KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sağ olun Sayın Başkan.

Sayın Bakan, saat on ikiye geliyor. Çok şeyler söylendi, arkadaşlarımız teknik açıklamalar yaptılar. Şahsen ekonomiden anlamayan bendeniz için çok verimli, faydalı şeyler öğrendim. Teşekkür ediyorum. Ben bu teknik terimlere girmeyeceğim, tekrarlar da yapmamaya çalışacağım ama bir iki saat falan... Yok, kısa keseceğim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, öyle sizden öğrendiğime göre dünyanın değişik yerlerinde bu varlık yönetimi fonları var. Bu fonların niçin kurulduğunu da arkadaşlarımız az çok anlattılar; işte, petrolü, doğal gazı olan ülkeler gelecek kuşaklara aktarmak için fon kuruyor ve değerlendiriyor. Başka ne var? Ekonomileri çok iyi, fazlaları var. Bu fazlalarını değerlendiriyorlar.

Bir de, Erbakan Hocanın yaptığı var; Allah rahmet eylesin, Fehim Adak, ikisi de öldüler, ikisine de rahmet dileyelim, o da havuz sistemi kurmuştu. Bir sohbette şöyle anlatmıştı bana: "Ya, devletin iki kurumu var. Diyelim ki biri Devlet Demir Yolları, biri de Türk Hava Yolları. Türk Hava Yollarının parası var, o gün gidiyor bir bankaya yatırıyor yüzde 75'ten -o zaman faizler yüksek- aynı gün Devlet Demir Yolları zarar ediyor, paraya ihtiyacı var, krediye, gidiyor yüzde 150'den alıyor. Niye böyle yapalım; kendi paramızı yüzde 75'le yatırıp daha sonra gidip yüzde 150'den yine devlet niye alalım? Bir havuza koyuyoruz. Dolayısıyla kaynak temin edeceğiz çok fazla faiz ödemeden." diye bir şey söylemişti.

Şimdi, ben bakıyorum bu sizin yazdıklarınıza, arkadaşların söylediklerine bakıyorum, bu üçü de değil, sizin yaptığınız bu üçüne de benzemiyor. Açıkça Sayın Bakanımız da ifade etti "Biz büyümek zorundayız, yatırımlar yapacağız. Kaynağa ihtiyacımız var. Dolayısıyla kaynak bulacağız." İşte, iddialar var burada Erbakan Hocanın tezine uyan "Bankacılık sisteminin finans sektöründeki hâkim rolünü azaltacağız." gibi iddialar var ama şey öyle değil. Niye böyle bir şeye geldiniz? Bu varlık yönetimi fonu niye? Yani sadece varlık yönetimi fonu değil, bu son zamanlarda çıkarmış olduğunuz yasaları, torbaları alta alta koyduğumuzda; varlık barışı, vergi affı, teşvikler, bu fon, daha arkadan neler geleceği belli değil, çok açık görülüyor ki ekonomide ciddi bir sıkışma var, bir problem var. "Kaynak sorunu" filan diyorsunuz ama makro rakamlarla bunu çok açık gösteriyor. İşte, Türkiye neredeyse 2008'den bu yana 10 bin dolar -ortalama- kişi başına gelirde takılıp kalmıştır, meşhur orta gelir tuzağı dediğimiz şeyde takılıp kalmış, bundan öteye gidemiyor, belli ki bir sıkışıklık var. Bunu farklı şekillerde anlatıyorsunuz ve hak da veririm. "Biz büyümeye çalışıyoruz, bölgesel aktör olmaya çalışıyoruz. Dünyadaki güçler, dengeler, düşmanlarımız, bütün bunlar bizi engellemeye çalışıyor." gibi gerekçeler, doğrudur, onlar da vardır. Dünyada rekabet var, siz bir sistemin içindesiniz yani o sistemin dışına falan da çıkmıyorsunuz. Aslında kapitalizm ciddi bir krizler sistemi zaten ve çok ciddi krizlerle de karşı karşıya. Deniz, bir şekilde, her tarafta bitiyor. Dolayısıyla, bu, neoliberalizmle beraber sosyal devlete, emekçilerin kazanılmış haklarına filan, buralara doğru yöneliyor. Böyle bir kavga var, bir kriz var yani bir şekilde bizim paylaştığımız kriz de o krizin bir parçası.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz hem bu sistemin içinde kalacağız hem de işte, düşmanlarımız filan var, onlarla bir şekilde baş edeceğiz. İşte, Aykut Bey "emperyalizme karşı" filan dediği zaman arkadaşlarımız heyecanlandılar ama yani çok çelişkilerle dolu. Siz aynı sistemin içinde, aynı araçlarla, onlarla beraber bir yarışın içine giriyorsunuz; bu çok inandırıcı değil.

Bakın, tarihten size bir şey söyleyeyim: Türkiye'de 3 tane dönem var, bu 3 dönemde Türkiye her konuda birtakım sıçramalar yapmış -ekonomiyi dışa açmaya çalışmış, büyümeler var, göçler var- her dönem de bir krizle bitmiş, sıkıntılarla bitmiş. İşte, Menderes, darbe olmasaydı, asılmasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu, o tarafına girmeyeceğim ama Menderes'in, Demokrat Partinin son zamanlarında ekonomide de çok ciddi problemler var. Daha sonra Demirel yönetiminde, bakıyoruz, benzer sıkıntılar var, problemler var. 1965'lerde filan bir sıçrama var, 1970'lere gelindiğinde büyük sıkıntılar var. "Ya, ne yapalım işte, dışarıdan müdahaleler, vesayet sistemi vardı, dünya dengeleri." Bütün bunlar var hep, o gün de vardı şimdi de var. Dolayısıyla, ülkeyi yöneten, sizin gibi on beş seneden beri yöneten bir siyasi heyetin dünyada ne gibi risklerin olabileceğini, bunların hepsini hesaplaması gerekiyor. Özal zamanında da benzer şeyler oldu, yine Türkiye bir sıçrama yaşadı, ekonomide dışa açıldı, işte, büyük şeyler, bu fonlar monlar filan, kıyamet koptu; sonra geldiler, yine bir sıkışıklık yaşandı. Siyasal krizler de beraberinde geldi, değişik siyasal krizler yaşadık, ekonomik krizler yaşadık.

Şimdi, tam da -Erdoğan dönemi diyelim ya da Adalet ve Kalkınma Partisi dönemi diyelim- 2007'lere, 2008'lere kadar büyüme var, demokraside gelişmeler var; sadece kendi tabanından değil, farklı tabanlardan, farklı toplum kesimlerinden destekler de alıyor, bir şey var ama sonra bir sıkışma, problem, hem siyasal olarak sıkıntılar var demokrasi açısından hem de ekonomiyle ilgili ciddi problemler var. Şimdi, bir de 15 Temmuzda gerçekten kimsenin beklemediği -bazıları bekliyordu belki, biz bilemiyoruz- Türkiye'de görülmemiş, demokrasiye ciddi bir müdahale, darbe tehdidiyle karşı karşıya kaldık. Ama siz diyorsunuz ki: "Biz bu hazırlıkları önceden yapmıştık." Bence de yapmıştınız. Siz sıkışmayı görüyordunuz, bizden iyi görüyordunuz, rakamlar önünüzdeydi, ekonomide ne oluyordu, ne olmuyordu, bütün bunların hepsini görüyordunuz. Dış dünyayla ilişkiler, uluslararası ilişkileriniz; bütün bunların farkındaydınız, görüyordunuz, hazırlıklar yapıyordunuz. Ama değerli arkadaşlarım, bu sıkışıklığın sebebini biraz kendinizde aramayacak mısınız? Çünkü "Bu sıkışıklıklar niye oldu? Bu sorunlar niye ortaya çıktı?" sorusuna vereceğiniz cevap, alacağınız tedbirlerin de doğru olup olmamasını belirleyecektir.

Evet, 2002'den başlayarak Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti neler yaptı? İşte, önce "içerideki vesayet odakları" filan dedi ama netice itibarıyla dışarıdaki odaklarla ya da güçlerle dengelemeye çalıştı. Bunları yaparken de toplamda Türkiye demokrasisini geliştiren, geliştirecek adımlar attı. Avrupa Birliği sürecini açtı, hak ve özgürlüklerle ilgili iyileştirmeleri yaptı, tam standart gelişmiş demokrasi olmasa bile oraya doğru adımlar attı. Ekonomiyle ilgili, Kemal Derviş'in 2001 krizi sonrasında almış olduğu kararlar, bunlara taraftar olurum, olmam ayrı bir şey ama bunlara uydunuz, harfiyen uydunuz. Dolayısıyla, Türkiye'de, dışarıdaki likidite artışının da etkisiyle bir büyüme oldu. Bunlar alkışlandı, desteklendi filan ama bir hazırdan yeme şeyi olduğu için, gerçekten Türkiye'nin ekonomisi ve siyasetinin esas temel yapısal krizlerini gözden geçirmediğinizden dolayı aslında bunun için duvara tosladınız ama siz bunu dış güçlerle, işte, FETÖ filan, bütün bunlara... Onlar da var, onlar yok demiyoruz çünkü kanlı canlı bir darbe yaşadık yani öyle bir şey yok anlamında söylemiyorum ama hiç kendinizi gözden geçirmiyorsunuz.

Esasen yapılacak olan, "Türkiye şu anda niye kaynak bulamıyor?" dediğiniz zaman, benim gibi hiç ekonomiyi filan bilmeyen bir ruh doktoru bile basit bir şekilde söyler: Ya, üretmiyorsunuz ki niye olsun kaynağınız yani? Niye fazlanız olsun sizin? Fazla bir şey üretmiyorsunuz ki, ciddi katma değer sağlayan bir şey üretmiyorsunuz. Niye üretmiyorsunuz? Çünkü ekonomiye yatırım yapmadınız. "Daha önce yapılmamıştı." filan, on beş seneden söz ediyoruz, yeni değilsiniz ki. Yani kusura bakmayın arkadaşlar, liselerde imam hatip mi olacak, öbürü mü olacak, tefsir dersi mi koyacağız; onları da yapın ama onları yaparken gerçekten Türkiye'de katma değer üretecek, önemli gelişmeler yapacak bir eğitim sistemiyle ilgili hiçbir şey yapmadınız on beş seneden beri.

Demokrasi, demokrasi de takılıp kaldı, gelişmiyor, tam demokrasiye geçmediniz. E, birtakım iyileştirmeler filan oldu ama yeterli değil. Yani devlet yönetiminde yapısal değişiklikler; şeffaf, denetlenebilir, herkesin önünde, bu şekilde bir devlet yönetimi filan da yapmadınız. Hukuk devletiyle ilgili ilk dönemlerde yaptığınız gelişmeler, 2007'den sonra, 2011'den sonra filan ciddi bir şekilde durdu bütün bunlar.

Şimdi, esas mesele bu iken, tabii, yani darbecilerle mücadele edeceksiniz, dışarıda sorunlarla mücadele edeceksiniz -uluslararası ilişkilerle ilgili birtakım geri adımlar atıyorsunuz, birçokları doğru, bunları doğru yapıyorsunuz- ama bunları yapmanız gerekirken şimdi siz dönüyorsunuz, ikili bir devlet sistemine geçiyorsunuz. Yani her şeyde ikili bir devlet sistemine geçiyorsunuz. İşte, "Yasal ve bürokratik kısıtlamaları kaldıracağız." Yani "Yasal ve bürokratik kısıtlamaları kaldıracağız." derken, işte, "Biz şeffaf, denetlenebilen, demokrasisi gelişmiş bir ekonomik ve siyasal yapı oluşturacağız. Eğitime yatırım yapacağız ve dolayısıyla, Türkiye'yi üreten bir Türkiye hâline getireceğiz." demiyorsunuz. Hep ikili yapı, mevcut yapıdan kaçırmalar...

Bakıyorsunuz, çalışanlar, aynı işi yapan öğretmenler var; normal kadrolu öğretmenler, özel öğretmenler, ücretli öğretmenler. Yani paralel devletle şey yaparken, siz de sürekli olarak bir taraftan paralel bir yapı geliştiriyorsunuz. Farklılıklar, işte, aynı işi yapıp farklı maaş alan insanlar...

Ülkenin değişik bölgelerinde farklı bir hukuk uygulanıyor, hâlâ farklı hukuk yapıyoruz. Terörle mücadele filan şeyimiz var ama farklı hukuk yapıyoruz hâlâ ve böyle bir şey olmaz. Yani ülkenin bir tarafında bir belediye başkanı görevden alındığı zaman ne yapılacağını, nasıl yapılacağını kanun çok açık bir şekilde yazarken siz bir bölge için ya da bir kesim için "ancak" diyerek farklı hukuklar uyguluyorsunuz, ikili hukuka geçiyorsunuz.

Devletin kaynaklarını farklı şekillerde denetleyeceksiniz. Devlet, kamunun yani bizim vergilerimizle oluşan, bize ait olan, gelecek kuşaklara ait olan kaynakların bir kısmını devlet bütçesiyle denetleyecek; şimdi getirdiğiniz şeyler farklı şekilde denetlenecek, hatta denetlenmeyecek.

Bir kısım işleri Kamu İhale Kanunu'yla yapıyorsunuz ama birçoğunu da onun dışına çıkarıyorsunuz. Böyle ikili bir yapı, sistem getiriyorsunuz. Yani bunlar aslında şu anda yaşamış olduğumuz ekonomik, siyasal krizin temelinde yatan sorunları kavrayıp bunu çözen yaklaşımlar değil ki tam da bu sorunları ortaya çıkaran temel sıkıntıları, yapısal problemleri devam ettirecek, artıracak şeyler.

Şimdi, arkadaşımız "Anayasa engel." filan dedi. Kalktı Cemal Öztürk arkadaşımız "Anayasa'nın bu durumu, şey denetimi, 165'inci maddesi zaten problem." filan dedi. Olabilir yani onu öyle değerlendirebilir ama bu konuda demiyorsunuz siz, Türkiye'nin yönetimiyle ilgili de diyorsunuz, Cumhurbaşkanlığıyla ilgili, başka şeylerde de diyorsunuz. "Anayasa'yı buzdolabına aldık; beklemeye, bekleme odasına aldık." diyorsunuz. Her tarafta fiilî bir durum oluşturuluyor. Böyle bir ülkede yatırımlar olmaz, siz Varlık Fonu da kursanız, büyük şeyler de oluştursanız. Haa, şunu diyorsanız anlamam: "Öyle diyorsunuz ama işte, diktatörlüklerle yönetilen Körfez de öyle..." Onlar farklı bir şey, petrolü var, şusu var busu var; ne kadar doğru, o da ayrı bir şey. Yani bizim zenginliğimiz petrol filan değil. Bizim zenginliğimiz demokrasimiz olacak bu bölgede, hukuk devletimiz olacak; şeffaf, denetlenebilen bir yapımız, işleyen demokrasimiz olacak ama siz bunlardan bütünüyle kaçıyorsunuz.

Arkadaşımız kalktı, dedi ki "Problem olan siyasettir, siyasetçinin eliyle..." rahmetli bir milletvekili arkadaşımıza gönderme yaparak. Ya, bu lafı biz çok duyduk biz geçmişte, hep duyarız yani özellikle 2001 krizi sonrasında bütün sorun, problem siyasetçilerdir. Çünkü siyasetçiler seçmene gidiyorlar, hesap veriyorlar, geniş kitlelerin çıkarlarını dikkate alıyorlar, emekli maaşlarına, öğretmen maaşlarına, memur maaşlarına bakıyorlar, sosyal yardımlara bakıyorlar. Dolayısıyla, bu siyasetçileri ekonomi yönetiminden bir şekilde dışarı almak lazım. Üst kurullara, şimdi nasıl bakıyorsunuz bu kurullara, bilmiyorum. İşte üst kurullar böyle geldi Türkiye'ye. Siyasetçileri buraya koymak gerekiyor. Yani "Şu fındığın yöntemini siyasetçilere bırakmamak lazım, tütünün yönetimini siyasetçilere bırakmamak lazım." filan denilerek üst kurullara şey yapıldı.

Şimdi, siyaseten darbeyle karşı karşıya kalmış bir heyetin, bir milletvekilinin, siyasetçileri böyle şey yapacak bir yaklaşımda bulunması böyle bir zamanda gerçekten düşündürücü. Hayır, arkadaşlar yani siyasetçi şey yapacak, siyaset adına denetlenecek. Bu ülkenin paralarını seçilmişler, bunların temsilcileri, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil edecek. Efendim bağımsız... "Bunun hiçbir faydası yoktur." dedi arkadaşımız. Şaştım. Bu demokrasi anlayışıyla devam edeceksek biz çok daha duvara çarpacağız arkadaşlar. Ne demek yani? "Dışarıdan para alırken hiç kimse de Sayıştayın denetimine filan bakmıyor." dedi. Peki, arkadaşlar, bizim kaynaklarımızın kamu yararına kullanılıp kullanılmadığını kim denetleyecek? Bağımsız denetçiler hiç "Kamu yararına kullanıyorlar." diye bir paragraf açıyorlar mı? Bilmiyorum, ben bu konuları anlamam, anlayanlar çıksın, söylesin, "Böyle bir şey var." dersin. Böyle bir şey mümkün mü? Böyle bir şeyi söylemek mümkün müdür? "Devletin denetimi önemli değil." diyor yani "Biz yatırımcıların raporlarına bakıyoruz." diyor. Arkadaşlar, bu ülke sadece sermaye çevrelerinden filan ibaret değil ki bu ülkede geniş kitleler var, köylüler var, işçiler var, emekliler var, bu ülkeye otuz sene, kırk sene çalışmış, hayatını ortaya koymuş insanlar var yani sadece yatırımcıların... Ama "Burada yatırım olsun, iş olacak." filan yani bunları da ayrıca konuşuruz, tartışırız.

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen Sayın Bekaroğlu.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Toparlayacağız ağabey. İki saat dedik, daha yarım saat olmadı, konuşacağız tabii yani bu memleketin önemli bir konusunu konuşuyoruz. Sayın Başkanım, şaka yapıyorum, bitireceğim.

Arkadaşlar, şimdi, bürokrasi problem. Bilemiyorum yani eğer bürokrasi hâlâ problemse, gerçekten Türkiye'yi on beş seneden beri yönetip bürokrasiyle ilgili bir arpa boyu yol alamamışsanız, hâlâ "problem" diyorsanız, ki problem, öyle anlaşılıyor, bürokratlarınız darbe yapmaya kalktı... Yani, bir oturun bir öz eleştiri yapın arkadaşlar. Şimdi, "Ders aldık. Uzlaşma ortamı oluştu." filan... Nerede uzlaşma ortamı oluştu? Uzlaşma ortamı oluşsa bütün bunlar burada konuşulur, muhalefetin ne dediği dikkate alınır. Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılamaz. Milletin kaynakları, paraları milletten kaçırılarak fonlara filan aktarılmaz, böyle bir şey yapılmaz. Ha, bunu yapıyorsanız siz bu olup bitenlerden ders almamışsınızdır. Bu olup bitenlerin bütün sorumlusunu dışarıda arıyorsunuz. Bu bir psikolojidir yani bu psikolojik bir olaydır. Yani, dışarıya yansıtırız. Çünkü "Biz yanlış yaptık." demek çok zordur, insana sıkıntı verir, rahatsız eder. Dışarıdan bir şey, vardır dışarıda, yoktur demiyorum yani. Türkiye'nin bir bölgesel güç olmasını istemeyenler vardır. En önce de bu bölgedeki diktatörler istemiyordur. Örnek olur, demokratik bir ülke gelişiyor, halkı mutlu, toplumsal barışını tesis etmiş, en çok bu bölgedeki diktatörler bundan rahatsız olur, bunlarla iş tutanlar rahatsız olur. Bunlar Türkiye'yle ilgili bir sürü işler yapıyorlardır, yapmışlardır, darbeyi de desteklemişlerdir, bir şey demiyorum. Ama, biz kendimize bakmayacak mıyız? Kendimize baktığımız zaman olan şeyler çok açık arkadaşlar. Bir daha tekrarlıyorum, uzatmamak için birkaç cümle daha söyleyeyim. Evet yani siz başta başladıklarınızı ortalarda bıraktınız. Ortalarda niye bıraktınız, bunu bir oturup değerlendirmeniz gerekiyor. Ortalarda bıraktınız, demokratikleşmeyi bıraktınız, kendinize demokrat oldunuz, adaleti bıraktınız, işte denetlemeyi bıraktınız, bütün bunları bıraktınız. "Halktan destek alıyoruz biz, tamam." Halk desteği çok önemli bir şeydir. Buna hiç kimsenin bir itirazı yok. En büyük gücü Adalet ve Kalkınma Partisinin odur, buna da bir itiraz yok ve seçildiği müddetçe Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarına seçimin dışında yönelecek her darbenin, böyle girişimin hepsinin karşısında duracağız, eyvallah. Bu çok önemli ama bunlar yeterli değildir arkadaşlar. Bütün bunların yapılabilmesi için gerçekten gelişmiş bir demokrasiye ihtiyacımız var, hukuk devletine ihtiyacımız var, denetlenebilen, açık, şeffaf bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. Bunlar çok açık gözümüze batarken siz 200 milyar dolar toplayıp "bu şekilde yöneteceğimiz bir fon" diye karşımıza çıkıyorsunuz.

Bir de değerli arkadaşlarımız bu 15 Temmuz sonrasında fırsatçılık falan yapmayın. Yani, lütfen, "Uzlaştık. Muhalefetle birlikte yapıyoruz." filan... Hayır, uzlaşma muzlaşma yok. Uzlaştığımız şey demokrasi zeminidir yani seçilme, sandıktır. Yani, sandıktan gelen bir Hükûmeti darbeyle başka bir şekilde düşürmeye, kalkmaya karşı uzlaşmışız, Yenikapı'ya onun için geldik, "Bunları çıkaralım." diye Yenikapı'ya gelmedik. "Devletin, kamunun kaynaklarının neredeyse yüzde 40'ını, yüzde 30'unu teşkil edebilecek kaynağı denetim dışına alın, istediğiniz gibi kullanın." bu konuda bir uzlaşma yoktur, bunu bu şekilde bilesiniz. Yakında bu fırsatta, bu heyecan içinde ve Meclisin bu yorgun hâliyle İsrail'le yapmış olduğunuz anlaşmayı Meclise getireceğinizi öğrendik. Fırsatçılık yapmayın. Hiçbir şekilde uzlaşma filan yoktur orada, bunu bilesiniz. Yani, orada ne yaptıysanız, onun hesabını siz vereceksiniz. Anlaşma yaptıysanız, ne olmuşsa çıkacaksınız, öyle destek mestek filan, "Muhalefetle uzlaşmışız, bunlarla birlikte yapıyoruz." bu şekilde davranmayacaksınız.

Bitiriyorum.

Bu fon, çok açık, çok net "kaynak oluşturma" adı altında yapılıyor, aslında mevcut kaynakları... Kaynak oluşturma, bir yerden şey yapmıyorsunuz ki yani paraya ihtiyacınız var, ne varlıklar varsa yolun kenarındaki ağacından, bilmem nesine kadar hepsini şey yapın. Nasrettin Hoca'nın misali bir şeyde gidiyoruz ama sadece sizin şeyiniz değil. Hani, Nasrettin Hoca'nın -meşhur, geçenlerde de söyledim- borcu var, geliyor komşusu: "Ver bu parayı artık ya, para yok..." Bir gün sonra geliyor -bir tel geriyor Nasrettin Hoca, dikenli tel-komşusu: "Ne yapıyorsun Hoca?" "Koyunlar buradan geçecek, yün takılacak, toplayacağız, bunları işleyeceğim, elbise yapacağım, satacağım, senin borcunu ödeyeceğim..." Böyle şeyler, bu yaptığınız işler böyle şeyler. Ama, bu arada yapın bunu, tamam, siz kaynak yaratmak için de yapın ama bunu denetlenebilecek bir hâle getirin, dünyadaki örnekleri gibi yapın, ondan sonra gelin. Biz de diyeceğiz ki biz buna karşı çıkıyoruz, böyle fon, Varlık Yönetimi Fonu olmaz ama netice itibarıyla siyasi iktidarın tasarrufudur. Seçilmişsiniz, yarın gideceksiniz, millete hesap vereceksiniz. Ama, arkadaşlar, bu yaptığınız şey yine hesabını, bedelini hepimizin ödeyeceği bir iş. Yaptığınız iş, iş değil. En kısa zamanda bu patlayacak, öyle görünüyor. Nasıl patlayacağını da arkadaşlarımız size anlattılar. Yani, bunlara lütfen kulak verin.

Teşekkür ederim.