| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 02 .11.2016 |
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, saygıdeğer Komisyon üyeleri, değerli bürokratlar, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının değerli temsilcileri, sayın basın mensupları; öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum.
2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nı önemli ekonomik ve toplumsal olayların ve sorunların içerisinde görüşmekteyiz. Bilindiği gibi, 15 Temmuzda Türkiye hain bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerine sızan FETÖ'cü teröristler millete silah doğrultmuş, millî iradenin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisine bomba atmıştır. Bütün siyaset kurumlarına, Türk milletinin ve devletinin birlik ve bekasına yönelik bu kalkışma, Türk milletinin engin feraseti, demokrasiye olan bağlılığı, azim ve kararlılığı sayesinde önlenmiş, demokrasi uçurumdan dönmüştür.
15 Temmuzdan bu yana F
ETÖ'yle mücadele edilirken, PKK kanlı saldırılarına ara vermeden devam etmektedir.
Bu vesileyle, bir kez daha şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar milletimize de başsağlığı diliyorum.
Çok şükür ki Türkiye ekonomisi darbe girişiminden darbecilerin umduğu ölçüde olumsuz etkilenmemiştir. Ancak Türkiye ekonomisinin zamanında alınmayan yapısal tedbirlere bağlı olarak önemli problemleri bulunmaktaydı ve hâlen de bu sıkıntılar devam etmektedir.
Kuşkusuz, bütçede, ekonomik ve sosyal hayatla bağlantılı tüm sorunların bir bütün olarak ele alınması, politika ve hedeflerin de bu bütünlük içinde geliştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye ekonomisi münhasıran darbe girişiminden olumsuz etkilenmemiş olsa da, üretimin artırılamaması, işsizlik ve yoksulluğun kronik hâle gelmesi, gelir dağılımı adaletsizliği, enflasyonun hedeflenen oranlara çekilememesi, borçlanma gibi ekonomik sorunlarla birlikte, her alanda yaşanan yozlaşma, sosyal yarılma, kamu yönetimindeki kapasite sorunları, kayırmacılık ve adaletsizlik gibi yönetsel sorunlarla karşı karşıyadır.
Tasarruf, dış ticaret ve cari açıklar ekonominin başat sorunları olmaya devam etmektedir. İş aramayıp da iş bulduğunda çalışacak durumda olanlar dâhil edildiğinde işsizlik oranı yüzde 18'ler civarındadır.
Toplumun önemli kısmı bankalardan alınan krediler yüzünden "rehine" durumdadır. Tüketicilerin büyük bir kısmı da kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediği için takiptedir. Kişi borcu ve özel sektör borcu sürdürülemez hâle gelmiştir. Bu problemlerin aşılabilmesi için reformist bir anlayışla, ekonomideki yapısal tedbirlerle birlikte, başta hukuk olmak üzere, idarenin bütünlüğünü esas alan bir kamu yönetimi ve personel rejimi reformu, millî bir eğitim reformuyla, erişilebilir ve sürdürülebilir bir sağlık ve sosyal güvenlik reformunun gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
On dört yıllık iktidarı döneminde AKP, birçok mevzuat değişikliği yapmış, ancak yapılan değişiklikler sonradan tekrar tekrar değişikliğe uğramıştır. Bu durum, özellikle temel konularda oluşturulmuş sağlam politikaların olmadığını, âdeta ne yapılacağının bilinmediğini göstermektedir ki, yine bu durum mevzuat kirliliği bir yana birçok mağduriyete, ekonomik ve sosyal kayba da sebep olmaktadır. Türkiye'nin önünü açacak, 21'inci yüzyılda lider ülke olmasını sağlayacak hamleler yerine bir fasit daire içinde dönüp durulmaktadır. Hiç kuşku yok ki Türkiye'nin millî ve manevi değerlerdeki aşınma, sosyal yarılma ve devlet hayatındaki yıpranmanın önüne geçmek için topyekûn bir onarıma ihtiyacı bulunmaktadır.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli üyeler; Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı'yla vergi gelirlerinin millî gelir içindeki oranında 0,4 puanlık bir artış hedeflenmektedir. Orta Vadeli Programda sosyal güvenlik primleri dâhil vergi yükünün yüzde 30,4'ten yüzde 30,8'e çıkacağı görülmektedir. Ülkemizde vergi yükünün yüksekliği dikkate alındığında, kamu harcamalarının da tasarrufa dayalı yapılmasından ziyade artan vergi yüküyle finanse edilmesi doğru olmayacaktır. Vergilerdeki artışın, yapılan son düzenlemeler neticesinde, ÖTV artışı gibi dolaylı vergiler üzerinden yapılması, zaten toplam vergiler içinde çok yüksek olan dolaylı vergilerin payını daha da artıracak, vergi sistemi daha adaletsiz hâle gelecek, gelir dağılımını olumsuz etkileyecektir. Devletin en büyük gelir kaynaklarından birisi olan vergiler Hükûmetin ekonomi politikalarının önemli bir unsuru hâline gelmiştir. Vergilemede gelir dağılımının ve fiyat istikrarının sağlanması gibi etkiler beklenirken, verginin sadece harcamaların finansmanı çerçevesinde değerlendirilmesi "adalet" kavramını da zedelemektedir. AKP hükûmetleri döneminde dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içerisindeki payı sürekli bir artış eğiliminde olmuştur.
Öte yandan, kayıt dışılık Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal sorunlarından birisidir. Vergi adaletinin tesis edilememesi kayıt dışılıkla mücadeleyi de zorlaştırmaktadır. 2017 yılında özelleştirme gelirlerinin de içinde olduğu yaklaşık 15 milyar TL sermaye geliri hedeflendiği görülmektedir. Mevcut şartlarda bu denli yüksek bir sermaye gelirinin sağlanamayacağı düşünülmektedir. Bu durum bütçe açığı hedeflerinin aslında beklenenin üzerinde olabileceğine yönelik riskleri artırmaktadır.
Çok iddialı hedeflerle ortaya konan Varlık Fonu gelirleri noktasında bütçeden ya da diğer kamu birimlerinden bir aktarım olup olmadığı belli değildir. Eğer bir aktarım varsa bunun büyüklüğünün bilinmesi gerekir. Aktarım yoksa, fonun kaynaklarını neler oluşturacaktır? Bu hâlen cevap verilmesi gereken bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Varlık Fonu'nun işleyişi hakkında daha şeffaf olunması ve fonun işleyişinin hesap verebilir olması gerekmektedir.
Personel giderlerinin millî gelir içindeki oranının 0,2 puan düşeceği öngörülmektedir. Bu durum ya personel sayısında bir azalma ya da maaş ve ücretlerde görece azalma anlamına gelecektir. Esasen, personel rejimindeki temel sorun insan gücü fazlalığından ziyade, kamu çalışanlarının verimsizliğidir. Esasen, öncelikle, devletin yapacağı işler belirlenmeli, ardından buna uygun teşkilat yapısı oluşturulmalı ve buna uygun insan gücü ihtiyacı belirlenmelidir. Ancak bir yandan güvenliğe kadar birçok asli devlet hizmeti özelleştirilirken bir yandan da inşaat işlerinin devlet eliyle yürütülmekte olması bir çelişkidir.
Diğer bir konu, kamuya personel alımında objektif, nesnel kuralların kaldırıldığı ya da esnetilmesi meselesidir. Yazılı sınavların etkinliğini ve ağırlığını ortadan kaldıran uygulamalar doğru değildir. Bu yaklaşım, liyakatin yerini kayırmanın alacağı çarpık bir yapı oluşturacaktır.
Mal ve hizmet alım giderlerinin nominal olarak 2016 yılının gerisinde kalacağı görülmektedir. Kamuda çok ciddi bir tasarruf paketi olmadığı dikkate alındığında bunun gerçekçi bir hedef olup olmadığı tartışmalıdır.
Cari transferlerin millî gelire oranlarında bir gerileme öngörülmemektedir. Sosyal amaçlı transferlerin gözden geçirilmesi ve verimsizliklerin azaltılması noktasında çalışmaların sınırlı kaldığı düşünülmektedir. Bu konuda daha önce defaatle ortaya konulan politikalar bir türlü hayata geçirilmemektedir. Özellikle sosyal yardımlarla istihdamın bağının kurulması elzemdir. Bunun net bir biçimde kurularak hayata geçirilememesi hâlinde sosyal yardımlar istihdamın önünde engel olabilecek, kayıt dışılık için ise bir teşvik unsuru olmaya devam edecektir. Devlet olarak, çalışanları ve alın teriyle gelir elde edenler bir mekanizmayla cezalandırırken, çalışmayan ya da sosyal yardım kesilmesin diye kayıt dışı çalışıp vergi vermeyenleri ödüllendirmekteyiz. O yüzden, gerçek muhtaçlar belirlenerek onlara bugünkünden daha fazla destek sağlanmalı, daha iyi şartlarda yaşamlarını sürdürmeleri temin edilmelidir.
2015 yılı itibariyle, yüzde 10'luk dilimler hâlinde bakıldığında, nüfusun yüzde 80'i gelirin yüzde 53,5'ini alırken, nüfusun en zengin yüzde 20'si gelirin yüzde 46,5'ini almıştır. Bilindiği gibi, Türkiye, 34 OECD üyesi ülke içerisinde Meksika ve Şili'den sonra gelir eşitsizliğinin en kötü olduğu üçüncü ülkedir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan gelir ve yaşam koşulları araştırması 2015 sonuçlarına göre, ciddi maddi yoksunluk oranı 2014 yılında yüzde 29,4 iken, 2015 yılında yüzde 30,3'e yükselmiştir. Araştırmaya göre, evden uzakta bir haftalık tatili karşılayamayanların oranı yüzde 71,4, beklenmedik harcamaları karşılayamayanların oranı ise yüzde 32,6 olmuştur. Yoksullukla mücadele şüphesiz sağlıklı bir yatırım, üretim ve istihdam zincirinin oluşturulması suretiyle önlenebilecektir.
Yatırımların millî gelir içindeki oranında artış görülmektedir. Ekonominin büyüklüğü açısından yatırımlardaki artışı olumlu buluyoruz. Üretimi ve istihdamı artırıcı politikaları hep destekledik, desteklemeye devam edeceğiz. Ancak merak ettiğim husus, Kamu Özel İşbirliği kapsamında kamunun ödemesi gereken taahhütlerin bedellerinin büyüklüğü nedir ve bunlar sermaye giderlerinde mi görülmektedir? "Bugünü kurtaracağız." derken yarınımızı ipotek altına sokma riskinin bulunduğu kamu-özel işbirliği kapsamında bulunan yatırımlardaki kamunun uzun vadeli yükümlülükleri ne kadardır? Bunun borçlanma gereğimize etkisi ne kadar olacaktır? Maliye Bakanlığı ve Hazine bunun hesabını yapmakta mıdır?
Türkiye, güçlü bir büyüme potansiyeline sahip olduğu hâlde, on dört yıllık dönemde, yanlış tercihler neticesinde, yüksek oranlı ve istikrarlı büyümeyi yakalayamamıştır. Şüphesiz iç ve dış gelişmeler bu süreçte etkili olmuştur. Ancak esas etken, gerekli reformların zamanında yapılamamasıdır.
Türkiye'nin AKP idaresinde 2003-2015 dönemi büyüme ortalaması yüzde 4,7 iken, 1924-2002 döneminde büyüme ortalaması yüzde 4,9 olmuştur. Üstelik 2003 öncesi ekonomi üretime dayalı büyürken son yıllardaki büyüme istihdam yaratmayan bir büyüme olmuştur. 2003-2014 döneminde Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler yüzde 6,3 büyürken Türkiye ekonomisi sadece yüzde 4,7 büyüyebilmiştir. Türkiye, bu sürede, gelişmekte olan ülkelerden yıllık ortalama 1,6 puan daha az büyümüştür. 1990-2002 döneminde ise, gelişmekte olan ülkeler ile büyüme farkımız sadece 0,4 puan idi. Bu tabloya göre, Türkiye, on dört yıllık AKP döneminde ekonomi performansında rekabet içinde olduğu emsali ülkelerin gerisinde kalmıştır.
Bütçe açığının millî gelire oranı yüzde 1,9 olarak belirtilmiştir. Ülkemizin içinde bulunduğu zor şartlarda bütçe açığının millî gelire oranının yüzde 2'nin üzerine çıkma riski bulunmaktadır. Bu da ödeme güçlüğümüzü, faiz oranlarımızı, kredi notumuzu ve dolayısıyla sermaye girişleri ve yatırımlarımızı etkileyebilecektir. Bu çerçevede, harcamalarda ve gelirlerde etkinliği sağlayacak daha reformist politikaların hayata geçirilmesi şarttır. Ancak açıklanan orta vadeli programda özellikle bütçeyi reforme eden yeni adımların atılacağına dair emareler bulunmamaktadır.
Kuşkusuz bütçenin önemli bir kara deliği sosyal güvenlik harcamalarıdır. Sosyal güvenlik sistemi hukuki boyutu itibarıyla uygulanabilir, mali boyutu itibarıyla sürdürülebilir ve ilgili taraflarca kabul edilebilir bir yapıda olmalıdır. Sosyal güvenlik sistemine bütçeden yapılan toplam transferler 100 milyar TL'yi aşmış durumdadır. 2016 tahminine göre, 2017 yılında 10 milyar TL ilave transfer öngörülmektedir. Bu durum bu kara deliğin her geçen gün büyümekte olduğunu göstermektedir. Nüfusumuzun hızla yaşlandığı bir ortamda sistemin sürdürülebilirliği önemli bir risk teşkil etmektedir. Bu risk sadece sistemin sürdürülebilirliğini değil bütçe dengelerini de tehdit etmektedir. Acaba bu konuda Hükûmetin almayı planladığı ilave bir tedbir bulunmakta mıdır? Bütün gelişmelerin neticesinde, 2017 yılında, bir önceki yıla göre, brüt iç borç stokunun 23 milyar TL, brüt dış borç stokunun ise 12 milyar TL artmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Toplamda 35 milyar TL'lik bu artış da hazinenin 2017 yılında finansman programının zorlu geçeceğini göstermektedir. Bu çerçevede, hazinenin ihtiyati olarak bulundurduğu para dâhil nakit durumu ne kadardır ve 2017 yılında böyle bir bütçe yapısında ödemeler ve finansman konusunda sıkıntı yaşanacak mıdır?
Sonuç olarak, 2017 yılı bütçesi belirgin bir hedefi ve önceliği bulunmayan, daha çok devlet çarkının döndürülebilmesine yönelik olarak yıl içinde elde edilmesi öngörülen kaynakların toplanmasına ve toplanan gelirlerin gider tertiplerine dağıtılması ve harcanmasına yetki veren, bir gelişme stratejisi ve vizyon ortaya koyamayan, makro hedeflerden emin olunmadığı bir bütçe olarak değerlendirilmektedir. Bütçe, sürdürülebilir nitelikli bir büyüme vadetmemekte, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına çözüm getirmekten uzak bulunmaktadır. Öngörülen makro büyüklüklerin gerçekleşmesi vatandaşlarımızın üzerine ilave yükler getirilmesiyle ancak mümkün olabilecektir. Bütçeyle, kamu çalışanları ve emeklilerin, çiftçinin, esnafın, dar ve sabit gelirlilerin refahında ilave bir artış olmayacaktır. Yatırımlarda istenen sıçrama yapılamayacak, yeterli üretim artışı sağlanamayacak, işsizlik önlenemeyecek, adil bir gelir bölüşümü sağlanamayacaktır. Oysa, Türkiye'nin, millî bir birlik ve bütünleşmesini sağlayıp küresel güç hâline gelmesini temin edecek yeni bir gelişim hamlesini başlatması zorunludur.
Bütçede bunları göremediğimizi ifade ederek 2017 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.