| Konu: | (10/4413, 10/4430, 10/4431, 10/4432, 10/4433, 10/4434, 10/4435, 10/4436, 10/4437, 10/4438) No.lu Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.06.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ Parti Grubu adına deniz salyası araştırma komisyonu kurulması hakkında söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Maalesef ülkemizin gündemi kirlilik. Siyasette, medyada ve bürokraside kirlilik biliniyordu ama Sedat Peker'in açıklamalarıyla kirlilik ortaya çıktı, görünür oldu. İktidar mensubu arkadaşlar Sedat Peker'e "organize suç örgütü lideri" demeye başladılar, demek ki bir organizasyon var. Bu organizasyonda tesadüfe bakın ki hep iktidara yakın isimlerin adı geçiyor yani "organize suç örgütü lideri" ifadesiyle kendi kendilerini ihbar ediyorlar. Ama bağımsız olması gereken yargı maalesef harekete geçemiyor, savcılar kirliliklerin zamanla uçup dağılmasını bekliyorlar; hâlbuki bilmiyorlar ki bu tür pislikler uçarak yok olmazlar, çoğalır ve yaygınlaşırlar, o nedenle hemen müdahale etmek gerekir.
Değerli arkadaşlar, bir diğer kirlilik konumuz, bugün acilen gündeme almak zorunda kaldığımız "deniz salyası" da denilen müsilaj konusu. Müsilaj, "fitoplankton" adı verilen tek hücreli bitkisel mikroorganizmaların denizde aşırı artmasından kaynaklanıyor. Bu mikroorganizmalar denizde kendilerine uygun ortam bulduklarında aşırı derecede artıyor, besin rekabetine giriyor ve denize salgılarını bırakıyorlar. Bunun sonucunda da su üstünde ve dibinde sümüksü bir yapı oluşuyor. Bu organizmalar ışık, sıcaklık gibi uygun şartlar ve atıklar nedeniyle büyüyüp gelişiyor yani deniz kirliliği ve iklim faktörleri organizmalar için uygun ortam oluşturuyor. Biliyorsunuz, bakteriler birkaç dakikada ikiye bölünüp çoğalabiliyorlar ve geometrik olarak artıyorlar, uygun besin ortamı bulurlarsa birkaç günde çok geniş alanlara yayılabiliyorlar. Bu yapı yüzeyden başlayarak 30 metre kadar derine devam ediyor. Denizin derinlerinde bulunan bu yapının bir kısmı parçalanarak yüzeye çıksa da bir kısmı dibe çöküyor. Yani bütün sorun denizin üzerinde gördüğümüz değil, görüntüyü düzelterek bu işten kurtulamayız. Geleceğe dönük geçerli ve doğru tedbirler almamız gerekiyor. Aslında müsilaj problemi yeni bir problem de değil, senelerdir dünyanın birçok bölgesinde yaşanıyor ve Marmara Denizi'ni de sık sık tehdit ediyor. Marmara Denizi'nde 2007 yılında da yine çok yoğun bir şekilde görülmüştü. Müsilajın tek etkisi kötü görüntü değil, mesela balıkçılar da müsilajdan direkt etkileniyorlar. Bu oluşum denizdeki oksijeni azaltıyor ve zamanla çöktüğü için balıkların yumurtlama alanlarını daraltıyor. Ayrıca, balıkçılar ağlarını yüzeye çekmekte zorlanıyorlar. İş gücü ve yakıt masrafı artıyor, av araçları zarar görüyor, ağlar normalden çok kirleniyor.
Değerli arkadaşlar, Marmara çevresinde yaklaşık 25 milyon insan yaşıyor. Bu nüfusun ve civardaki zirai ve sınai atıkların büyük çoğunluğu doğrudan veya dolaylı olarak Marmara Denizi'ne bırakılıyor. Bu atıklar da azot ve fosforu yüksek oranda içerdiğinden denizin besin elementlerinin ve besin tuzlarının miktarını artırıyor. Sonuç olarak, başta da söylediğimiz gibi, bazı plankton türleri de bu azotu ve fosforu tüketmek için çoğalıyorlar. Besin rekabetine giriyor ve denize salgılarını bırakıyorlar. Kısacası, deniz kirliliği meselenin temelini teşkil ediyor. Aslında bütün atık sularımız bir şekilde denizlere gidiyor. Örneğin, Ankara'nın atık suyu da Sakarya üzerinden Karadeniz'e gidiyor. Marmara'ya, Karadeniz'den ve Boğaz üzerinden de kirlilik geliyor ama uzmanlar kirliliğin esas kaynağının Marmara'ya yeterli önlem alınmadan, arıtılmadan akıtılan atık su ve kimyasallar olduğunu söylüyorlar. Müsilaj, Marmara'nın tamamını sarmış durumda. Yakında Ege'de de yaygınlaşabilir. Denizlerimizi yıllardır çöplük olarak kullanıyoruz, özellikle bir iç deniz olan Marmara Denizi'ni hasta etmiş durumdayız. Bir diğer deyişle müsilaj birdenbire ortaya çıkan bir olay değil, zaten hasta olan denizin uygun ortamda hastalık belirtilerinin görünür hâle gelmesidir. Hatta, bir hocamızın Covid örneğini vermesi gibi, Marmara Covid olmuş durumdaydı. Daha önceleri belirtiler hafifti ama şimdi yoğun bakım gerektiren bir duruma geldi. Bugün, oksijen o kadar azaldı ki solunum cihazına bağlamamız gerekiyor. Bu kirliliği önlemek için çeşitli arıtma sistemleri senelerdir kuruluyor fakat bu problemlerin yaşanması tesislerin yetersizliğini ve kontrolsüzlüğünü gösteriyor. Ayrıca, arıtma sistemlerini bazı bölgelere kurmak yeterli değil; tüm denizlerimiz, göllerimiz, akarsularımız ve özellikle Marmara Denizi'miz bir bütün olarak ele alınmalı. Evsel ürünlerin arıtımı yapılsa da bu tek başına yeterli değil; derelerden gelen atıklar, tarımsal atıklar, endüstriyel arıtım, hepsi sıkı denetim altına alınmalı. Aksi hâlde, denizlerimizden elde edilen balık, midye, karides gibi ürünlerin hepsi zehirlenecek. Bugün bile uzmanlar deniz ürünlerinin tüketilmemesini tavsiye ediyor.
Denetim konusunda bir örnek vermek istiyorum: Bodrum'da tur teknelerinin yüzme molası verdikleri bir yerde, öğleye doğru sahilde köpükler oluşmaya başlıyor; belli ki tekneler sintine boşaltıyorlar, akıntıyla sahile vuruyor. Vatandaşlar çevre müdürlüğüne şikâyet ettiklerinde "Sintine boşaltıldığını gösteren resim yollayın." diyorlar. Vatandaşın onu yapması mümkün değil. Dolayısıyla tedbir ve yaptırım olmayınca vatandaş ancak sabah erken denize girebiliyor.
Cumhurbaşkanına "tweet" atanı anında tespit eden devletimiz doğayı katledenleri seyrediyor. Biz de bu rejime "Halk egemenliği." deyip kendimizi avutuyoruz. Bugünden başlayarak hemen sıkı tedbirlere başlamalıyız, "Kendi kendine geçer." diye beklememeliyiz. Uzmanlar ağlarla temizleyerek bu müsilajdan kurtulmanın mümkün olmadığını söylüyorlar. Bakterileri tahrip eden virüsler yoluyla yapılacak mücadele için de geç kaldığımızı söylüyorlar. Bu manada, Bakanlığın eylem planı çalışması olumlu bir gelişmedir. Bakanlık derhâl içinde mikrobiyologların da olduğu bir bilim kurulu oluşturmalıdır. Bu bilim kurulu Sağlık Bakanlığının yaptığı gibi göstermelik, halkı ikna amaçlı akil insanlar heyeti gibi olmamalıdır. Açık, şeffaf, aldığı kararların kamuoyuyla derhâl paylaşıldığı, tedbirlerin hangilerinin uygulandığı, hangilerinin uygulanmadığının belli olduğu, çalışmaların sonuçlarının izlenebildiği, yetkili ve sorumlu bir kurul olmalıdır. Bu kurul, İstanbul kanalını da ilk gündem maddesi olarak ele almalıdır. Bu kadar açık tehlikeden sonra "Kanal İstanbul'u yapacağız." demek çılgınlıktır, zaten Cumhurbaşkanı da projeye "çılgın" demişti, bir anlamda dürüstçe söylemişti.
Bürokrasinin mevzuları zamana yayarak, güzel sözlerle halkı oyalayarak tehlikenin kendiliğinden geçmesini beklemek gibi bir alışkanlığı vardır. Özellikle, yurt dışında her güzel sözleşmeye imza atıp sonra gereğini yapmamak gibi bir huyumuz da var; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Rio Birleşmiş Milletler Çevre Zirvesi, Barselona Sözleşmesi gibi. Hepsinde imzamız var ama hiçbirini hakkıyla yerine getirmiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı bir bakıma dürüst bir adım çünkü zaten gereğini yapmıyorduk. Şimdi "Biz kadına şiddeti önemsemiyoruz, takmıyoruz." diye açıkça söylemiş oluyoruz, ikiyüzlülüğü de bırakmış oluyoruz. Artık AK PARTİ'ye oy verenler, özellikle kadınlar olayın muhasebesini kendileri yapsınlar.
Son olarak, bir önceki cümlemde zikrettiğim Akdeniz'in kirliliğe karşı korunması hakkındaki Barselona Sözleşmesi'nde ne yazıyor, ona bakalım. 1978 yılında imzalanan sözleşmenin 7 protokolü Dışişleri Bakanlığının "web" sayfasında var. Bizimle ilgili olan 2 tanesini okuyorum: Akdeniz'de Gemilerden ve Uçaklardan Boşaltma veya Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılması Protokolü, Akdeniz'in Kara Kökenli Kaynaklardan ve Faaliyetlerden Dolayı Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü. Geçen kırk üç yılda bu protokollerin gereğini yapsaydık müsilaj sorunu yaşar mıydık? Değerli arkadaşlar, Avrupa'yı kandırıyoruz sanıyoruz ama kendimizi kandırıyoruz. "Mavi vatan" deyip denizlerimizin uğruna kanımızı dökmeye hazırlanıyoruz ama aynı denizlerimizi çöplük gibi kullanıyoruz; bu ne yaman çelişki böyle.
Her ne kadar geç de olsa deniz salyası konusundaki araştırma önergesine olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)