KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Çok çok basit anlattınız.

Değerli arkadaşlarım, bu ve buna benzer birkaç madde daha gelecek. Bu, gerçekten kanun filan değil yani ferman aslında. Bakanlar Kurulu tartışmış ve bize ferman göndermiş "Bunu kanun hâline getirin." diye.

Değerli arkadaşlarım, bunun nerede, nasıl yapılacağı az çok belli yani hangi bölgeler. Gerçi öyle bir sınırlama yok. Gaziantep'le ilgili, işte bir ilçesiyle ilgili özel kanun çıkardılar ama burada öyle şey yok. İsterse Sayın İçişleri Bakanı, Bakanlar Kurulunu ikna ederse, gerçekten belediyelere, özel idaresine, mahallî idarelere ve diğer kamu tüzel kişilerine ait taşınmazlara bir şekilde el koyabilecek.

Şimdi, burada "güvenlik gerekçesiyle" diye bir ifade var. Ya, bu "güvenlik gerekçesi" çok soyut bir ifade. Nasıl belli olacak yani? Bu güvenlik, gerçekten mahkeme kararıyla mı olacak, işte yakın bir tehlike mi söz konusu olacak, ne olacak yani? Nasıl karar verecek bu konuyla ilgili karar vericiler? Bunların hiçbiri belli değil. Yani bu hukuk dediğiniz şeyin içinde bir yere konulacak bir madde değil bu talep, bu yetki. Nasıl bir yetki bu?

"Bedele ilişkin itirazlar Danıştaya yapılır." Çok güzel. Mahkeme yolu açık gibi ama "İtirazlar tescil işlemini durdurmaz." Bu, nasıl bir şey değerli arkadaşlarım ya? O zaman niye mahkeme? "Mahkemelerce ihtiyatı tedbir ve yürütmenin durdurulması kararları verilemez." Yani burada, hani, demokrasinin temel yasama, yürütme, yargı... Yargıyı bütünüyle ortadan kaldırıyorsunuz. Mahkemeye gerek yok. "Biz buna karar vermişsek, Bakanlar Kurulu da bunu..." Bugün Bakanlar Kurulu sizsiniz, yarın bir başkaları olacak. "Biz buna karar vermişsek, bunun denetlemesine gerek yok." Bu, bir defa Anayasa'ya aykırı, altına imza koymuş olduğumuz uluslararası belgelere aykırı şeyler. Ne demek "Mahkemelerce ihtiyati tedbir ve yürütmenin durdurulması kararları verilemez." Yani, niye o zaman mahkemelere gidiyoruz?

Enteresan bir şey var: "3533 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaz." Kimse biliyor mu bu 3533 sayılı Kanunu? Baktım ben, 1938 tarihli müthiş bir kanun. Bizden çok daha güzel, yerinde, anlaşılır, net yasalar yapmışlar. "Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayesinin Tamamı Devlete veya Belediyeye veya Hususi İdarelere Aid Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolile -"Yoluyla" değil, Laz olduğum için demiyorum, öyle yazıyor- Halli Hakkında Kanun." Bu Kanun da geçerli değil yani iki şeyi bir araya getirip çözmek için bu da yok.

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Onu da bir Laz yazmıştır.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, gerçekten, ağlanacak hâlimize gülüyoruz. Bu ve buna benzer daha evvel de çıkardık, bundan sonra da çok sayıda gelecek, öyle anlaşılıyor. Üstelik de bu Komisyonun yetkili olmadığı, bu Komisyonu aşan başka uzmanlık alanları gerektirebilecek ve hiç de milletvekillerinin, Meclisin saygınlığını dikkate almadan yapılan takdimlerle, biz, olağanüstü hâl devletine doğru gidiyoruz.

Bakın, olağanüstü hâli ilan ettiniz, kararnameler... Bu anlamda söylemiyorum; biz, normal hukuk sistemini olağanüstü hâl hukukuna çeviriyoruz. Normal hukuk sisteminde demokrasilerde, işte kuvvetler bellidir, idarenin ne yapacağı bellidir, yasamanın bellidir, mahkemelerin yetkileri bellidir, nasıl işleyeceği de az çok bellidir. İdare bir karar veriyor. Neye dayanarak karar veriyor? Bunu yasamaya yani hukuka uygun bir şekilde karar veriyor. Vermemişse, hukuka uygun olup olmadığının kararını da mahkemeler veriyor.

Ayrıca, işte, diğer denetleme şeyleri var, sivil toplumu var, şusu var, busu var ve bu, demokrasilerde olan bir şey. Şimdi, biz çok daha gerilere gidiyoruz ve bir şekilde, hani "Koruduk." diyoruz ya, "Koruduk, işte 240 şehit, şu kadar yaralı verdik." dediğimiz demokrasiyi, biz, kendi elimizle, burada arkadaşlarımızın kaldıracağı ellerle rafa kaldırıyoruz. Bu, olamaz arkadaşlar. Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Lütfen, yani yukarıdan, bir yerden gelmiş, böyle istemiş olabilirler. Bunu sorgulamak gerekiyor. Bu olmaz, bu saltanat biter. Demokrasi diyoruz, demokrasi ne kadar kıymetliydi diyoruz, anladık diyoruz, herkes öz eleştiri yapıyor, işte, ders çıkardık diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 15 Temmuzu -evet yani bir örgüt kırk senedir hazırlanmış, etmiş filan ama- hazırlayan ortamlar belli. Hani nerede ders aldık, hani nerede uzlaşma, hani nerede adalet duygusu? Yani bunlar... Yani biz kızıyoruz, terör var o bölgede, dolayısıyla belli, o belediyeler için çıkarılmış, çok açık, net. Gideceğiz, onların şeylerine el koyacağız; daha sonra, bütçesine el koyacak, kendisini görevden alacak, araç ve gereçlerine el koyacak maddeler de geliyor.

Arkadaşlar, yani "Bir yerde problem var, dolayısıyla orayı ortadan kaldıralım, olup bitsin." Hayır, o problemi çözeceğiz. Esasen, bu Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, böylesine, otuz küsur seneden beri devam eden, 50 bine yakın insan kaybettiğimiz, milyarlarca dolar kaynak kaybettiğimiz bu ciddi sorun önümüzde duruyor, bununla ilgili bir çözüm şey yapacakken, biz, güvenlik tedbirlerini her gün artıra artıra gidiyoruz ve devleti, her gün olağanüstü hâlle birlikte bir noktaya doğru götürüyoruz ve bu olağanüstü hâl devletine gitmekle... Aslında şunu da söyleyeyim, sadece bize özgü bir şey değil. Yani aslında bu olağanüstü hâl devleti yani bir zamanlar liberalizm de "Az devlet, işte çok toplum, sivil toplum" falan diyordu, öyle değil yani. Sermaye tıkanınca bu neoliberal düzenlemeler çerçevesinde, devleti kendi çıkarı için kullanmaya başladı. Devlet, daha güçlü olanların çıkarları için kullanılmaya başlandı. Olağanüstü hâl, devlet dediğimiz şeyde böyle bir şey.

Aslında, devlet, en çok zayıf olanlar için vardır. Niye? Çünkü, atalarımızın söylediği gibi, zengin dağdan aşırıyor arabasını, fukara düz ovada şaşırıyor. Ona rehberlik yapacak olan devlettir. Zaten cumhuriyeti de kurucuları "Kimsesizlerin kimsesi." diye tanımlamış. Ne güzel bir ifade değil mi arkadaşlar "Kimsesizlerin kimsesi." Şimdi, biz, bu devleti istismar ediyoruz.

Şimdi, şöyle tartışmalar olmuştur suçla, cezayla ilgili, Adli Tıpta şeyler: İşte, bunun babası adam öldürmüştü, psikopattı, dayısında da şöyle bir şey vardı, böyle bir çocuk doğdu, bu da ileride muhtemelen psikopat olacak, bu çocuğu ortadan kaldıralım gibi bir şey bu. Değerli arkadaşlarım, öyle olmaz. Yani, güvenlik tedbirleri alarak belediyelerin taşınmazlarına, belediyelerin araçlarına, gereçlerine el koyarak bir yere gidemeyiz. Bu coğrafya yani bu ülke bir bütündür diyoruz, bütünlüğü bozmayalım diyoruz. Bu, Güneydoğu Bölgesi, Kürtlerin yaşadığı bir bölge, Türkiye'nin bir parçası. Orada ayrı bir hukuk yıllardan beri uygulanıyor. Bugün 40 yaşına gelmiş insanlar, Türkiye'nin batısında yaşayan insanları da bırakın, terör, ölüm, yakma, yıkma, bunların ötesinde ayrı bir hukukla doğdular, büyüdüler, yaşıyorlar. Şimdi, biz bunları ortadan kaldırıp bu işi çözeceğimiz yerde yirmi yıllık tedbirler getiriyoruz, yeni yeni olağanüstü tedbirler getiriyoruz. Bu, yol değil arkadaşlarım. Türkiye demokrasiyi kurtardı, birlikte Yenikapı'da bir araya geldik, "Uzlaşacağız, hukuk içinde kalacağız." gibi bir sürü şeyler söyledik. Eğer bu meseleyi yani bu bölgedeki çatışmayı, akan kanı, bu "Kürt meselesi" dediğimiz meseleyi siyasetle, demokratik yöntemlerle çözemeyeceksek biz bu demokrasiyi falan koruyamayız, bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü de koruyamayız. Bu kanun maddesi ve bundan sonra gelecek maddeler -o maddeler gelince de düşüncelerimizi açıklayacağız- bu sorunu daha da kangrenleştirir, çözmez.

Bakın değerli arkadaşlarım, gidin, bölgede, bütün devlet kurumlarının etrafına acayip, kale şeklinde beton bariyerler getiriliyor, donatılıyor. Yani, orada bırakın vatandaşı, devlet güvencede değil. Şimdi belediyeleri de alacağız gelen maddelerde, onlara da valilerin atayacağı, Hükûmetin atayacağı insanları şey yapacağız ve onların etrafında da duvarlar yükselteceğiz. Bu, çözüm değil; bu, yol değil arkadaşlar.

Bugün 5 şehidimiz geldi. Hiç kimse bunları söylediğim için şehitler geliyor, terör var diye bizim karşımıza çıkmasın. Elbette şehitler geliyor, biliyoruz, Allah rahmet eylesin. Bu işi kökten çözebilecek, alınan güvenlik tedbirleri 1990'lı yıllarda hat safhaya çıkmıştı Sayın Bakanım ama hiçbir şekilde ölümler önlenemedi ve bu mesele de çözülemedi ama daha sonra kör topal götürdüğünüz, eleştirdiğimiz, bir sürü yanlışlar yaptığınızı sonucundan da anladığımız "çözüm süreci" dediğimiz süreçte yani biz bunu acaba demokratik, barışçı yollarla çözebilir miyiz diye sorup araştırmalar yaptığımız, deneyimlemeler yaptığımız dönemde hiç kimse ölmedi. Burada 2 tane tecrübe var. Biz bu şehitlere yanıyoruz, öldürenlere, terör örgütüne kahrediyoruz, lanetliyoruz, evet, doğru, bu örgütün şöyle amacı var, böyle amacı var, doğru ama orada yaşayan insanlar bizim insanlarımız ve bu insanlar bu ülkeden ayrılmak filan da istemiyorlar. Bu kanı durdurmak, bunu önlemek bizim görevimizdir, Hükûmetin görevidir öncelikle. Hükûmet ise daha da sıkılaştırarak, daha da zorlaştırarak, insanları daha da yaralayarak, duygusal ve zihinsel kopmalarına sebebiyet verecek işler yaparak bu işi çözmeye çalışıyor. Kendinize gelin arkadaşlar, bu şekilde bu işi çözemezsiniz. Lütfen yani biraz aklıselime ihtiyacımız var. Bir daha düşünelim. İsmet Paşa'nın güzel bir lafı var "Bir şeye karar vermek için bir gün bekle, karar verdikten sonra da uygulamak için bir gün daha bekle." diyor. Yani, dolayısıyla, lütfen, biraz bekleyin, durun ve bunları geri çekin.

Şimdi, işte, terör, darbe teşebbüsü oldu, şu kadar insanımız öldü, nasıl olsa olağanüstü hâl var, herkes buna hazır diye fırsatçılık yapmayın, buradan gidilecek bir yer yok.

Teşekkür ederim, saygılarımı sunarım.