| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/721) (Alt Komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 27 .06.2016 |
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Başkanım.
Değerli arkadaşlar, aslında biz burada değişik zamanlarda kanunlar tartışıyoruz ama hepsi aslında içerik konusunda değil, sadece yönetim açısından konuları tartışıyoruz. Millî Eğitimin doksan üç yıldır, cumhuriyet kurulduğu zamandan bugüne kadar bir türlü rayına oturmamasının sebebini çok iyi düşünmemiz lazım. Neden bir türlü oturtamıyoruz? Her gelen bakanlık döneminde hükûmet sadece değil bakanlıklar döneminde bile Millî Eğitimde değişik birtakım kararlar alınıyor. Yok sınıf geçme, yok kredi sistemi, yok şu yok bu ama kalite konusunda veya yöntem konusunda maalesef pek çok konuda Avrupa'yı örnek aldığımız hâlde bu konuda maalesef yaya kalıyoruz. Ben sadece şunu söyleyeceğim: Amerika Birleşik Devletleri'nde veya Almanya'da üniversite okuyabilecek çağa gelmiş genç sayısı ne kadardır ve ne kadar kişi üniversitede okuyor? Ve hangi yöntemlerle... Okuyamayanları, üniversite dışında kalanları ne yapıyorlar? Buna bir bakalım: Aslında çok zor değil, kolay. Eğer biz şimdi millî eğitimde sekiz yıllık dönemi baz alırsak başlangıç olarak, sekiz yıllık dönemde öncelikle gencin bu toplum içerisinde nasıl uyumlu yaşayabileceğini, toplumda nasıl davranış içerisinde bulunacağını, temel bilgileri; bunları öğrettiğimizde, yetenek testleriyle gencin yeteneklerini tespit ettikten sonra ikinci dört yıllık dönemde yeteneği olan meslek liselerine aktardığımızda bunların bir miktarı üniversiteye gitti, bir miktarı da kalifiye eleman olarak değişik alanlarda yer alacak. Söz gelimi, adalet meslek lisesine gitmiş bir kişi hukuk fakültesine gidecek. Ama üniversiteye gidemeyen kişiyi ne yapacağız? Aslında çok kolay, zor bir şey değil. Bir yasa çıkaracağız, "Avukat bürolarında, barolarda, adliyelerde adalet meslek lisesi mezunları istihdam edilir." diyeceğiz. Böylece temelde kalifiye elemana sahip olacağız ve beş yıllık planlarda bunları rahatlıkla uygulayabiliriz.
Şöyle söyleyeyim: Sayı kaç oldu onu da bilmiyorum üniversitelerde, 151'di...
MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - 190'ı geçti.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - 190.
Şimdi bana söyler misiniz, bu üniversiteleri şöyle bir yere koyalım, düzeye koyalım, hangisi en iyi eğitimi veriyorsa en yukarıya alalım, en az eğitim vereni en alta alalım. Bunların arasındaki uçurumun ne olduğunu herhâlde hepiniz biliyorsunuz. Yani üniversite kurmak mesele değil, üniversitenin niteliğini ortaya koyabilmek önemli. Şimdi bizim geçmiş dönemde çok fazla üniversitelerimiz yoktu, İstanbul Üniversitesi vardı, Ankara vardı, ve sair birkaç tane böyle üniversitelerimiz vardı.
MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - 16 üniversite vardı.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - 16 idi ama bu üniversitelerde çok ciddi eğitim veriliyordu. Liselerimiz aynı şey, liselerde felsefe vardı, sosyoloji vardı, mantık vardı. Nerede bunlar?
Şimdi bakın, bir genci nasıl yetiştireceğiz? Entelektüel olarak yetiştirmek zorundayız yani entelektüel olacak genç mi yetiştireceğiz, yoksa para kazanacak genç mi yetiştireceğiz, toplum içerisinde uyum sağlayacak bir genç mi yetiştireceğiz? Hedefimiz ne gençten? Ama bakın siz "Vatansever, bilmem şöyle genç yetiştiriyoruz." diyorsanız yanılıyorsunuz. O liselerden mezun olanların, üniversitelerden mezun olanların birçoğu bugün terörist olarak bizimle çatışıyor.
Şimdi, aslında temelde bunların düşünülmesi ve buna göre kalifiye eleman yetiştirmemiz gerekiyor. Bakın ben size örnek vereyim: Fatih Sultan Mehmet döneminde Fatih Sultan Mehmet bir yasa çıkarmış, "Teşrifat Kanunu" ismini veriyor, yani şereflendirme. Bu hangi anlama geliyor? Kimlerin, hangi göreve, hangi görevlerden gelebileceğinin kanununu koymuş yani bir üniversiteden bir kişiyi alıp getirip Başbakanlık Müsteşarlığına oturtmuyor. Şeyhülislamı koyarken bunu ideolojilere, dine vesaire bağlamıyor, şeyhülislam zaten hukukçu, temelde hukukçu. "Anadolu kadıaskeri veya onun mazullerinden ancak şeyhülislam olabilir." diye hüküm koymuş. Defterdar kim olabilir demiş "Reisülküttap veya başhalife" demiş. Hepsini belirlemiş çünkü tecrübeye binaen oturtmuş makamlarına. Oturduğu zaman da o günden itibaren başarılı bir görev yapmış. İdeolojik sebeplerle hangi parti gelirse kendine uygun birtakım bürokratlar getiriyor.
Şimdi, bunları düşünürsek zannediyorum ki... Zaten Büsbecq de şunu söylüyor: "Türklerde layık olmadan hiç kimse bir göreve getirilmez." Sonuç uzuyor ama sonuçta şunu söylüyor: "Türklerin büyük devlet kurması ve devletlerinin sınırlarını genişletmesinin sırrı budur." diyor. Şimdi biz "millî eğitim" diyoruz, ismi de "millî", bunun gerçekten ne kadar millî olduğu konusunda şüphelerim var. Yani şöyle düşünün: Hakkâri'de okuyan bir genç, liseyi bitirmiş bir genç, Edirne'de liseyi bitirmiş bir genç, Ankara'da üniversitede beraberler, ortak değerleri nedir? Bir araya geldiklerinde birbirine anlatacak, birbiriyle konuşacak mevzuları var mıdır, nedir onları birleştirecek unsur? Bunları asıl öğretmemiz lazım.
Diğer taraftan, şimdi bakın halkın en alt kademesine hitap eden iki meslek vardır: Biri öğretmendir, biri imamdır. Halkın en alt kademesine karşı bunlar etkilidir ve halk dinler bunları fakat biz ikisini de maalesef, yeterince o mesleğe uygun kişiler gibi yetiştirerek getirmiyoruz. İmamı getiriyoruz imam hatipten mezun ediyoruz yani lise mezununu getirip, kendisi doğru düzgün dini bilmeyeni bize din rehberliği yapması için getiriyoruz imam yapıyoruz. Vazgeçelim bundan. İlahiyatta imam yetiştiren bir bölüm kuralım, psikolojiyi, pedagojiyi bilsin, birçok şeyi bilsin. Öğretmeni ne yapıyoruz? Hangi fakülteden mezun olursa olsun öğretmen yapıyoruz. Eski öğretmen okulları nerede? Kişisel fiziki görünümlerinden tutun diksiyonuna kadar öğretmen son derece önemli. Öğrenciler babalarından analarından daha çok öğretmenlerine bağlıdırlar, onları kendilerine rehber edinirler. Şimdi bu iki mesleği biz bir tarafa attık, imam hiçbir şey bilmeden -dinliyoruz yani camide bunları görüyoruz- hutbeye çıkıyor saçma sapan şey söylüyor, "Vaaz veriyorum." diyor saçma sapan şey söylüyor, ondan sonra da ben orada rahatsız oluyorum. Bilmesi lazım oraya çıkan kişinin ne söyleyeceğini. Öğretmen öğrencinin psikolojisini anlamıyor, halkın nasıl bir tavır içerisinde olduğunu bilmiyor. Nasıl yetiştireceğiz bunları? Bence bunlara yönelelim. Bunların disiplin şu bu, hepsi kendiliğinden çözülür zaten yetenekli ve liyakat sahibi insanlar orada görev aldığı taktirde.
Aslında bu konularda çok doluyuz ama gerçekten... Yıllar geçti bakın, yıllarca biz Türkiye'de sağ-sol çatışmaları döneminde yaşadık, üniversitelerdeydik, 67'de girdik, sonra ne oldu? Sağ-sol çatışmaları, ondan sonra bir sürü gencin hayatını kaybetti, 5 bin civarında genç insan hayatını kaybetti öğrenciyken ama buna rağmen bile o tarihlerdeki üniversiteler, o tarihteki liseler, samimi söylüyorum bugünkü birikimden daha fazla birikime sahip öğrenci yetiştiriyordu. Bugün "Türkiye hangi yarımkürededir?" diye sorduğumuzda, "Orta yarımküre." diyor. "Dört halife hangileridir?" diye soruyorsunuz, "Hazreti İsa, Hazreti Muhammed..." diye başlıyor. Allah aşkına böyle kendi dinini, kendi bölgesini, kültürünü bilmeyen insanlarla ülke nereye gidebilir ki?
Sayın Bakanım, siz bu konuda ciddi işler yaparsınız diye ümit ediyoruz, inşallah hayırlısı olur.