| Konu: | Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 06.10.2021 |
MHP GRUBU ADINA HASAN KALYONCU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, çevre sorunlarıyla ilgili çalışmalar Sanayi Devrimi'nden sonra bilim dünyasında başlamış; kitaplar, yayınlar, konferanslarla devam ederken 1970'li yıllarda çeşitli araştırmalarla desteklenmeye başlanmıştır.
İklim değişikliğiyle ilgili ilk uluslararası anlaşma ise 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'dir. Türkiye, OECD üyesi olması sebebiyle sözleşmenin insan kaynaklı sera gazı salımını azaltmayı kabul eden ve gelişmiş ülkeler listesini de gösteren Ek-1 lisesine ve gelişmekte olan ülkelere finans ve teknoloji desteği sağlamakla yükümlü kılınan Ek-2 listesine dâhil edildiği için uzun süre sözleşmeye taraf olmamıştır. 2001 yılında Ek-2 listesinden çıkarılmasının ardından Ek-1 ülkesi olarak 2004 yılında sözleşmeye, 2009 yılında Kyoto Protokolü'ne taraf olmuştur. Ancak herhangi bir sera gazı emisyonu azaltım yükümlülüğü almamıştır. 2010 yılında Türkiye'nin Ek-1 ülkesi olarak özel koşulları sözleşmenin 16'ncı Taraflar Konferansı kararıyla tanınmış, 2014 yılında alınan 20'nci Taraflar Konferansı'nda ise Türkiye'ye en azından 2020 yılına kadar finans teknoloji transferi ve kapasite geliştirme desteği sağlanmasının önünü açan karar alınmıştır. Türkiye, yeni iklim rejiminde finans ve teknoloji desteklerine erişim talebinin karşılanması kaydıyla 2015 yılında Paris Anlaşması'nı kabul etmiş ve 22 Nisan 2016'da imzalamıştır.
Uluslararası finans kuruluşları iklim dostu olmayan plan ve projelere fon aktarmayı kademeli olarak durdurmaya yönelik kararlar alma sürecine girmeye başlamıştır. Son olarak Avrupa Birliği tarafından açıklanan "Avrupa Yeşil Mutabakatı" Avrupa Birliğinin 2050 yılında ilk iklim nötr kıta olma hedefini ortaya koyan ve politikalarını iklim değişikliği ekseninde yeniden şekillendiren, hiçbir bölgenin geride bırakılmaması temel hedeflerini içeren yeni büyüme stratejisi olarak tanımlanmıştır. Yeşil Mutabakat'ta, Avrupa Komisyonunun Paris Anlaşması'nı gelecekte yapılacak kapsamlı ticaret anlaşmalarının hepsinde olmazsa olmaz unsur olarak önereceği belirtilmektedir. Ancak mutabakat kapsamında Avrupa Birliği, kendi sınırlarındaki üretimin karbon fiyatlandırmayı uygulamayan ülkelere kaymasını önlemeye yönelik olarak sınırda karbon düzenlemesi planlamaktadır.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması kapsamında iki konunun önemi ve çözümü üzerinde durmaktadır. Birincisi, Türkiye'nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmesi bakımından kendisiyle benzer konumdaki ülkelerle eşit tutulması; ikincisi ise Türkiye'nin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında, mutlak emisyon azaltımı yapmasının imkânsızlığı ve bu hususun kayıt altına alınması gerekliliğidir.
Kıymetli milletvekilleri, hepinizin bildiği üzere küresel ısınma ve iklim değişikliğinin sebepleri doğal süreçlerle insan faaliyetleri sonucu emisyondan kaynaklanmaktadır. Doğal süreçler kendi doğallığı içerisinde devam ederken insan faaliyetleri süreci hızlandırmıştır. Küresel ısınmaya insanların etkisi Sanayi Devrimi'yle başlamış ve emperyalizmin, kapitalizmin açgözlülüğü sonucu pervasızca dünyanın geleceği riske atılmıştır. Yapılan her şeyin çevreye, doğaya ve dünyaya etkileri göz ardı edilmiştir, daha fazla kazanmak, daha fazla konfor adına doğal kaynaklar hunharca tüketilmiştir. Bugün gelinen durumda, bu olaylara sebep olan ve gelişimini tamamlayan ülkeler dünya üzerinde tekrar baskı kurarken yaptıklarının bedelini ödemek hususunda bir çabaları da yoktur. Çeşitli anlaşmalar süreci sonucunda gelinen nokta Paris İklim Anlaşması olmuştur. Bu anlaşma kapsamına girmeyen savaş teknolojileri, uzay çalışmaları, nükleer denemeler ve terör desteği sonucunda emisyon oluşumları hep göz ardı edilmiştir. Örneğin, son dönemde Kuzey Afrika, Afganistan ve Orta Doğu'da çeşitli bahanelerle yaşanan bombalamalar ve terör olayları da bu kapsamda ele alınmamakta, terörden kaynaklı yangınlar görmezden gelinmektedir. Tüm bunların yanında karbon salımı konusunda Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihî sorumluluğu ele alındığında yüzde 0,6; güncel etkisi ise yüzde 1,1 civarındadır. O hâlde ülkemizin sanayileşmesi düşünüldüğünde, zaten etkisinin çok az olduğu ortadadır.
Durum böyleyken dünyayı bu hâle getirenlerin şimdi çevreci rolü üstlenmesi ve çevreyi kullanarak diğer ülkelere tekrar baskı uygulamaya kalkmaları da kabul edilemez. Tarihî sorumlulukları düzeyinde destek vermeleri gerekirken kendi oluşturdukları pisliği dünya milletlerine temizletmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca, ülkelerin tarihî sorumlulukları belirlenirken sömürgecilik faaliyetleri sonucu dünyada farklı ülkelerde yaptıkları faaliyetlerin de kendi tarihî sorumluluk rakamlarına eklenmesi gerekmektedir. Son dönemlerde sanayileşmiş ülkelerin şirketleri üretimlerini gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelere taşımış, bu ülkelerdeki faaliyetleri de üretim yaptıkları ülkeye değil, kendi hesaplarına dâhil edilmelidir. Gelişmiş ülkelerin yeşil teknolojiyi ve doğayla uyumlu geliştirdikleri sistemleri dünyadaki diğer devletlere ücretsiz şekilde transfer etmeleri ve mali olarak desteklemeleri gerekmektedir. Hâlbuki gelişmiş ülkelerin çevre politikalarıyla getirdikleri kısıtlamalar, doğayı korumak yerine geliştirdikleri teknolojiye yeni pazar alanları açma kaygısının daha belirgin olduğunu göstermektedir. Gelinen noktada, bu konuyla ilgili destek fonu'nda toplanması gereken miktarın çok altında bir para toplandığı da bilinmektedir.
Değerli milletvekilleri, Paris Anlaşması çevre ve doğayı koruma amacı gütse de Kutup Dairesi'nin son yıllarda dünyanın diğer bölgelerinden çok daha hızlı bir şekilde ısınması sebebiyle çok daha kolay ulaşılabilir ve cazip hâle gelmiştir. Bu durum, küresel ısınma ve dünyanın geleceği açısından endişe yaratsa da Kutup Dairesi'nde söz sahibi olan ülkeler açısından yeni imkânların müjdecisi olarak algılanmaktadır. Bölgede askerî ve ekonomik amaçlar taşıyan ülkeler, sınırların yeniden şekillenmesi için giderek daha yoğun bir çaba içine girmişlerdir. Kuzey Kutup Dairesi'nin kuzeyinde kalan bölümü ifade eden bölgedeki kıyı ülkeler Kanada, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Norveç, Danimarka, İsveç, Finlandiya ve İzlanda bir yandan, iş birliği içerisinde olup diğer yandan, daha fazla söz hakkına sahip olma mücadelesindedirler. 2018 yılında Kuzey Kutbu planını açıklayan Çin de bölgede söz sahibi olma peşindedir. Bu ülkelerin tamamı da Paris İklim Anlaşması'nı kabul eden ülkelerdir. Bölgeyi ekonomik ve stratejik üstünlük mücadelesinin merkezine oturtan birçok sebep mevcuttur. Bunlardan en önemlileri ise bölgede yaklaşık olarak 90 milyar varil petrol, 47 trilyon metreküp doğal gaz ve 44 milyar varil doğal gaz sıvısı rezervi olmasıdır. Bu kaynakları bu derecede önemli kılan unsur ise önümüzdeki on yıllar boyunca yenilenebilir enerjide ne kadar artış olursa olsun çok büyük bir buluş gerçekleştirilmediği sürece fosil enerjinin hayatımızdaki yerinin pek de değişmeyeceği gerçeği ve ihtiyaç hâlinde, çevreye zarar verdiği görmezden gelinerek kullanılmaya devam edileceğidir. Durum böyleyken Yeşil Mutabakat metinlerinin ve sınırda karbon vergisi konulmasının temel amacının çevre kirliliğini engellemeye mi yönelik olduğu yoksa yine kapitalist kaygılar çerçevesinde mi yorumlanması gerektiği sorusu akıllara gelmektedir. Örneğin, Rusya, Paris İklim Anlaşması'nı kabul etmekle birlikte öncü rol oynamak istemediğini beyan etmiş ve anlaşmayı kabulünden sonra termik santraller kurmuştur. Aynı zamanda Paris İklim Anlaşması'nı kabul eden ülkelerin Doğu Akdeniz'de yaptığı uygulamalar ve hukuksuzluklar da ülkemizce gayet net olarak bilinmektedir.
Ayrıca, çoğunlukla emisyon azaltım taahhütleri 2030 ve 2050 yıllarını işaret etmektedir. Bu azaltım politikaları uygulanırken çeşitli simülasyonlara göre hesaplar yapılmaktadır. Ani değişimleri ortaya çıkarabilecek veya tetikleyecek doğal olaylar ve felaketler hesaba katılmamaktadır. Unutulmamalıdır ki Sibirya'daki mamutlar o kadar çabuk donmuşlardır ki ağızlarındaki yem veya midelerindeki besin bozulmaya bile fırsat bulamamış, donma olayı birkaç saat içerisinde gerçekleşmiştir.
Kıymetli milletvekilleri, bu süreçte, Türkiye, üzerine düşeni zaten yapmakta olup küresel manada da hem tarihî hem güncel açıdan etkisi oldukça düşüktür. Bunun yanında, iklim değişiminden ve küresel ısınmadan en fazla etkilenecek ülkeler arasında da yer almaktadır. Ülke olarak hem büyük tehdit altındayız hem de fonlardan yararlanamamaktayız. Uluslararası düzeyde özel şartlar konusunda daha da ısrarcı olmamız ve değişimlere de hazırlık yapmamız gerekmektedir. Ülkemizde orman yangınları, sel felaketleri, fırtınalar ve hortumlar; kuraklık, su kaynaklarında azalma ve kirlenme, iklime bağlı iç ve dış göç olayları bu aşamadan sonra daha fazla karşılaşacağımız sorunlardır. Bu sebeple ülke olarak iklim değişikliği ve küresel ısınmanın ülkemize etkilerini ulusal güvenlik boyutunda da ele almalıyız. Başta tarım olmak üzere, su kaynaklarındaki azalmalar öncelikli ulusal güvenlik problemi hâline dönüşmeden kısa, orta ve uzun vadeli politikalar üretmeli ve değişen şartlara uyum sağlayabilmeliyiz. Ayrıca, yapılacak mühendislik hesaplarında "iklim değişikliği katsayısı" belirlenerek uygulamaya sokulmalıdır.
Onlarca yıldır kanlı terör faaliyetlerinin hedefi durumunda olan ülkemizin, terör olaylarının karbon salımını da hesaplayarak bu durumu ortaya koyması ve uluslararası görüşmelerde gündeme getirmesi gerekmektedir. Keza, yakınımızdaki bölgelerde çıkan iç çatışmaların da insani ve ekonomik maliyetleriyle beraber çevresel maliyeti de göz önünde tutulmalıdır. Bu anlamda, millî güvenliğimizi doğrudan etkileyen terörün önlenmesi ve bölgemizde huzurun sağlanması aynı zamanda çevre yıkımını da durduracaktır.
Bu çerçevede, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Paris İklim Anlaşması'nın onaylanmasını uygun bulmakla beraber, anlaşmanın kapsamının genişletilmesinin gerektiğini düşünmekteyiz. Özellikle kirliliğin kaynağı olan sanayileşmiş ülkelerin ahkâm kesmeyi bırakıp faaliyetlerinde Yeşil Mutabakat'a uygun bir tarz ve işleyiş getirmeleri ve gelişmekte olan ülkelerin çevre kirliliğine karşı önlemleri ile doğal dengeyi koruma çalışmalarına her türlü destekleri sağlaması gerekmektedir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)