi atlattık falan ama bunları topladığınız zaman en temel sorun barışın tesis edilmesidir. Toplumun giderek parçalara ayrışması, kutuplaşması ve bir toplumsal çatışmanın eşiğinde hatta yer yer içinde olmamızdır. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin en temel ihtiyacı -sistem üzerinde konuşurken- "İç barışı nasıl tesis edeceğiz?" sorusudur. İki tane cevap verilebilir: Biri, bugün Hükûmet kanadının verdiği gibi, tek adam gelecek, yetkiyi metkiyi paylaşmayacak, tek bir şey dayatacak, herkesi aynı yapacak ve ayrılıklar sorununun bütününü ortadan kaldıracak. Bu, yaklaşım tarzıdır. Bir başkası da ortak akılla yani muhalefeti falan susturmadan, farklılıkları tek tipleştirmeden, ortak akılla, uzlaşmayla bu barışı tesis edeceğiz ki ondan sonra yolumuza devam edelim.

Değerli milletvekilleri, 1982 Anayasası gerçekten problem yani "Türkiye'de parlamenter sistem niye işlemiyor?" sorusunu sorduğumuzda hemen karşımıza çıkan -öncesinde nasıl işliyordu, ayrı bir tartışma konusu ama- 1982 Anayasası ciddi bir problem. Hele hele şu anda, işte, "Bu, bildiğiniz Cumhurbaşkanı gibi değildir." Niye bildiğimiz Cumhurbaşkanı gibi değildir Sayın Genel Sekreter? Avrupa ülkelerinde -sanıyorum 14-15 tane- parlamenter sistemle yönetiliyorlar ve Cumhurbaşkanı halk oyuyla seçiliyor. O cumhurbaşkanları seçildikten sonra "Aman, hemen ben başkan olacağım, yetkiler az geliyor." diye bir şey söylemiyor. Dolayısıyla, seçilme şekline bakarak Cumhurbaşkanı bütün bunları yapabilir demek anlaşılır bir şey değil. Ama, 1982 Anayasası'nda ciddi bir problem var tabii. Kenan Evren'e göre hazırlanmış, toplumu tekrar tekrar, yeniden dizayn etmek için yapılan bir müdahaleden sonra hazırlanmış bir anayasa ve bu Anayasa'da normal parlamenter sistemdeki Cumhurbaşkanlığı makam ve yetkilerini aşarak Cumhurbaşkanına sorumsuz olmasına rağmen büyük yetkiler verilmiştir. Şimdi, biz oturup bunu düzelteceğimiz yerde, "Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanlığı temsilî bir kurumdur, dolayısıyla temsilî bir kurum sorumsuzdur. Bu kurumun yetkileri ne olacak, neler yapacak?" diye bunu tekrar yazacağımız yerde "Hayır, bu doğru değildir, bu yanlış bir sistemdir; biz Hükûmet şeklini ya da rejimi değiştireceğiz." diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, ya siz demokrasiyi bütünüyle seçime -ciddi bir şekilde söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partili üyelere söylüyorum- ve sandığa indirgediniz; demokratlığı da çoğunlukçuluğa. Ya böyle değil değerli arkadaşlar; bu şekilde, yani demokrasiyi bütünüyle seçime ve sandığa indirgemek, diğer denge mekanizmalarını, kuvvetler ayrılığını göz ardı etmek, gerçekten, aslında demokrasinin yani temsilî demokrasinin içini boşaltmaktır. Bu durum, Sayın Cumhurbaşkanının yani Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra 1982 Anayasası'nın yetkileriyle yetinmeyerek fiilî yetki kullanmaya başlamasından sonra iş, gerçekten, sarpa sardı. Yani neredeyse defakto, korsan bir başkanlık sistemiyle karşı karşıyayız.

Dün de ifade etmiştim, değerli arkadaşlarım, bu neoliberal dönemde, otuz seneden beri dünyada özelleştirmelere bahane bulmak için çok da iyi işleyen kamu kuruluşları, KİT'ler -her neyse- ciddi bir şekilde zarar ettiriliyor, kötü yönetiliyor, hatta yönetilemez hâle getiriliyor ve ondan sonra deniliyor ki: "Devlet yönetemiyor." Niye yönetemiyor devlet? "Efendim, yönetemiyor işte. Özelleştirelim." Yapılan şey aynen bu. Biraz evvel ifade ettim, böyle bir Sayıştayın... Yani mali denetimin bu şekilde yapıldığı ya da yapılmadığı bir demokratik sistem, bir parlamenter sistem işlemiyor. Ama bu, sistemden filan kaynaklanmıyor yani bu bizden kaynaklanıyor. İşte, kamu denetçisi görevini ya da bu kurum görevini yapmazsa elbette bu işler yanlış gidiyor, aynen bu şekilde. Adalet ve Kalkınma Partisi zaten sorunlu olan temsilî demokrasinin sorunlarını çözmüyor; bunları çözeceği ve bu sorunları ortadan kaldıracağı yerde tam tersini yapıyor, sorunları büyütüyor, sonra da bu sorunları sistemin değişmesinin gerekçesi olarak gösteriyor. Bu gerekçeleri siz yaratıyorsunuz, ondan sonra da diyorsunuz ki: "Sistem değişti."

Şimdi, Meclisi işlevsiz hâle getirmiş vaziyetteyiz. Bakın, deminden beri konuşuyoruz, yani bütçe açısından konuşuyoruz, bu bütçe. Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçe yapıyor mu,? Vatandaşın kendisine tevdi etmiş olduğu bütçe hakkını, vatandaşın bütçe hakkını burada koruyor mu, yapıyor mu? Yapmıyor. Peki, Meclis denetim görevini yapıyor mu? Yapmıyor. Kamu Denetçiliğinin durumu ortada, Meclisin, işte, milletvekillerinin diğer denetim araçlarını kullanarak yaptıkları şeyler ortada. Meclisin denetimle görevli olan komisyonlarının -İnsan Hakları Komisyonu, Dilekçe Komisyonu gibi- yaptığı şeyler yaptığı ortada. Bunları yapmazsanız elbette Meclis işlemez. Ondan sonra da dersiniz ki: "Bu işlemiyor."

Değerli arkadaşlarım, "Koalisyonlardan çok çektik." diye bir şey söyleniyor, "Koalisyonlardan çok çektik." Evet, yani, gerçekten koalisyonlardan çok çekmişsek bu problem nereden kaynaklanmış, bunlara bakılıp bunlar giderilir. Bunlar giderileceği yerde "Koalisyonlardan çok çektik, dolayısıyla hiç koalisyonlara moalisyonlara, uzlaşmaya ihtiyaç kalmadan başkanlık sistemini çözelim."

Türkiye'nin devasa sorunları, örneğin iç barış meselesi tek bir akılla çözülemez değerli arkadaşlarım, ortak akla ihtiyaç var, Türkiye böyle bir toplum yani. İşte, bazı arkadaşlar kızacaktır. Evet, çoğulcu bir yapımız var, farklı bir yapımız var, toplumun çok farklı talepleri, hatta birbirine zıt talepleri olan toplum kesimleri var; dolayısıyla, bunların arasında uzlaşma sağlayacağız. Yoksa bu görüşlerden bir tane görüşü "Türkiye'nin bu devasa sorunlarını çözecek." diye yetkilendirip "İşte, başkanlık da budur.", "Başkanlık" adı altında bir yere gidemeyiz. Bunları yapmak yerine, temsilî demokrasinin çok ciddi çıkmazları var, sorunları var, bunları gideririz.

Adalet ve Kalkınma Partisi on dört seneden beri iktidar; on beşinci seneye girdik, değil mi? Yani 3 Kasımı şey yaparsak on beşinci seneye giriyoruz. Niçin demokrasimizin, parlamenter sistemin sorunlarını, hele hele 12 Eylülün eklemiş olduğu, 82 Anayasası'nın ve darbe yasalarının bize yüklemiş olduğu sorunları çözmüyoruz? Niye barajları kaldırmadınız, temsil sorununu çözmediniz? En önemlisi, niye siyasal kültürle ilgili bir şey yapmadınız? Türkiye'de siyasal saflaşmalara bakın değerli arkadaşlar, yani ideolojiler üzerinden yapılmıyor, kimlikler üzerinden yapılıyor, yani dinle yapılıyor, etnik yapıyla yapılıyor, kültürel yapılıyor. Bunlarla bir yere gidilemeyeceğini bilmiyor musunuz, niye bunları yapmadınız? Niye yargının sorunlarını temelden çözmediniz, Meclisin denetim fonksiyonlarını işletmedik, yapmadık?

Koalisyonlar niçin kötü olsun değerli arkadaşlar? Biraz evvel ifade ettim, Türkiye'nin çok ciddi radikal problemleri var ve bu problemlerin en temelinde toplumsal kutuplaşmalar vardır, saflaşmalar vardır, hatta düşmanlıklara kadar gidiyor ve bu düşmanlıklara kadar gidiş de, maalesef, bu çıkılan yolda en tepede, siyasetin tepesinde kurulan dil sayesinde oluyor. Hayır, parlamenter sistemle, yani farklı siyasi partiler uzlaşarak, konuşarak, farklı toplum kesimlerinin çıkarlarını ve taleplerini temsil eden farklı siyasal partiler oturarak, ortak akılla Türkiye'nin temel sorunlarını çözebilirler. Ortak akılla ve taşın altına ellerini birlikte koyarak çözebilirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, süreniz doldu. Tekrar ek süre veriyorum, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Keşke 7 Hazirandan sonra böyle bir yola gidilebilseydi, Türkiye'nin bu en temel sorunlarını çözebilseydik. Maalesef bunlar yapılmadı.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu başkanlık sisteminin dünyada iki tane ciddi sakıncası var ve bu sakınca Türkiye'de çok yakın bir tehlike olarak duruyor. Bunlardan bir tanesi siyasal karar süreçlerinin tıkanmasıdır. "Amerika'da tıkanmıyor." diyeceksiniz. Amerika'da bambaşka bir siyasal kültür ve yapı var. Siz diyorsunuz ki: "Asla üniter yapıdan vazgeçmeyeceğiz." Bakın, başkan ile parlamento arasında karşılıklı olarak ciddi vetolaşmalar oluyor. Başkan parlamentonun çıkardığı yasaların hepsini veto ediyor, parlamento başkanın icraatlarının tamamını veto ediyor; hükûmet kilitleniyor, devlet kilitleniyor, hatta bütçe çıkaramıyorlar ama Amerika'da bir şey olmuyor. Niye bir şey olmuyor değerli arkadaşlarım? Çünkü Amerika federal bir sistem ve işlerin büyük çoğunluğu federal parlamentolarda, hükûmetlerde hallolduğu için hiçbir problem ortaya çıkmıyor. Ama gidin, Amerika'dan esinlenerek Arjantin'de, Brezilya'da, Meksika'da, Şili'de neler oldu, tarihe bakın; bütün bu başkanlık sistemleri diktatörlüklere çıktı, askerî darbelerle boğuştular, çok büyük bedeller ödediler. Böyle büyük, ciddi bir sakınca var yani "Biz geldik, çözdük." filanla olmaz.

Başka bir şey daha var değerli arkadaşlarım: Otoriterleşme. Yani, Amerika'da olmuyor çünkü Amerika'da devlet yetkililerinin büyük çoğunluğu federal yapıdan dolayı bir defa delege edilmiş, dağıtılmıştır.

Başka bir şey var: Amerika'da çok prestijli, ciddi, bağımsız, tarafsız bir yargı var, işliyor. Bana birisi çıksın, söylesin, Türkiye'de böyle bir şey var mı?

Bakın, bir mutlak iktidar arayışıyla karşı karşıyayız. "Hızlı hareket edebilmek." deniliyor, "Devleti güçlü hâle getirmek." deniliyor. 2023 hedefine, 2071 hedefine varmak için böyle bir şey gerekiyor değerli arkadaşlarım. Yani, bu çok ciddi bir otoriter dili ifade ediyor. Bu "tek başlılık" dediğimiz şey gerçekten yani bir taraftan masum gibi görünüyor, diğer taraftan çok ciddi bir tehlikeyi, riski karşımıza koyuyor. Amerika'da olmuyor, baştan kurulurken bunlar konuşulmuş, düşünülmüş ama Türkiye'de böyle bir şey yok, kuvvetler ayrılığı, böyle şeyler yok maalesef, yani böyle bir geleneğimiz de yok. Değerli arkadaşlarım, bu ciddi bir başkanlıktan çok Adalet ve Kalkınma Partisinin, sizin istediğiniz bu sistem bir hiper başkanlık.

Bakın, başkanlık kararnamesi, arkadaşlarım, nasıl çözecek? Kilitlenmeye karşı başkanlık kararnamesi. Peki, nerede? Yasama yetkisini nasıl kullanacak, nasıl olacak? Yasama organını feshetme nedir arkadaşlar? Karşılıklı feshetme var. Hiçbir zaman farklı farklı şeylerden oluşan milletvekilleri bir araya gelerek karşılıklı feshetme yetkisi kullanamaz; sürekli şekilde bunu başkan kullanacak, bu son derece tehlikeli. Üst kurulları, yargı üst kurullarının hepsini başkan... Bu tekçi yapı oldu, bu otoriter bir yapıya doğru gitti değerli arkadaşlarım. Bu, olağanüstü bir hâl devletine, olağanüstü hâlden olağanüstü hâl devletine doğru Türkiye'yi sürükler, bu son derece tehlikelidir. Arkadaşlar, bu bir mutlak iktidar arayışı. Yani, biz bir teknik anayasa meselesi, hukuk meselesi olan hükûmet şeklini bir şekilde yani böyle bir rejim meselesine, gerçekten, toplumun paramparça olması meselesine çevirmişiz ve hiçbir konuyu, hiçbir şeyi konuşamıyoruz, tartışamıyoruz.

Bakın, Türkiye'de 1876'dan bu yana parlamenter demokrasiyi yaşatmaya çalışıyoruz, şöyle ya da böyle yüz kırk senelik bir tecrübemiz var. Her şeye rağmen, beğenmediğimiz 1982 Anayasası'nda bile Anayasa'da hukuk devletinden söz ediliyor, sosyal devletten söz ediliyor, insan haklarına dayanan devlet ilkelerinden söz ediliyor ki Kamu Denetçiliği Kanunu'nda kamu denetçilerine bunları denetleme görevi de yüklenmiş.

Şimdi, yüz kırk yıllık tecrübeyi çöpe atacaksınız ve Meksika'dan, Şili'den, Venezuela'dan, Arjantin'den ciddi esinlenerek yeni bir başkanlık arayışına gideceksiniz. Bu bizi nereye götürecek değerli arkadaşlar? Bunun yerine başkanlık sistemini onarabiliriz, bu mümkündür. Demokrasi, seçim ve oyla sınırlarsak, bir yandan seçim ve seçilmişliği yüceltirken öbür taraftan da seçim sistemlerine hiç dokunmazsak gelinecek yer budur. Yani, öncelikle Siyasi Partiler Yasası'nı niye değiştirmiyoruz değerli arkadaşlarım? Niçin gerçekten milletin temsilcileri buraya gelmiyor? Niçin seçim barajlarını kaldırmıyoruz? Bütün bir millete vekil seçecek kadar oyu olabilen partiler, insanlar niye Meclise gelmiyor? Seçim sisteminde gerçekten temsili yani temsilde adaleti niye sağlamıyoruz? Sonra, yani sadece temsilde adalet değil, gerçekten adil seçimleri niye yapmıyoruz? Siyasi partilere hazine yardımı meselesini niye çözmüyoruz? Kamu kaynaklarını seçimlerde kullanma meselesini niye çözmüyoruz? En önemlisi, "Niçin parlamenter sistem işlemiyor?" dediğimizde niçin bizim denetim meselemizi çözmüyoruz? Bakın, dünden beri burada denetim meselesini şey yapıyoruz, herkes başını sallıyor, denetimle ilgili yapılan eleştirilere tamamen insanlar katılıyor. Niye böyle? Niye biz bunu halledemiyoruz, niçin gerçekten yargı meselesini çözmüyoruz? Niçin bir kesin hesap komisyonunu çözmüyoruz? Bir de, bu tip komisyonlarda, denetim yapan komisyonlarda Meclis çoğunluğuna göre hareket edilmemesi gerekiyor. İktidarda, Hükûmette Meclis çoğunluğu tamam ama denetimde Mecliste grubu bulunan bütün siyasi partilerde eşit üyeler olursa hiç böyle problem çıkmaz, Dilekçe Komisyonunda, İnsan Hakları Komisyonunda, kesin hesap komisyonunda bunlar olsa bu problemler çıkmaz. Niçin biz sivil toplum örgütlerinin ayrıca denetim mekanizmalarını açmıyoruz? Niçin basın... Ya, şimdi, bütün bunların hiçbirisini yapmayalım, her şeyi ciddi bir şekilde göstermelik hâle getirelim, parlamenter sistemi işlemez hâle getirelim, ondan sonra "Başkanlık yapılacak." Dünya kadar sakıncası var ama söylemiş olduğum iki tane sakıncayla ilgili hiç kimse de söylemiyor.

Değerli arkadaşlarım, son cümlelerim: Bakın, bir medeniyet kurma şeyinden gidiyorsunuz. Yani medeniyet kurma... Nasıl bir medeniyet kurduğunuz, işte, 2023, 2071 hedefleri... Ya, idealizm olsun, böyle hedefler olsun, bir şey demiyoruz ama bunlar gerçekçi olacak. Siz nasıl bir medeniyet kurmaya çalışıyorsunuz? Yani şehirler, falan, o konulara girmiyorum, ilgili bakanlıklar gelince konuşacağız. Ya, şu Mecliste yaptığınız bina, şu yeni Halkla İlişkiler binası bile nasıl bir medeniyet? Kafanızda, muhayyilenizde nasıl bir medeniyet var, bu açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

On dört yıldan beri bu ülkeyi yönetiyorsunuz, on dört yıldan beri. Allah aşkına, çıkın, "medeniyet" dediğiniz o şey neyse onun adına bana bir şey gösterin; medeniyet... "Şunu, şunu şunları yapıyoruz." diye bir şey gösterin. "Saray yaptık, orası şey hâline geldi, işte, herkes oraya geliyor, ziyaret ediyor." filan, o hâle geldi. Bu nasıl bir medeniyet? Bu sorunun cevabı yok.

Son cümleler şu: Bakın, değerli arkadaşlarım, siz 2003'te, 2002'de kurulduğunuzda -katılır, katılmaz, ben katılmamıştım, o düşünceler bana göre yanlıştı ama- bir hikâyeniz vardı, bir ütopyanız vardı, bu topluma bir şey teklif ediyordunuz: "Biz bu ülkeyi -işte, adaleti- şuradan şuraya taşıyacağız. Ve orada bu ülkede yaşayan bütün farklılıklar, muhalif de olsa, şöyle de olsa, böyle de olsa, kendilerine yer bulacaklar, kendi hikâyelerini yapabilecekler, yazabilecekler." Böyle bir şey teklif etmiştiniz, bunu kaybettiniz değerli arkadaşlarım. Bunun sebebi de -işte, biraz evvel arkadaşınız yüceltti- bu resmî belgede yüceltilmiş, bir tek adama bütün iradeyi teslim etmenizdir. Siz gerçekten ütopyanızı, siz gerçekten hikâyenizi kaybettiniz. İşte, böyle sahte hikâyelerle, tek bir adama, bütün iradeyi oraya teslim ederek çözmeye çalışıyorsunuz. Çözülmeyecek değerli arkadaşlarım. Bu son derece sakıncalıdır. Ortak meselelerimiz var, büyük meseleler bunlar, çok deve dişi gibi meseleler. Bunları çözemezsek biz, ileriyi göremiyorum ben, siz de göremiyorsunuzdur muhtemelen. Bunları çözmek için biz oturalım, bütün toplum kesimlerinin katkısını sağlayacak, uzlaşma sağlayacak... Bakın, şu zemin bizim zeminimizdir, bu zemin olmazsa hiçbir siyasi görüş, hiçbir farklı ideoloji, din, hiçbir şey olmaz. Dolayısıyla bu zemini koruyacak bir uzlaşma yapmamız lazım, toplumsal barış yapmamız lazım. Bir kesimi diğer kesime dayatarak, onları yenerek toplumsal barış sağlanamaz değerli arkadaşlarım, bu dönemde hiç sağlanamaz.

Ne yapacaksınız arkadaşlar? İki yüz, üç yüz sene evvel olduğu gibi, gelip insanları yeni bir sürgüne mi göndereceksiniz? Etnik temizlik, kültürel temizlik, dinsel temizlik, böyle bir şey mi yapacaksınız? Yapmayacaksınız. Hepimiz birlikte burada yaşayacağımıza göre, ortak aklı işletmeliyiz; ortak akıl işletmenin şeyi de parlamenter sistemdir. Parlamenter sistemin eksikliklerini, yanlışlarını ortadan kaldırabiliriz. Bunun için dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. İki gündür burada konuşulanları bile yapsak parlamenter sistemi mükemmel şekilde işletiriz. Zaten mükemmel dedim ama dünya da cennet olmayacaktır, elbette eksiklikler olacaktır. Ama, işletebiliriz ve bu toplumu, cumhuriyetin 93'üncü yılı diyoruz, nice 93'üncü yıllara taşıyabiliriz. Ama, sizin kilitlendiğiniz bu tek adam otoriterizme meyilli bu sistemle Türkiye'de iç barış tesis edilemez arkadaşlar. Burada söylüyorum, on sene sonra, yirmi sene sonra kim yaşar kim kalır bilmiyorum ama bunu burada ifade ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ikinci süreniz de tamamlandı.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.