| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 18.12.2020 |
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Başkanı ve çok değerli üyeleri, siyasi partilerin Sayın Genel Başkanları, Grup Başkanları, çok değerli milletvekili arkadaşlarım ve bizleri ekran başında izleyen değerli milletimiz; sizlerin her birini saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Affedersiniz, boğazıma bir şey takıldı, biraz da rahatsızım, çok özür diliyorum.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Geçmiş olsun.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Tabii, uzun bir maratondan geldik, kelimeler, koşturmalar, uykusuzluklar, arkadaşlarımızın rahatsızlıkları, bizlere defaatle testler yapılması... Velhasılıkelam bugüne geldik, bugün son günde sizlerle birlikteyiz. Ben Sayın Efkan Ala'ya çok teşekkür ediyorum, genel anlamda partimizin yaptığı icraatları fevkalade güzel anlattı. Ben bu konuşmaların bir bütünlük içerisinde, birbirini tamamlayan konuşmalar olduğunu ifade etmek isterim.
Tabii, avukatlık hayatı bana şunu öğretti: Bütün ayrışmalar, bütün fikrî ayrışmalar -mesela aile hukuku böyledir, şirket ayrışmaları böyledir- hep parasal ayrışmaya gelir takılır yani günün sonunda aslında bütçeye dair, paraya dair, mala dair ayrışmalara gelir. Ben Genel Kurulda da aynı şeyi müşahede ediyorum. Biz ne kadar bütçeye dair rakamlardan konuşsak, bunlardan konuşmaya devam etmek istesek de hep o fikrî ayrışmalarımıza geliyoruz. Doğal olarak ben de bugün yapacağım konuşmada bu fikrî ayrışmalarımızın altını çizeceğim.
Tabii, burada, Genel Kurulda yapılan her bir konuşma kıymetli. Çünkü, burada yaptığımız işin, anlamak, anlaşılmak üzere yaptığımız bir iş olduğunun her birimiz farkındayız ama bu tartışmalar zaman zaman çok mikro düzeyde kalıyor. Yani kendi ilimizden bahsediyoruz, bireysel yanlışlardan konuşuluyor. Elbette bunların da fevkalade kıymeti var ama her şeye rağmen bizim makro, daha büyük düzlemde neyi, niçin yaptığımızın üstünden geçmemiz gerekiyor. Bir gerçeklik algısına ihtiyacımız var yani neyi, niçin yaptığımızı hatırlamaya ihtiyacımız var. Hukukçu arkadaşlarım çok iyi bilecektir, adli tıpta çalışan arkadaşlarım da, bazen hukuki ehliyetle alakalı testler yapılırken ne geçmiş ne gelecek değil ana dair sorular sorulur yani "Bugün hangi gün, ne yaptınız, ne yediniz?" gibi ana dair gerçekliğin farkında olup olunmadığının altı çizilmek istenir. O yüzden ben de bugün yapacağımız şeylerde, belki, ana dair tespitler yapmak istiyorum.
Bugün AK PARTİ on dokuzuncu bütçe için burada. Bu şu demektir: Geriye dönük olarak AK PARTİ on sekiz tane bütçe yapmış. Yani, bugün 2021'in bütçesini yapıyoruz, 2019'un da kesin hesaplarıyla alakalı son sözlerimizi söylüyoruz. Peki, neden bunu AK PARTİ yapıyor, neden? Yani bunun arkasında ne vardır? Bunun arkasında hiç şüphesiz ki iktidar olmak ve milletin iradesi vardır. Yani, burada yapılan konuşmalarda ben bunun çok ciddi şekilde göz ardı edildiğine hep şahit oldum. Yani, burada AK PARTİ'ye söz söylerken aslında AK PARTİ'nin arkasındaki iradenin, evet, sizler için de irade millettir ama bütçe yapma iradesini verenin muhakkak millet olduğunu hatırlamak lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve şunu da ifade etmek isterim, Cumhuriyet tarihinde bunun bir örneği yok. Yani, Cumhuriyet tarihinde arka arkaya, fasılasız on sekiz defa bütçe yapan bir başka hükûmet söz konusu değil, bir başka parti söz konusu değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN YAYMAN (Hatay) - Avrupa'da da yok, dünyada da yok.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Evet, arkadaşlarım doğru söylüyorlar, Avrupa'da da yok. Demokratik yollarla yani sandıktan çıkarak seçimle gelen hiçbir Avrupa ve dünya ülkesinde de şu anda örneği yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun anlamını çok iyi anlamak lazım diye düşünüyorum çünkü bunu anlamak milleti anlamaktır. Zira, ben inanıyorum ki her bir arkadaşım, buradaki her bir milletvekili arkadaşım siyaset yaparken kendine soruyordur: "Ben niçin siyaset yapıyorum?" Bizi buraya getiren bireysel hikâyelerimiz var elbette ama onun ötesinde her bir siyasi partinin kendi hikâyesi var ve kendi perspektifi var. Ve bu perspektifin içerisinde de en önemlisi herhâlde hayallerinin gerçek olması için iktidar olmayı başarmaktır. Yani bunun fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, dönüp bakalım yani bu on sekiz senede -dile çok kolay geliyor ama- 6 defa milletvekili seçimi yapmışız, genel seçim yapmışız, 2 defa Cumhurbaşkanlığı seçimi yapmışız, Halkın seçtiğini kastediyorum, Meclisi kastetmiyorum. 4 defa yerel seçim yapmışız, 3 defa halk oylamasına gitmişiz; yani on sekiz yılda 15 seçim yapmışız. Yani neredeyse bir buçuk yılda bir seçim yapmışız ve her seferinde de buradan birinci parti olarak çıkmışız, her seferinde. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yani, şunu söylemek isterim: Bizim, tabii, muhatabımız -her bir siyasi partinin birinci muhatabı- millettir. Öyle baktığımız zaman bu, insanın gözünü yaşartan bir şeydir. Partimiz adına inanılmaz gurur vericidir ve bir efsanedir diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Dünya tarihi için, dünya siyaset tarihi için, bu hâl bir efsanedir ve her seferinde milletimiz tekrar, tekrar, tekrar kararını, iradesini ortaya koymuştur, partimizi ve Sayın Cumhurbaşkanımızı desteğiyle bizleri onurlandırmıştır.
Şimdi, burada yapılan konuşmalarda, son dönemde, özellikle Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden sonra, kullanılan dilde muazzam bir itibarsızlaştırma var. Bazı kavramlar seçilmiş, kodlamalar yapılıyor, bu kodlamalar üzerinden konuşmalar yapılıyor. Bunları da açacağız, bu kodlamaların ne anlama geldiğini de biraz ifade etmek istiyorum ama itibarsızlaştırmak bence küçük bir muhalefet türüdür yani. Çünkü insanlara meselemizi anlatmak için birbirimizi değersizleştirmemiz gerekmiyor. Biz fikirlerimizi anlatalım, millet kararını versin diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, dönüp baktığımızda Türkiye'nin on sekiz yılı o kadar hızlı geçti ki... Ben de bu partide başından beri çalışan kardeşlerinizden birisiyim. Şimdi, 2002'deki nüfusumuz 65 milyon, bugüne geliyoruz nüfusumuz 83 milyon yani yüzde 30 bir artış var. Genç bir nüfus, dinamik bir nüfus ve bununla da gurur duyuyoruz, bizim için çok büyük bir ümit geleceğe dair olarak. Ve tabii ki artan bu nüfusla beraber yeni problemler oluşuyor. Biz geldiğimizde, Türkiye'nin inanılmaz yığılmış problemleri vardı, katman katman problemler vardı. Biz, bir taraftan bu problemleri çözdük ama diğer taraftan da hem kendimize yeni hedefler koyarak Türkiye'nin başka bir lige çıkması için çok büyük bir gayret sarf ettik hem fikren, hem Türkiye'nin varlığıyla alakalı, hem Türkiye'nin gelişmişlik düzeyiyle alakalı. İşte, biraz evvel Efkan Ala arkadaşımız ifade etti: Her alanda yalnız; sağlıktan, ulaşımdan, eğitimden her konuya, uluslararası hukuka kadar ve tabii ki kendi yaşadığımız hayatımız içerisindeki süreçlere dair. Anayasa'ya bakıyorsunuz değiştirdik, bireysel özgürlükler, işte yasaksız bir Türkiye, daha ne olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yasaksız bir Türkiye. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru...
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Başvuru var da sonuç yok, sonuç.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Yani böyle baktığımız zaman hukuk da dâhil olmak üzere Türkiye'de fevkalade ilerlemelere öncülük etti AK PARTİ.
EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Anayasa Mahkemesi bir de cevap verse, karar verse çok iyi olur ya.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Ve tabii ki statik bir dünyada yaşamıyoruz, dünya da hızla değişiyor ve en çok değiştiği süreçlerin içerisinden geçiyor. Baktığımız zaman kavramların değiştiğini, sınırların değiştiğini, uluslararası hukukta bize referans olan kaynakların değiştiğini görüyoruz ve artık Türkiye sadece bir pakta yaslanarak devam edebilecek bir ülke değil. Dünya da böyle değil,. işte ülkeler içinde oldukları yapıları -evvelden AET'ydi, Avrupa Birliği oldu- içindeki varlıklarını sorguluyorlar: Kalsınlar mı, devam mı etsinler? Yeni ilişkiler, yeni ağlar dünyada ortaya çıkıyor ve doğal olarak da Türkiye, bu ilişki zeminlerinin her birini değerlendirerek kendisine yeni konumlandırmalar yapıyor.
Tabii ki, siyasetin birinci meselesi -işte biraz önce ifade ettim- sorunları tespit etmek, günlük ve geleceğe dair oluşan sorunları çözmek, çözme kabiliyetini, iradesini ortaya koyabilmek. Biz bu manada, kısa vadeli çözümler kadar aynı zamanda çok büyük tarihler telaffuz ettik. Mesela "2023" dendiği zaman, bunu ben ilk duyduğumda demiştim ki: Ne kadar uzak bir tarih, biz o tarihi görebilir miyiz? Bugün bakıyorum, işte 2023 kapımızda. 2053, 2071; bizler onlara büyük bir ihtimalle şahitlik etmeyeceğiz ama bunların varlığı, bu ideallerin varlığı Türkiye için fevkalade önemli. İşte Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı şey Türkiye için bir gelecek ufku çizmiş olmasıdır, bir gelecek perspektifi ortaya koymuş olmasıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, pandemi günlerinde, geldiğimiz şu günlerde dünyanın tartıştığı yeni bir kavram var "yönetilebilir demokrasi" kavramı. Çünkü özellikle, pandemide çok canı yanan ülkeler yanı başımızda, gelişmiş ülkeler düzeyinde olan İtalya, işte İspanya, onlara baktığımız zaman, bu ülkelerin geriye dönük olarak en temel problemlerinden bir tanesi aslında uzun süreli hükûmetler kuramamış olmalarıdır. Sadece onlar da değil, bakın, mesela, Belçika, demokrasinin beşiği sayılan bir ülke, aylarca hükûmetsiz kaldı. Hollanda, bir yıla yakın bir süre hükûmetsiz kaldı. Almanya, en son seçimlerinde hükûmet kurmakta zorlandı. Hatta, öyle bir tabloya geldi ki artık, Neonazi parti 2'nci parti durumunda, eğer mevcut sistemle devam ederse koalisyona alması lazım; almasa, dışarıda bıraksa başka bir problem. Yani velhasılıkelam, dünya artık kendi demokrasi algısı üzerinde yeni şeyler konuşuyor, yönetilebilir bir demokrasi üzerinde muhakeme ediyor. Mesela, Fransa ne yapıyor? 2 seçimin, hem Başkanlık seçiminin hem de parlamento seçimlerinin tarihlerini yakınlaştırmaya çalışıyor. İşte, İtalya'da bir kanun yapıldı, yüzde 40 oy alana hükûmet kurma imkânının verilmesi tartışılıyor. Bunları niçin söylüyorum? Bunları şunun için söylüyorum: İşte Türkiye, tüm bunlar gelmeden evvel bu konularla alakalı meseleyi yaşayarak gördü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz bugüne kadar hep birinci parti olarak geldik. Hiçbir şey değişmeseydi de biz yine birinci parti olacaktık, yine iktidar olacaktık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama geldiğimiz noktada yaşanan tecrübeler Türkiye için daha istikrarlı bir yönetimin yani sandıktan çıkan bir hükûmetin önemini bizlere göstermiş oldu, dünyanın aradığı bu acil çözüm meselesini biz herkesten evvel görme imkânına sahip olduk.
Tabii, bu tartışmalar yani Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine dair tartışmalar da yeni değil Türkiye'de. Yani ta bakıyorsunuz 1920'de çeviriler var, 70'ler, 90'lar... Bu konuya dair pek çok genel başkan, başbakan hatta Cumhurbaşkanı düzeyinde bu mevzuların çokça konuşulduğunu görüyoruz bugüne kadar. Fakat tabii, bunu yapmak bizlere nasip oldu ama şu sürece bir bakmakta da fayda var diye düşünüyorum yani nereden nereye gelindi. Biraz evvel 367'den de bahsedince Sayın Başkan, gelmemek ne mümkün. Çünkü burada herkesin payı var yani iktidarın payı var ama muhalefetin de payı var bu aşamaya gelmemizde. Şimdi, 61 Anayasası'na bakıyorsunuz, 61 Anayasası'nda -malumunuz- çok sembolik bir Cumhurbaşkanı var. 82'ye geliyoruz, çok güçlenmiş bir Cumhurbaşkanı hatta parlamenter sistemin ruhuyla örtüşmeyecek kadar güçlenmiş bir Cumhurbaşkanı. Ve sonra sayenizde "367 krizi" diye bir şey ortaya çıkıyor yani Türkiye'nin izahı en zor krizlerinden bir tanesi. Bir tarafında Parlamento var, bir tarafında Anayasa Mahkemesi var, fevkalade bizim için aslında utanılacak bir krizdir 367 krizi. Buradan çıkabilmek için Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle alakalı bir Anayasa değişikliği ve bir referandum yaptık. Peki ne olmuş oldu? Aslında çok güçlenmiş olan bir Cumhurbaşkanını halk seçmeye başlamış oldu. Orada Anayasa değişti ama ilk uygulamasıyla beraber halk seçti yani adını söylemesek de aslında 367 krizi bizi yarı başkanlık sistemine getirmiş oldu yani fiilen biz oraya gelmiş olduk. Zaten kendi aramızda konuşulan bir meseleydi -tabii, 15 Temmuza da geleceğim bununla alakalı- ve nihayetinde de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmiş oldu. Türkiye'nin siyasal tarihine baktığımız zaman, aslında bu seyir tabii bir seyirdir yani bu manada birbirini tamamlayan, takip eden siyasi olayların neticesinde, siyasetin, iktidarın, çözüm bulma arayışlarının bir neticesi olarak buraya gelmiştir ve millet de bunu takdir etmiştir. İşte, her seferinde bizim gösterdiğimiz adaylara giderken sadece adaylarımızı seçmekle kalmamış, bizim onlara anlattığımız fikirleri teyit ederek sandıktan çıkmasına ve bunların hayat bulmasına milletimiz vesile olmuştur, sebep olmuştur; irade onların iradesidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Tabii, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli buradalar, kendilerinin müsaadesiyle 15 Temmuzla alakalı birkaç şey ifade etmek istiyorum çünkü 15 Temmuz, bu manada Türkiye için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Hâlâ bu kürsülerde 15 Temmuzu küçültmek üzere "20 Temmuz darbesi" diye ifadeler kullanılıyor. Bu gerçekten çok hazin bir ifadedir çünkü 15 Temmuz sadece bu ülkenin içerisinde var olan bir grup darbeci asker ve sivilin yaptığı darbe girişimi değil, ondan daha öte, aslında Türkiye'ye dışarıdan çok temel bir müdahaledir ve bu müdahaleyle beraber hem devlete hem millete muazzam bir saldırı olmuştur. İşte, bu saldırı neticesinde devleti tahkim etme ihtiyacı doğmuştur ve aynı zamanda milleti tahkim etme ihtiyacı da olmuştur. İşte, yapılan Anayasa değişikliğiyle beraber, Sayın Devlet Bahçeli'nin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın, her iki partinin yan yana gelerek yapmış olduğu bu Anayasa değişikliğiyle beraber Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, devleti tahkim eden bir sistemdir. Bu ittifak da milleti tahkim eden bir ittifaktır. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar) Sarih, net, herkesin gözü önünde, herkesin ilkelerini ortaya koyduğu, neyin ne olduğunun son derece net olduğu... Türkiye'nin geleceği için devleti ve milleti güçlendirecek olan iradelerin yan yana gelmiş olmasıdır.
Şimdi, tabii, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili olarak kelime oyunları yapılıyor, kullanılan ifadeler var. Genel Kurulda artık duya duya, böyle ne diyelim yani bir tür virt olduğunu düşünüyorum bunların. Bunlardan bir tanesi "tek adam" ifadesidir, çokça duyuyoruz. Yani insan biraz tebessüm ediyor, gerçekten tebessüm ediyor. Bilemiyorum ama bizim evde bile son kararı veren biri var yani evde ben kendim vermeye çalışıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani her yerde bir son kararı veren var. Soruyorum herkese tabii ki, soruyorum. Ama yani siyasi partilerde işte genel başkanlar var, bakıyorum partilerimiz içinde başkanlar var... Sayın Genel Başkan, herhâlde bir tartışma olduğunda dinlersiniz herkesi ama nihai kararı siz verirsiniz diye düşünüyorum. Bütün siyasi partilerde böyledir, bu başka türlü yönetilemez. Bütün topluluklarda, ortak, kalabalık olan bütün topluluklarda, hepsinde son, nihai kararı veren birisi vardır. İşte Sayın Binali Bey de buradalar, Başbakanlık yaptılar, bizi teyit edeceklerdir diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani Türkiye'de daha evvel Başbakan ve bakanlar çeliştiği zaman... Herhâlde Sayın Başbakanın en son kendi verdiği karar -başını sallıyor- onun vermiş olduğu karar hayat buluyordur diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Denebilir ki: "Efendim, daha evvel bir cumhurbaşkanı vardı -yetkileri çok abartılı- her şeyi oradan beklediğimiz bir cumhurbaşkanı vardı, hani belki bir ümit veto ederdi falan, bir şey olabilirdi." Cumhurbaşkanı ve Başbakan meselesinde de şunu hepimiz biliyoruz ki, öyle ya da böyle günün sonunda Cumhurbaşkanı yetkileri artırılmış bile olsa sembolikti yani son kararı veren Sayın Başbakandı. Şimdi, buradan şunu söyleyeceğim yani bütün sistemlerde, bütün düzenlerde son kararı verenin bir kişi oluyor olmasına asla ve asla "tek adamlık" denilemez yani bunun böyle ifade ediliyor olması da hayatı da, siyaseti de bilmemektir diye düşünüyorum; başka izahı olamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, Almanya'ya bakıyorum, Almanya'da herhâlde herkes Merkel'in adını biliyor, bir tek o var. Fransa'da bir yarı başkanlıktan cumhurbaşkanı var ama başbakan da mevcut fakat başbakanı tanıyan olduğunu zannetmiyorum. ABD'de, malum işte, Trump'ı bütün dünya biliyor. Yani velhasılıkelam sonuç olarak yönetilen bir mekanizma varsa o mekanizmanın başında da bir başkan vardır nokta. Bunun yolu yoktur ve o bir kişidir, bin kişi değildir, yüz kişi değildir sadece bir kişidir.
Şimdi, gelelim, çok söylediğiniz, çok cafcaflı, janjanlı bir ifade var: "Güçlendirilmiş parlamenter sistem." Şimdi, bu parlamenter sistem meselesi, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" deyince bir defa ön kabul olarak daha evvel içinde olduğumuz parlamenter sistemin sorunlu olduğunu kabul ettiğiniz anlamına geliyor, bir sorundu yani burası. Bu parlamenter sistemde, bu ülkenin yönetilmesinde bir ton sorun vardı. Bugüne kadar AK PARTİ geldi de her seçimi kazandı, kazandı, kazandı da bu parlamenter sistem işler hâle geldi Türkiye'de, onu görmemiz lazım yani. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ gelinceye kadar işlemiyordu; ha bire bir takılma, takılma, takılma; darbeler, koalisyonlar, yürümeyen bir sistem ama her zaman Sayın Cumhurbaşkanımızı, bir Tayyip Erdoğan'ı bulma şansına sahip değil yani bu Türkiye. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, diyorsunuz ki: "Güçlendirilmiş parlamenter sistem." Peki, tamam. Bunu anlattığınızı hiç görmedim ben. Ne getirecek yani bu güçlendirilmiş parlamenter sistem ne getirecek ve bunu nasıl getireceksiniz? Meclisin hâli ortada. Anketlere siz de bakıyorsunuz herhâlde, biz de bakıyoruz; bir seçim daha olsa tablo böyle olacak yani sonuçta. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Nasıl getireceksiniz? Ha, diyelim ki bu hayalî şeyinizin etrafını falan oluşturdunuz; şekli, şemaili belli oldu, biraz daha anlaşılır bir hâle geldi; peki, bunun için neden insanlara, milletimize bir Anayasa değişikliği gerektiğini söylemiyorsunuz? Bu Anayasa değişikliğinin bu Mecliste beşte 3 çoğunlukla geçmesi gerektiğini niye söylemiyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eğer 400 oy alamazsa bunun referanduma gitmesi gerektiğini niye söylemiyorsunuz? Yani sanki seçim olacak, milyonda bir ihtimal siz kazanacaksınız, ertesi gün de bu sistem gelecek gibi bir anlatım var Türkiye'de. Neden bir hayali -yalan demek istemiyorum- böylesine satmaya, anlatmaya çalıştığınızı gerçekten anlayamıyorum. Zaten, literatüre bakıyorsunuz böyle bir şey var mı diye, yok; herhâlde bu sizin icadınız. O yüzden ben sizleri Türkiye siyasetinin gerçeklerine davet ediyorum, anayasa hukukunun gerçeklerine davet ediyorum ve hayal dünyasında yaşamamaya davet ediyorum çünkü siyaset fevkalade ciddi bir iş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, "Başkanım, bunlar hayal peşinde." sesi)
Şimdi, tabii, bunlar ham hayaller yani hakikaten çok ham. Ben hayali seven birisiyim, şimdi hayallere de geleceğim hatta bir masal anlatacağım ama bunlar ham hayaller. Hayallerin gerçek olabilmesi için ayakları yere basmalı, hukuk sistemi içerisinde onların yeri olmalı, uluslararası mevzuatta yeri olmalı ki bunlar hayat bulabilsinler. Ve şunu görüyorum, ifade etmek isterim: Doğrusu, şu var, hep "Biz iktidara gelirsek..." diye başlayan cümleler var oysaki insanlar muhalefette sizin ne yapacağınızı görecekler yani iktidardayken değil, muhalefetteyken iktidar olma hâliniz ancak ortaya çıkabilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eğer hayal satarsanız, doğruyu söylemezseniz bu nasıl hayat bulabilir ki, yani böyle bir şey mümkün müdür acaba?
Şimdi, bir başka sevdiğiniz kavram: Vesayet kavramı. Çok seviyorsunuz. Hani biz vesayetten çok çekmiş insanlarınız, vesayetin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Vesayetle beraber kullandığınız başka kavramlar var. Vesayet, atanmışlık...
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Şimdi de biz çekiyoruz.
ÖZLEM ZENGİN - (Devamla) - Ah ah, geliriz şimdi oraya. İnsicamımı bozmayayım diye cevap vermiyorum.
Vesayet, atanmışlık ve seçilmişlik diye böyle ayrımlar yapıyorsunuz. Şimdi, vesayet kelimesinin anlamı tamamen ters olarak kullanılıyor. Biz ne anlıyoruz vesayetten, ne anlıyorduk yani, neyi değiştirdik? Türkiye'de vesayeti kaldırdık ve neyi kaldırdığımızı anlamanızı istiyorum.
Anayasa ve kanunların, hukuk düzeninin kişilere ve kurumlara verdiği yetkiler var. Eğer, bu yetkilerin dışına çıkılırsa... Türkiye'de biz iki şeyin vesayetinden bahsettik, askerin ve yargının vesayetinden bahsettik. Yani neydi burada? Aslında asker, Genelkurmay Başkanı o dönem, kuvvet komutanları silahın da gücüyle kendilerine verilmeyen bir gücü kullanıyorlardı, siyaset yapıyorlardı. Aynı şeyi biz yargı mensuplarında görüyorduk. O yüzden buradaki mesele -vesayetle alakalı mesele- bir anayasa hukuku içerisinde insanların kendilerine verilen yetkileri kullanmalarına nasıl vesayet dersiniz yani? Olacak şey midir bu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Cumhurbaşkanı yetkisini kullanıyor, "vesayet" diyorsunuz. Yani hiç akıl alacak bir şey değil. Türkiye'de vesayet yerle yeksan olmuştur, olmuştur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Askerî bürokrasi için de böyledir, yargı bürokrasisi için de böyledir. Bizim amacımız hukuk düzeni içerisinde herkesin Anayasa'nın ve kanunların kendilerine vermiş oldukları görevleri yapmalarıyla alakalıdır. "Atanmış" Bakanlarımız konuşurken... Atanmış, seçilmiş... Hakikaten tuhaf buluyorsunuz ya bunu. Biraz da böyle zorlayan bir ego içerisinde bunlar söyleniyor. Şimdi, buradaki mesele... Buraya, bu kürsüye gelen bakanlarımıza onu söylersin, bunu söyleyemezsin. Anayasa, bakanların buraya hangi şartlar altında geleceğini söylüyor. Ya, bakanlar hangi zamanda, ne zaman buraya gelebilirler bunu ifade ediyor. Bir bakan, kendisine verilmiş olan anayasal bir yetkiyle buraya geldiği andan itibaren -kendisi zaten onlar burada yemin etmişlerdir, kendilerinin yargılanma usulleri özel usullere tabidir- bir milletvekilinin sahip olduğu haklara sahiptir ve milletvekili neyi söyleyebiliyorsa bir bakan da bu kürsülerden aynı şeyi söyler, söyler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'deki atanmış meselesi kavramı sizin ifade ettiğiniz gibi değildir. Yani Cumhurbaşkanının yetkilendirdiği atanmışlıktan bahsetmiyoruz. Orada hukuka dayanan bir yetkilendirme vardır ama diğer atanmışlıkta görevini kanundan almayan insanların yaptığı uygulamalardan bahsediyoruz.
Sürem de azalıyor. Bunlar tabii, çok sekter, böyle takıntılı ifadeleriniz. İfade olduğunu da sanmıyorum yani sizi destekleyenler bunlardan, bu tartışmalardan haz alabilir. Mesela "Diktatör bozuntusu." Yani insan böyle bir ifade duyduğu zaman üzülüyor, hakikaten üzülüyor. Çünkü bakın, eğer bir yerde su bulamazsanız teyemmüm edebilirsiniz yani su olmadan toprakla abdest alınabilir ama suyu gördüğünüz anda abdest bozulur, kural budur. Eğer bir yerde sandık varsa, özgür seçim varsa diktatörlükten bahsedemezsiniz. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Hem "Kararı millet versin." diyeceksiniz ama diğer taraftan da milletin verdiği kararın neticesine "diktatörlük" diyeceksiniz. Bu nasıl bir muhakemedir? Yani inanılır gibi değil. (Gürültüler)
Şimdi şuna geliyorum: Peki bu nedir? Değerli arkadaşlarım, bu bana sorarsanız iktidar olmak isteyen bir partinin yapmayacağı bir iştir; bu bir devlet düşmanlığıdır. Devletin kurumlarına düşmanlık ederek bu işleri yapamazsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada yaptığınız konuşmalarda en hazin olan da milletvekillerini ve Parlamentoyu değersizleştirmek üzere yaptığınız konuşmalardır. Sonuç olarak, bu ülkeyi kim yönetirse yönetsin, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamı, bu ülkenin Parlamentosu her şeyden kıymetlidir, her şeyden. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu değersizleştiren bir tavır içerisinde asla olunamaz. Ha, bunun yanında milletin de değersizleştirildiği durumlar var. Mesela, Öğretmenler Günü'nde -anne babası da öğretmen biri olarak insan üzülüyor- "Öğretmene bakacağız, kime oy veriyorsa ona göre değer vereceğiz. Eğer bize oy vermiyorsa öğretmenden saymayacağız." Böyle bir şey olabilir mi? Sanatçı... Eğer yalakaysa "Yalakadan sanatçı olmaz." Yani eğer sanatçı bir fikrini söylemişse, bizden yanaysa yalaka oluyor, sizden yanaysa, bilemiyorum artık ne oluyor? onun adı nedir, bilemiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Doktorlar var. Doktorlar bu ülkede çok büyük hizmetler ediyorlar şu günlerde. Doktorlarla ilgili ifadeniz de çok enteresan; onlar cumhuriyetin yetiştirdiği doktor, aman bize değmesin. İşiniz düştüğü için cumhuriyetin yetiştirdiği doktorlar.
Değerli arkadaşlarım, biz diyoruz ki bu ülkede mesleği, işi ne olursa olsun herkes kıymetlidir, verdiği oya bakmaksızın her bir vatandaşımız bizim için fevkalade kıymetlidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, şunu söyleyeceğim: İşte, bu -hani dedim ya biraz evvel- muhalefette olma hâlidir iktidar hayalini vatandaşta kurduran. Yani "Bunlar iktidar olabilir mi, bunlar devlet olabilir mi?" hayalini kurduran şey muhalefetin tavrıyla, ne yaptığıyla alakalıdır.
Şimdi, bir defa, bakıyorsunuz, çok kolaj bir görüntü var, çok kolaj. Aslında kolaj işlerde herkes özgünlüğünü muhafaza eder, onların yan yana gelmesiyle farklı bir görüntü ortaya çıkar. Ama maalesef öyle bir birliktelik göremiyoruz, bir karmaşa görünüyor, bir karmaşa. Örneğin, bu karmaşa içerisinde, evvelden -ben hatırlıyorum- 2015 seçimlerinde HDP'nin merkeze gelmesi konuşulurdu. Hatta CHP'nin bir genel başkan yardımcısı ne demişti? "Oyumuzun 1 tanesi CHP'yeyse, 1 tanesi HDP'ye." Öyle bir trend, bir gayret vardı "AK PARTİ'yi göndermek için her şeyi yapalım ama bu arada da HDP Türkiye partisi olsun, merkeze gelsin." diye. Bugün görüyorum ki bugünkü tartışmalarda -şu anda- CHP'nin HDP'leşmesi tartışılıyor. Şu anda bunu görüyoruz, şu anda bunu görüyoruz. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, çok sevdiğim bir şeye geleceğim: Kurşun Asker. Sayın Genel Başkana teşekkür etmem lazım. Geçen gece açtım şu "Kurşun Asker" masalını -çocukken okumuştum- bir daha bir okuyayım dedim yani Kurşun Asker nasıl bir masaldı? Ama ondan evvel, Aliya İzzetbegoviç -Allah rahmet eylesin- diyor ki "Çok daraldığım zamanlarda çocuklara giderim, bazen entelektüellerle konuşurum fakat entelektüellerde had safhada bir tarafsızlık şeyi vardır, onun arkasına gizlenen bir hâl vardır. Ama çocuklara gittiğim zaman, çocuklar, özellikle ülkeleri hakkında her zaman çok net düşünürler ve taraflı ama adil, doğru düşünürler. 'Ben tarafsızım, savaş beni ilgilendirmiyor, ben böyle şeylerin üstündeyim.' diyen çok entelektüel gördüm. Her zaman da bir şeylerin üstünde veya dışındadırlar. Çocukların öldüğü, kadınların tecavüze uğradığı böyle zamanlarda hep nedense tarafsız kalıyorlar ama çocuklara sorduğumda onlar taraflılar, memleketten taraflar." diyor, memleketten taraflar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım -Sayın Başkanım, inşallah süremi azıcık uzatırsınız- burada bir masal anlatmak istiyorum: Kurşun Asker masalını çok sevdim. Kurşun Asker'de bir çocuk, kurşun askerlerle oynamayı çok seviyor. Askerlerinden bir tanesinin de bir bacağı yok. Oyuncaklarını dizerken her zaman bacağı kırık olanı alıp en öne koyuyor ve ona diyor ki: "Sen çok cesursun, bir bacağın yok ama sen en iyi askersin ve sen çok cesursun." O askerini bir gün alıp pencerenin kenarına koyuyor, rüzgâr onu aşağıya düşürüyor. Çok yağmur var o gün. İki yaramaz çocuk askeri alıyorlar, bir kâğıttan kayığa koyuyorlar. Kayığın içerisinde, yağmurla beraber önce kanalizasyona, sonra denize gidiyor bizim küçük kurşun asker. Bu arada evde aranıyor tabii, bulamıyorlar. Yakalıyor bir balıkçı, alıp getiriyor, tuhaf ama aynı mahalleye, kendi mahallesine getiriyor. Evin aşçısı da o balığı satın alıp eve getiriyor. Açıp bakıyorlar "Aa!"diyorlar, inanamıyorlar, kurşun asker orada, onun içine saklanmış. Tabii çok seviniyorlar, biraz da kurusun diye şöminenin üzerine koyuyorlar. Bu arada da kurşun askerin en büyük hayali... Tabii biraz uzun ama kısaltalım masalı; geceleri konuşuyorlar, bir kâğıttan balerin var, onu çok seviyor; en büyük hayali o balerinle yan yana olabilmek. Bir de bakıyor ki hayali gerçek olmuş yani kurşun askerin yanında o kâğıttan balerin var. Fakat kâğıttan balerin birden yine rüzgârla yanan şömineye düşüyor ve yanmaya başlıyor. İşte o zaman kurşun asker o ateşin içerisine atlıyor ve o sevdiği kâğıttan balerini kurtarmaya çalışıyor, kurtarıyor. Kurtarırken de ayakları eriyerek birleşiyor. Biraz sonra gelen çocuk, askeri ve balerini alıp hiç ayrılmayacak bir şekilde şöminenin üzerine bırakıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, bize aşağılamak için kullandığınız "kurşun asker"in anlamını bence bilmiyorsunuz, masallardaki anlamını bile bilmiyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlayacağım.
Masallardaki anlamı şudur: İnandığı şeyler için vazgeçmeyen, yolculuğunu önemseyen ve asıl sevdası için yanmaya hazır olan insanları ifade ediyor kurşun asker, sevdası için. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET KAYA (Trabzon) - On sekiz yıldır masal anlatıyorsunuz.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Benim aslında biraz daha notlarım var ama toparlayacağım.
Değerli arkadaşlarım, ben şunu görüyorum: Hukuka ait kavramları kullanıyorsunuz, bilmiyorsunuz, yanlış kullanıyorsunuz; vesayetin... Hukuka ait kavramları yanlış kullanıyorsunuz. Sayın Genel Başkana okuyacaktım burada "haramzade"yi geçen çokça ifade ettiniz. Haramzadenin sözlük anlamına baktım Sayın Başkan, bence korkunç bir anlamı var, onları burada telaffuz etmemelisiniz ve bu ülkeden özür dilemeniz lazım diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu ülkenin değerleriyle alakalı kavramları, zinhar onları da zaten bilmiyorsunuz. Gerçeği bilmiyorsunuz, işte ispat ettim, masalları da bilmiyorsunuz, masalları da bilmiyorsunuz örnek verirken. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Son cümle yine Sayın Genel Başkanın konuşmasından, diyor ki Sayın Genel Başkan: "Biz, sandıkta demokrasiden yana olanlar birleştiği zaman -arada boşluk var- dünya siyasi tarihinde otoriter bir rejimin demokratik yollarla dönüştüğünü göreceksiniz." Ben de diyorum ki: Günaydın, dönüştü, dönüştü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'de AK PARTİ geldiğinden beri demokratik bir rejim var, gün ve gün kalitesi artan demokratik bir rejim var; vesayet son buldu, yasaklar son buldu. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti diyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Bir cümle Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Elbette, bütçemizin tüm halkımıza hayırlı uğurlu, bereketli olmasını diliyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Gerek yoktu ya! Bütçeye ne gerek vardı!
ÖZLEM ZENGİN (Devamla) - Bir teşekkür edeceğim. Mecliste görev yaparken bize çay getiren, temizleyen -doktorlarımız, kavaslarımız, arkadaşlarımız, polisler, idare amirleri çok büyük bir görev kadrosuyla buradaydı- yani çalışan herkese de teşekkür ediyorum.
Hayırlı seneler diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)