| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/726) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 16 .06.2016 |
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Adalet Komisyonumuzun değerli üyeleri; hararetli başladığımız Komisyon toplantımızın, Başkanımızın ifade ettiği gibi, müzakere, tartışma diyalektiğine uygun olarak devam ediyor olması bizi mutlu etti. Herhâlde, çok müzakereci bir ortamda tartışmamıza devam ettiğimizi de söyleyebiliriz bugüne kadar olanlar dikkate alındığında.
Şimdi, ben, tekrara düşmemek açısından, sadece, bu yasanın temel tartışma noktası ne, o konuda ulusal ve uluslararası standartlar çerçevesinde bir kısım açıklama yapmak istiyorum.
Tabii, bir sabitemiz olması lazım. Yani eğer mahkemelerin tarafsızlığı, bağımsızlığıysa, mahkemelerin hem kararlarının hem de üyelerinin seçim usullerinin denetimiyse, bununla ilgili evrensel standartlar var ancak bu standartlara baktığımız zaman neyi görüyoruz? Birinci sırada, Anayasa'mızın 36'ncı maddesini görüyoruz, doğrudur; aynı zamanda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesini, adil yargılanma hakkını görüyoruz ve tabii, Avrupa Birliği ülkelerinde ortaya çıkan standartları görüyoruz.
Şimdi, bu standartlara baktığımız zaman, hiçbir Avrupa ülkesinde, hiçbir Avrupa Konseyi üyesi ülkede, evrensel olarak "Hâkim savcılar yüksek kurulu üyeleri şu şekilde seçilir, şu şekilde yüksek yargı üyeleri atanır, onların özlük işleri şu şekilde olur." gibi, mutlak standartlar yoktur. Yani egemenlik hakkının bir gereği olarak hem uluslararası sözleşmeler hem de uluslararası birlikler bu seçim usullerinde üye devletleri serbest bırakmışlardır. Yani üye devletlere demişlerdir ki: "Sizin sağlamanız gereken, adil yargılanma ilkelerinin "......"(X) hangi usullere giderseniz gidin, o bizi ilgilendirmez demektedir."
İşte, bu bağlamda, Avrupa ülkelerinde ve özellikle Kuzey Avrupa, İskandinav ülkelerinde hem yargının yönetim ve denetimini sağlayan üst kurulların üyelerinin seçiminde hem de yüksek yargı başkan ve üyelerinin, mahkeme üyelerinin seçiminde ortaya çıkan usulleri burada saysak -ki bir kısmını söyleyeceğim- zannedersiniz ki Uganda'daki, Orta Afrika'daki diktatöryal rejimlerdeki uygulamalara benzer uygulamaların oralarda olduğunu görürüz. Yani mesela, Norveç, İsveç, Finlandiya gibi ülkelerde hem hâkimler, savcılar kurulu üyelerinin hem de mahkeme başkanlarının doğrudan bakanlık veya hükûmet tarafından seçildiğini görüyoruz. Belçika'da, doğrudan hâkimler, savcılar yüksek kurulu üyelerinin getirdiği önerge çerçevesinde, doğrudan kral tarafından tayin ediliyor, doğrudan veto hakkı var.
Yani bunlara baktığımız zaman, Orta Doğu ülkesi veya az gelişmiş diktatöryal rejimlerdeki benzer usullerin olduğunu zannederiz. Oysa öyle değil. Görüyoruz ki bu ülkelerin, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda, adil yargılanma ilkelerinin gereklerini yerine getirmek konusunda ciddi mesafe katettiklerini de biliyoruz. Yargıya olan güvenin had safhada olduğu ülkeler buralar.
Demek oluyor ki tarafsızlık ve bağımsızlık meselesinin, doğrudan, hâkim ve savcıların seçim usulleriyle, HSYK üyelerinin seçim usulleriyle ilgili olmadığını, hatta bizim yargımızda, bağımsızlık konusunda İstiklal Marşı, bayrak ve bir bağımsızlık işareti ortaya çıkaracak bir özel simge kazanabilecek kadar bağımsızlıkta ileri gittiğimizi ifade edebiliriz ama bence, şu anda, özellikle son on yılda, sadece on yılla sınırlamak mümkün değil, Türkiye'nin son elli yılında, yüz yılında yargıda yaşanan bütün büyük sorunların temeline inildiğinde, aslında, bağımsızlıktan ziyade tarafsızlık meselesinin daha fazla öne çıktığını da görüyoruz.
Biraz önce, işte Zeynel Bey Vekilimizin de, Yılmaz Tunç Bey Vekilimizin, birlikte "Avukatlığa dönsek." diye ifade etmeye çalıştığı mesele, aslında, temelde tarafsızlık sorunudur. Ülkemizde, yargımızın bağımsızlığı bazen o noktaya kadar gidiyor ki -bunu engelleyelim demiyorum asla- yargıda, âdeta kendi politik düşüncesini ortaya çıkararak siyasete müdahale niteliği kazanabilecek maalesef siyasal çözümlemelerin ve politik duruşların ortaya çıktığı dönemleri de görüyorum.
Demek ki mesele, tarafsızlık ve bağımsızlık meselesidir. Bizim en önemli tartışmamız ve paralel yargı üzerinden burada hazırun içerisinde de mağdur olmuş pek çok milletvekilinin, siyasetçinin, bürokratın mağduriyetinin temelinde yatan düşünce, yargı içerisindeki bir yapının, bağımsızlığı kullanarak kendi tarafsızlıklarını bir kenara itmek suretiyle operasyonel faaliyetlerinin olduğunu hatırda tutmak lazım.
Bir diğer mesele de yargının denetimidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, Türkiye'yle ilgili 2001 yılında vermiş olduğu karar. Bu, özellikle Devlet Güvenlik Mahkemesindeki askerî hâkimin tarafsızlığı ortadan kaldırdığına ilişkin karar sonrasında objektif bir yargı sistemi oluşturuldu. Yeterli mi? Değil elbette ancak daha sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bir ilke ortaya koyuyor ve bunun sürekli, ısrarla arkasında duruyor, o da şudur: Bir mahkeme karar verdikten sonra bu kararın etkin, verimli bir şekilde üst mahkeme tarafından denetlenmesidir.
Maalesef, 1924'te istinaf mahkemeleri kaldırıldıktan bugüne kadar geçen süre zarfında...
BAŞKAN - 1924'te mi kaldırıldı?
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - O şekilde.
BAŞKAN - 1926.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - 1926 mı? 1924 diye biliyordum. Belki bir kaldırılmıştır şey olmuştur ama İnternet... Çok da önemli değil yani...
BAŞKAN - Önemli olmaz mı, Baki Bey bunun üzerine makale yazıyor.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - 1924 tarihi diye biliyorum ama o zaman, bunu müzakere edelim, çok önemli bir hâl aldı Sayın Başkanım çünkü 1924 diye, ben biraz önce araştırdıktan sonra size ifade ediyorum.