GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831 ve 3840) No.lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:52
Tarih:25.02.2021

HASAN KALYONCU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iklim değişikliği ve doğal su kaynakları, kuraklık konulu Meclis araştırma komisyonu kurulması üzerine imza sahibi olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Küresel iklim değişikliği ve sera gazı salımının nasıl değişeceği konusunda hükûmetlerin ve özel sektörün uygulayacağı politikaların belirsiz olmasından dolayı sonuçları açısından da birçok belirsizliklere sahiptir. Bu belirsizliklere rağmen kesin olan durum ise iklim değişikliğinin ulusların ve uluslararası ilişkilerin siyasi, ekonomik, sosyal ve toplumsal anlamda tüm birimlerini etkileyecek durumda olmasıdır. İklim değişikliğini ülke olarak durdurabilmemiz söz konusu değildir fakat değişimleri öngörerek bu değişimlere karşı önlem almamız gerekmektedir. Bunun için küresel iklim değişikliği ulusal güvenlik açısından da ele alınmalıdır. Yapılan çalışmalarda iklim değişikliğinin uluslararası terörizmden daha çok ciddi bir tehdit olduğu iddia edilmektedir.

Küresel iklim değişikliğinin fiziksel etkileri; buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, adaların kıyı şeritlerinin kaybı, daha az kullanılabilir topraklar, kuraklık, seller, çölleşme, hastalıkların yayılması, ekim ve ürün verme mevsimindeki değişikliklerdir. Bu fiziksel etkilerin neden olacağı durumlar ise geçim zorluğu, gıda güvensizliği, artan sosyal gerginlik, kullanılabilir suya daha az erişim, ticaretin azalması, insan sağlığının bozulması, yoksulluğun artması, fiziksel güvenliğin azalması ve göçlerin artışıdır. Bütün bu durumlar doğru stratejiler uygulanmazsa birçok soruna yol açacaktır. İnsan güvenliğine yönelik olan bu tehditler hükûmetler için baş edilmesi gereken ulusal güvenlik tehditlerini de ortaya çıkarmaktadır.

İklim değişikliğine bağlı olarak sulak alanlarda, su kaynaklarında ve yağışlarda meydana gelen değişimler, aynı zamanda enerji, tarım ve ulaştırma alanındaki etkisiyle sel ve kuraklık gibi suya bağlı felaketleri de beraberinde getirmektedir. Nüfus artışı, ekonomik kalkınma, kentleşme veya arazi kullanımı gibi durumlar su ihtiyacını artırarak kaynakların sürdürülebilirliğini olumsuz olarak etkilemektedir.

Değişen yağış şekilleri hidrolojik sistemleri değiştirmekte ve su kaynaklarını nicelik ve kalite yönünden etkilemektedir. Ülkemizdeki göllerde kuruma ve su miktarında azalma buna örnek olarak gösterilebilir. Sulak alanlarda ve su miktarında azalmalar su ihtiyacının giderek artacağının işaretidir. Göllerin ve akarsuların bir kısmının temizlik, içme suyu, tarım ve balıkçılık için kullanılması, iklim değişikliği neticesinde kaynaklarda gerçekleşecek olan kuruma ve daralmaların daha da artması, enerji üretiminde, tarımda, içme ve kullanma suyu temininde sıkıntılara neden olacaktır. Böyle bir olayın etkileri su kıtlığı, sağlık standartlarının düşmesi, gıda güvensizliği, yoksulluk ve iklim kaynaklı göçü tetikleyecektir.

Ülkemizin, nüfus artışıyla birlikte küresel iklim değişikliğinin de etkilerinin sonucu olarak kurak bir iklime ileriki dönemlerde sahip olacağı tahmin edilmektedir. 2050 yılında Türkiye'deki kişi başına düşen su miktarının yılda 1.200 metreküp civarında olacağı tahmin edilmekte; bu, iyimser bir tahmin durumundadır ve Türkiye'nin 2050 yılında su fakiri bir ülke olacağı öngörülmektedir.

Yağış rejimindeki değişimler, su kaynaklarında kirlenme ve su miktarında azalmalar sebebiyle Türkiye'nin çok yakın bir tarihte kuraklığın şiddetini bugüne oranla çok daha fazla hissedeceği açıktır. Kuraklığın şiddetlenmesiyle sınırları aşan nehirlerin kullanımı dâhil pek çok uluslararası ve ulusal su kaynağının paylaşımı ve yönetimi daha da zorlaşabilecektir. Sıcaklık artışlarıyla birlikte yaşanacak yağış rejimi değişikliklerinin, seller ve kuraklığın temiz suya erişimi olumsuz etkileyeceği aşikârdır. Bütün bunlar Türkiye'nin ileride karşılaşabileceği tehlikelerin boyutlarını ortaya koymaktadır.

Ülkemizde kuraklık, su kıtlığıyla birlikte iklimle ilgili felaketler sıralamasında ilk sırada bulunmaktadır. Kuraklıkla ilgili afet uyarı politikaları, sistemleri ve gerçekçi su politikaları oluşturulmalıdır. Kuraklık, etkileri uzun vadede ortaya çıkan, genellikle yavaş gelişen ve zaman alan bir süreçte gerçekleşen bir afettir. Kuraklığın bu özellikleri, kuraklığa karşı alınması gereken önlemlerin de kuraklık meydana gelmeden ve kuraklığın yıllar boyu süren etkilerini uzun vadede ortadan kaldıracak nitelikte olması gerektiğini göstermektedir. Bu yüzden kuraklık yönetiminde kuraklığın uzun süren etkilerini kontrol altında tutabilmek için kriz yönetimi gibi kuraklığa karşı son dakikada alınan tedbirlerden ziyade diğer afetlerde de olması gerektiği gibi risk yönetimi çok daha önemlidir. Bu sebeple ülkemizde temelini risk yönetiminin oluşturduğu kuraklık ve afet planlaması ulusal ve bölgesel bazda sürdürülmelidir.

Sayın milletvekilleri, birçok karasal ya da tatlı su bitkisi ve hayvan türü adapte oldukları bölgelerde meydana gelen iklim değişiklerine tepki olarak azalma veya yok olma eğilimindedir. Bunun dışında, bazı karasal türlerin yok oluşu da iklim değişikliğine bağlanmaktadır. Endemik türler düşünüldüğünde ise mikroklimalarda meydana gelen değişim bu alanlarda yaşayan türlerin yok olmasına sebep olacaktır. Bu sebeple, şimdiden endemik türlerin korunması amacıyla eylem planları oluşturulması gerekmektedir. Millî botanik bahçelerinde oluşturulacak seralarda bu türlerin korunması sağlanabilir. Endemik türler arasında tıbbi ve aromatik bitkilerin yoğunlukla yer alması bu türleri çok daha önemli hâle getirmektedir. Bu sebeple genetik mirasın geleceğe taşınmasında botanik bahçelerinin önemi daha da artmaktadır. Dolayısıyla botanik bahçelerine ayrılan alanlar çoğaltılmalı ve Ankara'da kurulan Millî Botanik Bahçesine daha fazla özen gösterilmelidir.

Dünyada birçok bölgede ağaç ölümlerindeki artış iklim değişikliği etkisi olarak kabul edilmektedir. Kuraklıklar, fırtınalar, yangınlar ve salgınlar gibi ekosistem sorunlarının sıklıkla görülmesi iklim değişikliği etkisi olarak ifade edilmektedir. Deniz seviyesindeki değişimler ile kıyı ekosistemleri değişen sıcaklıktan en fazla etkilenecek alanlar durumundadır. İklim değişikliği sonucunda deniz suyunun yükselmesinin, kıyısal alanlarda yer altı sularındaki tuzluluğu etkilediği bilinmektedir. İklim değişikliği etkileri sonucu ülkemizde fırtınaların değişim gösterdiği, hızlarının arttığı ve hortumların meydana geldiği son yıllarda karşımıza çıkmaktadır. Bu durum kıyı bölgelerinde büyük olumsuzluklara sebebiyet vermektedir. Bu sebeple, çatıların planlanması aşamasında kullanılacak malzemelerin yeniden düzenlenmesi, çatılara kurulan güneş enerji sistemleri ve anten gibi malzemelerin fırtınalara karşı dayanıklı bir şekilde dizayn edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, trafik tabelalarından tüm tabela ve portatif yapıların, değişen fırtına şiddetleri düşünülerek planlanması mecburidir.

Isı ve karbondioksit emme kapasitesi çok büyük olmasına rağmen iklim değişikliğinin okyanuslar üzerindeki etkileri artık çok dramatik ve nettir. Isınma, deniz canlılarının mevsimsel faaliyetlerinde, coğrafi dağılımında, bolluğunda, göç şekilleri ve göç zamanlarında kaymalar meydana getirmektedir; bu, canlılar arasında rekabet ve av-avcı dinamikleri açısından birtakım değişikliklere de neden olmaktadır. Bununla beraber, istilacı türlerin sularımızda ve karasal ortamda görülmesine sebep olmaktadır. Bu anlamda, sıcaklık değişimi ve aşırılıkları habitatı değiştirmekte ve göç edebilen organizmaların göç etmesine sebep olurken hayvansal ve bitkisel envanteri değiştirmektedir.

Genetik adaptasyon meydana gelmesine rağmen, hayvanların ve bitkilerin, devam etmekte olan termal değişim oranını telafi etme kapasitesi sınırlıdır. Kıyı sistemlerinin verimliliğini artıran insan faaliyetleriyle birlikte düşük oksijenli bölgelerin sayısı ve alanı gittikçe artmaktadır.

Aşırı derecede yağan yağmurlar ve eriyen karlar karasal sistemlerden çok fazla besleyici maddeyi nehirlerle denizlere taşımaktadır. Bu maddeler, körfez gibi alanlarda çözülmüş oksijen miktarının azalmasına ve uzun vadede su ekosisteminde birçok olumsuzluğa sebep olmaktadır.

İnsanlar, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için, yeterli, güvenli ve besleyici gıdalara her zaman erişebiliyorsa gıda güvenliği var demektir. İklim değişikliğinin ürün verimliliği üzerindeki olumsuz etkileri son yıllarda açık şekilde görülmeye başlanmıştır. Bununla birlikte, gözlenen etkiler çoğunlukla güvenli gıdaya erişim veya diğer unsurlardan ziyade, üretim güvenliğiyle ilgilidir.

İklim değişikliğinden kaynaklanan risklerin çoğu, nüfusun ve ekonomik faaliyetlerin yoğun olduğu kentlerde olmaktadır. Kentler, çoğu kırsal bölgeye göre, tehlike ve stres kaynaklarının yoğunlaşması bakımından daha riskli alanlardır. Kıyı hattında deniz seviyesindeki yükseliş nedeniyle, fırtına ve sellere karşı önemli derecede savunmasız olan kentlerde meydana gelen felaketlerde can ve mal kayıpları yaşanmaktadır. Dolayısıyla, iklim değişikliği etkileri neticesinde meydana gelen aşırı hava olayları, bu şekilde nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu kentlerde büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Bu sebeple, hem çevresel etkiler hem de afetlere karşı daha önceden de defalarca dile getirdiğimiz dirençli kentleri oluşturmamız gerekmektedir. Bu gereklilik, yaşadığımız kentlerde altyapı dönüşümünü, yapı stokunda sel, fırtına ve hortum olaylarına karşı alınacak basit ama değerli tedbirleri içermektedir.

Kırsal nüfusun tarıma bağımlılık oranı bölgelere göre değişmekle birlikte her yıl azalmaktadır. Kırsal bölgelerde tarımsal etkinlikler ön planda olduğu için, iklimin doğal çevrede meydana getirdiği olumsuz etkiler kırsal alanda kentsel alanlara göç edilmesine sebebiyet vermektedir. Bu sorunun çözümünde Milliyetçi Hareket Partisinin önerisi olan "tarım kentleri" bir an önce hayata geçirilmeli ve vatandaşımıza daha kaliteli hizmet götürürken meydana gelecek göçlerin de önüne geçilmelidir. Tarım kentleri modeli hayata geçirilirken dirençli kent anlayışıyla tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. Böylece, iklim değişikliğinin meydana getirdiği su baskını, fırtına ve kuraklık gibi afetlere karşı hem yerleşim alanının hem de tarım, hayvancılık ve tarıma dayalı sanayi üretim alanlarının dirençli hâle getirilmesi sağlanacaktır. Güvenli ve konforlu bir hayata kavuşan köylümüz kesintisiz üretime devam edebilecek, geçim şartları iyileşecek ve kırdan kente göç durduğu gibi geri dönüşler bile yaşanabilecektir.

Değerli milletvekilleri, iklim değişikliğine bağlı olarak yüksek sıcaklık ve seller gibi etkilerin dünya ölçeğinde göçle ilişkili olduğu ortadadır. Araştırmacılar, aşırı sıcaklık ve sellerin tarım ve tarım dışı gelir ve ücretleri olumsuz olarak etkilediğini ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla, meydana gelen fiziksel ve ekonomik yoksunluklar, bu ihtiyaçların karşılanabileceği başka alanlara göçe sebebiyet vermektedir. Bu sebeple, iklim değişikliğine bağlı olarak ülkemizde oluşacak iç ve dış göç olaylarına şimdiden çözümler üretilmeli ve gelecek projeksiyonları ortaya konulmalıdır.

Aşırı hava olaylarına bağlı ekonomik kayıplar ülkemizde artış göstermektedir. Örneğin, sel baskınları ve fırtınalar büyük ekonomik maliyetlere sebep olabilmektedir.

İklim değişikliği, pazar vasıtasıyla imalat sanayisini de etkileyecektir. Tüketim, giyinme ve diğer yaşam biçimleri her zaman fiziksel çevre tarafından şekillendirilmektir. Bu nedenle iklim değişikliği, malların ve hizmetlerin kalitesini ve talebini etkilemektedir. Sıcaklığın artışı, giyim sanayisini de insanların taleplerini de değiştirecek olduğundan birçok ürün yerini sıcaklıktan kaynaklanan ihtiyaçlar doğrultusunda yeni ürünlere bırakacaktır.

Binlerce yıldır iklimin sağlığa geniş kapsamlı etkileri olan bir yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Isı dalgaları, sel baskınları ve kuraklık gibi, sıcaklık ve yağış aşırılıkları, ölüm oranlarının yanı sıra sağlık üzerinde de uzun vadeli olarak doğrudan etkilidir. Sıcaklık ve yağıştaki yerel değişiklikler, bazı su kaynaklı hastalıkların ve hastalık vektörlerinin dağılımını değiştirmiştir.

Bir an önce tüm şehirlerde kanalizasyon sistemleri yağmur suyundan ayrılıp güvenli hâle getirilmeli ve foseptik ile kanalizasyon sistemlerine dâhil edilmelidir. Dâhil edilmeyen foseptikler sızdırmasız hâle dönüştürülmeli ve çevreye zarar vermesi engellenmelidir.

Bunun yanında patojenlerde meydana gelen değişimler, bitkisel ve hayvansal hastalıklara ve ürün kayıplarına da sebep olmaktadır.

Küresel iklim değişikliği doğal çevreyi tehdit ettiği gibi, uluslararası alanda siyasal çevreyi de tehdit etmektedir. İklim değişikliği sınırı aşan göçlere sebebiyet verebileceği gibi, devletler arasında yeni çatışma alanları üretmesi de muhtemeldir. Dolayısıyla, küresel ısınma ve iklim değişikliğine aynı zamanda bir millî güvenlik meselesi olarak bakmak gerekmektedir. Küresel iklim değişikliği, millî gücün unsurlarını zayıflatarak devletin zayıf düşmesine yol açması ya da su ve gıda maddeleri gibi kaynaklara erişim için şiddetli çatışma ortamı oluşturması tehlikesini barındırmaktadır.

Millî güç birçok değişkenin toplamıdır. Bu değişkenler arasında coğrafya ve kaynak yeteneği gibi çevresel unsurlar da yer almaktadır. Millî güç unsurlarından herhangi biri küresel iklim değişikliği etkisiyle zarar görebilecek durumdadır.

Ulusal güvenlik açısından iklim değişikliği etkileri nedeniyle tehdit altında olan 5 kritik alan göze çarpmaktadır. Tarımsal üretkenlik, tatlı su kaynaklarının mevcudiyeti ve kalitesi, stratejik minerallere erişim, yükselen deniz seviyesi ve uluslararası iklim politikasıyla ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle ülkeler arası siyasi anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Bu durumların tamamının ulusal güvenlik açısından zaman kaybetmeden değerlendirmeye alınması ve kısa, orta, uzun dönem planlarının bir an önce hazırlanması gerekmektedir.

İnsani güvenlik bakış açısı, iklim değişikliğine karşı alınacak önlemleri devletlerden ziyade halkın refahı etrafında yönlendirmek istemektedir. Küresel iklim değişikliği çevresel yaşam alanının tamamını etkileyecek durumdadır. Bilim insanları, politika yapıcılar ve uygulayıcılar, bölgesel ve yerel düzeyde aşırı hava olaylarının sıklığının ve büyüklüğünün potansiyel olarak tahrip edici ekonomik ve sosyal etkilerini artıracağı noktasında birleşmektedir.

Felaketler yalnızca bu tehlikelerle değil büyük ölçekli çevresel, ekonomik, sosyal, demografik ve teknolojik değişimlerin birleşik etkileri nedeniyle tehlikelerin kapsamının artırılmasıyla da gerçekleşecektir. Bu anlamda iklim değişikliği etkileri uzun vadede insan güvenliği için kritik eşikleri de beraberinde getirmektedir. Ayrıca, ekolojik güvenlik anlayışı, insan ile çevresi arasındaki ilişkiyi yeniden dengeleme gerekliliğine odaklanmış olup iklim değişikliği kaynaklı sorunlara paralel şekilde gündeme gelmektedir. Ekolojik güvenlik, ekosistem içindeki dengeyi temel alan bir yaklaşım olmakla birlikte iklim değişikliğiyle olumsuz yönde etkilenmektedir. Düşman ülkelerin askerî saldırılarının püskürtülmesinin ötesinde diğer tür ekolojik ve ekonomik tehditlerin aşılması yönünde geniş bir bakış açısı sunmaktadır. Bu tehditler, organizmalardan çekirgelere kadar istilacı türlerin ve patojenlerin saldırıları, su baskınları ve ekosistemin yanlış yönetilmesi sonucu oluşan ekonomik başarısızlıkları içine almaktadır. Türkiye olarak ekolojik güvenlik bakış açısını ülkemizde hayata geçirirken küresel ısınma ve iklim değişikliğini tek başımıza durduramayacağımızı bilerek muhtemel sonuçlarına hazırlanmak ve bu riskleri millî menfaatlerimiz yönünde fırsata çevirmek için gayret göstermeliyiz.

Sayın milletvekilleri, küresel iklim değişikliği sonucunda etkilenecek sistemler, tatlı su kaynakları, sulak alanlar, karasal ve tatlı su ekosistemleri, kıyı sistemleri ve düşük tabanlı alanlar, deniz sistemleri, gıda güvenliği ve gıda üretim sistemleri, kentsel alanlar, kırsal bölgeler, ekonomik sektörler ve hizmetler, insan sağlığı, kuraklık, geçim kaynakları ve yoksulluktur. İklim değişikliğinin yıkıcı etkileri dikkate alındığında sorunu ekosistem merkezli incelemek denge içindeki tüm canlıların yararına olabilecektir. Türkiye küresel ısınmanın yıkıcı sonuçları bakımından riskli ülkeler arasında yer almaktadır.

Uzun vadede sürdürülebilir ekonomiyi desteklemek ve çevre etkilerini azaltmak için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı kilit rol oynayacaktır ancak burada devletin büyük bir potansiyele sahip olan yenilenebilir enerji kaynaklarını sürekli destekleyen ve teşvik eden finansal bir politika izlemesi gerekmektedir. Ekonomik rekabet gücü artırılan yenilenebilir enerji politikasıyla geri dönülmesi mümkün olmayan küresel ısınmanın yaratacağı ekolojik zararlar da azaltılabilmektedir. Enerji temininde kaynak çeşitliliği ithalattan kaynaklanan risklerin azaltılması için oldukça önemlidir. İklim ve enerji politikalarının beraber oluşturulması daha kalıcı çözümler üretilmesi açısından oldukça önemlidir. İklim değişikliğiyle mücadele için düşük karbonlu yatırım politikaları ile kalkınma planlarının uyumlu hâle getirilmesinin oldukça önemli olduğu dikkate alınmalıdır. Su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir şekilde geleceğe aktarılmasını sağlayabilmek için birçok bakanlığın ve kurumun iş birliği içerisinde çalışması gerekmektedir.

İlk olarak, iklim değişikliği ulusal güvenlik sorunudur; Millî Savunma Bakanlığından İçişleri Bakanlığına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığından Tarım ve Orman Bakanlığına, Sağlık Bakanlığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına kadar birçok kurumu ilgilendirmektedir. Bu sebeple, iklim değişikliği ve etkileri, su yönetimi, bakanlıkları da içine alacak şekilde Cumhurbaşkanlığı tarafından planlanması gereken sorunlarla dolu bir alandır.

Su yönetimi, zaten ülkemizde idari karmaşanın hâkim olduğu bir meseledir. Ülkemizde su yönetiminde çok başlılık ve kurumsal karmaşanın giderilmesi ve ülkemizi geleceğe hazırlamak için tek yerden yönetiminin sağlanması hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple, millî bir su kanunu oluşturarak bu karmaşaya son verilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda hem iklim değişikliği hem de coronavirüs salgını sebebiyle tarım bütün dünyada ön plana çıkmıştır. Tarımda güçlü olan ülkeler dünyadaki konumlarını güçlendirecek ve gıda sistemini iyi yöneten ülkeler bu süreçten güçlenerek çıkacaktır.

Tarımsal açıdan bitki ürün desen değişimlerini iklim değişikliğiyle paralel olarak planlamak acil önlemler arasındadır. Bunun yanında, hayvansal üretimde de bir an önce iyileştirmeye gidilmeli ve tüm tarımsal alanlarda kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar yapılmalıdır. Tarımsal uygulamalarda suyun kullanımına, yer altı sularının çekimine, suyu depolama alanlarının oluşturulmasına, yağmur suyunun hasat edilmesine ve toprağın değil bitkinin sulanmasına yönelik uygulamaların hazırlanması gerekmektedir. Ayrıca, su yönetiminde ve tarımla alakalı olan konularda işlevsel olmayan birimler bir an önce kapatılmalı ve yeniden dizayn edilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, hem afetlere hem de su sıkıntısına karşı alınacak önemleri kamuoyuyla defalarca paylaştık. Su sorununun sadece tarımda değil şehirlerde de önemli olduğunu, yağışlarla birlikte felaketlere karşı alınacak önlemleri, fırtınalara karşı alınacak önlemleri de kamuoyuyla daha önceden paylaştık. Uyarılarımız ve önerilerimiz sadece gündelik sorunların çözümü yönünde olmayıp orta ve uzun vadede ne gibi önlemler alınması gerektiğini içermektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, gelecekte oluşabilecek sorunları öngörerek alınacak önlemler ve çözüm yolları üreten bir ideolojik ve siyasi hareketiz. Bu durumun en güzel örneği de Sayın Genel Başkanımız, bilge lider Devlet Bahçeli'dir. Öngörüleri ve ferasetiyle ülkenin gelecek projeksiyonlarını ortaya koyarak çözüm önerilerini sürekli milletimizle paylaşmaktadır. Bizler de Sayın Genel Başkanımızın önderliğinde ve izinde bu konuları ve alınacak önlemleri milletimizle paylaşmaya ve ülkemizi geleceğe daha iyi şartlarda taşımaya gayret göstermekteyiz. Ülke önceliğimiz olup devlet ve millet konularında hassasiyetimizi tüm alanlarda ortaya koymaktayız.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak önerdiğimiz iklim değişikliği ve doğal su kaynaklarına etkisi konusundaki araştırma komisyonunun kurulmasının yüz yüze olduğumuz büyük soruna çözüm önerileri geliştirmek için yararlı olacağı kanaatindeyiz. Mecliste sayın milletvekillerinin bu konudaki hassasiyetlerini de gerek konuşmalarından gerek daha önceki önerilerinden biliyoruz.

Bu vesileyle su, tarım, kuraklık ve iklim değişikliğiyle ilgili konularda ülkemizi geleceğe hazırlayacak ve sorunları tartışıp önlemler üretebileceğimiz bir komisyon olacağı kanaati taşıyorum.

Bu vesileyle, yirmi dokuz yıldır içimizdeki acısı azalmayan Hocalı soykırımında şehit edilen kardeşlerimizi rahmetle anıyor ve soykırımcı Ermenistan'ı lanetliyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)