Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 02 .11.2016 |
NİMETULLAH ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarımız ve kıymetli misafirler; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.
Bu çalışmanın, bütçemizin halkımıza, ülkemize hayırlı olmasını, yararlar getirmesini temenni ediyorum.
Bildiğiniz gibi, her çalışmanın, her çabanın, her amelin temelini niyet oluşturur ve o niyete mebni olarak da o çalışma ve programlar amacına uygun bir şekilde hayata geçirilir. Tek tek insanların niyetiyle ilgili sorgulama yetkisi hiç kimseye verilmemiş. Yani, hiçbir insanın hakkı yoktur ki herhangi birisinin niyeti üzerinden, niyet okuyarak onunla ilgili bir kanaat yürütmüş olsun. Ancak programlar yani ortaya konan, ete kemiğe bürünmüş programlar insanın o niyetini de tayin eder, açığa çıkarmasa da o niyetini peşinden sürükler. Yani iyi niyetle yola çıkarsınız ama sonuç itibarıyla da o niyetinize muvafık bir program olmazsa sizin o iyi niyetinizin de çok da bir tesiri olmaz.
Şimdi, isteriz ki bu bütçenin bir barış bütçesi rengini, kokusunu, tadını, yani bu bütçeyi ele aldığımız zaman, konuştuğumuz zaman bundan barışla ilgili birtakım güzel ahenk ve etkileri edinmemiz gerekiyor; başlangıçta böyle bir arzumuz var. Eğer savaş bütçesi zehabına yol açarsa haksız bir zehap bile olsa bu her şeyden önce bu çalışmanın, bu çabanın faydadan ziyade, maslahattan ziyade mefsedeti de, bu riski de taşıyıcı özelliğiyle ortaya çıkar. Çünkü insan amelenin, çabasının, çalışmasının bu dünyada iki tane yolu var: Bunlardan bir tanesi mefsedete çıkıyor, bir diğeri de maslahata çıkıyor. Dolayısıyla, bu mefsedetin yani zararın giderilmesi noktasında bu tür çalışmaların çok büyük bir önemi haiz olduğuna inanıyorum.
Bakınız, hem içeride hem de dışarıda maalesef bir savaş atmosferinin, bir savaş ateşinin, bir yangının tam ortasındayız. Yani, uzun süre "Bunun adı savaş değil, başka şeylerdir." dedik, farklı birtakım isimlendirmelerle hâlen bunu bu şekilde tanımlamaya çalışıyoruz ama hem içeride hem sınırların dışında şöyle bir herkes oturup ülkenin mevcut pozisyonuna, durumuna, gidişatına bakarsa ülkenin tam da gerçekten de bir savaşın içerisine ve gönüllü bir şekilde girdiğine şahit olur. Ve bu savaş da... Şimdi, öyle savaşlar var ki, bildiğiniz gibi, kabul edilebilir savaşlardır. Yani, insan veya bir ülke, bir topluluk, bir kabile -tarihte sürekli insanoğlu var olduğu günden beri de bunlar olagelmiş şeylerdir- herhangi bir saldırıya uğrar, bir düşman istilası olur, işte bir Haçlı -ne bileyim- tarihteki bir Moğol isyanları gibi birtakım saldırılara maruz kalır ve son, Kurtuluş Savaşı dediğimiz dönemlerde işgal altında olur ve el ele, omuz omuza vererek o savaşa hep birlikte gönüllü bir şekilde katılırlar ve böyle bir savaşmayı da onur addederler, ki yakın tarihimizde bu ülkede hem Kürtler hem Türkler ve yaşayan bütün topluluklar, bütün inanç grupları Ermeni'si, Müslüman'ı, Süryani'si, Hıristiyan'ı ve Arap, Kürt, Türk, Laz, Çerkez neyse böyle bir durumda, böyle bir riskte bu şekilde bir onur savaşı mücadelesinde de kendilerini ortaya koymuşlar ve ispatlamışlar. Ama bugün gördüğümüz savaş müminin müminle yani kardeşin kardeşle savaşıdır. Bu kan bize haram kılınmış yani şu anda Orta Doğu'da sonuçta üzerinde cereyan edilen yani savaş meydanı dediğimiz coğrafya bir İslam coğrafyasıdır. Bu savaşın şu anda kurbanları yine bu İslam coğrafyasının evladıdır ve biz her birimiz âdeta bu savaşın gönüllüsü olma noktasında her gün savaşla yatıp savaşla kalkıyoruz.
Ben izninizle Hazreti Peygamberi hayrete düşüren bir olayı anlatmadan onun ifadesini sizinle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi Kureyş Kabilesi'ne mensup Hazreti Peygamber. Yani bugünkü tanımlamayla işte mensup olduğu -aidiyeti, etnik kimliği vesaire nasıl tanımlarsanız tanımlayın- ait olduğu toplum, topluluk Kureyşliler. Ve şöyle bir ifadesi var Kureyşlilerle ilgili: "Hayret doğrusu savaş Kureyş'i yedi bitirdi." diyor.
Değerli arkadaşlar, savaş değer üretmez, savaş değerleri tüketiyor, savaş değerleri yiyip bitiriyor yani yılların, yüz yılların, belki insanlığın mirası olan değerleri maalesef savaş tüketip bir tarafa atıyor. İşte bu atmosferde, bu şartlarda sorumluluk daha fazla artıyor yani sizleri tenzih ederek söyleyeyim ama şahsım için konuşuyorum hem bu dünyada bunun bir mesuliyeti var hem de öbür dünyada bunun hesabını öyle kolay kolay vermek mümkün değil. Sonuçta insanlar ölüyor, bu şekilde insanlar üzerinden değerler tüketiliyor. Şimdi bölgede yaşadığımız şu anda sıkıntı ve gerçekler var. Şu anda yaşadığımız ortam olağan bir ortam, normal koşulların hâkim olduğu bir ortam değil. Belki Ankara'dan farklı görülebilir ama bölgeye giden, bölgede çalışan, ziyaretler yapan, istişarelerde bulunan her bir arkadaşımız eminim ki -yanılmış olsam da bağışlayın- o ziyaretlerinden sonra sunacağı raporlarda, yapacağı görüşmelerde, istişarelerde kanaatinin ne kadar da değiştiğini kendisi bizzat fark edecek ve itiraf edecek. Bakınız, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine kayyum atandı. Yani yıllardır Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış, bir partinin genel başkanlığını yapmış, milletvekilli olarak bu sıralardan gelmiş geçmiş bir başkanı işte ansızın alıyorsunuz ve bir rehine gibi bir yerde tutuyorsunuz üç beş gün, sonra muhakeme süreci çalışıyor gibi bir işleme tabi tutuyorsunuz ondan sonra da Kandıra Cezaevine alıp gönderiyorsunuz. Bununla da yetmiyor arkasından da Ankara'dan bir kaymakamımızı "Haydi sen de git orada, sen kayyumsun, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini git, yönet." Ya, şimdi tamam belediye başkanı suçlu onu aldınız, peki bu kayyumun suçu ne? Yani bu adam ne yapacak?
Bakınız ben bir hafta önce Diyarbakır'daydım. Diyarbakır Valiliğinin üzerinde bulunduğu caddede trafik çalışmıyor. Gidiş gelişler yok, araçlar seyretmiyor. Belediyelerin etrafı hakeza böyle. Bariyerlerle vesaire çevrilmiş. Oradaki güvenlik görevlilerini öyle bir hâletiruhiyeye teslim etmişiz ki... Sayın Bekaroğlu sizin mesleğinizin geleceği var, ben bunu söyleyeyim, hem biz bölge insanı hem bölgede görev yapanlar başta güvenlik güçleri olmak üzere hiç kimsenin artık psikolojisi sağlıklı değil. Kar maskeli, ellerinde tuhaf tuhaf silahlar... Biz bir esnaf ziyaretine gittik. Bizden önce gaz atılmış yani gözlerimizi kapatarak esnafa bir selam veriyoruz, gidiyoruz, geliyoruz; Diyarbakır bu durumda.
Bakınız "Şırnak" diye bir ilimiz artık yok. Lütfen heyetlerinizi bir gönderiniz, oradaki valilerinizle, kaymakamlarınızla, parti görevlilerinizle biraz daha kapsamlı çalışmalar yürütün. Şu anda Şırnak'ta yüzde 80'i yıkılmış bir kent harabesi var, bir harabe var. 1990'lı yıllarda "Aman burada tehlike var, terör var." denildi ilçeyken ile dönüştürüldü, bir müddet devam etti sonra geçen dönemde burada da söz konusu oldu. "Haydi Şırnak'ı tekrar ilçe yapalım." tartışmaları yürütüldü. O da kesmedi, şu anda Şırnak tamamen âdeta yani seksen bir vilayetin şu anda... Ülkenin seksen vilayeti var desek herhâlde hakaret etmiş sayılmayız.
Silopi'de bölge gezisini yaptığımız için paylaşmak istiyorum. Tabii arkadaşların inanıp inanmama hürriyetleri var. Ama bunların mübalağa olmadığını da göreceksiniz. Silopi'de yüzde 85'le belediye kazanılmış. Belediye başkanı dışarıda. Dediniz ki: "Gültan Kışanak teröre şöyle yaptı, dağa şunu gönderdi." vesaire, aldığınız cezaevine koydunuz. Silopi Belediye Başkanı dışarıda, kayyum atanmış ve yüzde 85 oyla da seçilen bir başkan. Şimdi biz 15 Temmuz darbesini haklı olarak eleştirirken, o teşebbüsü, başarısız darbe teşebbüsünü eleştirirken bu uygulamaların adını koymayacak mıyız? Yani bu uygulamaların adı darbe değil mi? Bakınız ben Şırnak'ta bir heyetle görüştüm, tabii Şırnak'a gitmek mümkün değil, Cizre'de görüştüm. Yıkılan yani tam yıkılmamış ama enkazın ve binaların yıkım ihalesini üstlenen orada yerelde gruplar var. Bölmüşler, bölüştürmüşler Şırnak'ın o mahallelerini ve orada o yıkımın, o enkazın ortadan kaldırılması ihalesi var. Bize söylenen şu: Evleri yıkılanlar eşyalarını almak üzere gitmişler ve evlerine sokulmamışlar. Biz bu ihaleyi içindeki eşyayla beraber almışız, biz burayı yıkarken o eşya da bize aittir. Böyle bir gerçek var. Ya insanların mahremi, insanların evi, insanların eşyası, mutfağı -bağışlayın- yatak odası. Yani giremiyor, adam kendi eşyasını gidip toplayamıyor ve en son da çadırlarda kalan şu anda da üzerlerine kar geldi gelecek, o mahkûmiyeti yaşayan o insanlara devletin, Hükûmetin, iktidarın somut olarak sunduğu hiçbir şey yok. "Burayı terk edin." diyorlar, "Bunun karşılığında biz gideceğiniz yerde sizin kiranızı karşılayacağız." "Biz terk etmiyoruz, burası bizim." diyorlar, "Burası bizim memleketimiz, bize karışmayın, biz enkazımızın altına da gideriz, bir çaresini buluruz. Elbette ki bunun da bir çıkış yolu olacak." diyorlar ama nafile.
Değerli arkadaşlar, bakınız şu anda insanların ülkemizde rızık endişesi var. İnsanların rızkına el uzatılıyor, ekmeğiyle oynanıyor, işinden gücünden ediliyorlar. Bu yapılırken de ciddi anlamda bir sorgulama, bir soruşturma yok.
Ben bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum. 12 Eylül darbesinde bölgede Anayasa oylamasında "hayır" oyları biraz yüksek çıkınca bizzat cuntanın başındaki zat, o işin sorumlusu olarak bölgenin imamlarını, hocalarını, melelerini, seydalarını sorumlu tuttu. Dedi ki: "Aleyhime çalıştılar, çıkıp hutbelerde, minberlerde, kürsülerde, camilerde Anayasa'nın aleyhinde oy verilmesi yönünde propaganda yaptılar ve ben bundan dolayı da buralarda düşük oy aldım." Bu insanlara uygulanan ceza neydi biliyor musunuz? Yer değiştirdi adam. Şu anda benim kendi bizzat danışmanım olmak üzere ne bir sorgulama ne bir ifade... Ya savunma diye kutsal bir hak var. karşınızdaki sizin -tenzih ederek söyleyeyim- baba katiliniz de olsa onun bir savunma hakkı var. Şu anda benimle çalışan bir danışman El Ezher mezunu, ilahiyat mezunu, gazetecilik mezunu, Arapçası, İngilizcesi yerinde ve imamken bizimle beraber buraya gelen bir danışmanın sorgusuz sualsiz ihracı yapılıyor. Ve biz adaletten, biz eşitlikten, biz dinden dindarlıktan da vazgeçmiyoruz. Ya başımızı iki avucumuzun arasına alıp bunları bir konuşmamız, düşünmemiz lazım. Genel konuşuyorum bakınız.
Şimdi bakınız son dönemlerde bizim yani terminolojide yani siyasi terminolojiye bu beka meselesi de girdi. "Efendim işte bizim beka sorunumuz var, dolayısıyla bu affedilemez, bu beka konusunda da asla ve asla hiçbir taviz verilmeden neye mal olursa olsun biz bunun gereğini yaparız." gibi bir anlayış sahibi olduk.
Değerli arkadaşlar, beka Allah'a ait zati bir sıfattır yani Amentü'de çocukken her birimizin ezberlediği Amentü'nün ilk şartı olan Allah'a imanın zati sıfatlarından bir tanesi bekadır. Biz bunu getirdik iktidara ve devlete, Hükûmete bu sıfatı getirdik, tabiri caizse yakıştırdık. Kitaplardan biz bunu okuyorduk. Emevi, Abbasi dönemlerinde sultanlara, krallara, padişahlara "zıllullah" diye hitap edilirdi yani yeryüzünde Allah'ın gölgeleri. Emin olun sizin bugünkü beka ortaya koyduğunuz yani kutsal anlamda bekayla dünün zıllullah yani Allah'ın gölgesi anlayışı arasında hiçbir fark yok. Yazıktır bunlar yani. Nereye gidecek tabii biz de bilmiyoruz.
Şimdi, tabii ekonomide alandan bakınca dün Sayın Bakanım da söyledi, bizim yüzümüz millete dönüktür. Millet tabii nasıl söylese ne derse biz ona göre hareket ederiz.
Sürem de tamam değil mi Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Süreniz bitiyor, bir dakika.
NİMETULLAH ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Ben onu da tamamlayayım.
Şimdi milletten bakınca bir ekonomik kriz beklentisi var. Ben bu işin erbabı değilim, fazla da ekonominin teknik bilimsel yönleriyle ilgilenip de cehaletimi çok da izhar etmek istemiyorum ama vatandaş açısından baktığınız zaman böyle bir risk görüyorum. "Durgunluk var." diyor esnaf onların ifadesiyle "Tık yok diyor. "Borçlanma çok fazla yani kamuda devletin israfla ilgili herhangi elle tutulur bir tedbiri yok." diyorlar. Bu derecelendirme kuruluşlarının açıklamaları vesaire bütün bunları birleştirdiğiniz zaman kamudaki, daha doğrusu halktaki kriz beklentisi riski daha çok artıyor.
Ben sözlerimi tamamlarken çevre dostu bir bütçe, sömürüye karşı bir bütçe, israfa duyarlı bir bütçe, ranta tavır almış bir bütçe, faiz, tefecilik konusunda son derece kararlı bir bütçe olmasını temenni ediyorum. İleriki konuşmalarımızda bu şeffaflıkla ilgili de söyleyecek birkaç sözüm var eğer fırsat verilirse onları da paylaşmak isterim.
Sabırla dinlediğiniz için hepinize saygı sunuyorum.