| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 11.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ PARTİ Grubu adına TÜBİTAK, Türkiye Bilimler Akademisi ve Türkiye Uzay Ajansı bütçeleri hakkında konuşacağım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugünün dünyasında bilim ve teknoloji desteklenmeden bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. İşlenmiş ve nitelikli ürüne dayalı üretim olması için teknoloji geliştirmek gereklidir. Orta gelir tuzağına takılıp kalan ve hatta çok gerisine düşen Türkiye'nin çıkış yolu genç kuşağın çok iyi eğitilip bilim ve teknolojide etkin olmasından geçiyor. Günlük işlerimizde bile yoğun teknoloji kullanıyoruz. Örneğin bilişim teknolojileri kullanımı Covid-19 pandemisi sürecinde o kadar hızlı ve ani yaygınlaştı ki dokuz ay önce hayal bile edilemeyecek derecede kabullenildi. Öğretimin önemli bir kısmının, toplantıların hemen hepsinin internet üzerinden yapılması normal düzen hâline geldi. Teknoloji sayesinde, hepimizin öğrendiği mottoyla hayat eve sığdı.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yıllar önce gören, iktidarın "eski Türkiye" diyerek küçümsediği Türkiye Cumhuriyeti 1963 yılında bilimsel ve teknik araştırmaları desteklemek amacıyla TÜBİTAK'ı kurmuştur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, TÜBİTAK misyonu ne diyor? "Ülkemizin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için toplumun her kesimi ve ilgili kurumlarla iş birliği içinde, ulusal önceliklerimiz doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları geliştirmek, bunları gerçekleştirecek altyapı ve araçları oluşturmaya katkı sağlamak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini desteklemek ve yürütmek, bilim ve teknoloji kültürünü oluşturmakta öncü rol oynamak." diyor. Bu misyon karşılandı mı? Bakalım: Ülkemizin rekabet gücünü artırdık mı? Dünya Rekabet Gücü Endeksi'nde 2016 yılında 55'inci sıradayız, 2015 yılında 51'dik, 2018 ve 2019'da ise 52'nci sırada saymaya devam ediyoruz. İnovasyonda 2014'te 56'ncı, 2015'de 60'ıncı, 2016'da 65'inci ve 2019'da yine 60'ıncı sıradayız. Buradan bakıldığında, gerçekten, Dünya Rekabet Gücü Endeksi'nde yerimizde saydığımıza şahit oluyoruz. Bütün bunlar aslında bilim, teknoloji ve sanayide rekabet gücü kazanmak için yeni bir stratejik yaklaşıma ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Bir diğer misyon cümlesi olan teknoloji altyapı ve araçları oluşturup dünyaya ihraç edebildik mi? 2002 yılında yüzde 6,2 olan yüksek teknoloji ürünlerinin ihracat içindeki payı 2015 yılında yüzde 3,9'a düşmüştür. 2019'da ise ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 3,62'ye düşmüştür. Tutar olarak ifade edecek olursak 5,9 milyar dolarlık yüksek teknolojili ürün ihracatına karşılık ithalat 23,6 milyar dolar olmuş. Buna göre Türkiye 2019 yılında yüksek teknolojili ürün ticaretinde 17,7 milyar dolarlık açık vermiş. Yani teknolojiyi hâlâ yurt dışından ithal etmeye devam ediyoruz.
Bir başka misyon cümlesi olan "Araştırma ve geliştirme faaliyetlerini desteklemek ve yürütmek." hedefine de bakalım. Gayrisafi yurt içi hasıladan AR-GE'ye ayrılan pay 2015 yılında yüzde 1 iken bu rakamı artırmak için hedefler konulmuş. Bu payın 2018 yılında yüzde 1,8, 2023 yılında da yüzde 3 olması hedeflenmiş ama 2018 yılında 1,8 hedefine ulaşmayı bırakın yüzde 1'in bile altına düşmüşüz. 2023 hedefinin yanından geçmek bile artık hayal. OECD'nin ortalamasının yüzde 2,5, Avrupa Birliği ortalamasının yaklaşık yüzde 2 olduğu düşünülürse OECD ve Avrupa Birliği ortalamalarının yarısını bile yakalayamamış görünüyoruz. Son beş yılda da yerimizde sayıyoruz. Güney Kore 1 milyon nüfusla 10 bin araştırmacı rapor ederken biz hâlâ 2 binlerde dolanıyoruz.
Son misyon cümlesi olan bilim ve teknoloji kültürünü oluşturmakta öncü rol oynadık mı? Kısmen evet. İktidarın on sekiz yılında bilim ve teknolojide TÜBİTAK'ın hiçbir şey yapmadığını iddia etmeyeceğim. 1972 yılından beri yani 14 yaşından beri TÜBİTAK'la ilişkisi olan, yıllarca burs ve ödüller aldığım, üst düzey görevler yaptığım bu kurumda başarılı bulduğum pek çok husus bulunmaktadır. Özellikle 2005 yılını takip eden yedi sekiz yılın TÜBİTAK'ın en parlak yıllarını oluşturduğunu söyleyebilirim. Bilimsel araştırmalara olan desteklerin birkaç katına çıkması, projelerin ve araştırmacı sayısının katlanarak artması, beyin göçünün tersine dönmesi, sanayinin AR-GE'ye yönelmesi için teşvik verilmesi çok olumlu adımlar oldu. 2013'ten sonra ise oluşan konjonktür, ekonomik kısıtlamalar, siyasi etkilerin liyakatin önüne geçmesi geriye gidişe neden oldu. AK PARTİ iktidarının kurumları siyasileştirerek liyakat yerine sadakati esas almasından TÜBİTAK da nasibini aldı.
TÜBİTAK'ta ve bağlı enstitülerde yetenekli gençlerimizin bir kısmının FETÖ'ye teslim edilmelerine göz yumuldu, hatta teşvik edildi. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü onlar hukuksuz Ergenekon, Balyoz operasyonlarında kullanıldılar, milletimizin göz bebeği ordumuzun itibarının zedelenmesine katkıda bulundular. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Daha sonra 15 Temmuz alçak darbe girişiminde anlaşıldı "Vehbi'nin kerrâkesi." Sonra ne oldu? Ülkemizin en hassas kripto ve kozmik sistemlerinde söz sahibi olmuş bu kişiler temizlenmek zorunda kalındı. TÜBİTAK'tan 1.500 civarında personel ihraç edildi. Tabii, kurum da çok yıprandı, güvensizlik ortamı oluştu. Bu güvensizlik ortamı, ekonomik sıkıntılar, iç ve dış siyasi çalkantıların yarattığı belirsizlikler sonucunda pek çok bilim ve teknoloji uzmanımız geleceklerini yurt dışında aradılar, arıyorlar. Ülkenin geleceğine güven sağlayamadığınız sürece iyi yetiştirdiğimiz gençlerimiz geleceklerini yurt dışında aramaya devam edeceklerdir. Burada kalanlar arasında da ciddi bir motivasyon eksikliği olacaktır.
Son iki yılda yapılan atamaların ibreyi tekrar olumlu yöne döndürmek için iyi bir fırsat yarattığını düşünüyorum. Yirmi yıldır akademik ortamlardan tanıdığım, özellikle Mühendislik, Akreditasyon ve Değerlendirme Derneğinde ortak görevler yaptığımız Değerli TÜBİTAK Başkanımızın eline imkân verilirse başarılı olacağına inanıyorum. Özellikle bu yıl araştırma bütçesinde yapılan yüzde 100 artış, bilim ve teknoloji araştırmacıları için iyi bir teşvik ve motivasyon olacaktır. Bu bütçe artışı olmasaydı yükselen döviz fiyatları projeleri yapılmaz hâle getirecekti.
Burada proje desteği konusunda TÜBİTAK'ın yapması gereken iyileştirmeler de var; burada kriterin liyakat olması lazım. Proje desteklerinin küçük başlaması, başarılı olan ekiplere artan büyüklükte proje destekleri verilmesi, başarı oranlarının artırılması gerekmektedir. "Her üniversiteye proje verelim." mantığıyla hareket edilirse yanlış olur. Gelişmekte olan üniversiteleri ve oradaki hocaları bilimsel çalışmalara teşvik etmek gerekiyorsa onlara ayrı bir program açılabilir ama rekabet sadece liyakat üzerine olmalıdır.
TÜBİTAK'ı değerlendirirken bilim ve teknolojide elli yıl önce bizimle aynı düzeyde olan ülkelerle yapılan beynelmilel mukayeselerle değerlendirelim. Herkes mutlaka başarı örneği olarak öne çıkarılacak bir unsur bulabilir ama başka ülkelerle yapılan karşılaştırmalar bize daha doğru ve dengeli bir değerlendirme imkânı verir. Örneğin Kore, Singapur, Finlandiya gibi ülkeler yüksek teknolojide son otuz yılda büyük atılımlar yaptılar ama biz yapamadık, yerimizi korumaktan öteye geçemedik. Kısacası, daha yapacağımız çok iş var.
Saygıdeğer milletvekilleri, kısaca, Türkiye Bilimler Akademisinden de bahsetmek istiyorum. İktidarın siyasileştirme hamlelerinden birini de maalesef bu kurum yaşadı. Kurumun yapısı, üye seçimi 15 Temmuz 2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle değiştirildi. Yürütmenin TÜBİTAK ve YÖK aracılığıyla üye seçiminde söz sahibi olması benimsendi. Hâlbuki bilimde en temel 3 ilke liyakat, özgürlük ve dürüstlüktür. TÜBA üye seçiminin de liyakate ve özellikle uluslararası nitelikte değerlendirmelere göre yapılması gerekmektedir.
Son olarak, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Genel Müdürlüğünün kapatılıp Türkiye Uzay Ajansı kurulmasının kanun teklifiyle değil, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapılmasını yadırgadığımı da belirtmekteyim. Zaten bu ajansın ne yapacağı da belli değildir. Kurulmasının üzerinden iki yıl geçmiştir ama kamuoyuna yansıyan hiçbir icraatı olmamıştır. Uzay teknolojileri konusunda zaten bir TÜBİTAK enstitümüz var. Uydu frekans düzenlemelerini zaten Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, kısa adıyla BTK yapıyor. Doğrusu da tüm frekansların BTK tarafından tek elden yönetilmesidir. Kurumun millî uzay programını hazırlayacağı söyleniyor ama internet web sayfası bile yapım aşamasında görünüyor.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)