GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Tarım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:45
Tarih:10.02.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Tarım Anlaşmasına Dair Kanun Teklifi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, iktidarın öncelikleri halkımızın sorunları olmalı. İktidar, öncelikleri halka sormadan belirlerse halk egemenliğini tanımamış olur. Cumhuriyetlerde egemenlik milletindir. Millet bu egemenliğini, seçtiği vekillerden oluşan parlamentolar aracılığıyla kullanır. Parlamentolar iktidara halkın ihtiyaçları ve öncelikleri hakkında geri bildirim verir hem de iktidarı halk adına denetler. Dolayısıyla, kapalı bir geri bildirim sistemi oluşur. Bu sistemler sağlıklı denge ve denetleme mekanizmasına sahiptir. Bu nedenle, güçlü milletler güçlü parlamenter sistemlere sahiptirler.

İktidarın halka sormadan öncelik belirlemesi keyfî idarelerdir. Bu idarelerde geri bildirimli denge denetleme imkânı yoktur. Bu yönetimlerde bile bazı geri bildirim mekanizmaları oluşturma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. En başarılı padişahların tebdilikıyafetle halk arasında dolaşıp icraatları hakkında geri bildirim alanlar olması tesadüf değildir ama biz ne yaptık? Parlamenter sistemi bırakıp Türk tipi başkanlık sistemine geçtik. Halk egemenliğini beş yıl süreyle seçilen bir başkana tevdi eden bir sistem oluşturduk.

Bu sistemin demokrasi eksikliğini gösterebilmek için temel özelliklerine bir bakalım. "Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi" diye adlandırılan bugünkü yönetimde kuvvetler ayrılığı yoktur, egemenlik milletten alınıp Cumhurbaşkanına verilmiştir. Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti başkanıdır. Yöneticileri, rektörleri, yargıçları, askerleri atayan tek otorite Cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı, yandaşlarına dilediği imkânları sunabilmektedir. Bütçeyi tek başına hazırlamaktadır. Bütçenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde reddedilme şansı yoktur. Meclisin denetim görevi sıfırlanmıştır. Cumhurbaşkanı KHK'yle istediği yasal düzenlemeyi yapmaktadır. Bakanlar Cumhurbaşkanının sekreterleri konumundadır. Bakan yardımcıları Cumhurbaşkanı tarafından atanabilmektedir. Bakanlar halka yani halkın temsilcileri olan milletvekillerine karşı hiçbir saygı ve sorumluluk hissetmemektedirler. Yasalar kâğıt üzerinde milletvekillerince ama gerçekte Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nce hazırlanmaktadır. Muhalefet milletvekillerinin yasa yapma imkânı kalmamış, devlet sadece iktidar partisi ve onun destekçilerine hizmet eder hâle gelmiştir. Devletin gelir getirici tüm varlıkları Cumhurbaşkanınca yönetilen Türkiye Varlık Fonuna aktarılmıştır. Varlık Fonu denetimden geçmemektedir. Sayıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar etkisizleştirilmiştir. Devletin tüm kurumları yok edilmiştir, kurumlar Cumhurbaşkanlığı ofisi hâline gelmişlerdir. Yönetim dinî cemaatlere, vakıflara ve tarikatlara maddi imkânlar sağlayarak kendi kitlesini yönlendirmektedir. Özgür ve tarafsız adalet kalmamıştır. Cumhurbaşkanı kendisinin akıbetini milletin akıbetiyle özdeşleştirmiştir. Özgür ve bağımsız basın ve medya kalmamıştır. Nispeten serbest olan sosyal medya ise kontrol altına alınmak ya da kapatılmak üzeredir. Cumhurbaşkanının tasarruflarını denetleyecek, geri bildirim verecek bir mekanizma kalmamıştır. Siyasi partiler dışında muhalefet yapacak kurum kalmamış, vatandaşın eleştirisi "hakaret" olarak, muhalif gösteriler "terörizm" olarak cezalandırılarak susturulmaktadır. Hesap verilebilirlik ilkesi yok edilmiştir. Cumhurbaşkanının hesap verilebilirliği beş yılda bir yapılacak seçime indirgenmiştir. Böyle bir yönetimin halka güven vermesi, halkı refaha kavuşturması mümkün değildir.

Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener bir yıldır, pandemiden önce başlatmış olduğu halk ziyaretlerine hâlâ devam etmektedir. Pek çok il ve ilçede esnaf, sanatkâr, tüccar, işçi, ev kadını, genç, çiftçi gibi vatandaşlarla buluşmakta, onların dertlerini, sorunlarını öğrenmektedir. Dolaştığımız Anadolu illerinde aldığımız geri bildirimleri iktidara iletelim, bu şekilde onlara da bir nebze olsun katkı sağlamış olalım. Belki bundan sonra "Kuru ekmek bulabiliyorlarsa doyuyorlar demektir." diye söylemekten vazgeçersiniz ya da "Aç isen cebinde niye akıllı telefon var?" diye sormazsınız. Bu arada Nallıhan'da bir telefoncuyu ziyaretimde tezgâhın üstündeki telefonlara baktım, yirmi-yirmi beş yıl öncenin akıllı olmayan telefonları vardı. "Neden bunlar tezgâhta?" dedim "Artık talep bu eski telefonlara, vatandaşta para yok." dediler. Dolayısıyla Mahir Bey biraz esnaf dolaşsın da öyle konuşsun. Her çiftçi de cebinde akıllı telefon taşımıyor.

Vatandaş ziyaretlerinden görüyoruz ki toplumun yüzde 80'i borç içinde yaşamaktadır. İcra dosyalarının sayısı 30 milyona dayanmıştır. Lokanta ve kafeler kapalıdır, pek çoğu zaten kapanmış ve el değiştirmiş durumdadır. Esnaf ve çiftçi borç batağındadır, vadesi gelen borçlar yeni faizlerle ertelenmekte, borçlar sürekli artmaktadır. Dün, grubumuzda konuşan bir lokantacı esnafımız: "Yüzde 8 faizle ödeyemediğim borcumu, yüzde 20 faizle nasıl ödeyeceğim?" diye sordu. Bir başka çiftçimiz Çorum'da Sayın Genel Başkanımıza: "Canım başıma bela oldu." dedi. Ne demek bu hiç düşündünüz mü? Elinden traktörü, toprağı alınan çiftçinin hâlini düşünebiliyor musunuz? Eli kolu bağlanan çiftçi bu hacizlerden nasıl kurtulacak? Bankaların elinde çok sayıda traktör, tarım arazisi birikmiş durumda. Çiftçinin girdi maliyetleri çok arttı. Gübreye bir yılda yüzde 90'a varan oranlarda zam geldi. Gelirler, bu girdi artışlarını karşılayamamakta, çiftçiler de boşuna çalışmakta. Sertifikalı tohum koşuluyla tohumda yurt dışına bağımlılık artmış, fiyatlar yabancıların insafına bırakılmıştır. İstikrarlı bir tarım politikası yok ya da uygulanmıyor. Ürün fiyatları yıldan yıla aşırı oynak seyretmekte. Geçen yıl talebi çok olan patatesin bu yıl fiyatı 80 kuruşa düşünce çiftçi patatesi tarlada bırakmayı tercih etti. Çiftçiler ne ekeceklerine karar verirken dedikodularla yönlendiriliyorlar. Bu ülkenin Tarım Bakanlığı neden yönlendiremiyor, teşvikler neden yönlendirici olamıyor?

Soğanlar bu sene tamamen elde kaldı. Bakın, Polatlılı çiftçi ne diyor: "Bizim Polatlı'da her köyde 200 tondan fazla mal var; hiç abartmıyorum, 60 kuruşa. Öyle '1 lira oldu, yok, 2 lira oldu; hayırlı olsun.' hikâye, varsa alan gelsin, 1 liraya 40 ton, kaya gibi malım var." Belli ki teşvikler hem yetersiz hem de geç verilmektedir. Zamanında verilmeyince ürün planlamasına da etkisiz olmaktadır. Patates, soğan için teşvik olmayınca fiyatlar çiftçiyi tatmin edememekte. İktidarın tarım politikası üretimden çok ürünün ticaretine, ithalat ve ihracatına yoğunlaşmış durumda. Bu durum bazılarını zengin edebilir, bazılarını ihya edebilir ama çiftçiyi yok ettiği ortada.

Bakın, son beş yılda buğday üretimimiz 3 milyon tondan fazla düşmüş, ithalatımızsa 9 milyon tona çıkmış. "Ne var bunda? Biz aldığımız buğdayı un yapıp, makarna yapıp ihraç ediyoruz." diyorsunuz. Ton başına, dünya fiyatlarından ortalama yüzde 25 pahalı ithal edip unu ve makarnayı yüzde 10 daha ucuza ihraç ettiğimiz rakamlarla ortada. Aradaki fark milyarlarca doları buluyor. Bu fark acaba kimlerin cebine gidiyor? İktidarı bu farkı araştırmaya davet ediyorum.

Bütün bu yanlış politikaların sonucunda ne oluyor? Gıda ürünlerindeki fahiş fiyat artışı ortada. Gıda ürünleri enflasyonda başı çekiyor. Dünyada 2011 yılından sonra gıda fiyatları yüzde 17 düşmüşken Türkiye'de yüzde 225 artmış. Geçtiğimiz sene Türkiye, OECD ülkeleri arasında, yıllık gıda fiyatı artışında da şampiyon olmuş. Akaryakıtta dışa bağımlılığı kabul edebiliriz ama tohum, gübre, zirai ilaç gibi girdilerde neden dışa bağımlıyız? Dışa bağımlı oldukça da fiyatlar durmadan yükseliyor, biz belirleyemiyoruz, tamamen dışında kalıyoruz.

Dünya, salgın ve beklenen kuraklık yüzünden tarımsal ürün stokuna gidiyor. Tarımda çalışan nüfus beş yılda yarıya inmiş, çiftçinin ortalama yaşı 60'a dayanmış. Çorum'un Alaca ilçesi gibi Anadolu'nun verimli topraklarına sahip bir ilçede bir çiftçi ailesinin buğday tarımıyla asgari ücret kazanabilmesi için gereken arazi yaklaşık 200 dekar ama ortalama aile başına düşen arazi 120 dekar, bu ne demek biliyor musunuz? Çiftçi, asgari ücretin yaklaşık yarısıyla geçinmek durumunda, tabii bu durumda büyük şehre taşınıp asgari ücretle de olsa bir işte çalışmak daha cazip oluyor, bu şekilde çiftçilerin çocukları tarımdan hızla uzaklaşıyorlar. Çiftçilik ve tarım bir meslek değil, bir yaşam biçimidir; bu yaşam biçimini çocuklukta öğretmezseniz insanları bir daha o yaşama sokamazsınız. Son yirmi yılda 33 milyon dönüm tarım arazisi kaybedilmiş, ekilen tarım arazimizin ise 25 milyon dönümü azalmış; bu durumda hâliyle 1 metrekare tarlanın fiyatı 5 liranın altında, hatta 3-4 liraya bile bulunabiliyor, 1 bardak çay karşılığı bile etmiyor. "Vatan toprağı" diyoruz ama 1 bardak çay kadar değer veremiyoruz, 1 paket sigara yerine 4-5 metrekare tarla alabiliyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bunları size söylüyoruz, durumu iyi değerlendirin ve tedbirleri alın diye; uyguladığınız politikaların esnafı, çiftçiyi ne hâle getirdiğini görün diye. Anadolu'da esnaf bitmiş, hem çiftçinin yoksulluğu hem pandemi hem de zincir marketler esnafı bitirmiş durumda. Esnafın önemini aslında burada, bu pandemi ortamında daha iyi anlıyoruz. Küçük olarak belirlenen esnaf aslında bizim mahalle, köy kültürümüzün temelidir, halkımız zora düştüğünde birbirine sarılır, bu da market kültüründe maalesef mümkün değil. Eskisi gibi kasap, manav, bakkal komşularını tanır, onlara destek olur, tabiri caizse idare eder, bu esnafı korumak böyle zor günler için önemlidir, bu konuda acilen tedbir alınması gerektiğini düşünüyoruz. Her yerde, her binanın altında açılan, hepimizin istisnasız komşu olduğu zincir marketler vatandaşa veresiye vermezler, pazarlık yapmazlar; kısaca, hiç yardımcı olmazlar. En başta bu yüzden esnafı desteklemeliyiz. Tamam, serbest piyasa ama devlet bu marketlere esnafı batırmayacak kadar izin vermeli. Bu zincir marketlerde mesela yöresel ürünlerin satılması da sağlanmalı. Zincir marketler her köşe başına açılmış; hem bakkalla hem manavla hem züccaciyeciyle hem konfeksiyoncuyla rekabet ediyorlar, esnafı bitiriyorlar. Sungurlu Belediye Başkanımız ilçede başarılı bir uygulama yapmış. İlçede her zincir marketten sadece 1 tane açılmasını önermiş. Kendisini tebrik ediyorum. Umarım, bu uygulamayı diğer ilçeler de yaygınlaştırırlar.

Değerli arkadaşlar, çiftçinin sorunu bitmiyor. Bu yıl derinlemesine hissederek yaşadığımız kuraklık da önümüzde büyük bir sorun. İleride bu sorun çok daha büyüyecek. Geçenlerde NASA'nın kuraklık haritası yayınlandı. Ülkemizin, küresel ısınmadan en fazla etkilenen ülkeler arasına girdiği açıkça görülüyor. Türkiye hızla susuzluğa gidiyor. Yer üstünde gördüğümüz kuraklığın çok daha fazlası yer altı sularında görülüyor. Ülkemizin yüzde 80 kadarlık kısmında yer altı suları neredeyse bitmiş durumda.

Ülkemizin en verimli tarım arazilerinin bir kısmı da Çorum yöresinde bulunuyor. Çorum'un ekonomisinde de tarım önemli bir yere sahip. İlde 164 binden fazla insan geçimini tarımla sağlıyor. Çorum'da son günlerdeki yağışlara rağmen kuraklık var. Çiftçi suyun yetersiz olduğunu söylüyor, "Bölgede bulunan suyun doğru bir şekilde kullanılması için devlet planlama ve yatırım yapmalı." diyor.

Salma su, vahşi sulama gibi yöntemler derhâl bitirilmeli ama maalesef, ülkemizde planlama ve yatırım maliyeti, fizibilite gibi kavramlar artık kullanılmıyor. Biz tarımın sorunlarını kendimiz çözemezsek arazilerimiz yabancı firmalara gidecek, Türkiye'de tarım tamamen bitecek. Bir an önce tarım kooperatiflerimizle ortak tarım uygulamalarını harekete geçirmeli, ranta dayalı ithalat ve ihracat uygulamalarından vazgeçmeliyiz; yerli tohumları, yerli girdileri güçlendirmeliyiz; çiftçiyi borç batağından kurtarmalıyız, doğru bir borç yapılandırması yapmalıyız.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)