| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişikilik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı(1/750) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 12 .08.2016 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; bu ve bundan sonra 51, 52 ve 53'üncü maddelerde belediye başkanlarının ya da meclis üyelerinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçu sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hâllerinde 46'ncı maddedeki makamlarca, yani il ve büyükşehirlerde İçişleri Bakanı, ilçelerde de vali tarafından belediye başkanı ve başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir 51'de.
Şimdi, 5393 sayılı Belediye Kanunu'nda belediye başkanlığının boşalması durumunda nasıl bir görevlendirme yapılacağı çok açık bir şekilde yazılmıştır. Orada yapılacak iş -bir hafta içinde ya da on gün tam şey yapamıyorum- vali, belediye meclisini toplantıya çağırıyor ve belediye başkanı seçiliyor. Bu nasıl olacak, bu seçimin ne kadar sürede yapılması gerekir, seçilmezse ne olur bunların hepsi yazılmış, burada bir boşluk yok.
Hâl böyleyken şimdi, terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle... Bir defa buradaki en temel problem terör ve terör örgütüne yardım ve yataklık suçları sebebiyle yani mahkeme kararlarıyla mı görevden alınacak? Yani kesinleşmiş bir mahkeme hükmü var ve buna bağlı olarak zaten kamu görevinden uzaklaştırılacak, böyle bir şey mi? Bir soru bu çünkü daha önce 27'nci maddede güvenlik nedeniyle İçişleri Bakanlığı karar veriyor, belediyelerin taşınmazlarına el konuluyor, bir mahkeme kararı filan aranmıyor. Buradaki, görevden almalardan sonraki bir işlem üzerinde konuşuluyor ama öncesinden görevden alma mahkeme kararından sonra mı oluyor, bu bir defa açıklığa kavuşturulması gerekli bir konu.
Görevden alındıktan sonra, boşaldıktan sonra niçin 45'inci maddenin hükümleri uygulanmıyor da böyle bir şey bulunmuştur, bu soru bir defa duruyor.
Değerli arkadaşlarım, yani terörle mücadele konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncesi açıktır, nettir. Genel kural, evet, Türkiye'de bir terör olayı var, yıllardan beri devam ediyor, çok sayıda insanımızı kaybettik, maddi varlıklarımızı kaybettik ve Türkiye'yi en çok tehdit eden konulardan biridir. Bu konuyla mücadele edilir, edilmelidir ama bu işin hukuk içinde yapılması gerektiğinin sürekli şekilde altını çiziyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu bölgede 1984'ten bu yana devam eden bir çatışma, terör olayı var ve neredeyse o günden bugüne bu bölge olağanüstü düzenlemelerle, yani Türkiye'nin diğer bölgelerinde geçerli olan yasaların dışında yönetiliyor. Ayrı bir hukuk var bu bölgede yani sürekli şekilde ülkenin bölünmezliğine vurgu yapıp, bir bölgede otuz küsur seneden beri ayrı bir hukuk uygulamak... Yani gerçekten siyasetçilerin, devleti yönetenlerin, herkesin bir kara kara düşünmesi gerekiyor. Yani nedir, otuz beş seneden beri ayrı bir hukuk uyguluyoruz ve bu işi çözmek için adımlar atacağımız yerde yeni yeni olağanüstü hukuk kuralları ihdas ediyoruz ve bu şekilde yönetmeye devam ediyoruz. Yani bu durumla ilgili gerçekten ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Yani böyle yaptığınız zaman biz bu işi, gerçekten terörle mücadele konusunu kökten halledecek miyiz? Orada seçilmiş belediye meclis üyeleri var ve o meclis üyeleri birisini seçecekler. Eğer belediye başkanı ile ilgili verilen hüküm, hukuk mahkemeleri karar vermiş ve suç işlediğine dair kesin bir hüküm varsa nasıl hareket edileceği belli. Niçin belediye meclis üyelerine güvenmiyoruz? Yani belediye meclis üyelerini de muhtemelen suç işleyecek şekilde mi kabul ediyoruz? Bunun sınırı nerede? Yani nerede duracağız? Bir insan suç işlemiş, suçlar da cezalar da şahsi. Yani ailesi de işleyebilir, mahallesi de işleyebilir, şehri de işleyebilir ki bu insanların hepsi çok yüksek oylarla seçilmişlerdir. Millî iradeyi bu kadar yücelttiğimiz -ki doğru da yapıyoruz bir yerde- bu konuda da mı çifte standart getiriyoruz? Orada seçenler -neredeyse bu şey, Hakkâri, işte Silopi neredeyse- az, buradaki seçenler daha mı millî yani? Bunların bir sonucu yok, buradan gideceğimiz bir yer yok. Aslında İçişleri Bakanının gelip bize bunları anlatması gerekiyor. Bundan sonraki konuşacağımız maddeler de var. "Şırnak ve Hakkâri güvenlik sebebiyle il olmaktan -ki öyle söylendi şimdiye kadar- çıkartıldı." deniliyor. Bunların bize anlatılması gerekiyor. Yani nereye gidiyoruz, ne demek güvenlik? Neler oluyor da şimdi güvenlik bozuluyor, il olmaktan çıkarıldıktan sonra güvenlik nasıl düzelecek? Bu konularla ilgili ciddi problemler var.
Bu madde, yani 51'inci maddeye dönecek olursam, burada bu fıkra gereğince... "...belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyelerde bütçe ve muhasebe iş ve işlemleri valilik onayı ile defterdarlığa veya mal müdürlüğüne gördürülebilir. Bu belediyelerde belediye meclisi, başkanın çağrısı olmadıkça toplanamaz. Meclisin, encümenin ve komisyonların görev ve yetkiler 31 inci maddede belirtilen encümen üyeleri tarafından yürütülür."
Yani arkadaşlar, gerçekten ne yapılıyor? Yani bunların bir izahı olması gerekiyor. Yani Müsteşar Yardımcısının söyledikleri burada yazılanların izahı değil. "Böyle bir ihtiyacımız var, yapıyoruz." filan, böyle basit bir şekilde geçiştirilecek bir konu değil burada. Tamam, bütçe ve muhasebe işlerini şey yaptık. E, mecliste toplanıyoruz. Kim yürütecek bunları? Bunların hepsi işte 31'inci maddede belirtilen encümen üyeleri tarafından yürütülecek.
Sevgili arkadaşlarım, 12 Eylülü gerçekten hatırlayanlar var, ben yaşta epey insan var burada. Emekli başçavuşlar bütün ilçelere -başçavuşları falan küçümseme açısından söylemiyorum- tayin edildi ve istedikleri gibi keyfî bir şekilde yönettiler. Bir askerî müdahale, başarılı bir askerî müdahale sonrasında olmuştu bunlar. Yani biz ne yapıyoruz arkadaşlar? Yani millî irade, demokrasinin bu kadar yüceltildiği bir dönemde ne yapıyoruz, bu soru ortada duruyor.
Başka bir şey daha, yani terörle mücadele, ülkenin birliği ve bütünlüğünü sağlamanın tek yolu kısıtlamalar mıdır, yeni yeni kısıtlamalar getirmek midir? O bölgeye yeni yeni hukuklar icat etmekle mi bunları yapacağız? Bu soruların hepsi duruyor arkadaşlar ve İçişleri Bakanlığından, bir yerden bürokratlar yazıyor, geliyor, ondan sonra biz burada el kaldırıyoruz. Şimdi, iller ilgili de gelecek, belki de aylarca önce, birkaç sene önce ya da birkaç ay önce bürokratlarca hazırlanmış raporla Hakkâri'nin şu sebeplerden dolayı il olmaması gerekiyor. Ne anlatacaklar onu da bilmiyoruz. Belki de o bürokratlar şu anda görevde değiller ve biz el kaldıracağız, ondan sonra da diyeceğiz ki: "Bizim koruduğumuz demokrasiydi." Bunlar tartışılabilir arkadaşlar.
Aslında, diğer maddelerde de konuşacağım; 51, 52, 53 ve illerle ilgili, yeni il ihdası ve mevcut 2 ilin il olmaktan çıkarılmasıyla ilgili maddelerin tasarıdan bütünüyle çıkartılması gerekiyor. Eğer gerçekten çok ihtiyaçsa, elbette, netice itibarıyla seçilmiş çoğunluğun tasarrufuyla bunlara karar verilecek, o zaman ilgili komisyonlara gelir, bu işi bilen uzmanlar ayrıntılarıyla beraber tartışır ve geçer. Böyle, her konuda, işte 50 konuda, farklı kanunlarda, değişik bakanlıkları ilgilendiren konulardaki düzenlemelerin içine sokularak, hadi bakalım, oldubittiye getirmeyelim. Bunların bir sosyal ve siyasal sonuçlarını da düşünelim değerli arkadaşlarım. Bu bölgenin insanına sormadık "Senin ilin yarın Mecliste, önce Plan ve Bütçe Komisyonunda torba yasa içinde, sonra Genel Kurulda eller kaldırılacak ve il olmaktan çıkacak." ya da "Senin seçtiğin belediye başkanını -aslında, mahkeme kararı yok ama biz öyle düşünüyoruz- görevden aldık, onun yerine filanları tayin ediyoruz. Belediye meclisi toplanmayacak, encümen bunu yapacak, memurlar bunu yapacak." diye. Bu insanlar ne hissediyor? O bölgenin insanları, bu belediye başkanını, bu meclis üyesini seçenler ne hissediyorlar? Bu konuyla ilgili bir araştırma yapılmış mıdır? Gerçekten insanlara sorulmakta mıdır, ne hissediyorlar? Hani, birlik, bütünlük; her şeyi Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü için yapıyoruz ya, gerçekten bölünmez bütünlüğü için mi yapıyoruz? Bu yaptıklarımız bölünmez bütünlüğe fayda mı getiriyor, zarar mı getiriyor? O insanların duygusal olarak, zihinsel olarak Türkiye'ye bağlılıklarıyla ilgili ne oluyor?
Bakın, son zamanlarda dünya kadar işler yapılıyor. İşte, "Darbe karşısında birlikte durduk." dediler, burada Halkların Demokratik Partisi de darbe karşısında 4 partinin imzalamış olduğu bildiriyi imzaladı ama ondan sonra bütünüyle bu siyasi parti dışlandı, yok kabul edildi. Yani, tartışılabilir ama buraya kadar hadi şu sebepten dolayı denilebilir ama şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değiştirmekle ilgili bir süreç yürütülüyor. Tam yasama süreci olmasa bile yasama sürecini hazırlayan bir çalışma yapılıyor ve 6 milyon oy alıp gelen, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulanan bir siyasi parti bu yasama sürecine bile dâhil edilmiyor.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten bunları düşünüyor muyuz? Çok duygusal mı hareket ediyoruz? İnat ettik de mi böyle yapıyoruz? Bu inadın insan maliyeti, maddi maliyeti bu ülkeye ne oluyor? Gelecek kuşaklara ne oluyor? Bunları lütfen değerlendirelim. Yani, hep maddi etki değerlendirmesi yapmayalım, bir de ruhsal olarak, manevi olarak ne oluyor yani, bu ülkedeki, oradaki insanlar, gençler ne hissediyor? "Benim seçtiğim insanı görevden alıyorlar, bunun yerine filanları atıyorlar." Bu gerçekten çok rencide edicidir, oradaki insanları Türkiye'den koparan bir durumdur, ne demokrasiyle ne de evrensel hukuk ilkeleriyle, hiçbiriyle bağdaşmayacak bir şeydir. Mevcut bellidir zaten. Yani, insanların suç işledikleri mahkeme kararıyla ortaya çıkmadan nasıl böyle bir şey yapabiliyoruz? Hadi, belediye başkanı suç işledi ve kanıtlandı, meclis üyeleri var, o meclis üyeleri için ileride aynı suçtan "Bunlarda da muhtemelen şeyler olabilir." demek... Bu nasıl bir hukuk yapma şeyi, bu nasıl bir yaklaşım? Gerçekten, bu konularda el kaldırırken uzun uzun düşünelim değerli arkadaşlarım. Bu yol, yol değil. Bu konuyla ilgili Hükûmetin ortaya koymuş olduğu bu genel politika, gerçekten, Türkiye'yi buradan çıkarmaz.
Değerli arkadaşlarım, 1990'lı yılları hatırlayın. 1990'lı yıllarda bunlar yapıldı, fazlası yapıldı. O bölge olağanüstü hâlle idare edildi, kanunlar yok sayıldı, seçilmişler yok sayıldı, kurallar yok sayıldı. Daha sonra, dünya kadar mahkemeye konu olmuş, cezalarla sonuçlanmış JİTEM'ler, başka şeyler orada türedi, köyler gitti. Peki, bunun sonucunda, otuz sene sonra, yirmi beş sene sonra geldiğimiz bu yerde ne oldu? Gerçekten o bölge ve o insanlar Türkiye'ye daha çok mı yaklaştı, Türkiye'den daha çok mu uzaklaştı? Bunlarla ilgili dünya kadar kitaplar yazıldı değerli arkadaşlarım, bunları okuyalım. Geçmişte olup bitenleri, ödediğimiz bedelleri, bizim burada bugün el kaldırırken gerçekten bunları değerlendirmemiz gerekiyor. Olmadı değerli arkadaşlarım. Yani, otuz sene önce, 1990'lı yıllarda bu bölgede en sert güvenlik tedbirleri uygulandı ve bunun sonucunda bu meseleyle ilgili bir arpa boyu yol gidilmedi. Şimdi, haziran seçimlerinden sonra tekrar sert tedbirler uyguluyoruz. Her sorun ortaya çıktıkça daha sert tedbirler, daha baskıcı, demokrasiden uzaklaşan daha sert güvenlik tedbirleri getiriyoruz. Güvenlik tedbirleri alınmasın demiyoruz, elbette güvenlik tedbirleri alınacak. Bu ülkenin bir şeyinde elinde silahla -amaçları ne olursa olsun- dolaşan, sabotajlar yapan, terör eylemleri yapan bir örgüt var, doğru. Yani, "Buna karşı hiçbir şey yapılmasın." hayır, öyle bir şey söylemiyoruz. Elbette bu örgütün elinden bu silahlar alınacaktır. Türkiye'de silah kullanacak tek meşru güç bu devletin güvenlik güçleridir, bu konuyla ilgili bir şey söylemiyoruz ama bu konu basit bir terör olayından ibaret değildir, bu konu sadece terör eylemlerinden ibaret bir konu değildir, bu konu toplumsal, tarihî boyutu olun bir konudur, bunu biliyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi de geçmişte bunu kabul etti ve bu konuyla ilgili birtakım adımlar attı ve o dönemde başarılı oldu, başarısız oldu, Cumhuriyet Halk Partisi buna katıldı bütünüyle, katılmadı, bu ayrı bir tartışma konusudur ama en azından 1990'lı yıllarda sıkı güvenlik tedbirleri uygulandığı dönem ile o dönemi karşılaştırdığımız zaman, en azından o dönemde insanların ölmediğini biliyoruz. İnsanlar ölmesin, silahlar bir tarafa çekilsin, ondan sonra oturup her şeyi konuşalım değerli arkadaşlarım. Bu, çözüm değil. Burada, Hükûmetten gelmiş diye, gerçekten, "Hükûmetten geldi, tamam, doğrudur." demesin iktidar partisi milletvekilleri.
Değerli arkadaşlarım, son cümlemi ifade ediyorum, bu konu sadece terörden ibaret bir konu değildir, atacağımız her adımda... Yani, sadece maddi etki değerlendirmeleri filan değil -onu da yapsın Hükûmet- psikolojik olarak da ne oluyor, nereye gidiyoruz, bütün bunların değerlendirmesini yapmamız gerekiyor diyorum, hepinize saygılar sunuyorum.