KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan bir sitemde bulundu arkadaşımıza "Teşekkür eder insan." diye. Sayın Bakan, teşekkür ediyoruz elbette ama görevlerini yaptıkları için teşekkür bekleyen ülke siyasetçileri ve bürokratları herhâlde sadece bizim ülkede var. Yani yolları yapacaksınız, vergi toplayacaksınız, bunları adil bir şekilde harcayacaksınız, bunun karşılığında bir teşekkür beklemeyeceksiniz.

BAŞKAN - Yok, muhalefet iltifata tabidir...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ama biz teşekkür ediyoruz size. Bu, "Teşekkür edin." sözünü niye kullandığınızı da az çok anlıyorum. Yani "İyi bir şey yapmıyor muyuz? Muhalefet sürekli bir şekilde eleştiriyor." Ya, öyle değil Sayın Bakanım. Yani eleştiri aslında hükûmetleri besleyen en önemli kaynaklardan biridir, eleştirmemiz gerekiyor.

Size bir tane örnek vereceğim: İyi yapmıyorsunuz da çok yol yapıyorsunuz. Bunun için teşekkür gerekmiyor, göreviniz ama teşekkür ediyoruz.

Şimdi, yıllar önce Karadeniz Sahil Yolu yapılırken hani çevreciler var ya bu marjinal insanlar filan, işte eleştirildi "Bu yol şu şekilde sorunludur...", "Oo, siz her şeye karşı çıkıyorsunuz. Olur mu böyle bir şey?" Kıyamet koptu, anarşistler, şunlar, bunlar, söylenmedik şey bırakılmadı. O gün Karadeniz Sahil Yolu yapılırken en önemli itirazlardan bir tanesi, bu yolun şehirlerden, şehir merkezlerinden kotunun yüksek olacağı -mecburen, deniz dolduruluyor- dolayısıyla ileride sel baskınlarında suların denize akamayacağı, o nedenle bu yolun mühendislik olarak da yanlış olduğu söylendi, kıyamet koptu, mahkûm edildi herkes, taşlandı.

Şimdi, yıllar sonra bunu gördük, geçen ekim ayında Beşikdüzü'nde ortaya çıkan bir sel olayında da Hükûmetin bakanlarından biri bunu acı bir şekilde itiraf etti, dedi ki: "5 metre, 4 metre kot yüksek. Bütün bu sahilde bulunan yerleşim merkezlerinde şehirleri yükseltmenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz." Dolayısıyla, eleştirilere dikkat etmek gerekiyor, kim yaparsa yapsın, bu eleştirilere dikkat etmek gerekiyor.

Şimdi, 2017 yılı bütçesini konuşuyoruz, 2015 yılı kesin hesabını konuşacağız, konuşuyoruz. Bütçeyi takdim konuşmanızda, orta vadeli programın giriş cümlelerinde de istikrarlı büyüme, rekabetçi zemin, toplum ve toplumun refahını yükseltme gibi amaçlar ortaya konulmuş. Çok yuvarlak, güzel temennilerde bulunulmuş. Aslında böylesine metinlerde, konuşmalarda yapılan rutin şeyler. Bu, mümkün mü? Yine, sizin bütçe konuşmanızın sunuşunda bu konuyla ilgili çok ciddi şüphelerinizin olduğunu da ortaya koyuyorsunuz, çünkü konuşmanızı bahanelerle açtınız. Nasıl bahanelerle açtınız?

Dünya ekonomisinin görünümü... Evet, dünyada problemler var, kriz devam ediyor, kırılganlıklar devam ediyor, işte uluslararası durum budur, bölgemizdeki durum budur. Turizm filan yani dünyanın münyanın işi değil, bizzat sizin, yani turizm gelirleri dolayısıyla yüzde 1 büyümede düşme olmuşsa bunun, Hükûmetin bire bir -hiçbir şekilde hesap vermiyorsunuz zaten, vermeyeceksiniz- sizin sorumluluğunuz olduğu çok açık, net bir şey ama bahanelerle başlıyorsunuz ve o şekilde devam ediyorsunuz. Bu da bu hedeflerin gerçekleştirilmesinin çok zor olduğunu gösteriyor.

Sayın Bakanımız Sayın Temizel çok açık ortaya koydu ki, yani ekonomimizin bu yapısal durumu, görünümü nedeniyle, yani hem büyüme artışı hem enflasyonun düşmesi hem de buna paralel olarak istihdamın artması, bu çok mümkün olmayan bir şeydir. Bu, eşyanın tabiatına ters düşer.

Tabii, bu yapısal reformlar işini ben çocukluğumdan beri duyar ederim, oraya da vakit kalırsa geleceğim. Bunlar olmadıkça bu bütçeyle bunu da bu sene içinde yapmanız mümkün olmadığına göre bunu yapmanız çok zor.

Şimdi, büyüme dostu bir bütçeden söz ediyorsunuz. Bu rakam gerçekten tartışmalı bir rakam, yani büyüme dostu rakam biraz da sizin Hükûmetinizin, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin olaya bakışını da ortaya koyuyor. Büyüme dostu ne demek? Ee, diyeceksiniz ki, işte büyüyecek de istihdam da olsun, yoksulluk da azalsın filan ama bütün şeyleri zorlayarak büyümenin, o makroekonomik hedeflerin gerçekleşmesine, gözünüz oraya dönmüş vaziyette, oraya bakıyorsunuz, bunun da tartışmalı bir kavram olduğunu ifade etmek isterim.

Şimdi, Sayın Bakanım, "İstihdam da artacak." diyorsunuz ve istihdamla ilgili de "OECD ülkeleri arasında Türkiye sürekli olarak en fazla istihdam artışı gerçekleştiren ülke." diyorsunuz ve rakamlar veriyorsunuz, 2016 yılında yüzde 10,5 olarak tahmin ettiğinizi söylüyorsunuz, bunun 2017 yılında yüzde 10,2'ye düşmesini bekliyorsunuz ama hedefin yüksek olduğunu söylüyorsunuz. Ben, burada hemen bu rakamlarla ilgili, kimsenin bu rakamlara güvenmediğini, inanmadığını ifade etmek istiyorum, bu da acı bir şeydir. Yani, Türkiye'nin işte resmî kuruluşları var, başka araştırma yapan kuruluşlar var ve bu insanların, bu kuruluşların vermiş olduğu rakamlara güvenilmemesi ciddi bir sorun.

Sayın Bakanım, bu hedeflerinize ulaşabilmeniz için elbette bu bütçede, -bütçe konuşuyoruz- ekonomik olarak neler yapacaksanız, nereye nereden ne kadar para toplayacaksınız, bu parayı hangi kalemlerde nasıl harcayacaksınız bunları anlatıyorsunuz, bütçede bunları konuşuyorsunuz, bunlar gündeme geliyor ama herkes biliyor ki, ekonomiyle ilgili konuşan herkes biliyor, biz de yaşayarak biliyoruz ki bu ekonominin büyüyebilmesi, istikrara kavuşabilmesi, toplumun refahının yükselebilmesinin sadece ekonomik tedbirlerle gerçekleşmesi mümkün değil. Zaten demin Adalet ve Kalkınma Partili Komisyon üyesi arkadaşımızın söylemiş olduğu işte "Büyüme 1 puan düştü, bunun sebebi de turizm." dediği şeyin de çok ekonomik bir olay olmadığını da biliyoruz yani. Ekonomi ters gittiği için, Rusya'nın ekonomisi ters gittiği için ya da başka sebepler olduğundan dolayı değil, siyasetin hatasından dolayı, Hükûmetin yanlışından dolayı ortaya çıkan bir problem yani hiç de ekonomik bir değişken değil yüzde 1 küçülmemiz ya da beklenenin altında, beklenenin yüzde 1 altında büyüme olmasının sebebi hiç de ekonomik değil.

Şimdi, ekonominin gelişebilmesi için, bu bütçe hedeflerinin gerçekleşebilmesi için toplumsal, siyasal, uluslararası ilişkilerle ilgili de çok ciddi hedefler ortaya koymanız gerekiyor. Bunlar olmayınca bunu, bu bütçe hedeflerini gerçekleştirmeniz mümkün değil.

Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli milletvekilli arkadaşlarım; yani bunun böyle olduğunu birçok örnekle biliyoruz ama en çok da sizin hükûmetlerinizin tecrübelerinden biliyoruz. İşte sizin hükûmetlerinizin demokrasiyi geliştirmeyi, hak ve özgürlükleri geliştirmeyi, hukuk devletini geliştirmeyi önüne hedef olarak koyduğu ve bunun için büyük gayretler içinde olduğu o ilk dönemde, 2002, 2007, 2010 yıllarında Türkiye ekonomik olarak da en önemli atılımları yapmıştı. Ha, bunlar tartışılabilir, bunlar sağlıklı bir temele dayanıyor muydu, ekonomide gerçekten bu yapısal dediğimiz reformlar zamanında gerektiği gibi yapılabilmiş miydi tartışılabilir ama büyük rakamlara baktığınız zaman, işte kişi başına millî gelir 2.300 dolarlardan 10 bin dolarlara artmıştır ve bu artış da ekonomiyle ilgili yapılanların yanında Türkiye'nin gerçekten önüne koymuş olduğu demokrasi, hak ve özgürlükler, hukuk devletiyle ilgili hedeflerin ve bu hedefler doğrultusunda yapılan çalışmaların çok etkili olduğunu herkes yazar, herkes de kabul eder, siz de kabul edersiniz.

Şimdi, Sayın Bakanım şöyle baktığımız zaman Türkiye OHAL'le gidiyor, Türkiye'de olup bitenler sadece 15 Temmuz... Evet, tabii, 15 Temmuz önemli bir kırılmadır. Siz de zaten problemler -tırnak içinde- bahaneler dediğim bölümde almışsınız yani 15 Temmuz dolayısıyla da bu hedefleri gerçekleştirmede olumsuz bir tablo ortaya çıktığını belirtiyorsunuz ama sadece 15 Temmuzla ilgili değil. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, hükûmetleri, 2010, belki de biraz daha önceden, 2007'deki kavgalardan başlayarak ama 2010, 2011'den sonra yoğun bir şekilde bu demokrasi, hak ve özgürlükler konusundaki gelişmeler, özellikle hukuk devleti konusunda çok ciddi duraksamalar yaşadı, geri adımlar atıyor. Türkiye'de mesela iç barış tesis edilemedi, hiç konuşmuyoruz. Ne ilgisi var denilebilir ama yani bu Kürt meselesi ve terör konusu yani iç barış, bu konu çözülmeden Türkiye'nin ekonomide daha fazla büyümesi, bu orta gelir tuzağından çıkması filan mümkün değil. Yani biz Plan ve Bütçe Komisyonunda bu konulara, işte rakamlar üzerinden nereye ne yatırım yapılacak, nasıl yapılacak, finanslar ne olacak, tasarruflar ne olacak bunların üzerine kafa yoralım ama öbür taraftan da gerçekten Türkiye'nin hem ekonomik gelişme için de hepimiz için de her şey için de gerekli olan demokrasi, hak ve hukuk, hukuk devleti konusundaki hedefler ve özellikle de iç barışı nasıl tesis edeceğiz... Ya, arkadaşlar, külahıma anlatın. Otuz beş seneden beri dinliyoruz, "Dağda son terörist kalana kadar." Ya, yok böyle bir şey. Yani adil mi, doğru mu, herkesi öldürmek falan ayrı bir konu ama böyle bir şey yok, gerçekçi değil ki, böyle bir şey olmadı ki, dünyanın hiçbir yerinde olmadı. Dolayısıyla bu konuyu bir şekilde çözeceksiniz, eğer iç barışı tesis edemezseniz mümkün değil.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri iç barışı bu şekilde, işte Kürt meselesi, terör konusunu çözme, çözmeme buna bakarken hayır her konuda çok ciddi bir şekilde toplumda kutuplaşmayı derinleştiriyoruz. Evet, öyle görüyoruz ki Adalet ve Kalkınma Partisi, başkanlık sistemini gündeme getirecek, anayasa değişikliği getirecek Meclise ve halk oylaması yapılacak. Halk oylamasından bunun geçmesi için kendine göre araştırmalar yapıyor, taktikler falan geliştiriyor. Tamam, buna bir şey demiyoruz ama bu taktiklerin ülkeyi nereye götürdüğüne bakalım. Ben şöyle görüyorum, kimse üzerine alınmasın, bu, Türkiye'nin o fay hatları, sinir uçları dediğimiz alanlardaki derin kutuplaşmalar daha da kaşınarak, daha da derinleştirilerek Türkiye toplumu iki şeye ayrılacak, çok derin bir şekilde ayrılacak ve bunun üzerinden yapılacak halk oylamasında başkanlık kotarılmaya çalışılacak. Ya, değerli arkadaşlarım, öyle bir noktaya geldiniz ki yani ekonomiyle ilgili işte cezaevi yapımı, yol yapımı, her şeyi başkanlığa bağlamak durumundasınız. Ama biz şöyle bir bakıyoruz, acaba Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri ya da Sayın Cumhurbaşkanı neyi yapamadı? Yani, işte Cumhurbaşkanını seçemedi, tamam, halk oylamasına gitti, orada da her şeyi yaptı. Yani istedi de neyi yapamadı yani parlamenter sistemin içinde neyi? Ha, parlamenter sistemin çok iyi işlediği anlamında söylemiyorum, dünya kadar problemi var, onarılması gerekiyor. Neyi istedi de yapamadı da başkanlık sistemi yapacak, bu da ayrı bir soru ama çok daha önemli olan iç barışı -bu ekonomi için de bu ekonomik hedefleri tutturmak için de son derece önemlidir- tesis etmeden bir yere gidemezsiniz. İç barış üzerinde ya da toplumsal fay hatları dediğimiz, yani Türkiye toplumu da bellidir, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, dindar olan, olmayan, neyse, buralardaki düşmanlıkları iyice derinleştirerek, konsolide ederek toplumu yerli, millî ve gayri millîler, işte şöyle ya da böyle olanlar, diye derin bir şekilde ayırarak, milliyetçilik anlayışımızı çarpıtarak, millilik anlayışını da yerlilik anlayışını da çarpıtarak, tarihî, tarihteki olumsuz örnekleri tekrar tekrar yeniden istediği gibi yazarak, manipüle ederek ve onları bugüne taşıyarak oluşturulacak bu kutuplaşmalar ve düşmanlıklardan çıkacak başkanlık sistemi hiç kimsenin işine yaramayacaktır. Şunun için bu kadar üzerinde durdum: Eğer, biz toplumsal barışı tesis edecek hemen, hemen ama hemen bugün hiçbir şey yapamazsak ne bu ekonomik hedefleri gerçekleştirebiliriz ne de gelecek dönemlerde böyle barış içinde, ağız tadıyla bütçe yapabiliriz. Bu son derece önemli bir konu.

Demokrasimiz ciddi bir travma geçirdi, ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kaldı, 15 Temmuz saldırısı, müthiş darbe girişimi, gördük. Kimseyi suçlamayalım, işte göremediniz, aldattılar. Hep aldatılıyorsunuz ama. Enteresan bir şekilde hep aldatılıyorsunuz. Önümüzdeki dönemde de aldatılacaksınız dikkat edin bu Başkanlık konusunda filan. Ama neyse aldatıldık. Biz de göremedik gerçekten. Yani bu yapının yani Fetullahçı örgüt, Fetullah örgütü dediğimiz örgütün gerçekten silah kullanarak şeye el koyabileceğini, insanları öldürebileceğini göremedik edemedik. Geçenlerde bir belediye başkanınız bana enteresan bir şey söyledi, "Ben bunları çok sevmezdim, haz etmezdim filan ama yani Hükûmet... Hep içli dışlı olduk. On sene, on beş sene kardeşim ya. Kız verdik, kız aldık akraba olduk, şimdi ne yapacağız bilemiyorum. Yani ben de ona kızıyorum, onun damadı, işte kardeşimin damadı içeride, onun gelini burada. Yahu ne hâle geldik falan diyor burada da. Ama hiçbirimiz tahmin etmedik böyle bir şey yapacaklarını, yapıldı, oldu.

BAŞKAN - Kendi adınıza konuşuyorsunuz, hiçbirimiz dediniz de onun için.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yani edemedik, siz tahmin ettiniz mi bunların bunları yapacaklarını?

BAŞKAN - Ben sadece kendi adınıza konuşun dedim.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - O zaman niçin, tahmin ettinizse niçin işte size gelene kadar içli dışlı oldunuz?

BAŞKAN - Kendi adınıza konuşun dedim.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ne istediniz de vermediniz? Edemediniz, ben sizi temize çıkarıyorum, korkmayın, iyi bir şey söylüyorum sizi de katarak. Ama yani demokrasi ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Demokrasiden taviz vererek, hak ve özgürlüklerden taviz vererek, hukuk devletinden geriye düşerek buna karşı mücadele edilmez değerli arkadaşlar; yanılıyorsunuz, Hükûmet yanılıyor, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu yanılıyor, Sayın Cumhurbaşkanımız yanılıyor. Bu mücadele, bu yöntemle bir yere gidemezsiniz. Bugün sayıları sanırım 600-700 kadar askerî lise ve harp okulu -içeride olan- öğrencilerinin aileleri geldi, dinledim hikâyelerini arkadaş. Bunlar darbe marbe, bu değil yani. Bu şekilde yapılan bir mücadeleyle, toplumsal barış zaten bozuk, tekrar tekrar bozuyoruz. Böylesine bir ortamda Cumhuriyet gazetesi yazarlarının, çizerlerinin "FETÖ örgütü ve PKK terör örgütünün amaçları doğrultusunda işler yaptılar." diye hapse atıldığı, gözaltına alındığı bir ortamda gerçekten toplumsal barışın tesis edilmesi, yatırımların tesis edilmesi, işte finansın sağlanması, bunlar çok mümkün olabilecek şeyler değil. Şimdi hukukla ilgili siz yapısal reformlar bölümünde Sayın Bakanım hukuk konusunda yapacağınız şeyleri sıralamışsınız, bunları yaptık, bunları da yapacağız; ticaret hukuku, tahkimle, şununla bununla ilgili şeyler. Hukuk bunlardan ibaret değil, hayat sadece alışverişten ibaret değil, bunlardan ibaret değil. Hukuk derken hukuk devletinden söz ediyoruz yani her şeyi hukukla yapacağız.

Şimdi, bakın, daha hukukla yapıyor muyuz yapmıyor muyuza örnek olarak bütçe hakkımızı... Demokrasinin en temeli bütçe hakkıdır değerli arkadaşlarım. Yani bütçe hakkının hakkıyla kullanılmadığı bir ülkede demokrasiden filan söz edemeyiz. Şeklen kullanıyoruz, burada Komisyon toplanıyor, konuşuyoruz, tartışıyoruz. İktidar partisi milletvekili arkadaşlarımı eleştireceğim -sitem deyin buna- hiçbir katkıda bulunmuyorsunuz arkadaşlar. "Tamam, biz güveniyoruz, bizim grup, Hükûmet, güvenoyu verdiğimiz Hükûmet getiriyor, dolayısıyla bizim yapacak şeyimiz yok." Bu kendinize haksızlıktır, size oy veren seçmeninize haksızlıktır, doğru değil. Bütçe hakkını hakkıyla burada kullanmamız gerekiyor. Daha başında, dünden beri konuştuğumuz şey: Kanunun ilk sayfalarında şu kalem kalem yüzde 10'unu bakana, onu ona, onu buna, dolayısıyla bütçe hakkımızı bir şekilde peşinen devretmiş olduk değerli arkadaşlar. Böyle bir şey yok, bu doğru bir şey değil. Bakın, bütçe hakkıyla ilgili... Bütçe hakkı kolay alınmış şey değil, demokrasi de kolay tesis edilmiş şey değil, bedeller ödenmiştir, bu ülkede de ödendi. En son işte sözünü ediyoruz, 250 şehit, işte şu kadar insan öldü yani demokrasi kolay bir şey değil, bütçe hakkı da kolay alınmadı. Dolayısıyla kolay bir şekilde teslim etmememiz gerekiyor. Bakın, bütçe hakkının -süre kısa- en önemli şeyi de denetimdir. Yani biz hem bütçeyi yaparız -biz derken Türkiye Büyük Millet Meclisini kastediyorum arkadaşlar- hem de Hükûmetin bu bütçeyi nasıl kullandığını denetleriz. E, nasıl yapıyoruz denetlemeyi? İşte, başta tartıştık, Sayıştay nerede oturuyor, yukarıda oturuyor filan. Yani kimse kimseyi kandırmasın. Bir, Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bir denetim yapmıyor, böyle bir denetim yok. Bakın, dünya kadar örnek var, birkaç tane örnek verebilirim sizlere.

Şimdi, Sayıştay. Daha önceki bütçe kanunlarında bir şey yazıyor: "Kanunlarda yer alan ilke ve esaslar yer edilmeden fakülte, yüksekokul ve enstitülerin açıldığı hâlihazırda öğrencisi bulunmayan eğitim birimlerinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...öğretim üyesi ve idari personel istihdam edildiği ve maaşlarının bütçeden ödendiği tespit edilmiştir." Devam ediyor: "Öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında üniversitelere aktarılan ödeneklere ilişkin harcama, denetim ve takipleri yapılmamıştır." Böyle bir şey söylüyor ama öyle bir şey geçiyor... Önemsiz şeyler altında özellikle tespit ve değerlendirme kısmında önemli tespitler yer almakta ancak genel olarak neredeyse tüm Sayıştay raporlarından doğru ve güvenilir bilgi diye yazılmakta. Kimi kandırıyorsunuz arkadaşlar ya da kimi kandırıyoruz arkadaşlar? Yani böyle bir demokrasi olmaz, böyle bir demokraside iç barış falan tesis edemezsiniz, böyle bir demokraside sermaye gelmez, burada yatırım yapmaz. Yüksek kârlarla ancak gelir. Faizi de düşüremezsiniz, Moodysle sabahtan akşama kadar kızın, bağırın çağırın, mümkün değil, toplantılar yapın. Sayın Başbakan çıktı, tefeciler, tefeciler bankalar filan, ondan sonra ertesi gün başka bir bakan çıktı bankalar şöyle güçlü, böyle güçlü. Nasıl güçlü? Tefeci oldukları için güçlü, milleti soydukları, kanını emdikleri için güçlü, şu ücret, bu ücret, bu ücret. Böyle çelişkilerle gidilmez değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan. Yani artık efendim işte iyi yürümüyor, geçmişte şöyle oldu... Çok iyi bilirsiniz özelleştirme modaları gelince Özallı yıllarda -Allah rahmet eylesin, Korkut Özal da rahmetlik oldu, Allah rahmet eylesin- ne yapıldı? Ya, bu KİT'ler filan önce batırıldı, iflas ettirildi, zarar ettirildi filan, ondan sonra "Zaten zarar ediyor satalım." Böyle olmaz. "Parlamenter sistem iyi işlemiyor, e, bütçe hakkını da kullanamıyoruz, şu da bu şekilde oluyor, o hâlde başkanlık sistemine geçelim." Böyle değil yani. Bunlar çok kolaycı bakışlardır. Biz şu kadar tecrübe yaşayan bir halkız ve demokrasi tecrübesini de ta padişahlıktan bu yana, cumhuriyet kurulmadan önce gelmiş, yaşamış bir halkız. Dünya kadar da bedel ödemişiz, en son 15 Temmuzda bu Mecliste bedel ödedik. Böyle bir halkın, kimsenin birbirini kandırmadan oturup aklı başında... Bunun için de dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok, demokrasi nedir, istişare nedir, nasıl yapılır, ortak akıl nasıl, denetleme nedir, şeffaflık nedir, bunları konuşmadan... Bunları yapmak zor bir şey değil. Bunları yapmadan, konuşmadan gerçekten bütçe yapıyoruz, hedefleri gerçekleştireceğiz... Hayır, Sayın Bakanım, sadece oynarsınız, demokrasi oyunu oynarsınız, böyle gider ve herkes... Bir süre sonra bu koltuklar biter, hepimiz gideriz, Özal'a rahmet diledik, yarın bize rahmet dilerler. Dolayısıyla aklımızı başımıza alıp burada birbirimize kelime oyunları yapmayacağız. Eğer, gerçekten Türkiye'de bir demokrasi tesis etmek istiyorsak, Türkiye'de gelişmiş bir ekonomi, refahı yükseltmek, insanlarımızı mutlu etmek istiyorsak, yoksulluğu ortadan kaldırmak istiyorsak oturup bunları konuşacağız. Yoksa kelime oyunları yaparız, siz adalet madalet sağlayamazsınız.

Gelir gider, vaktim olmadı Sayın Bakanım, belli, sizin gelirlerinizin büyük çoğunluğu dolaylı vergiler, büyük çoğunluğu garibandan, fakirden fukaradan alıyorsunuz, müthiş bir gelir dağılımı adaletsizliği var, nereden adaleti tesis edeceksiniz? Adaletin tesis edilmediği yerde refahın olduğu filan nerede görülmüş Sayın Bakanım?

Teşekkür ederim Sayın Başkanım, sağ olun.