| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Tadil Eden Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 26.05.2021 |
YÜKSEL ÖZKAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası ilişkiler her zaman mütekabiliyet esaslıdır. Ancak son dönemlerde bu ilkeleri ülkemiz adına hayata geçiremediniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan kanuni değişikliklerle ülkemizdeki azınlık vakıf malları iade edilmesine rağmen tutarsız dış politikalar nedeniyle birçok Balkan ülkesinde talan edilmiş Türk Müslüman vakıf mallarının iadesi hâlâ yapılamamıştır. "Keşke Yunan kazansaydı." diyen sözde tarihçiyi baş tacı ederseniz, utanmadan Türk Bayrağı'mızı tabutuna sarıp neredeyse devlet protokolüyle cenaze töreni düzenlerseniz, Batı Trakya Türk azınlığını ziyaretinizde "Gerekirse Lozan Anlaşmasını da tartışmaya açarız." derseniz, Yunan Başbakanının Batı Trakya Türk azınlık okullarındaki çocuklarımıza "Yunan çocukları" diyerek Batı Trakya Türk azınlığını inkâr eden sözlerine tepkiniz etkisiz kalır ve kendinizle çelişirsiniz.
Osmanlı Dönemi'nde Anadolu Türklerinin Balkanlara iskânından sonra, 1821 Mora Yarımadası'ndaki Rum isyanından ve daha sonraki diğer tarihî bozgunlar sonucu Anadolu'ya tekrar göç yaklaşık iki yüz yıllık bir süreçtir. 24 Mayıs 1989 tarihinde totaliter, karanlık Jivkov döneminde Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığına uygulanan asimilasyon politikaları sonucunda İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük göç başlamıştır. Yetmiş günde yaklaşık 400 bin Bulgaristan Türkleri doğdukları topraklardan kopartılarak göçe zorlanmışlardır. O karanlık dönemdeki insan hakları ihlalleri hâlâ aydınlatılamamıştır. Dönem dönem göç anlaşmalarıyla ve zorunlu göç gibi değişik yollarla anavatana gelen soydaşlarımızla ilgili başta Bulgaristan ve Yunanistan olmak üzere sosyal güvenlik anlaşmaları hâlâ yapılamamış olup binlerce kişinin mağduriyeti devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, geçenlerde bir din adamı hem de müftü cuma namazı vaazında Selanik'ten göç eden Türklere "Sabataist" ve "ateist" diyerek halkımız arasında nifak tohumları saçmıştır. Bugün Filistin'de görüyoruz, acaba Selanikli Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmasaydı cuma namazını kıldırabilir miydiniz? Müftünün bu ırkçı çıkışına toplumdan sert tepkiler gelince de cılız sesle "Bu bir suçtur." dediniz fakat bu tür şuursuz ve benzer birçok saldırıya yıllardır siz, iktidar olarak göz yummadınız mı? Bu kişileri siz cesaretlendirmediniz mi? Evet, bunlar sizlerin eseri, sözde dindar ancak kindar bir kesim yarattınız.
Sayın milletvekilleri, peki, bu Selanik göçmenleri kimlerdir? Manastır Askerî Lisesinden ve Selanik'ten Atatürk'ün silah arkadaşları arasında kimler vardı? Kurtuluş Savaşı'nda başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün silah arkadaşları arasında üst düzey subaylar Şükrü Naili Gökberk, İbrahim Refet Bele, Mehmet Sıtkı Üke, Ahmet Fuat Bulca, Mehmet Nuri Conker, Ahmet Zeki Soydemir, Ahmet Derviş ve daha niceleri Selanikli değil miydi? Bu nedenle Selanik demek, Atatürk demek; Selanik demek, bir anlamda da Atatürk'ün silah arkadaşları ve cumhuriyetimizin kurucu unsurları demektir.
Sayın milletvekilleri, Türk ve Müslüman kimlikleri için mücadele etmiş, ağır bedeller ödemiş, Kurtuluş Savaşı'nda şehit ve gazi olmuş Balkan göçmenlerine yapılan bu kasıtlı saldırıyı şiddetle kınıyor ve savcıları göreve davet ediyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözleriyle de konuşmama son veriyorum: "Muhacirler diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler, çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdır."
Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)