GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:44
Tarih:09.02.2021

CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun gündeminde yer alan anlaşmalar üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün gündemimizde 6 tane anlaşma var; bu anlaşmaların 3'ü Azerbaycan Cumhuriyeti'yle, 1'i Kazakistan'la, 2'si de Karadağ'la imzalanmış. Azerbaycan Cumhuriyeti'yle imzalanan anlaşmalarda, kültür merkezlerinin kuruluşu, enerji ve madencilik alanında iş birliği ve savunma sanayisi alanında iş birliği anlaşmaları var. Kazakistan'la askerî iş birliği anlaşması ve bunların notalarla birlikte onaylanması var. Karadağ'la da yine savunma sanayisi alanında iş birliği ve serbest ticaret anlaşmaları gündemimizde.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar başka ülkelerle imzalanan ve Dışişleri Komisyonu toplantılarında ele alınan aynı konudaki anlaşmalar görüşülürken dikkat çektiğimiz bazı hususlar var, bugün onları tekrarlamak istiyorum.

Yunus Emre Vakfı, kuruluşundan bu yana iktidarın güdümünde faaliyet yürütmektedir. Bu konuda 22'nci Dönem Beşinci Yasama Yılında Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşülen Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'na koyduğumuz muhalefet şerhinde, Yunus Emre Vakfının karar organı olan mütevelli heyetinde 8 Bakanın bulunmasının ve diğer üyelerin çoğunun da Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesinin bu kuruluşun demokratik yapısını bozacağına işaret etmiştik. 26'ncı Dönem İkinci Yasama Yılında Yunus Emre Vakfı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşülürken, Cumhurbaşkanının Vakfın mütevelli heyeti ve yönetim kurulu üzerindeki etkisini de vurgulamış, Vakfın Cumhurbaşkanlığı vesayetine alınmak istendiğine işaret etmiştik. Nitekim, yapılan değişikliklerin sonucunda Vakfın karar organı olan 11 üyeli mütevelli heyeti şu kişilerden oluşuyor: Kültür ve Turizm Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, Cumhurbaşkanı tarafından seçilen 5 kişi ve Türkiye Maarif Vakfı tarafından kendi mütevelli heyeti üyeleri arasından seçilen 1 kişi. Şimdi, bu yapı bizim itirazlarımızı doğrular niteliktedir.

Anlaşma hükümleri, Türk kültürünü tanıtmak gibi ağır sorumluluk gerektiren bir misyonu, Yunus Emre Enstitülerinin bağlı olacağı Vakfın tekeline almaktadır. Siyasi kutuplaşmanın ve kimlik çatışmalarının kültürel alana fazlasıyla yansıdığı Türkiye'de, Türk kültürünün tanıtımının siyasi çekişmelerden uzak biçimde yapılması zaruridir. Ancak Yunus Emre Enstitüleri, Türk kültürünün dış dünyaya aktarılmasını iktidarın siyasi eğilimlerinin tekeline bırakmaktadır. Anlaşmanın bu şekliyle yürürlüğe konması, mütevelli heyetinin ağırlığı iktidar tarafından atanan ve onlara fikren yakın kişilerden oluşan bu kurumu, birçok devlet kurumunda yaşandığı gibi, kısa bir süre içinde AKP iktidarının propaganda aygıtlarından biri hâline getirebilecektir. Biz bu konuyu, anlaşma Dışişleri Komisyonuna getirildiği zaman da bu bakışla dile getirmiş ve eleştirmiştik. O zaman Komisyonda, bu yapının değişmesi için bir çalışma yapıldığı söylenmişti. İki yıl geçti, anlaşma Genel Kurulda ama Yunus Emre Enstitülerinin bağlı olduğu Vakfın yönetiminde hiçbir değişiklik olduğunu görmedik; bu da herhâlde Türkiye'de verilen sözlerin tutulmadığının en güçlü işaretlerinden birini oluşturuyor.

Değerli milletvekilleri, konu uluslararası anlaşmalar olduğu zaman "Bununla ne ilgisi var?" diyeceğiniz bir konudan bahsetmek istiyorum: İnsan hakları. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu ocak ayında tatile girmeden önce de gündemimizde bazı uluslararası anlaşmalar vardı, bunlardan bir tanesi de Birleşik Krallık'la yapılan serbest ticaret anlaşmasıydı. Teknik bir hususla ilgili itirazımız dışında biz o anlaşmayı o zaman desteklemiştik. O anlaşmayla ilgili son günlerde çok önemli bir gelişme oldu; Birleşik Krallık diplomatları, kamuoyuna yansıyan açıklamalarında, bu anlaşmayı geliştirmek üzere, iki yıl içinde yapılması gereken kapsamlı bir ticaret anlaşması için insan hakları konusunun göz önünde bulundurulacağını dile getirdiler. Yani, Birleşik Krallık Avrupa Birliğinden çıktı ama insan hakları konusu sadece Avrupa Birliğiyle gündemimizde olan bir konu olmaktan çıktı, Birleşik Krallık'la ileride imzalanacak olan ticaret anlaşmaları da "insan hakları" optiğinden değerlendirilecek.

İktidarın izlemiş olduğu otoriter politikalar ülkemizi çok önemli fırsatlardan mahrum bırakmakla kalmıyor, ülkemizin egemenliğine de zarar veriyor.

Değerli milletvekilleri, insan hakları ülkelerin iç işleri konusu değildir. İnsan hakları evrensel bir konudur, zaten bunun içindir ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayımlanmıştır ve iç hukukumuzda da yer bulmuştur. İtibarlı, saygın ve güvenilir bir ülke olmak istiyorsanız insan haklarını öncelediğinizi, hukuka saygı duyduğunuzu göstermeli ve bunu da öyle görünmek için değil, kendi vatandaşlarınıza bunu layık gördüğünüz için yapmalısınız. Bu evrensel durumun idrakinde olan kurumların başında da şüphesiz Dışişleri Bakanlığı gelmektedir. Dışişleri Bakanlığı, Osmanlı İmparatorluğu'ndan beri oluşturulan kurumsal yapısıyla, bir zamanlar dünyanın en başarılı diplomatlarını yetiştiren kurumlarımızdan biriydi. Tıpkı Boğaziçi Üniversitesi mezunu olmaktan gurur duyduğum gibi Dışişleri Bakanlığına sınavla giren bir diplomat olarak Dışişleri Bakanlığında çalışmış olmaktan da hep gurur duydum, duymaya da devam edeceğim.

Bu vesileyle, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin demokrasiyi ve akademik özgürlüğü barışçıl bir şekilde savundukları haklı mücadelelerinde yanlarında olduğumun da altını çizmek isterim. Sadece ben değil, Cumhuriyet Halk Partisinin bütün milletvekilleri de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yanındadır. Daha ilk günden beri tutuklananların yanında Emniyet müdürlüklerinde, mahkemeye sevk edilenlerin yanında mahkeme salonlarında bütün hukukçu milletvekillerimiz yer almışlardır.

Türkiye'nin en saygın kurumlarının içi boşaltıldığı gibi şimdi de en saygın üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi için aynı durum reva görülmektedir. 1980 darbesinden sonra ilk kez demokratik akademik özgürlüğü hiçe sayarak dışarıdan rektör ataması yapılması asla kabul edilebilir bir durum değildir.

HABİBE ÖÇAL (Kahramanmaraş) - Problem rektör ataması değil, seçilmiş Cumhurbaşkanı.

AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (Devamla) - Bu durumun değişmesini talep eden Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin taleplerini, ayrıştırarak, ötekileştirerek hatta terörist ilan ederek görmezden gelemezsiniz. Onlar bizim çocuklarımız, Boğaziçi Üniversitesi bizim üniversitemiz. Dışişleri Bakanlığına, üniversitelerimize, ülkemizi en iyi şekilde temsil eden kurumlara zarar verme düşüncesinden vazgeçin.

Bugün gündemde olan bazı anlaşmalarda yasama yetkisinin devri niteliğinde bir değişiklik yapılmak istenmekte, söz konusu teklifle, anlaşmanın eklerine ilişkin değişikliklerin Cumhurbaşkanınca doğrudan onaylanmasına dair de yetki talep edilmekte. Bu konuda da tutumumuz belli; anlaşmalarda değişiklik yapma yetkisi, o anlaşmaların yürürlüğe girmesi için onay veren makamın yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin olmalıdır.

Şimdi biraz Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinden söz etmek istiyorum. Bakın, "Türkiye'nin geleceği Avrupa'da." söylemiyle Avrupa Birliğiyle yeni bir pozitif gündem oluşturulma çabaları dikkati çekiyor. Elbette, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması'nın imzacısı olan parti olarak Avrupa Birliğine tam üyeliği Türkiye için vazgeçilmez bir hedef olarak görüyoruz. Bugüne kadar Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanması konusunda her türlü desteği verdik, bu vesileyle, bundan sonraki süreçte de aynı desteği sürdüreceğimizin altını kuvvetle çizmek isterim.

Son dönemlerde, Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri kamuoyu araştırma şirketlerinin de gündeminde yer almaya başladı. Kamuoyuna yansıyan bu araştırma şirketlerinin raporlarının sonuçlarına göre, Avrupa Birliğiyle oluşan pozitif gündem vatandaşlarımız tarafından da destek bulmakta ve Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği halkımızın yüzde 60'ı tarafından desteklenmekte; bu destek son beş yıl içindeki en yüksek seviyeye ulaşmış durumda. Yapılan anketteki bulgulara göre Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan partiler arasında Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliğini en az destekleyen, yüzde 46,4 oranla, iktidar partisine oy verdiğini söyleyen vatandaşlarımız. Bu sonuçlara göre, anlaşılıyor ki iktidar partisi, Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğu söylemine kendi tabanını dahi ikna edebilmiş değil. Yine aynı kamuoyu yoklamasında, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen "Türkiye'nin geleceği Avrupa'da." söylemi de samimi bulunmuyor. Sayın Cumhurbaşkanının "Türkiye'nin geleceği Avrupa'da." sözlerinin samimi bir dış politika yönelimi olduğunu düşünenlerin oranı sadece yüzde 32,7; samimi olmadığını düşünenlerin oranı ise yüzde 56,3 olarak ankete yansımış. Görülüyor ki Adalet ve Kalkınma Partisinin izlemiş olduğu ikircikli dış politika vatandaşlarımız nezdinde de net bir yansımaya yol açmış.

Bütün bu veriler halkımızın Avrupa Birliğine olan katılım isteğini mevcut iktidarın yürütemeyeceğine inandığını gösteriyor. İktidarın bu sonuçları dikkatle incelemesi gerekir. İktidar iç politik mülahazalarla gittikçe otoriterleşen siyasi tutumuyla Avrupa Birliğinden uzaklaşsa da vatandaşlarımız Avrupa Birliğinin Türkiye için ulusal bir hedef olduğunu kabul ediyorlar. İktidara çok ciddi bir sorumluluk düşüyor. Halkımızın Avrupa Birliği konusundaki beklentileri ve desteği ortada. Bundan sonra samimi bir şekilde Avrupa Birliği sürecini yöneterek müzakere sürecinin yeniden canlanması sağlanmalıdır. Öncelikle, haftalardır açıklanması gereken reform paketinin Meclise sunulmasının ardından buradaki tüm siyasi partilerin katkı sunacağı bir ortam oluşturulmalıdır. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceğinin belirleneceği bir süreçte Türkiye Büyük Millet Meclisindeki hiçbir partinin devre dışı bırakılması söz konusu olamaz. Daha önceki önerilerimiz görmezden gelinerek, vize serbestîsinin sağlanması ve gümrük birliğinin yenilenmesi vaatleriyle ülkemiz, geri kabul anlaşması ve 18 Mart Mutakabatı'nın külfeti altına sokuldu. Bugün gelinen noktadaysa geri kabul anlaşması askıya alınmış, 18 Mart Mutabakatı'nın yenilenmesi için de müzakere yolları aranmaya başlanmış vaziyette. Vize serbestîsinin sağlanması ve gümrük birliğinin güncellenmesi bir yana, Türkiye'nin 2017 yılında Avrupa Konseyi tarafından denetim altına girmiş olması da çok vahim bir gelişme. İktidarın seçim gündemine göre politika değiştirmesi nedeniyle vatandaşlarımızın ve ülkemizin daha fazla kaybedecek zamanı yoktur. Mart ayındaki Avrupa Birliği Zirvesi'ne bir buçuk ay gibi kısa bir süre kaldı, hâlâ reform paketi dahi açıklanmadı; ilişkilerin geleceği ne durumda, nasıl bir ilerleme sağlanacak, belli değil. İktidar cenahının yüce Meclisimizi aydınlatması gerekmez mi?

Doğu Akdeniz'de çok önemli gelişmeler oluyor; örneğin, Libya'da. Mısır'ın ve Libya'nın diğer sınır komşusu Tunus'un sürece yoğun ve aktif bir şekilde müdahil olmalarıyla başlatılan siyasi çözüm müzakerelerinde ilerlemeler kaydedildi. Libya'yı 24 Aralıkta planlanan meclis seçimlerine kadar yönetecek olan Geçici Birlik Hükûmeti belli oldu. Cenevre'de 1 Şubattan bu yana seçim sürecini yürüten Libya Siyasal Diyalog Forumu, başbakanı ve Başkanlık Konseyinin 3 üyesini seçti.

Değerli milletvekilleri, siyasi çözüme giden bu süreçte iktidar, ara bulucu olma fırsatını kaçırmıştır. Bu kürsüden defaatle, Suheyrat Anlaşması uyarınca meşruiyeti kabul edilen hem Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle hem Tobruk'taki Temsilciler Meclisiyle görüşün, sorunu Birleşmiş Milletler nezdinde halletmek için girişim yapın, istendiği takdirde ara bulucu olun dedik fakat geldiğimiz noktada, maalesef, Türkiye sürecin dışında kaldı. Üstelik sürecin bu şekilde evrileceği kalıcı hâle gelen ateşkes anlaşmasının durumundan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde alınan kararlardan belliyken iktidar, Türkiye'nin Libya'daki askerî varlığının süresini 2 Ocaktan itibaren on sekiz ay daha uzatma kararı aldı. Bugün bu öngörüsüz tutum nedeniyle ülkemiz bizzat isim verilerek eleştirilmekte. Geçtiğimiz günlerde Tobruk ve Hafter'e destek veren Mısır, Trablus'a resmî heyet göndererek diyalog başlattı, Trablus Konsolosluğunun da açılacağını açıkladı. Mısır'ın yaptığını Türkiye çoktan yapmalıydı.

Hazır Mısır gündeme gelmişken Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonunda da bir çağrımız oldu, onu da tekrar hatırlatmak isterim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu olarak "Parlamentolar arası ilişkileri geliştirmek yoluyla, Türkiye ile Mısır'ın ilişkilerini düzeltmek maksadıyla bir ziyaret gerçekleştirelim." diye bir teklifte bulunduk, bu teklifimizi özellikle bir kez daha buradan hatırlatmak istiyorum.

Bölgede önemli bir aktör olan İsrail'le ilişkiler de maalesef gayet kötü bir şekilde devam ediyor. İsrail'le ilişkilerin normalleşmesi konusunda ümit verici bir gelişme yaşandı, onu da burada not etmek isterim. On yıllık bir aradan sonra, İsrailli bir firmaya ait bir yolcu uçağı 7 Şubat Pazar günü İstanbul Havalimanı'na bir iniş yaptı, iniş için Türk ve İsrail yetkililerinden de tam onay verildiği kamuoyuna yansıdı. Doğu Akdeniz'in kritik öneme sahip olduğu bugünlerde söz konusu gelişmenin yaşanmasından dolayı memnuniyet duyduğumuzun altını özellikle çizmek isterim. Ancak bunun yeterli olmadığını da vurgulamak isterim. Zaman kaybetmeden, aynı Mısır'la ilgili yaptığımız öneri gibi şuradan bu önerimizi de tekrar dile getirmek ve hatırlatmak istiyorum: En kısa zamanda Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin büyükelçilik seviyesine çıkarılması için -bir kez daha hatırlatıyorum ki- önlem alınmalı, tedbir alınmalı ve adım atılmalı.

Değerli milletvekilleri, bugün gündemimizde olan 6 tane anlaşmanın 3 tanesi Azerbaycan Cumhuriyeti'yle, biri Kazakistan'la, 2 tanesi Karadağ'la. Bu 3 ülke de bizim için fevkalade yakın, muhabbetimizin, sevgimizin ve tarihî ilişkilerimizin derin olduğu ülkeler. Onun için bizim bu anlaşmalara teknik bakımdan duyduğumuz çekincelere rağmen olumlu oy vereceğimizi şu anda belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)