KOMİSYON KONUŞMASI

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlar; bu torba yasalar, tabii, başından beri muhalefet partilerinin itiraz ettikleri yasalardır. Çünkü yeteri kadar, tek tek, komisyonlarda ayrıntılarıyla görüşülmeden; birçok kanun teklifi ciddi bir hazırlık süreci de geçirilmeden, işte zaten adı üzerinde, bir torbanın içine konuluyor ve Meclise geliyor. Çok kısa bir müddet sonra da iktidarın elindeki çoğunlukla, "Kabul edenler... Etmeyenler..." yöntemiyle bir oldubittiyle geçiriliyor ve daha sonra bu oldubittilerin ortaya çıkardığı eksiklikler, yanlışlıklar, tutarsızlıklar tekrar düzeltilmeye çalışılıyor; birincisi bu. Ama bu yöntem, maalesef, ne kadar itiraz edersek edelim bir usul hâline geldi, bu şekilde gidiyor. Tabii, biz bu usulsüz, yani bize göre usulsüz yöntemi yine kendi içinde tartışabildiğimiz kadar tartışarak düzeltmeye çalışıyoruz.

Memleketimiz olağanüstü bir dönemden geçiyor, bu konuda kimsenin bir şüphesi yok ama bu olağanüstü dönemlerde de yine atılacak adımların, kanun hükmünde kararnamelerin ve yine bu şekilde Meclise gelen torba yasaların olağanüstü bir ciddiyetle ve titizlikle incelenmesi lazım. Bir de en önemlisi, Türkiye'nin yıllardır özlediği bir birliktelik var, Mecliste 4 parti birlikte, darbe girişiminin ilk saatlerinden itibaren bu darbeye karşı açık ve net bir tavır içerisinde oldular, ertesi gün birlikte aynı bildiriye imza attılar ve bu dik duruşu, birlikte duruşu bütün bir dünyaya karşı gösterdiler. Belki de iktidarın elini uluslararası kamuoyunda en fazla güçlendiren, bu dik duruştu. Böyle bir dönemde daha da titiz, daha da dikkatli olmak lazım. Yani muhalefetin memleket, ülke, toplum sorunları karşısında nasıl bir olduğunu görerek; eski tartışmaları, eski yanlışlıkları, eski üslup bozukluklarını, "Ben yaptım, oldu." mantığını ve dayatmaları artık geride bırakmak lazım.

Tabii, burada HDP'nin bundan sonraki tabloda dışlanması bu birlik ve beraberlik tablosuna ciddi bir zarar vermiştir. Bu konuda da çok yazıldı, çizildi, konuşuldu; her kesimden aydınlar, siyasetçiler, politikacılar görüşlerini dile getirdiler. Ben vaktimin kısalığı nedeniyle bu konu üzerinde uzun uzadıya durmayacağım. Hani, bu bir ciddi eksikliktir.

İkinci bir ciddi eksiklik, bu girizgâhtan sonra işte şimdi söyleyeceklerimle alakalıdır, şu anda da bazı uygulamalar oluyor ve muhalefet en yapıcı, en ikna edici, en nazik bir üslubuyla diyor ki: "Bunları böyle yapmayın." Bu sese kulak verilmesi lazım. İki ana başlık üzerinde durmak istiyorum. Yani birçok konu var bu torba yasa üzerinde ama hepsine tek tek değinme zamanım ve imkânım olmadığı için iki ana başlık üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan birincisi, bu, Hakkâri ve Şırnak'ın ilçe hâline döndürülmesidir.

Değerli arkadaşlar, bakın, Ana Muhalefet Lideri Sayın Kılıçdaroğlu da dün bir açıklama yaptı. Yeni iller kuruyorsanız kurun; ha, doğrudur, yanlıştır, gerekçesi yeterlidir, değildir; ayrı bir konu. Yani bu olağanüstü günlerde belki detaylı olarak bu konulara girmek mümkün değil. Yeni iller kuruyorsanız kurun ama müktesep hak hâline gelmiş, Hakkâri ve Şırnak'ın il hakkını iptal etmeyin. Yani kısaca bu, çok fazla uzatmaya ve süslü cümleler kurmaya gerek yok.

Bu her 2 ilimizin de siyasi, ekonomik, sosyal koşulları ortada. Merkez nüfusları 60-70 bin civarında ama bunun neredeyse yüzde 80'i devlet bürokrasisiyle geçinen iller, başka bir kaynakları yok. Yani bu illerin, bu il merkezlerinin ekonomisi yüzde 70-80 oranında bürokrasi üzerine kurulu. Siz bir anda millî eğitimden, sağlıktan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığından, Karayollarından, aklınıza ne gelirse bütün devlet kurumlarından binlerce memuru alıp başka bir yere götüreceksiniz, bu kadrolar yer değiştirecek. Bu, o merkezlerin çökmesi demek. Yani başka siyasi, sosyal sebepleri bir yana bırakıyorum, sadece ekonomik mevzusu bile bu kadar derin. Bütün gayrimenkuller yok pahasına inecek. Yani zaten ekonomisi berbat olmuş, çökmüş bir bölgede adamın bir dükkânı, bir evi, bir tarlası da varsa, 5 lira eden bir yer 2 liraya, 1 liraya düşecek. En basit ifadeler bunlar yani sadece bir yönünün altını çiziyorum, daha diğer öbür boyutlarına girmiyorum. Buna kimsenin hakkı yok.

Yani özetle, yeni iller kurulsun, hangi gerekçelerle oluyorsa bunlar da derli toplu düşünülerek kurulsun ama müktesep haklar elden alınmasın, Hakkâri ve Şırnak il olmaya devam etsin. Devletin bütçesi, imkânı, kadrosu yeni 2 ille çökmez. Bunun ek maliyetinin ne olacağını, neler getireceğini, neler götüreceğini ben de sizler gibi bilenlerdenim ama bu, devlet için konuşulacak bir meblağ, konuşulacak bir rakam bile değildir, hele hele bu olağanüstü şartlarda.

Tabii, arkadaşlarımız örnekler verdiler. Cumhuriyet tarihi boyunca bu tip uygulamalar olmuş. Mesela Kırşehir'den bahsedildi ama 1925 Şeyh Sait hareketinden sonra Siverek ilçe hâline getirildi. Siverek milletvekilleri var Birinci, İkinci Büyük Millet Meclisinde. Doğubayazıt ilçe hâline getirildi. Elâzığ'ın Maden ilçe hâline getirildi ki Ziya Gökalp Maden Milletvekiliydi, Kazım Vehbi Bey Maden Milletvekiliydi ve aynı şekilde, Genç. Genç ilçe hâline getirildi, 1935 nüfus sayımında bugünkü Bingöl şehir merkezinin nüfusu 900, vilayet oraya götürüldü. 900, bin değil. Dolayısıyla, bu yaralar hâlâ devam ediyor ve hâlâ Siverek'e girdiğiniz vakit "Siverek iline hoş geldiniz." deniliyor, resmî tabela var. Onun için, yeni mağduriyetler, yeni tartışmalar... Mesela Adana Kozan var -yani aklıma gelenler- cumhuriyet tarihinde, Şebinkarahisar var Giresun'da. Var, var, var ve bu hakları elinden alınan yerler ekonomik olarak çökmüşler; Şebinkarahisar da çökmüş, Kozan da çökmüş yani Adana'ya göre, Maraş'a göre, çevresindeki yerlere göre.

Dolayısıyla, bunun bir cezalandırmaya dönmemesi lazım. Ya Allah, ya sabır; ne olduysa oldu, 2 yeni il daha devlet kurar, gerekirse 5 il, 10 il daha kurar ama bu 2 yerin statülerinin mutlaka devam ettirilmesi lazım, yoksa bunların çöküşü demek, yani "Biz sizleri cezalandırıyoruz." demek bu vatandaşlara. Dediğim gibi, diğer boyutlarını bir yana bırakıyorum -sosyal, psikolojik, siyasi- ekonomik olarak bunların varlıklarının yok edilmesi demek ve binlerce memurun göç etmek zorunda kalması demek. Gideceği yerde ev de yok. Yüksekova bugün yıkılmış durumda, Cizre yıkılmış durumda. Çadır kuracağı bir yer bile yok. Bir sene, iki sene, üç sene büyük bir mağduriyet demek.

Fazla vakitlerinizi almayayım, ikinci mevzu da bu, işte, kayyum meselesi, belediyelerle ilgili. Yani öyle açık tanımlamalar var ki valiler neredeyse -tırnak içinde- canı istediği vakit her türlü tasarrufu yapabilecek hâle geliyor. Tasarruf yapmasın, belediye başkanları da kanunsuz her türlü işe girsin, bildiğini yapsın, belediye araçlarına bomba koyulsun, gezilsin; bunları asla mazur görmüyoruz, meşru görmüyoruz. Ama bu müdahalelerin en azından bir kanuni temele oturması lazım; bir vesaike -eski tabirle- belgeye, karara, kanuna, kaideye karşı gelmesi lazım. Yoksa, öbür türlü tamamen keyfî bir memleket olur, işte, aldım, verdim, götürdüm, geldim; bu da inan edin son Osmanlı döneminde bile böyle değildi, Sultan Abdülhamid'in bu kadar yetkisi yoktu, zavallı Mehmet Reşad'ın hiç yetkisi yoktu zaten.

Onun için, yani söyleyeceklerimiz, bu iki meselede daha dikkatli, daha titiz, daha böyle keyfî muamelelere maruz kalmayacak yeniden bir düzenlemenin olmasıdır.

Bu, İmar Kanunu'nda sağlık alanı, resmî kurum olarak gösterilen yerlerle de ilgili bir ibare var. İşte, ilk beş yıl eğer bu konuda bir tasarruf yok ise ya imar değişikliği yapılır, sahiplerine iade edilir; ondan sonraki fıkrada işte, "Bu Kanun yürürlüğe girdikten sonra on yıl içinde..." diyorlar. İnan edin, ben otuz beş yıllık inşaat mühendisiyim, inşaat müteahhidiyim; 26 yaşımda belediye başkan yardımcısı oldum Keçiören'de; 5 sefer okudum, anlamadım. Yani ne diyor bu? Beş yıl sonra bu iade mi edilir, imarı mı değiştirilir, on yıl mı beklemesi lazım; anlayamadım. Bunun da dilinin açık, net bir şekilde düzeltilmesi lazım. Yani beş yılsa beş yıl, on yılsa on yıl veya on yıl evvel bu imar planı değişmiş, adamın arsası on yıldır sağlık ocağı yapılmış diyelim ki o imar planında, tapusu şahısta fakat on yıldır ne sağlık ocağı yapılmış ne de imarı değiştirilip adama iade edilmiş. Bunun net, açık, sarih -eski tabirle- bir yazımla ifade edilmesi lazım.

Saygılar sunarım Sayın Başkan.