KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, saygıdeğer basın mensupları; 2017 bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Bu bütçenin ülkemizde barışın, kardeşliğin, dostluğun ve kalkınmanın önemli bir faktörü olmasını diliyorum. Bu bütçenin hazırlanmasında emeği geçen gerek Maliye Bakanlığımız gerekse diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki arkadaşlarımıza da teşekkürü bir borç biliyoruz.

Böyle yumuşak gireyim ki ondan sonra gelecek...

Sayın Bakan, Hükûmetin, Hükümetinizin Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu ve bugün görüşmeye başladığımız 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı bana göre tam bir skandaldır. AKP Hükûmeti, bu tasarıya, Anayasa Mahkemesinin gecikmeli de olsa "açıkça Anayasa'ya aykırı" dediği hükümleri koymaktan geri durmamıştır. Anayasa Mahkemesinin 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu'nun 6'ncı maddesiyle ilgili aldığı iptal kararı ve bu kararın gerekçeleri açıkça ortada duruyorken Hükûmet farklı bir ifadeyle aynı hükümleri bu tasarıya da taşımıştır.

Bildiğiniz gibi, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, Maliye Bakanına, merkezî yönetim kapsamındaki idarelerin bütçelerindeki ödeneklerini, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 21'inci maddesinde yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın diğer kuruluşlara ve Maliye Bakanlığı yedek ödeneğine aktarma yetkisi veriyordu. Ayrıca, yatırım programında değişiklik yapılması hâlinde değişiklik konusu projelere ait ödeneklerle ilgili kurumlar arası aktarma yetkisi de yine Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 21'inci maddesinde yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın Maliye Bakanına tanınmıştır. İptal edilen bu hükümler, aynı cümlelerle ve aynı madde, fıkra ve bent numaralarla 2016 Yılı Bütçe Kanunu'nda da yer almıştır. Anayasa Mahkemesi, gecikmeli bir kararla da olsa bu ve buna benzer düzenlemeleri Cumhuriyet Halk Partisinin dava dilekçesindeki gerekçelerine paralel gerekçelerle iptal etti. Yüksek Mahkeme, söz konusu hükümleri iptal ederken özet olarak şu gerekçeleri gösterdi: Olağan bir kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun, bütçe kanunuyla düzenlenmesi, değiştirilmesi veya kaldırılması olanaksızdır. Bu durum, Anayasa'nın 161'inci maddesinde "Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz." denilmek suretiyle ifade edilmiştir. Bütçe hakkı, vergi ve benzeri gelirlerle kamu harcamalarının çeşit ve miktarını belirleme ve onaylama hakkıdır. Bu hak, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşan yasama organına aittir. Bütçe, hükûmetin Meclise karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır. Meclis, bütçeyle hükûmete gelir toplama ve gider yapma yetkisi vermekte, bu yetkinin uygun kullanılmasını da bütçe sürecinin bir parçası olan kesin hesap kanunuyla denetlemektedir. Bütçe hakkının doğal bir sonucu olarak yasama organına halk adına kamu gelirlerini toplama ve harcama konusunda sahip olduğu yetkinin, kısmen ilgili bakanlara ya da kurumlara verilerek hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın geniş yetkiler tanınması, Meclisin sahip olduğu bütçe hakkının, bütçe kanununa bütçe dışı hükümler konularak mevcut kanun hükümlerinin açıkça veya dolaylı olarak değiştirilmesi veya zımnen kaldırılması bütçe kanununa bütçeyle ilgili olmayan hükümler konulamayacağı ilkesinin ihlalidir.

Anayasa'nın 153'ncü maddesi açıkça Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını ifade etmektedir. AKP Hükûmetinin kendisini Anayasa'nın bu açık hükmüyle bağlı hissetmemesine şaşırdık mı? Tabii ki hayır, şaşırmadık. Anayasa'yı bu tür düzenlemelerle bilerek ve isteyerek yıllardır çiğniyorsunuz, ayaklar altına alıyorsunuz. Önümüzdeki yıl da bu hukuk tanımaz tutumunuzu sürdürmeye niyetli olduğunuz bu bütçeyle görülüyor. Bütçe kanunu tasarısıyla Anayasa'yı bir kez daha hiçe sayıyorsunuz.

Anayasa ve yasalar diyor ki: "Bir kuruluşa bütçe yasasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilen ödenek ancak başka bir yasayla yani ek bir bütçe yasası çıkarılarak bir başka kuruluşa aktarılabilir." Siz yıllardır ne yapıyorsunuz? Anayasa'nın bu açık hükmüne rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir kuruluşa herhangi bir amaç için verdiği ödeneği başka bir kuruluşa ve başka bir amacın gerçekleştirilmesi için Maliye Bakanını yetkilendiriyorsunuz. Bu yolla, Türkiye Büyük Millet Meclisinden öğretmene, imama, polise ödenmek üzere aldığınız parayı yandaşınız müteahhitlere aktarmak için kullanıyorsunuz.

Dönemin Başbakanı, FETÖ'cülere "Ne istediniz de vermedik?" diye bir soru sormuştu. Onlar istedikçe verilen her neyse, onun kaynağının bu tür düzenlemeler olduğundan artık şüphe duymuyoruz. Darbeciler 15 Temmuzda başarılı olsalardı mali olarak ne yapacaklardı? Emin olun, yapacakları ilk iş bu ülkenin yoksul insanlarından toplanan vergileri, 2016 Yılı Bütçe Kanunu'nun 6'ncı maddesini kullanarak canlarının istediği kesimlere aktaracaklardı. Anayasa Mahkemesi, bütçe hakkını hatırlattı size. Şimdi, Anayasa Mahkemesinin bu kararını, bütçe yasa tasarısıyla bir yandan ayaklar altına almaya çalışırken bir yandan da 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu'nda değişiklik yaparak bu kararın etrafından dolaşmaya çalışıyorsunuz ve nitekim, dün getirmiş olduğunuz düzenlemeyle bunu gerçekleştirdiniz.

Bütçe hakkı, bütçe ödeneklerinin kanunla verilmesini yani Meclis tarafından verilmesini ifade ediyor. 5018 sayılı Yasa'nın 21'inci maddesinin mevcut hâli bütçe hakkının gereğidir. Şimdi, yasanın bu maddesini değiştirerek Maliye Bakanına hiç kimseye hesap vermeden yaklaşık 50 milyar liralık bir bütçe yapma hakkı vermek istiyorsunuz. Ne yapmak istiyorsunuz? Yangından mal mı kaçıracaksınız? Yapmaya çalıştığınız bu işlem hangi vicdana sığar? Kamu mali yönetiminin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun şekilde yürütülmesi bir zorunluluktur. Bu ödeneklerin nasıl kullanıldığının hesabını bile tam olarak vermiyor Hükûmet. Hiçbir şeffaflık söz konusu değil.

Sayıştayın Maliye Bakanlığıyla ilgili raporunda bu açık açık belirtiliyor. Sayıştaya göre, 2015 yılında, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği madde kullanılarak diğer kuruluşların bütçelerinden aktarılan paralarla 41,1 milyar lirayı bulan yedek ödeneğin, 8 milyar liraya yakın kısmının türü, tutarı ve aktarma yapılan idareler açıklanmamıştır. Maliye bu parayı hangi harcamalar için hangi idareye ve hangi tutarda aktardığının hesabını vermemektedir. Hükûmeti bu yasa ve Anayasa tanımaz tutumdan vazgeçmeye çağırıyoruz. Bütçe harcamaları daha şeffaf ve daha hesap verilebilir olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin ekonomik dengeleri hızla bozulmakta ve hükümet ekonomiyi yeniden dengelemek yerine, dengeyi iyice bozacak, ülkeyi bir terör ve darbe kriziyle birlikte ekonomik krize de sokacak sorumsuzca adımlar atmaktan çekinmiyor. Cumhurbaşkanının görevi olmayan alanlara yaptığı müdahaleler, iktisat biliminin temel kurallarına aykırı çıkışları, Hükûmetin bu müdahale ve çıkışlara boyun eğmesi gibi birçok etken Türkiye'de siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı giderek büyütmektedir. Türkiye ancak demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle, insan haklarına saygıyla, düşünce ve basın özgürlüğüyle, komşularıyla barış içerisinde yaşayarak çağdaş dünyanın bir parçası olabilir. Bunlardan uzaklaştığımız sürece çağdaş dünyadan da uzaklaşırız. Sermayenin artık serbestçe dolaştığı, malların dolaşımının giderek serbestleştiği böyle bir dönemde, global bir köye dönüşen bu dünyadan giderek uzaklaşmanın ağır ekonomik sonuçlarını birkaç yıldır yaşıyoruz. Türkiye, demokratikleşme, çağdaşlaşma, Avrupa değerlerine yaklaşma, Avrupa Birliğine tam üye olma, hukuku üstün kılma, insan haklarına saygı, yargının tam bağımsızlığı gibi hedeflerinden uzaklaştıkça ekonomik sorunları da ağırlaşmaktadır.

Türkiye ekonomisinin 2002-2006 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 7,2 olan büyüme hızının 2007-2015 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 3,5'e kadar inmesinin altında bu yanlışlar yatmaktadır. 2016 yılında da büyüme oranımızın yüzde 3'e ulaşma olasılığı giderek azalmaktadır. Nüfus artış hızını da düşersek reel büyüme hızı yüzde 2 bile değildir. Türkiye'de kişi başına düşen gelir yıllardır 10 bin doları bile geçememektedir.

Bu büyüme hızıyla, Türkiye, bırakın yıllar önce seçmeni uyutmak için icat ettiğiniz 2023 hedeflerine yaklaşmayı, dünya ekonomisindeki yerini bile koruyamayacaktır. "2023 yılında 2 trilyon dolar olacak." diye hedef koyduğunuz millî gelir, 2019 yılında 900 milyar dolara bile çıkmayacak. IMF, "2021 yılı sonunda yani 2023'e bir yıl kala millî geliriniz en fazla 965 milyar dolar olur." diyor. AKP'nin 2023 için "25 bin dolar olacak." diye seçim meydanlarında propagandasını yaptığı kişi başına düşen millî gelir de IMF'ye göre 2021 yılında ancak 11.650 dolara çıkacak. Oysa, bundan on yıl önce Türkiye'nin 2023 yılında 2 trilyon dolar millî gelire ve 25 bin dolar kişi başına düşen gelire ulaşması olanaklı gözüküyordu. AKP iktidarları, Türkiye ekonomisinin geleceğini cemaate her istediğini verme, yandaşın cebini doldurma hevesine kurban etmeseydi bu hedeflere ve bu amaca ulaşma şansı oldukça yüksekti. Türkiye'nin zaten kıt olan kaynakları, yetersiz olan tasarrufları, şaşalı törenlerle açılan ancak geçmeyen araçlar, hiç inmeyecek uçaklar, gelmeyecek yolcular, alınmayacak enerji için gelecekte hazinenin kaç milyar dolar ödemek zorunda kalacağı hesapları yapılan yatırımlar yerine daha üretken alanlara aktarılsaydı, Türk halkı kahvehanelerde kâğıt saymak, iş kuyruklarında tespih çekmek yerine ay sonunda cebine giren parayı sayacaktı.

Bütçeler, hükûmetlerin ekonomik programlarının başarısını belirleyecek temel politika aracıdır. Eğer Türkiye ekonomisi son on yılda yüzde 3 civarında bir yıllık ortalama büyüme hızına takılıp kalmışsa, bunda mali politikalarının da önemli bir payı olduğu yadsınamaz. Zaten, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtikten sonra Maliye Bakanı tarafından Anayasa'ya da aykırı olarak âdeta yeniden biçimlendirilen bir bütçe uygulamasının belirleyici olduğu mali politikalardan ekonomik büyümeye katkı beklemek abesle iştigaldir. Türkiye ekonomisinin son on yılda büyüme oranı enerji fiyatlarındaki düşüşe rağmen cari işlemler açığının millî gelire oranı kadar bile değildir. Yani, Türkiye ekonomisi verdiği cari işlemler açığı kadar bile büyüyememektedir. Bunun iki önemli nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Türkiye ekonomisi üretmek için borçlanmak yerine tüketmek için borçlandırılmaktadır. İkincisi de dışarıdan borçlanılan kaynaklar üretken yatırımlar yerine verimsiz ve gereksiz yatırımlara harcanmaktadır. Türkiye ekonomisinin yüzde 4 büyüdüğü 2015 yılında millî gelirin yüzde 4,5'u kadar cari açık verildi. 2016 yılında, Hükûmet, büyümenin yüzde 3,2 olacağını umut ediyor, cari açıksa millî gelirin yüzde 4,3'ünü geçecek. Bu oranlar başka türlü açıklanamaz. Kaldı ki son aylarda Türkiye ekonomisinin büyüme eğilimi aşağı doğru giderken yıllıklandırılmış cari işlemler açığı da yukarı doğru tırmanmaya başlamış. Ağustos ayında yeniden 31 milyara kadar çıkan yıllık cari işlemler açığının, dış ticaret açığının yüzde 14,1 oranında büyüdüğü, eylül ayı sonunda çok daha yüksek bir noktaya yükseldiğini tahmin etmek güç değil.

Türkiye ekonomisi artık yönetilememekte, uçuruma doğru yuvarlanıp giderken geleceğimiz bu gidişi durdurması gerekenlerin oy ihtirasına âdeta kurban edilmektedir. Türkiye, son yıllarda artık çok daha düşük miktarlarda turizm geliri elde etmektedir. İhracatı artık artmamaktadır. Dış politikayla ilgili kararların Türk halkının menfaatleri yerine, birilerinin ihtirasına göre belirlenmesinin Türk halkına ödettiği önemli bir fatura da budur. Türkiye'yi, kişisel gelecekleri için tarihi tahrif ederek çevresindeki bütün ülkelerle çatışmalı ve komşularının toprağında gözü olan bir ülke hâline getirenler, saraylarında keyif çatmalarını sağlayan bu boş kahramanlıklarının faturasını Türk halkına borçluluk, işsizlik, yoksulluk ve açlık olarak ödetmekte hiçbir günah görmemektedirler. "Faize düşmanım." diye sağda solda nutuk atanlar, faiz düşmüyor diye Merkez Bankasını suçlayanlar, Merkez Bankasının belirlediği faizlerden daha yüksek oranlarda faizlerle hazineyi borçlandırıyorlar. The Economist dergisi çeşitli ülkelerde faiz ve benzeri göstergeleri izliyor. Bu derginin izlediği ülkeler içerisinde, Türkiye hem üç ay vadeli hem de on yıl vadeli hazine borçlanmalarında Venezuela'dan sonra en yüksek faizi ödeyen 2'nci ülke konumunda bulunuyor. Dünyada faiz kalmamış, birçok ülkede faiz negatifle ifade edilen oranlara inmişken Türkiye hâlâ ilk sıralarda seyretmeye devam ediyor. Konjonktür bu kadar uygunken hâlâ dünyanın en yüksek faizini ödemek övünülecek bir durum olmasa gerek. "Faize düşmanım" diyerek oy devşirenler, bütçe açığını büyütecek dolayısıyla borçlanmayı artıracak ve yine dolayısıyla faiz oranlarını yükseltecek bir bütçe tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmekten geri durmuyorlar. Bütçe açığını büyütmek geçen yıldan daha fazlasını borçlanacağım demektir. Daha fazla borçlanmak, daha fazla faiz ödemek zorunda kalacaksınız demektir. Bu iktidarın faizi düşürmek gibi bir tasası olmadığını bütün dünya biliyor çünkü faizi düşürmeyi dert eden bir hükûmet bütçe açığını büyüten değil; aksine, küçülten bir programla Türkiye'nin önüne çıkardı.

AKP iktidarı, çalışan, çalıştığı hâlde yoksulluktan kurtulamayan halkımızın umutlarını da üç beş oy için harcamış bir parti olarak tarihteki yerini almaya hazırlanmaktadır. Çok değil, bundan bir yıl önce yapılan seçimlerde kamudaki taşeron işçilere kadro sözü vererek oy toplamış olan AKP iktidarı bu sözünü unutmuştur. 800 bine yakın taşeron çalışanının umutlarını sömürerek oy toplayan AKP iktidarı, bu vaadiyle ilgili olarak en ufak bir adım bile atmamıştır. Kamu kaynaklarını, sermaye sınıfının, yandaşlarının ayaklarına turkuaz halı gibi seren AKP Hükûmeti, çalışan, ekmeğini emeğiyle, alın teriyle, namusuyla kazanan işçiler için kılını bile kıpırdatmamıştır.

AKP iktidarının, Türkiye iktisat tarihinin tozlu sayfalarında Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranına ulaşmış iktidarı olarak yer alacağını biliyoruz. Zira, yüzde 15'e yakın bir işsizlik oranı, Türkiye tarihinde ilk kez AKP iktidarına 2009 yılında nasip olmuştur. Bugün, Türkiye yine yüzde 10,5 resmî işsizlik oranıyla dünya liginde yükselmeye devam etmektedir. Devlet, iş bulmaktan ümidini kesenleri işsiz saymıyor. Bunları da saydığımızda yüzde 20 civarında seyreden bir gerçek işsizlik oranıyla Türkiye işsizlik liginde başa güreşmeye devam ediyor.

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız sözünüzü. Süreniz bitti.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri; 15 Temmuz gecesi Türkiye bir felaketin eşiğinden döndü. Felaketin bıraktığı enkaz büyük. Sonrasında ortaya çıkan tabloya bakılırsa darbe iktidara değil, ülkeye yapıldı; laik cumhuriyete, Atatürk devrimlerine yapıldı. Böyle bir ortamda elbette siyasi görüş farklılıklarını ve tartışmaları bir tarafa bırakmak gerek. Ülke ağır bir krizden geçerken "Geçmişte sen şunu yapmıştın. Sen şöyle yaptığın için bu işler böyle oldu." demenin şu anda kimseye bir faydasının olmadığı da muhakkak. Birliğe, bütünlüğe ve buradan çıkacak ortak akla ihtiyacımız var çünkü ülke ortak akılla ancak düzlüğe çıkabilir. İktidar da muhalefet de birlik, bütünlük mesajları veriyor. Bu iyi bir şey fakat iş mesajdan öteye gitmiyor. Çünkü, iktidar mensupları uzlaşmayı ortak bir akıl üretmek, sorunların üstesinden el birliğiyle gelmek olarak görmüyor; uyguladığı politikalara destek olunması ve herkesin onların yanında hazır olda durması olarak algılıyor. "Gelin benim yanımda durun, benim politikalarıma destek olun, bu felaketi atlatalım" diyor. Böyle uzlaşı mı olur Allah aşkına, arkadaşlar? Uzlaşma, ortak akıl üretmek demektir. Bir felaket karşısında ayrılıkları bir tarafa bırakıp el birliği yapmak demektir. Yoksa, birinin yanına gidip onun politikalarına teslim olmak asla ve asla değildir.

Darbe başımıza zembille inmedi. Sizin on dört yıldır uyguladığınız politikalar neticesinde ülke bu hâle geldi. Beraber yürüdünüz bu yollarda, beraber ıslandınız yağan yağmurda. Bana her şey aynı menzile beraber yürüdüğünüzü hatırlatıyor değerli arkadaşlar. Hâl böyleyken hâlâ kendinizi tek doğru görüp herkesi yanınıza çağırmak akıl alır bir davranış mıdır? Elbette uzlaşmak gerek, elbette birlik ve bütünlük kurmak gerek, elbette bu alçak saldırı karşısında ülkeyi yöneten iktidarın yanında durmak gerek. Yanınızda duralım tamam da, tüm bunlarda sorumluluğu olan sizler nerede duruyorsunuz? Ne yapıyorsunuz? Ne söylüyorsunuz? Yaşadığımız bu yıkımdan çıkmak için ne öneriyorsunuz? Yalnızca sizin aklınızla işler düzelecek olsaydı zaten ülke bu hâle asla gelmezdi.

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayın.

Son bir dakika...

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum. Bir dakika değil.

Kendiniz de söylüyorsunuz: "Aldatıldık, kandırıldık, yanlış yaptık." Darbeden sonra kimseye danışmadan, kimsenin fikrini almadan attığınız adımların ülkeyi daha büyük felaketlere sürüklemediğini nereden bileceğiz? Bir kere daha kandırılmadığınızın, aldatılmadığınızın garantisi nedir? Mesela, dinle hayatı tanzim etme fikrinden vazgeçtiniz mi? Laikliğin ülke için, bilhassa inanç özgürlüğü için çok kıymetli bir değer olduğunu kabul ettiniz mi? Hamasi dış politikanın ülkeyi felakete sürüklediğini anladınız mı? Liyakati bir tarafa bırakıp alnı secde gören adama geçtiğiniz iltimastan, torpile dayalı istihdam politikalarından vazgeçtiniz mi? Dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz diye eğitim sistemini felç ettiniz. Kendini dindar olarak tanımlayan bir grubun neden olduğu felaketten sonra bu görüşünüzü değiştirdiniz mi? Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görüp özgürlükleri kısıtladınız.

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayın.

Son bir dakika...

Buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bağımsız yargıyı, bağımsız medyayı yok ettiniz. Bu konuda farklı bir tutuma yöneldiniz mi? Din, toplumsal ilişkileri düzenleme aracı yapıldığında büyük felaketlere neden oluyor. Bunu görüp kabul ettiniz mi? İktidarın, özellikle Erdoğan ve çevresinin ülkeyi felakete sürükleyen bu alçak darbe sonrası uyguladığı politikalara, siyasette kullandığı dile bakılırsa yukarıdaki sorulara "evet" cevabı vermek neredeyse imkânsız çünkü hâlâ kabadayılığa ve hamasete dayalı bir dış politika var. Bu politikalarla mı bu ülkeyi yıkımdan kurtaracaksınız? Din hâlâ siyasetin odağında. İktidar medyası ayrımcı yayınlarına devam ediyor. Atılan adımların önemli bir kısmı ülkeyi düzlüğe çıkarmaktan daha çok, iktidarı sağlama almaya yönelik. Hâl böyleyken bir uzlaşmadan bahsetmek olacak şey değil. Ülke ağır bir enkaz altında. Harp okullarını kapatalım. Genelkurmay Başkanı Başbakana bağlıyken, kuvvet komutanlarını Savunma Bakanına bağlayıp TSK'yı zayıflatalım. TSK'ya imam-hatip mezunu da alalım. MİT'i, Genelkurmayı Cumhurbaşkanına bağlayalım, yargıyı da Cumhurbaşkanı dizayn etsin. Medya da Cumhurbaşkanına göre tutum belirlesin. Herkes Cumhurbaşkanına tabi olsun, her şeyi Cumhurbaşkanı kontrol etsin. Ülkeyi polis devleti yapalım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çam.

Son cümleleriniz...

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

Bu politikalarla mı ülkeyi yıkımdan kurtaracaksınız? Olacak şey mi arkadaşlar? Gerçekten ne yaptığınızın farkında mısınız? Cumhurbaşkanının tek adam olma çabası ülkeyi bu felakete sürüklemedi mi? Bu apaçık ortadayken alçak saldırıdan sonra bile benzer politikaları sürdürmek olacak şey midir? Hem bildiğini okumak hem de bir uzlaşıdan bahsetmek... Bu, uzlaşma değil, ülkeyi yıkıma götüren yanlış politikalara ortak olmaya çağırmaktır. Uzlaşma, miting meydanlarında muhalefet liderleriyle poz vermek değil; hatalardan ders çıkarıp doğru politikaları bulmak için başkalarının görüşüne değer vermektir, sorunların üstesinden gelmek için ortak akılla politika üretmektir, el birliği yapmaktır. Yanlış yapıyorsunuz. İşin şakası yok. Türkiye ağır bir yıkım yaşadı. Bu nedenle, enkazdan çıkmamız için gerçek bir demokrasiye ihtiyacımız var. Kabadayılıkla, hamasetle değil, aklıselimle üretilecek iç ve dış politikalara ihtiyaç var. Bağımsız yargıya ihtiyacımız var. Olaylara tarafsız bakan farklı düşüncelerin rahatça dillendirildiği bağımsız medyaya ihtiyaç var. Bütün yetkilerin tek bir kişide toplandığı değil; güç ve yetkinin paylaşıldığı, sağlıklı işleyen, denetlenebilir bir sisteme ihtiyacımız var. Gerçek anlamda iç barışı sağlayacak adımlara ihtiyacımız var. Ülkemiz yapılan bu saldırıyı başka türlü atlatamaz.

2017 bütçesinin hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoşgörünüz ve müsamahanız için teşekkür ederim.