KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir teklifle karşı karşıyayız. Bu teklifin geneline geçmeden önce 2014 yılına geri dönmek istiyorum. 2014 yılında yine bu Komisyonda Soma kanunu diye adlandırılan bir kanun Komisyonumuza gelmişti. Bildiğiniz gibi Mayıs 2013 yılında Soma'da büyük bir facia yaşandı, 301 kardeşimizi orada kaybettik. Buna binaen bir torba kanun hazırlandı, adı Soma kanunu diye adlandırıldı ama Soma kanununun dışında -toplam 20-25 maddedir- diğeri ise oldukça uzun vergilerle ilgili, düzenlemelerle ilgili bir kanun tasarısıydı. Bu, 4 Haziran 2014'te Komisyonumuza geldi, 61 maddeydi, sonra alt komisyona gitti. Bugün burada Sayın Vedat Demiröz, Sayın Nejat Bey, Şükrü Erdinç, ben, Bihlun Tamaylıgil ve Sayın Kalaycı da tahmin ediyorum buradaydı. Bizden yine çok değerli isimlerini de anmak isterim, selam da göndermek isterim; Adnan Keskin, Vahap Seçer, İzzet Çetin, Rahmi Aşkın Türeli, Müslim Sarı, Aydın Ayaydın'ın da bulunduğu bu Komisyonda 4 Haziranda geldi bize, oradan alt komisyona gitti, 17 Haziranda alt komisyondan ana Komisyona geçti, sonra 10 Temmuzda ana Komisyonda görüşmelere başladık 101 madde oldu, daha sonra da buradaki ana Komisyonda toplam 148 madde olarak bir torba kanun şekline dönüştürüldü ve oradan da 15 Temmuzda Genel Kurula indi ve 9 Eylülde de Genel Kurulda kabul edildi. Bu süre içerisinde yaklaşık 18 bakan Komisyonumuza geldi, 18 bakan gitti. Sayın Bakanımız da o gün Maliye Bakanlığı Müsteşarı olup tahminim ki Sayın Şimşek'le beraber siz de buraya gelip gittiniz, yaz dönemini olduğu gibi burada geçirdiniz.

Şimdi, o kanunda benim yapmış olduğum bir konuşma var, bu konuşmadan bazı başlıkları sizler paylaşmak istiyorum, o gün ne demişim. Şimdiki konuşmama da birazdan geçeceğim. O gün yaptığımız konuşmada demişim ki: "Geçtiğimiz -haziran ayında toplandı Komisyon- mayıs ayının ilk haftalarında Maliye milyonlarca vatandaşa: Ödeme süresi geçtiği hâlde ödenmemiş veya eksik ödenmiş vergi borcun bulunuyor. Banka hesabı haczi gayrimenkul haczi, taşıt haczi gibi durumlarla karşılaşmamak için vergi dairelerine başvurun. şeklinde bir yazı gönderdi arkadaşlar, bunu Maliye Bakanlığı gönderdi. Bu yazıyı alan vatandaşların önemli bir bölümü büyük bir telaşla vergi dairelerinin yolunu tuttu, borcunu cezasıyla, faiziyle birlikte ödedi. Belki de haciz tehdidinden korkup başka yerlerden borçlanarak borcunu ödedi. Bir ay sonra bu yasa teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi. Şimdi anlıyoruz ki devlet vatandaşına tuzak kurmuş, birçok vatandaş da tuzağa düşmüş, devlet vatandaşına tuzak kurar mı, kurduğunuz bu tuzağa düşen vatandaşların şimdi sizin Hükûmetinizin ve partinizin hakkında neler düşünebileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Hem bu vatandaşları hem de sigorta, vergi ve benzeri bütün borçlarını zamanında ödeyen vatandaşları koyduğunuz yeri tanımlamayı size bırakıyorum. Af yasasından önce bu vatandaşlardan özür dileyip önce kendinizi affettirmelisiniz.

Türkiye'de çok sık bir şekilde kamu alacaklarında aflara başvurulmaktadır. Bir araştırmaya göre, 1980 yılından bu yana hükûmetler, değişik kapsamlarda ve değişik isimlerle 13 af kanunu çıkarmış. Bunlardan 3'ü -o gün için söylüyorum- AKP iktidarı döneminde çıkarılmış, AKP iktidarının çıkaracağı bu dördüncü afla -bugün gelen ise beşinci oluyor- birlikte ortalama her üç yıla bir af kanunu düşmüş." demişim. "Bundan önceki en son af bu son denilerek 16 Eylülde Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek diyor ki... Vergi borçlarına torba yasayla getirilen imkânlardan yararlanma çağrısı yaptı. Şimşek: Bundan sonra bu anlamda bir af olmayacak, vatandaşlarımız beklentilerini sınırlı tutsun. diye 16 Eylülde Sayın Şimşek söylüyor, bu son diyor ama buna benzer bir açıklamayı da Sayın Unakıtan 2003 yılında ilk vergi affı veyahut da düzenlemenin yapıldığı döneminde yine o dönem Sayın Unakıtan söylüyor, en sonunu da 2014 Eylül ayında Sayın Şimşek söylüyor.

Genel olarak baktığımızda kamu alacaklarıyla ilgili olarak getirilen afların üç temel amaca hizmet ettiğini görüyoruz: İdari yargıdaki dava dosyalarını azaltma, gelir elde etme ve ekonomik krizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyen mükellefleri rahatlatmak ve krizin olumsuz etkilerini azaltmak, AKP döneminde bu üç gerekçeye bir de seçim yatırımı gerekçesinin eklendiğini görüyoruz. 2011 genel seçimlerinden önce Türkiye tarihinin en kapsamlı vergi affını getiren AKP, şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde vergi affını gündeme getirmekte, bu yolla kısa vadeli olarak rahatlayacak olan vatandaşlardan oy devşirmenin hesaplarını yapmaktadır." demişim.

Yine, "Türkiye'de vergi mükelleflerinin gerek ana para gerekse de faiz ve cezalar nedeniyle devlete karşı çok büyük bir borç yükü altında olduğu bir gerçek. Nisan 2014 bütçe uygulama sonuçlarına baktığımızda, tahakkuk ettiği hâlde tahsil edilemeyen vergi ana para miktarı 70 milyar lira, zamanında tahsil edilemeyen vergi, resim ve harçlara uygulanan gecikme faizinden kaynaklanan alacak 17 milyar lira, yargı para cezalarından kaynaklanan alacak 41 milyar lira, idari para cezalarından kaynaklanan alacaklar 6 milyar lira, vergi cezalarından kaynaklanan alacaklar ise 41 milyar lira olarak gözüküyor." demişim. Yine devam etmişim: "Alt alta topladığımız zaman sadece bütçe gelirleri kapsamında devletin vatandaşlardan olan toplam alacağı 175 milyar lira olarak gözüküyor. Sosyal Güvenlik Kurumunun alacaklarının ise 90 milyar lira olduğu ileri sürülmüş. Daha üç sene önce, Türkiye tarihinin en geniş kapsamlı affının uygulandığı bir ülkede vatandaşların kamuya bu ölçüde büyük bir borç biriktirmiş olması Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne sermektedir. Ekonomi yönetimlerinin asıl hedefinin, her iki yılda üç yılda bir birikmiş kamu alacaklarını affetmek değil, bu tür alacakların birikmesini önlemeye dönük önlemler almak olmalıdır." demişim ve devam etmişim: "Esasında, adına af, yeniden yapılandırma, vergi barışı ya da her ne isim verilirse verilsin kamu alacaklarıyla ilgili olarak sık sık bu tür uygulamalara gitmek ülkenin mali yapısının çok sağlam temellere dayanmadığının çok önemli bir göstergesidir." demişim.

Yine, "Getirilen aflara rağmen bu kadar büyük kamu alacağının birikmesinin temelindeki sorunlara inmek gerekiyor. Vatandaşlar vergi ve sigorta borçlarını niçin zamanında ödeyemiyorlar? Bence bunun nedenlerinden en önemlisi, Türkiye'deki vergi ve sigorta pirimi yükünün yüksek olmasıdır. Devlet mükelleflerin kazançlarının büyük bir bölümünü vergi ve sigorta pirimi olarak istemektedir ve vatandaşlar da bunu ödeyememektedir. Bu sorunun çözümü ise her iki üç yılda bir birikmiş kamu alacaklarını affetmek değil, yeni aflara gereksinim kalmasını önleyecek şekilde vergi sistemini reforma tabi tutmaktan geçer." demişim ve devam etmişim: "Vergi yükü bu kadar yüksek ve sistem bu kadar karmaşık ve anlaşılmaz olduğu sürece bu sonuç kaçınılmazdır. Ancak, nedense AKP, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki sayısal çoğunluğuna rağmen, çağdaş bir vergi sistemi getirmek yerine, bu köhnemiş vergi yükünü vergisini ödeyen mükellefin üzerinde bırakıp vermeyenleri affetmeye dayanan bu sistemi sürdürmekte inatla ısrar etmektedir. Kamu alacaklarını affetmeyi seçim dönemlerinde kullanacağı bir araç olarak elinde tutmayı özellikle tercih etmektedir. İkinci bir neden ise af uygulamalarına çok sık bir şekilde başvurulması vergi kayıp kaçağını artırmakta, vergi mükelleflerinde ahlaki bir erozyona yol açabilmektedir." demişim.

"Birikmiş kamu alacağı sorununun bir başka nedeni de yüksek miktarlardaki cezalardır. Az önce söylediğim kamu alacaklarının 90 milyar liraya yakınını tek başına yargı, idari ve vergi cezaları oluşturmaktadır. Bu kadar yüksek miktarlarda cezaların gündeme gelmesinin yasaların anlaşılmaz ve karmaşık olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle vergiyle ilgili cezaların kaynağının yasaların yetersizliği, eskimişliği ve anlaşılmazlığının yanı sıra, AKP hükûmetinin, cezaları kendisine itaat etmeyenleri terbiye etmek için bir araç olarak kullanması olduğuna inanıyorum." demişim. Ve son olarak da "Vergi sistemimiz her tarafı dökülen bir araba gibi artık bu ülkeyi taşımıyor. Herhangi bir işletmeye denetim için gelen kamu görevlileri, yasaların bu anlaşmazlığından ve karmaşıklığından yararlanarak mutlaka mükellefi cezalandırabiliyor. Bu af yasası da göstermiştir ki Türkiye'nin vergi ve diğer alanlarda acil bir reform çalışmalarına ağırlık vermesi gerekmektedir." demişim 2014 Haziran ayında, bu Komisyonda bizzat söylemişim.

Aradan iki yıl geçti geçmedi; dün Sayın Komisyon Başkanı Süreyya Bilgiç dedi ki: "Biz 2015 Aralık ayında bu çalışmaları başlattık." Yani, bir yıl önce böyle kapsamlı bir düzenleme yapılıyor, aradan bir yıl geçiyor, tekrar buna ihtiyaç duyuluyor arkadaşlar ve aradan bir yıl geçtikten sonra bugün karşımıza şimdi bu teklif geliyor. Bu teklifle ilgili de düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

AKP döneminde her üç yılda bir "vergi barışı", "varlık barışı" gibi isimlerle vergi affı çıkarılmıştır. 2003 yılında 4811 sayılı Vergi Barışı Kanunu, 2008 yılında 5811 sayılı Bazı Varlıkların Millî Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun, 2011 yılında 6111 sayılı Kanun ve 2014 yılında 6552 sayılı Kanun yürürlüğe konuldu arkadaşlar. Tarihlere dikkat ederseniz, ilk iki kanun arasında beş yıl yani 2003 ile 2008 yılı arasında beş yıl, sonraki iki kanun arasında üçer yıl aralık; en son kanun 2014 yılında çıkarıldı, 2016 yılında yani bugün yeni bir af kanunuyla karşı karşıyayız. Süre iki yıla inmiş yani beş yıl, üç yıl ve kademeli olarak iki yıla inmiş arkadaşlar. Önceki kanunla taksitlendirilen alacaklar henüz tahsil edilmeden yeni bir kanun gündeme geldi. Yani, 2014 yılında çıkarttığımız af kanununun üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, henüz daha birçok alacakların tahsil edilememesine rağmen, yeni bir affa ihtiyaç duyuldu arkadaşlar. Hemen hemen tüm bakanlar "Artık, bu son." diyerek bu kanunları bu Mecliste savundular ve söylediler.

Yapılan aflarla hükûmetler kısa vadede para ihtiyaçlarını karşılarlarken uzun vadede ise Türkiye'de zaten çok da fazla olmayan vergi ahlakını iyice yerle bir etmektedir.

Dürüst mükellefi cezalandırıp kazancını tam bildirmeyen, bildirdiği kazancının vergisini zamanında ödemeyen, açıkça vergi kaçıran kayıt dışı çalışanları da bu tasarı ödüllendirmektedir arkadaşlar.

Aynı ahlaki bozulma sadece vergi mükellefiyetiyle ilgili değil, sosyal güvenlik primi ve benzeri kamu alacaklarının ödemelerinde de geçerlidir. Arka arkaya gelen aflar yüzünden devlete olan yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeyenler için uygulanan gecikme zammı, ceza gibi yaptırımların hiçbir anlamı ve caydırıcılığı ne yazık ki kalmamıştır. Çünkü, artık, herkes "Nasılsa bir iki seneye af çıkar." diyerek devlete olan vergi, sigorta primi ve benzeri borçlarını ödemek yerine, ucuz finansman kaynağı olarak kullanmayı tercih etmektedir. Arka arkaya çıkarılan aflar, bu türden kötü niyetli mükelleflerin âdeta ekmeğine yağ sürmektedir.

Dünyanın her yerinde vergi mükellefleri başta ekonomik nedenler olmak üzere, çeşitli nedenlerle kamuya karşı vergi ve benzeri yükümlülüklerini zaman zaman yerine getiremeyebilirler. Türkiye'de de önemli bir kesimin vergi ve sigorta prim borçlarını içinde bulundukları olumsuz ekonomik koşullar yüzünden zamanında ödeyemediklerini de biliyoruz. Zira, Türkiye ekonomisi yıllardır aşağı doğru gidiyor. Serbest çalışan kime sorsak "Piyasa kötü." diyor. Bizim bu türden mükelleflere kamuya olan vergi ve benzeri borçlarını ödenebilir kılmaya bir itirazımız yok arkadaşlar. Bir kez daha tekrarlıyorum: Serbest çalışan kime sorsak "Piyasa kötü." diyor. Bizim bu türden mükelleflere kamuya olan vergi ve benzeri borçlarını ödenebilir kılmaya bir itirazımız asla yok. Ancak, özellikle küçük işletmelerin hayatını devam ettirebilmeleri, hem kendi geçimlerini sağlayabilmek hem de istihdamlarını devam ettirebilmeleri için bir kolaylık sağlanmasını şiddetle destekliyoruz. Ancak, amacı zaten vergi kaçırmak olan, kamuya olan borcunu ödemek yerine, ucuz finansman kaynağı olarak kullanmak gibi kötü niyetli mükelleflerin kurtarılmasına ise şiddetle karşıyız arkadaşlar. Bir kez daha tekrarlıyorum: Amacı zaten vergi kaçırmak olan, kamuya olan borcunu ödemek yerine, ucuz finansman kaynağı olarak kullanmak gibi kötü niyetli mükelleflerin kurtarılmasına da şiddetle karşı olduğumuzun bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Birikmiş vergi borçlarının gecikme zam ve cezalarının silinerek yurt içi üretici fiyat endeksi artış oranı kadar artırılarak taksitle tahsil edilmesi, belki az önce söylediğim ekonomik nedenlerle, Türkiye ekonomisinin kötü yönetilmesi nedeniyle güç duruma düşmüş mükelleflere bir soluk, bir nefes aldırabilir. Ancak, matrah artırımı gibi düzenlemeler ise kötü niyetli mükelleflere hizmet eder. Matrah artırımı, kazancını gizlemiş, vergiyi kaçırmış, kayıt dışı iş yapmış mükellefleri ödüllendirmekten başka bir şey değildir. Bu türden mükellefler matrahlarını belli oranlarda artırarak çok az bir vergi ödeyip 2015 yılı sonuna kadar olan bütün iş ve işlemlerini aklayacaklar, bunlarla ilgili hiçbir vergi incelemesi yapılmayacak. Hatta, bu tür uygulamaların dürüst mükellefler üzerinde bir baskı unsuru olarak Maliye tarafından geçmişte kullanıldığını da biliyoruz. Mükelleflere vergi dairelerinden telefon edilip "Gelin, matrah artırın, yoksa defterlerinizi incelemeye alacağız." konuşmalarına tanık olduğumuzu ve bu konulardan şikâyetler aldığımızı ve dürüst mükellefleri matrah artırımına zorlayarak katmerli vergi ödemelerinin sağlandığına dönük onlarca, yüzlerce olaya tanık olduğumuzun da altını çizmek isterim.

Türkiye'nin gündemine sık sık vergi aflarının gelmesinin bir başka önemli nedeninin ise vergi yükünün yüksekliği olduğunu düşünüyorum. Sosyal güvenlik primleriyle birlikte düşündüğümüzde Türkiye'de yüzde 30'u aşan bir vergi yüküyle karşı karşıyayız. Büyük bir kayıt dışı ekonomimiz olduğunu da dikkate alırsak sistem içerisindekilerin yani kayıtlı iş yapanların, kayıtlı çalışanların gerçek vergi yükünün bu oranın çok daha üzerinde olduğu sonucuna ulaşırız. Dolayısıyla, vergi yükünü özelikle de çalışanların yani ekmeğini emeğiyle kazananların, bir diğer deyimle istihdamın üzerindeki yüksek vergi yükünü aşağı çekmemiz mutlaka şarttır ve bunun düzenlemesinin yapılması gerekir.

Eğer vergi tabanını genişletip herkesi sisteme dâhil edemezsek Türkiye bundan sonra da her yıl böylesi vergi aflarına, matrah artırımlarına başvurmak zorunda kalır yani vergi afları olağan hâle gelir.

Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda geri çektiği madde ise -geçici 2'nci madde için söylüyorum- çok az değiştirilerek yeniden bu teklifle gündeme getiriliyor. Bu kapsamda yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile her türlü gemi, yat ve su araçlarının Türkiye'ye getirilmesine olanak tanınıyor. Yurt dışındaki varlıkların Türkiye'ye getirilmesine yönelik maddeye bu defa her türlü gemi, yat ve diğer su araçları da dâhil edilmiş. Enteresan, durduk yerde yat ve gemilerin ilave edilmesi neden oldu? Bu ilave edilince benim aklıma kötü şeyler geldi. Nedir bu kötü şeyler? Sayın Cumhurbaşkanının evlatlarının ve Sayın Başbakanın evlatlarının gemicilik yaptığı bir ülkede böylesine bir düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine teklif olarak getirmek bana göre siyaseten çok yanlış olmuştur, etik olarak doğru bir davranış biçimi olmamıştır arkadaşlar. Bu onu kurtarma mıdır, değil midir ayrı bir konu ama hem Sayın Cumhurbaşkanının hem Başbakanın çocuklarının bu işleri yaptığı bir dönemde her türlü gemi ve yatlarla ilgili, su araçlarıyla ilgili böyle bir cümlenin bu paragrafa eklenmiş olmasını siyasi etik açısından çok doğru bulmuyorum ve ister istemez bunlar yarın öbür gün konuşulacaktır. "Bu getirilen düzenleme acaba bir sipariş, acaba şahsa özel getirilmiş olan düzenleme midir?" denilebilecektir. Çünkü, Sayın Başbakanın oğlunun 20'nin üzerinde bir filosunun olduğunu, Sayın Cumhurbaşkanının evlatlarının yine 15-20'ye yakın filolarının olduğunu herkes biliyor ve bunlar konuşuluyor.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Sayın Çam, dedikodu ya, dedikodularla şey yapma.

MUSA ÇAM (İzmir) - E, böyle olduğu bir dönemde şimdi bu düzenlemenin durduk yerde getirilip bu teklifin içerisine konulmuş olması özel bir sipariş üzerine geldiği kanaati tarafımdan görülmüştür ve bunu da burada dile getirmeyi tarihî bir görev görüyorum.

Üstelik, bu düzenlemeye göre, bu yolla getirilecek gemilerden, yatlardan tek kuruş vergi, resim, harç ve ceza alınmayacak Sayın Demiröz.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Ama, dedikodularla konuşuyorsun, "Öyle denildi." olmaz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum, şimdi geliyorum.

Ayrıca, bu gemiler üçüncü kişiler adına getirilirse -maddede var- ivazsız intikal saymıyorsunuz, dolayısıyla veraset ve intikal vergisi de almayacaksınız.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Beraber takip edeceğiz bunu sizinle.

MUSA ÇAM (İzmir) - Ekmekten, sudan, ilaçtan vergi alırken gemiden, lüks yatlardan vergi almamak hangi vicdana sığar arkadaşlar? Vatandaşlara annesinden babasından kalan üç beş parça maldan veraset ve intikal vergisi alan bir ülkede, gemi ithalatından, yat ithalatından vergi, resim, harç almamak nasıl bir vicdan meselesidir arkadaşlar? Yarın bizden çocuklarımıza bir ev, bir daire, bir tarla kaldığında ondan vergi, resim, harç, veraset, her türlü intikal vergisini alacaksınız ama milyon dolarlık bu yatlardan, bu gemilerden, bu teknelerden bir kuruş veraset vergisi almayacaksınız arkadaşlar. Bu adaletsizliktir, bu vicdansızlıktır arkadaşlar. Böyle bir şeyin yapılmasına neden ihtiyaç duyulmuştur? Nereden ortaya çıkmıştır? Bu kimlere kıyaktır? Bunların da ortaya çıkartılması gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008, 2011 ve 2013 yıllarında -5811 sayılı Kanun, 6111 sayılı Kanun ve 6486 sayılı Kanun- uygulanan varlık barışı bu kanunla yeniden gündeme getiriliyor. Yurt dışındaki varlıkların Türkiye'ye getirilip ekonomiye kazandırılması tabii ki çok önemlidir. Önceki varlık barışlarında az da olsa Türkiye'ye getirilen tutarlar üzerinden vergi alındı. Altını çizmek istiyorum, daha önceki yapılan düzenlemelerde az da olsa üzerinden vergi alındı Sayın Demiröz. Bu defa tek kuruş vergi alınmıyor arkadaşlar. Ayrıca, gerçek ve tüzel kişilere para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını diğer kişilerin nam ve hesabına bildirme ve beyanda bulunma hakkı veriliyor bu düzenlemeyle. Beyanda bulunanlara bu paralarda yurt dışından kullandıkları kredilerini ödeme olanağı tanınıyor, bu durumda para Türkiye'ye gelmiyor arkadaşlar.

Getirilen bu para ve varlıklar dönem kazancının tespitinde dikkate alınmadığı gibi, sermayeye ilave edilmemişlerse işletmeden çekilmesi kâr dağıtımı sayılmıyor. Dolayısıyla, işletmeden çekildiğinde de vergi alınmayacak Sayın Demiröz. Ayrıca, para ve varlıklarını bu yolla Türkiye'ye getireceklere çok büyük dokunulmazlıklar sağlıyor. Bildirim veya beyanda bulunan kişiler ile varlıklar nam ve hesabına getirilen gerçek ve tüzel kişilerle ilgili olarak hiçbir şekilde vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacak, vergi cezası verilmeyecek arkadaşlar. Bunu kabul etmek mümkün değil. Nam ve hesabına bildirimde bulunulanlar veraset ve intikal vergisine konu edilmeyecek. Bu varlıklarla ilgili olarak herhangi bir inceleme, araştırma, soruşturma veya kovuşturma yapılmayacak, idari para cezası verilmeyecek. Gel keyfim, gel!

Bu düzenleme, Türkiye'yi tam bir -Sayın Bakan kızacak, "Kara para cennetine çevirecek." diyeceğim, kızacak- kara para cennetine çevireceği gibi, rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık ve benzeri yasa dışı yollardan elde edilerek yurt dışına çıkarılan para ve diğer değerli varlıkların cezasız bir şekilde Türkiye'ye getirilerek aklanmasına yol açacaktır.

Daha önceki varlık barışı uygulamalarında parasını ya da değerli varlıklarını yurda getireceklerden bu para ya da varlıkların kendilerine ait olduğunu gösteren kanaat verici belge isteniyordu. Altını çiziyorum, daha öncekilerde kanaat verici belge isteniyordu. Bu tasarıda böyle bir belge istenmiyor Sayın Demiröz. Dolayısıyla, herhangi bir kişi, örneğin, bir suç örgütü lideri yurt dışındaki varlıklarını başkasının adıyla Türkiye'ye getirebilir; rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık ve benzeri birçok suçtan elde edilmiş varlıklar başka isimler üzerinden Türkiye'ye getirilerek aklanabilir. Hayırlısı olsun.

Belge istenmeyeceği için, bu yasa, suçtan elde edilmiş ve Türkiye'de kayıt dışı tutulan para ve benzeri varlıkların da sisteme sokularak aklanmasına yol açabilecek yani uygulamadan sadece yurt dışında tutulan para ve varlıklar değil, Türkiye'dekiler için de yararlanılabilecek. 17-25 Aralıkta bir türlü sıfırlanamayan paralar da bu yolla sisteme sokulabilir. Şimdiye kadar başkalarının üzerine yapılan tapular, başkalarının adına açılan banka hesapları şimdi gerçek hesaplarına geçebilir.

Düzenlemenin yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilişkisi olmadığını geçen toplantılarda söylemiştik. Yasadan yararlanacak olanlar "gerçek ve tüzel kişiler" olarak tanımlanıyor. "Gerçek ve tüzel kişi mükellef" denilmediği için herkes para ve varlıklarını bu yolla sisteme sokup aklayabilecek.

Bu yolla sisteme sokulan paranın yatırıma yöneleceğinin de garantisi maalesef yok. Çünkü, bu para herhangi bir işletmeye konulduktan sonra eğer sermayeye eklenmemişse işletmeden de çok rahat bir şekilde çekilecektir.

Bu yasaya göre, getirilecek varlıklarla ilgili olarak herhangi bir inceleme, araştırma, soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağı için bu kişilere bütün yasalar karşısında bir dokunulmazlık sağlanıyor ve bu varlık ve paraları elde ettiği bütün suçlardan affediliyor. Dolayısıyla, bu düzenleme bir genel af niteliğini taşımaktadır. Oysa, sadece vergi incelemesi bakımından bu kişilere bir koruma sağlanması yeterli olabilirdi.

Bu tasarı, AKP'nin bu rüşvet ve yolsuzluk çarkında elde edilen para ve diğer değerli varlıkları sisteme sokma ve artık gizlenemeyecek boyuta gelen bu suçlardan cezalandırılmaktan kurtulmalarına dönük bir çaba olarak gözüküyor. Yatırım ortamını iyileştirmekten öte, kendilerini kurtarmaya yönelik bir düzenleme olduğu muhakkak.

Bu düzenlemenin Panama belgeleri skandalının ortaya çıkmasından sonra gündeme gelmesi de ayrıca önem taşımaktadır. Tasarı, oralarda tutulamayan paraların Türkiye'ye bu yolla getirilerek hiçbir araştırma, soruşturma, kovuşturma yapılmadan aklanmasına hizmet edecektir. Sadece Türk vatandaşları değil, yabancılar da bu şekildeki yasa dışı yollardan elde ettikleri para ve suç gelirlerini Türkiye'ye getirip çok rahat bir şekilde aklayabileceklerdir.

Bu düzenleme, Türkiye'yi başta OECD olmak üzere, uluslararası kuruluşlar nezdinde çok güç durumda bırakma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü, Türkiye'nin uluslararası alanda imzalamış olduğu sözleşmeler, anlaşmalar var, bunun da takipçisi olacakları muhakkaktır.

Son sözüm, bu madde bir af niteliğindedir Sayın Demiröz.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Darbecileri savunma!

MUSA ÇAM (İzmir) - Çok ayıp ya!

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Çok ayıp ya! Yani, ağzınızı açtığınızda bunu mu söyleyeceksiniz? Ayıp oluyor ya!

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - OECD ülkelerinden bahsediyor...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yani, buna mı sığınacaksınız? Ayıptır!

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Çok yanlış bir söylem!

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Hayır, ben şöyle diyorum...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ayıptır, ayıp!

MUSA ÇAM (İzmir) - Çok ayıp yani.

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Kim darbecileri savunuyor? İnsaf edin ya, insaf!

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu...

Arkadaşlar...

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Türkiye zor durumda kaldı, OECD ülkeleri hangi desteği verdi?

BAŞKAN - Sayın Demiröz...

MUSA ÇAM (İzmir) - Sözümü bitireyim.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bu nasıl bir tartışmadır Allah aşkına ya! Bu nasıl bir cümledir Allah aşkına ya!

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Ya, Avrupa Birliği kalkıp bir destek mi veriyor? Ondan sonra da Avrupa Birliğinin önünde, bilmem şöyle yapmadınız, böyle yapmadınız...

BAŞKAN - Sayın Demiröz, lütfen...

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Demiröz, size geleceğim.

BAŞKAN - Sayın Çam, buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bu madde, değerli arkadaşlar, bir af niteliğindedir. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda Anayasa'nın 87'nci maddesinde öngörülen beşte 3 çoğunlukla kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bir aftır. Zira, Anayasa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenleyen 87'nci maddesinde "Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının beşte 3 çoğunluğunun kararıyla genel ve özel af ilanına karar vermek..." denilmektedir. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, aşağıda Genel Kurulda görüşülürken bu konudaki dileklerimizi, bu konudaki önerilerimizi, Anayasa'nın 87'nci maddesini orada bir kez daha hatırlatacağımın bilinmesini isterim.

Sayın Vedat Demiröz benim çok sevdiğim dostumdur. Burada dört yıl beraber görev yaptık. Çok karşı karşıya geldiğimiz günler oldu, çok tartıştığımız günler oldu ama bunların hiçbirisi bizim dostluklarımızı burada bozmaz, bozmamalı. Ama, bazı cümleler ağzımızdan çıkarken kulağımızın çok iyi duyması gerekir. Musa Çam 1980 askerî darbesinde tutuklanmış, yargılanmış ve sekiz yıl yurt dışında yaşamış bir insandır, bedel ödemiş bir adamdır, darbenin ne demek olduğunu bilen bir adamdır. Sekiz yıl yurt dışında yaşamışım mülteci olarak. Darbeden cezaevinde yatmış ve çıkmış bir adamım. 1971'de yine aynı şekilde bunun bedelini ödemişim. Öğrenciydim o zamanlar. Şimdi, bunları, bu hakikatleri söylerken çok değerli bir milletvekili arkadaşımızın "Darbecileri savunma." demesi, bu -Sayın Vedat Demirözü tanıdığım için- onun kalibresine de çok uymaz. Ama, bizlerin ağzımızdan çıkan kelimeleri, cümleleri çok özenle ve çok dikkatle seçmemiz gerektiğini biliyorum. Biz muhalefet partisi milletvekilleriyiz. İktidar partisinin burada 25 milletvekili, muhalefetin de toplam burada 15 milletvekili var. Her hâlükârda iktidar partisi milletvekilleri istedikleri bütün kanun tasarı ve tekliflerini burada oy çokluğuyla geçirirler arkadaşlar, bunda bir beis yok ama bizim de tarihe not düşmek gibi görevimiz ve sorumluluklarımız var. Ben konuşmamın başında 2014 Haziran, Temmuz ayında bu Komisyonda yaptığım konuşmayı burada sizlere aktardım arkadaşlar. Aradan iki yıl geçti, eski tas eski hamam arkadaşlar, aynı şeyler. İki yıl geçti, değişen hiçbir şey yok. Tekrar bir af kanunuyla veyahut da yeniden yapılandırmalarla ilgili bir teklifle karşı karşıyayız arkadaşlar. Bir arpa boyu ileri gitmeyecek miyiz biz? Dönüp dönüp aynı şarkıları mı söyleyeceğiz, aynı türküleri mi söyleyeceğiz arkadaşlar? Aynı şeyleri nakarat şeklinde söyleyecek miyiz arkadaşlar? Benim 2014 yılında yaptığım konuşma ile bugün yaptığım konuşmanın birbirinden çok fazla bir farkı yok arkadaşlar, aynı şeyler. Peki, biz dünyanın en büyük 16'ncı ekonomisi, Avrupa'nın 6'ncı veyahut da Avrupa'nın 1'inci ekonomisi böyle mi olacağız arkadaşlar? Bizim görevimiz muhalefet milletvekili olarak, burada doğruları söylemektir. Tabii ki bunları söylerken özel olarak da cümlelerimizi son derece dikkatli seçmeye özen gösteriyoruz; kimseyi kırmamaya, kimseyi rencide etmemeye özen gösteriyoruz ama birtakım hakikatleri, birtakım gerçekleri de söyleyeceğiz. Sayın Demiröz bugün AKP Genel Başkan Yardımcısı, MYK üyesi, mali işlerden sorumlu mali müşavir, kendi mesleki durumunu da çok yakından ilgilendirdiği için... Hem geçen yıl yatırım ortamının iyileştirilmesi konusundaki toplantılarımıza bizzat iştirak etti, parlak fikirlerinden, iyi fikirlerinden burada yararlanmaya çalıştık. Bugün de açılış konuşmasında yine kendi fikirlerini büyük bir sükûnetle, büyük bir saygıyla dinledik. Ama, burada muhalefetin söylediği her şeyi "Darbeci misiniz?" gibi değerlendirmek buradaki Plan ve Bütçe Komisyonunu ve bizi tanıyanlara karşı yapılabilecek en büyük haksızlıktır.

Bu konudaki eleştirilerimizi söyledik. Maddeler üzerinde de yine gereken düşüncelerimizi söyleyeceğiz.

Teşekkür ediyorum.