| Konu: | İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 88 |
| Tarih: | 08.06.2021 |
MHP GRUBU ADINA YÜCEL BULUT (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 266 sıra sayılı İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Mevcut İcra ve İflas Kanunu'nda 2018 yılında hayat bulmuş değişikliklerin takip edilmesi, izlenmesi ve uygulamada karşılaşılan problemlerin tespit edilmesi sonucunda, bugün İcra ve İflas Kanunu'nda birtakım değişiklikler yapılması konusunda huzurdaki kanun teklifi Parlamento çatısı altında sizlerin takdirine sunulmuştur.
Elbette ki hem iktidar hem muhalefet, bu Parlamento çatısı altındaki herkesin temel dileği ve temennisi, bu ülkede hiç kimsenin İcra İflas Kanunu'ndan kaynaklı haklarını aramak için adliye kapılarına düşmeyecekleri bir ekonomik altyapının var olmasıdır. Gerçekten de işleyen bir serbest piyasa ekonomisinde alacaklının alacağını zamanında aldığı, borçlunun herhangi bir zorluk içerisinde olmaksızın borcunu zamanında ve vadesinde ödediği bir sistemin varlığı herkes tarafından temenni edilendir. Huzurdaki bu kanuni düzenlemeyle İcra İflas Kanunu'nda ve özellikle iflas ve konkordato hükümlerinde süreci hızlandıracak, iflas idarelerinin daha nitelikli hâle geleceği, daha etkin, daha süratli bir iflas ve konkordato sürecinin hayata geçirilmesi dileğiyle yapılan değişiklikler yer almaktadır. Ne yazık ki cumhuriyet tarihimiz boyunca -yaklaşık yüz yıllık bir arka planı var- karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümünü yıllardır aramakla beraber etkili bir neticeye varamadığımız sorunların başında uzun süren yargılama süreçleri gelmektedir. İflas ve konkordato süreçleri de yargının temel bir sacayağı olarak uzun süren yargılama süreçlerinden gerekli nasibi almaktadır.
Şimdi, bu ve benzeri düzenlemeler elbette ki kaçınılmaz olmakla beraber soruna yani uzun süren yargılama süreçlerine, uzun süren cebrî icra ve iflas süreçlerine ancak geçici çözümler üretebilen düzenlemelerdir. Dolayısıyla yargının en önemli sacayaklarından biri olan iflas idaresinin ve cebrî icra sürecinin de tıpkı yargılama süreçlerinin diğer veçhelerinde ve yönlerinde gördüğümüz gibi uzun yargılama süreçlerinden, uzun safha sürecinden bir an önce arındırılması gerekiyor.
Şimdi, elbette ki bunun birtakım çözümleri var, müsaadenizle ben bunları paylaşmak istiyorum sizinle. Her fırsatta dile getiriyoruz: 15 Temmuzdan sonra yargı, Fetullahçı bir çeteye karşı, toplumu ve devleti bütün hücrelerine varana kadar sarmış bir çeteye karşı çok etkin ve yoğun bir mücadele verdi. Ancak bu yoğun ve etkin mücadele yaklaşık yüz yıllık arka planı olan gecikmiş adalet kavramının maalesef ki bir mazereti olabilecek durumda değil. Bu mücadelede rol almış, gövdesini ortaya koymuş bütün yargı mensuplarımıza ayrı ayrı teşekkür etmekle beraber, ivedi bir şekilde toplumun adalete olan inancının ve güveninin yeniden tesisi, devamı ve istikrarı için bu soruna bir çözüm bulmamız gerekiyor.
Ortada binlerce mağdur yaratan yargılama faaliyetleri var. Mağdur yaratan yargılama faaliyetlerinden kastım FETÖ yargılamaları değil; on beş sene süren ticari davalar, on üç-on beş sene süren boşanma davaları; her biri birer örnek olarak maalesef önümüzde duruyor ve tüm bunlar yani uzun yargılama faaliyetleri, yargıdaki gecikme, hepimiz hemen hemen hemfikiriz ki bir mevzuat eksikliğinden kaynaklanmıyor, sistem ve insan unsurundan kaynaklanıyor. Sistem unsurundan kaynaklanıyor çünkü mevzuatımızda -temelinde birçok konuda yeterli olmakla beraber- uzun yargılamalar karşısında Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararları dışında etkin bir denetim yolunun mevcut olmayışı ve yine, geciken uzun yargılamalar karşısında yargının kendi iç denetimini etkili bir şekilde devreye sokacağı bir mekanizmasının, caydırıcı bir denetiminin mevcut olmayışı temel bir sistem sorunudur.
Kanunda öngörülen süreler içerisinde tamamlanmayan yargılamalar neticesinde bu süreler sadece göstermelik bir hâl almakta, bu sürelerin üzerinden aylar, yıllar geçtikten sonra tesis edilen kararlar maalesef özel bir denetim konusu olmadığı gibi bu kararlara neden olanlar hakkında da hiçbir yaptırım uygulanmamaktadır. Olan, hakkını aramak için adliye kapılarına düşmüş vatandaşlarımıza olmaktadır. Maalesef, çok basit savcılık soruşturmalarının dahi sürüncemede kaldığı, bazen yıllarca kovuşturma aşamasına dönmeksizin maalesef ilgisizlikten beklediği bir süreçte bu konularda ciddi bir adım atılmayışı, etkili denetim mekanizmalarının devreye sokulmayışı uzun yargılama süreçlerini yargıda bir istisna olmaktan çıkarmış ve cumhuriyet tarihi boyunca maalesef bir kural hâline getirmiştir. Anadolu'da "Allah insanı adliye kapısına düşürmesin." diye bir deyiş maalesef meydana geldi. İşte, bu deyişin ana sebebi şudur: Kısa, etkili ve adil yargılamanın bir istisna hâline gelmesi ve buna bizim bir çözüm üretemeyişimiz, maalesef kural olarak da yargılamanın yıllarca sürmesi, hak talebinde bulunanı dahi yıldıracak pozisyonda yıllara sâri bir şekilde devam etmesidir. Şimdi, sistem sorununu anlatırken aslında aynı zamanda insan sorununa da vurgu yaptık ve insan sorununu da anlatmış olduk.
Şimdi, hepimizi hem fikiriz ve hepimiz biliyoruz ki hangi düzenlemeyi hayata geçirmiş olursak olalım, hangi düzenlemeyi getirmiş olursak olalım o düzenlemeyi, o yasal düzenlemeyi bir sistem hâline getirecek olan insan unsurudur ve insan elidir çünkü devlet kendi kendine işleyen bir mekanizma değildir, insanlardan müteşekkil olan bir organizasyondur. Dolayısıyla, insan kaliteli olursa, insan nitelikli olursa, insan ehliyet sahibi olursa bunun anlamı güçlü yargı demektir, güçlü adalet demektir, güçlü tapu idaresi demektir, düzgün işleyen devlet su işleri demektir, düzgün işleyen bayındırlık hizmeti demektir. Dolayısıyla, bütün bu tartışmaların hepsi insan odaklı yapılmak zorundadır, nitelikli insanı aramak zorundayız ve gelip tüm tartışmaların neticesinde "liyakat" kavramına dayanmak zorundayız. Sistemi düzeltme arayışlarının başı ve temeli insan olmalı, nitelikli insan arayışı olmalı, liyakatli insan arayışı olmalıdır. Aksi takdirde bugün, bu Mecliste çıkardığımız, bundan sonra çıkaracağımız, bizler bu görevi devrettikten sonra gelecek nesillerin çıkaracağı bütün kanuni düzenlemeler, uygulayıcının elinde ya eksik uygulanan ya hiç uygulanmayan ya da kişiye göre uygulanan birer kâğıt parçası hâline gelir. Sistemi yaşatacak olanın, sistemi kurgulayacak ve etkili bir biçimde hayata geçirecek olanın insan olduğu bilinciyle bu hamleleri yapmak zorundayız. Burada bir parantez açmak istiyorum: Şimdi "FETÖ" denilen yapının mensuplarını fiziken ve önemli ölçüde devlet hayatından temizlemiş bulunuyoruz. Bu mücadelede bir konunun altının çizilmesi gerekiyor, bu vurgu yapılmalı ki liyakat kavramının aslında her türlü örgütsel ve zararlı yapının da ilacı olduğu bir kez daha anlaşılabilsin. "FETÖ" denilen yapı esas itibarıyla diğer tüm yapılar gibi bir insan topluluğudur; aldatmış, aldanmış, yanlışa sürüklemiş, yanlışa sürüklenmiş, zehirlenmiş bir insan topluluğu ve bu insan topluluğu 1960'lı yılların sonundan itibaren, aşama aşama bir cemaat ve topluluk olmaktan çıkmış, bir terör örgütü boyutuna gelmiştir. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi insanların bir araya gelip bir topluluk oluşturması değil, o topluluğa mensup olan insanların kullandıkları yöntemlerdir, yoldur ve metotlardır. Dolayısıyla, bu mücadelenin fiziken yapıldığı kadar, yöntemlere karşı da savaş açılarak yapılması gerekiyor. Nedir bu yöntemler? Rakip gördüğün herkesi itibarsızlaştırma, itibar suikastı düzenleme, kumpaslar tertip etme ve günün birinde içinden çıktığın millete silah doğrultacak kadar hırslarının esiri olma. Dolayısıyla, FETÖ fiziken temizlenmiş olabilir ama bu topluma bulaştırdığı bu hastalıkların her biri -yöntemler ve metotlar- bazıları tarafından bugün hâlen takip edilen, tatbik edilen yöntemler olarak ayaktadır. Dolayısıyla, bu örgüte karşı fiziksel temizlik nasıl yapılmışsa bu mücadele sadece fiziki mücadele olarak bırakılmamalı, yöntem mücadelesi de yapılarak toplumdaki bu hastalıklı yapı temiz bir hâle getirilmeli, bu metotların hepsi toplum hayatından temizlenmelidir.
Her kim ki iftirayı bir silah olarak kullanıyorsa, siyasette, bürokraside, sosyolojide ve sosyal hayatta her kim iftirayı bir silah olarak kullanıyorsa; her kim rakiplerini elemek adına kumpas, tertip ve iftiraya başvuruyorsa; her kim itibar suikastlarından medet umuyorsa bir terör örgütü üyesi olmasa bile mutlaka ama mutlaka bu yöntemlerin itibar görmeyeceğini bilmeli, toplum hayatından izole edilmelidir. İşte, bu şekilde bu yöntemleri bir metot olmaktan çıkardığımız vakit ideal insanı, sistemi üzerine inşa edeceğimiz ideal ve liyakatli insanı hep beraber inşallah yetiştireceğiz. Bunu yapabilmemiz için yüzyılları aşkın bir süredir hayatımıza sirayet etmiş, en nazik ifadesiyle "referans" olarak ifade ettiğimiz bu kavramın hayatımızdan çıkarılıp atılması gerekiyor. Bunu daha önce de vurguladık: Anadolu çocuklarının, binbir zorlukla okuyan Anadolu çocuklarının -hepiniz bu mücadelenin içerisinden geliyorsunuz- verdikleri emeğin dışında, bir de kendilerine referans arama mecburiyetini ortadan kaldıracağımız bir bürokratik sistemi birlikte, bu Parlamento çatısı altında müşterek bir iradeyle ortaya koymamız ve topluma egemen kılmamız gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
YÜCEL BULUT (Devamla) - Kimse hak etmediği makama gelmemeli. En çalışkan dururken sadece ama sadece içeriği, ne olduğu belli olmayan bir referans nedeniyle kimse hak etmediği koltuğa oturmamalı. Koltuğa oturan herkes o koltuğun bu milletin namusu gibi kendisine tevdi ve emanet edilmiş bir şeref payesi olduğunu bilerek, emek vererek mesai yapacak liyakatli insanlardan teşekkül etmeli. İşte, bu yapıyı inşa ettiğimizde, ideal insan modelini ortaya çıkarıp ehliyet sahiplerine bu yetkiyi verdiğimizde yapacağımız bütün yasal düzenlemeler anlamlı hâle gelecek, ehil ellerin içerisinde, ehil ellerde sağlıklı ve topluma faydalı birer sistem hâline gelecektir.
Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)