KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili tasarıda Sayın Bakan ve tasarının genel gerekçesinde yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili geniş açıklamalar var ve Sayın Bakan da sunumunda bunları geniş bir şekilde bizlere takdim etti, çok teşekkür ediyoruz. Tabii tasarı Türkiye'deki yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla hazırlanmış ama gerçekten Türkiye'de şu anda yatırım yapmak için gereken ortam var mıdır, yok mudur benden önceki konuşmacılar da değindiler. Bana göre de çok böyle yatırım ortamını gerçekleştirecek bir ortam bulunmamaktadır. Bu yüzden de son dört yılda özellikle özel sektörün yatırım harcamaları yaklaşık yüzde 2'ye yakın oranda azalmış durumda. Üretken yatırımlar yani makine ve teçhizat yatırımlarında son dört yılda azalma ise yüzde 5'i geçmiş durumdadır. Özel sektörün yatırım harcamalarında bu yılın ilk üç ayında da ciddi anlamda bir azalma olduğu görülmektedir. Yatırım ortamını iyileştirerek yatırımları artırma düşüncesi doğru bana göre, bunun mutlaka teşvik edilmesi, desteklenmesi ve gerekli önlemlerin ve tedbirlerin alınması gerekir ama bana göre seçilen yol yanlış.

Türkiye'ye özel sektör ya da yabancıların daha yatırım yapmamasının temel nedeni İcra ve İflas Kanunu'ndaki sorun değil, Pasaport Kanunu'ndaki sorun değil, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'dan değil, Gider Vergileri Kanunu'ndaki düzenlemeden değil, Gelir Vergisi Kanunu düzenlemesinden değil, Vergi Usul Kanunu'nun düzenlemesinde değil, Damga Vergisi Kanunu'ndaki eksikliklerden kaynaklanmıyor, Harçlar Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Emlak Vergisi Kanunu, Belediye Gelirleri Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Katma Değer Vergisi Kanunu'ndan değil, Elektronik İmza Kanunu'ndan değil, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Kurumlar Vergisi Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Araştırma, Geliştirme ve Tasarım Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun'daki eksikliklerden kaynaklanmıyor, Çek Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Türk Ticaret Kanunu'ndan kaynaklanmıyor, Finansal Kiralama, Faktöring Kanunu'ndan kaynaklanmıyor ve bir sürü düzenlemelerden kaynaklanmadığı açık ve net. Peki, bu yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili eksiklikler nedir o zaman ona bir bakmak lazım. Benden önceki konuşmacılar da kısmen değindiler de, ben de birkaç tanesinin altını özellikle çizmek isterim.

Özellikle Türkiye'de hukukun üstünlüğü ne yazık ki ayaklar altına alınmış durumdadır. Hiçbir kimsenin, hiçbir kuruluşun, hiçbir yatırımın hukuk güvenliği yok ne yazık ki yoktur arkadaşlar. Her şey bir

kişinin iki dudağının arasında. Yargıya güven neredeyse sıfıra inmiş durumdadır. Cumhuriyet Savcısı, saray savcısı hâline gelmiş. Hâkimler tarafsızlığını yitirmiş durumda. Yüksek yargı diye bir şey kalmamış durumda. 2011 yılında cemaat yargıya hâkim olsun diye Yargıtayın üye sayısı 250'den 387'ye, 2014 yılında AKP egemen olsun diye 387'den 525'e çıkarılmış, şimdi AKP'nin mutlak egemenliği için Yargıtay üye sayısı 475'ten 300'e, üç yıl içinde de 200'e indirilmek isteniyor. Aynı şey Danıştayda da yapılıyor. Danıştayın üyelerinin büyük bölümü tarafsızlığını yitirmiş Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Bağımsız yargının olmadığı bir ülkeye kim ve neden yatırım yapar arkadaşlar? Kimse kendini güvende hissetmediği bir yere gitmez ve oraya da yatırım yapmaz.

Anayasa ayaklar altına alınmış durumda. Kuvvetler ayrılığı yerini kuvvetler birliğine bırakmış durumda. Meclis yasama yetkisini, Hükûmet yürütme yetkisini, yargı yargılama yetkisini bir kişinin

iki dudağının arasına bırakmış durumda ne yazık ki. Anayasası fiilen ortadan kaldırılmış bir ülkeye kim ve neden yatırım yapar, bunu gerçekten merak ediyorum.

Türkiye'de özgürlükler tehdit altında. Yönetim giderek otoriterleşiyor. Basın özgür değil, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü ne yazık ki yok edilmiş durumda. Gazeteciler yazdıkları haberler, aydınlar açıkladıkları fikirleri yüzünden "casus, terörist" gibi akla ziyan gerekçelerle sürekli hapse atılmaktadır. Türkiye'de uyduruk gerekçelerle şirketlere iktidar yanlıları kayyum olarak atanıyor yüksek ücretlerle. İnsanların mülkiyetine bu yolla el konuluyor, şirketlere, uyduruk suçlardan kayyum atamak için Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasa tasarısı görüşülüyor. Böyle bir ülkeye kim ve neden yatırım yapar, bunu gerçekten merak ediyorum.

Türkiye Avrupa Birliğinden, çağdaş dünyadan giderek uzaklaşıyor. Dünyada bir çok örnekler ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler dâhil olmak üzere yapılan açıklamalar ne yazık ki bunu gösteriyor. Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olmasıyla birlikte özellikle yabancı yatırımlarda önemli bir canlanma olmuştu. Şimdi Türkiye özgürlükleri genişleterek AB'ye yakınlaştırmak yerine giderek otoriterleştiği için kimse yatırım yapmak istemiyor ne yazık ki. Türkiye'de siyasi iktidardan bağımsız olması gereken Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurulların bağımsızlığı yok edilmiş durumdadır. Bu kuruluşlar sürekli müdahale altında tutulmaktadır. Hepsinden önemlisi, Türkiye'de rüşvet ve yolsuzluklar soruşturulamamakta, sorumlular yargı önüne çıkarılamamaktadır. Çarkların yasalara göre değil, bir rüşvet çarkına göre döndüğü bir ülkeye kim yatırım yapabilir? Dışarıdaki imaj ve görüntü ne yazık ki budur. Bu örnekleri çok çok artırabiliriz.

Sonuç itibarıyla, üç beş kâğıttan alınan damga vergisi, birkaç işlemden alınan harçların yüksek olması değil ya da emlak vergisi, bina inşaat ruhsat harcı gibi kalemlerde düzenleme yapmanın yatırım ortamını iyileştirmeyeceğini hepimiz biliyoruz ve bunu da görmemiz gerekiyor. Bu örnekleri artırabiliriz.

Özellikle bu yasa tasarısındaki geçici 2 maddeye baktığımızda, diğer maddeleri sırası gelince konuşacağız ama 2'nci maddeyle ilgili de birkaç şey söylemek isterim. AKP'nin Türkiye'yi getirdiği noktanın bizim düne kadar gördüğümüz yerden çok daha kötü bir noktada olduğunu ortaya koyuyor. Bu tasarı "Türkiye'ye para gelsin de kimden gelirse gelsin." mantığıyla hazırlanmış. 2008, 2011, 2013 ve 2014 yıllarında 5811 sayılı Kanun, 6111 sayılı Kanun ve 6486 sayılı Kanunla uygulanan varlık barışı, bu kanunla yeniden gündeme getiriliyor. Yurt dışındaki varlıkların Türkiye'ye getirilip ekonomiye kazandırılması kuşkusuz önemlidir, yerindedir ve bunun mutlaka desteklenmesi gerekir ancak önceki varlık barışlarında az da olsa Türkiye'ye getirilen tutarlar üzerinden vergi alınmıştı. Bu defa tek kuruş vergi istenmiyor.

Ayrıca, gerçek ve tüzel kişilere para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını, diğer kişilerin yani başkalarının nam ve hesabına bildirme ve beyanda bulunma hakkı veriliyor bu düzenlemeyle. Daha önceki varlık barışı uygulamalarında parasını ya da değerli varlıklarını yurda getireceklerden bu para ya da varlıkların kendilerine ait olduğunu gösteren kanaat verici belge isteniyordu. Bu tasarıda böyle bir belge istenmiyor. Dolayısıyla herhangi bir kişi, örneğin bir suç örgütü liderinin yurt dışındaki varlıklarını başkasının adıyla Türkiye'ye getirebilir. Rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık ve benzeri birçok suçtan elde edilmiş varlıklar başka isimler üzerinden Türkiye'ye getirilerek aklanabilir ve temize çıkarılabilir. Belge istenmeyeceği için bu yasa suçtan elde edilmiş ve Türkiye'ye kayıt dışı tutulan para ve benzeri varlıkların da sisteme sokularak aklanmasına yol açabilecektir. Yani uygulamadan sadece yurt dışında tutulan para ve varlıklar değil Türkiye'dekiler için de yararlanılabilir noktadadır arkadaşlar. 17-25 Aralıkta bir türlü sıfırlanamayan paralar da bu yolla sisteme sokulabilir. Şimdiye kadar başkalarının üzerine yapılan tapular, başkalarının adına açılan banka hesapları şimdi bu düzenlemeyle gerçek sahiplerine geçebilir.

Düzenlemenin yatırım ortamının iyileştirilmesiyle yakından ve uzaktan hiçbir ilişkisi yok. Yasadan yararlanacak olanlar gerçek ve tüzel kişiler olarak tanımlanıyor. Gerçek ve tüzel kişi mükellef denilmediği için herkes para ve varlıklarını bu yolla sisteme sokup aklayabilecektir. Bu yolla sisteme sokulan paranın yatırıma yöneleceğinin de hiçbir garantisi yoktur. Çünkü bu para herhangi bir işletmeye konulduktan sonra eğer sermayeye eklenmemişse işletmeden çok rahatlıkla çekilebilecektir.

Tasarıda bazı yasalar ve yasa maddeleri açıkça sayılsa da bu şekilde bildirim ve beyanda bulunanlar hakkında hiçbir yasaya göre inceleme, araştırma, soruşturma veya kovuşturma yapılmayacak. Yani bildirimde bulunan kişilere bütün yasalar karşısında bir dokunulmazlık sağlanıyor ve bu varlık ve paraları elde ettiği bütün suçlardan affediliyor. Dolayısıyla bu düzenleme bir genel af niteliğini taşımaktadır. Bu tasarı, AKP'nin bu rüşvet ve yolsuzluk çarkında elde ettikleri para ve diğer değerli varlıkları sisteme sokma ve artık gizlenemeyecek boyuta gelen bu suçlardan cezalandırılmaktan kurtulmalarına dönük bir çaba olarak gözüküyor. Yatırım ortamını iyileştirmekten öte kendilerini kurtarmaya yönelik bir düzenleme olarak gözüküyor.

Bildirim veya beyanda bulunan kişiler ile varlıklar nam ve hesabına getirilen gerçek ve tüzel kişilerle ilgili olarak hiçbir şekilde vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılamayacak, vergi cezası verilemeyecek. Nam ve hesabına bildirimde bulunulanlar veraset ve intikal vergisine konu edilemeyecektir.

Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun, Sermaye Piyasası Kanunu, Gümrük Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Vergi Usul Kanunu'nda düzenlenen suçlar ve bu suçlarla ilgili olarak TCK'nın 282'nci maddesi kapsamında herhangi bir inceleme, araştırma, soruşturma veya kovuşturma yapılamayacak, idari para cezası verilemeyecek.

Bu madde kısacası bir af niteliğindedir. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda Anayasa'nın 87'nci maddesinde öngörülen beşte 3 çoğunlukla kabul edilmesi gerekir. Zira Anayasa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenleyen 87'nci maddesinde "Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek..." denilmektedir. Eğer bu yapılmadığı takdirde bu maddenin kabul edilmesi mümkün değildir.

Bu düzenleme, Türkiye'yi tam bir kara para cennetine çevireceği gibi, rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık ve benzeri yasa dışı yollardan elde edilerek yurt dışına çıkarılan para ve diğer değerli varlıkların cezasız bir şekilde Türkiye'ye getirilerek aklanmasına yol açacaktır.

Bu düzenlemenin Panama belgeleri skandalının ortaya çıkmasından sonra gündeme gelmesi de önemlidir. Tasarı, oralarda tutunamayan paraların Türkiye'ye bu yolla getirilerek hiçbir araştırma, soruşturma ve kovuşturma yapılmadan aklanmasına hizmet edebilecek niteliktedir. Sadece Türk vatandaşları değil, yabancılar da bu şekildeki yasa dışı yollardan elde ettikleri kara para ve suç gelirlerini Türkiye'ye getirip aklayabilirler.

Bu iktidarın çok büyük yolsuzluklara, rüşvete, suça bulaştığını bütün dünya biliyor. Bu maddeyle yurt dışında bu konuda çok sıkıştığınız ve bu sıkışıklığı aşmak için böyle bir yönteme başvurduğunuz bu düzenlemeyle anlaşılmaktadır. Anlaşılan, paraları koyacak yer bulma sorunu ciddi anlamda yaşanmaktadır.

Bu düzenleme, Türkiye'yi başta OECD olmak üzere uluslararası kuruluşlar nezdinde çok güç durumda bırakabilir çünkü Türkiye tam bir kara para cenneti hâline getirilebilir, gelebilir.

Bu tasarı, Türkiye'de işlerin iyi gitmemesinin temel nedeninin kötü yönetim ve kötüye giden bir ekonomi olduğu gerçeği göz ardı edilerek hazırlanmıştır. Son yıllarda iflas ertelemeye başvuran şirket sayısı oldukça arttı. Tasarı bu artışın kötü niyetten kaynaklandığı düşünülerek hazırlanmış. Oysa son aylarda çok büyük şirketlerin iflas erteleme talebinde bulunduğunu görüyoruz. Bunlar tümüyle borca batık hâle geldikleri için bu yola başvuruyorlar. Geçmişte dövizle borçlanmaları teşvik edilen şirketler, son üç yılda dolar kurunun yüzde 50'nin üzerinde artmasıyla darboğaza girdiler. Bunu göz ardı etmemek lazım. İflas ertelemeyi bu kadar zorlaştırmak belki iflasları daha da artırabilir.

Karşılıksız çekte hapis cezası geçmişte de uygulandı, 2012 yılı başında kaldırıldı. Karşılıksız çek sayısı bugüne kadar en yüksek noktaya 1 milyon 800 bine yakın çekle 2009 yılında çıktı. O zaman hapis cezası vardı. Buna rağmen rekor kırıldı. 2009 yılı ekonominin yüzde 5'e yakın küçüldüğü bir yıldı. Karşılıksız çek sorunu son yıllarda yeniden artıyor. Bunu tek başına hapis cezasının kaldırılmış olmasına bağlayıp, çözümü orada aramak doğru değil. Bu, ekonomik ortamın giderek kötüleşmesinden kaynaklanıyor. Öncelikle ekonomik ortamın iyileştirilmesi için birtakım ciddi reformlar ve düzenlemelerin yapılması gerektiğine inanıyorum.

Çek konusunda temel bir çözüm bulmak gerekir. Çek bir ödeme aracı olmaktan çıkıp, bir kredilendirme aracına, hatta senede dönüşmüş durumda. Bunu önlemek gerekir. Bankaların çek karnesi vermelerini bana göre zorlaştırmak gerekebilir.

Borcunu ödeyemeyen adamı bir de adli para cezasıyla cezalandırıp, ikisini birden ödemesini beklemek ne kadar doğru bir çözümdür? Bunun da sizlerin takdirlerine bırakıyorum.

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Geçmişte denendi olmadı. Bir de adli para cezasını ödeyemeyen birini hapse atıp, borcunu ödemesini beklemenin kime yararı olduğunu da tartışmak gerekir diye düşünüyorum.

Diğer maddelerle ilgili sırası gelince bu konudaki düşüncelerimizi de paylaşacağız.

Kanunun hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum.