GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması Hükümlerinden Kaynaklanan Taahhütlerimizi Yerine Getirmek, Ateşkesin Tesisi, İhlallerin Önlenmesi, Bölgede Barış ve İstikrarın Sağlanması Amacıyla Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Şekilde Korumak ve Kollamak Üzere, Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkezin Görevlerinin İfası Yönünde Hareket Etmek Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi, Bu Kuvvetlerin Cumhurbaşkanının Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanılması ile Risk ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alınması ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Tezkeresi (3/1394) münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:16
Tarih:17.11.2020

CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Azerbaycan'a Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gönderilmesine İlişkin Tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi dost ve kardeş Azerbaycan'ın tasada ve kıvançta her zaman yanında durmuştur. Önünde değil, yanında; bunun altını çizmek isterim. Her zaman Azerbaycan'ın sevincini sevincimiz bilir, acısını yüreğimizde hissederiz. 1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Azerbaycan'ı ilk tanıyan ülke olarak çok yönlü dayanışma sergilenmesi ve Türkiye ile Azerbaycan arasındaki güçlü ilişkilerin ilerletilmesini her zaman kuvvetle destekledik, destekleriz. Bu vesileyle, Azerbaycan'ın Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarının kurtarılarak yeniden ana vatana katılmasını memnuniyetle karşıladığımızı bir kere daha belirtmek isteriz. 27 Eylül tarihinden başlayarak meşru müdafaa hakkını büyük bir zaferle taçlandıran Azerbaycan ordusuna da tebriklerimizi sunuyoruz.

Güzel Şeki'nin değerli şairi, çok sevdiğim, evinde misafiri olduğum merhum Bahtiyar Vahapzade'yi anmadan geçemeyeceğim. Diyor ki Bahtiyar Muallim:

"Bir ananın iki oğlu,

Bir amalın iki kolu.

O da ulu, bu da ulu,

Azerbaycan-Türkiye.

Dinimiz bir, dilimiz bir,

Ayımız bir, ilimiz bir,

Eşkimiz bir, yolumuz bir,

Azerbaycan-Türkiye.

Bir milletik, iki dövlet

Eyni arzu, eyni niyyet.

Her ikisi cümhuriyyet

Azerbaycan-Türkiye.

Birdir bizim her halımız,

Sevincimiz, melalımız.

Bayraklarda hilalımız

Azerbaycan-Türkiye.

Ana yurtta yuva kurdum,

Ata yurda könül verdim.

Ana yurdum, ata yurdum,

Azerbaycan-Türkiye."

Değerli milletvekilleri, tezkerede belirtildiği üzere, Azerbaycan-Rusya ve Ermenistan'ın aralarında vardıkları mutabakat uyarınca, 10 Kasım 2020 tarihinde gece saat on iki itibarıyla bölgede ateşkes tesis edildi ve işgal altındaki bazı bölgelerin, belirlenen takvime göre, Azerbaycan'a iadesini içeren bir plan ilan edildi. Söz konusu anlaşmanın 5'inci maddesinde yer alan şu ifade, tezkere için dayanak gösterilen hususlar arasında yer almakta ve bugünkü gündemimize kaynak oluşturmaktadır: "Anlaşmaların uygulanmasına dair kontrolün sağlanması amacıyla kontrol merkezi oluşturulacak." İlk bakışta, esas olarak, bu tezkerenin, Azerbaycan-Rusya ve Ermenistan'ın aralarında vardıkları mutabakatla, 10 Kasım 2020 tarihinde yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasına dayandırılmak istendiği anlaşılıyor. Türkiye'nin içinde yer alacağı ve bu tezkereye konu olan durumsa ateşkes anlaşmasında tarif edilmeyen, bizim henüz metnini görmediğimiz, yüce Meclisle de herhangi bir ayrıntısı paylaşılmayan bir konuyla ilgili: Ortak merkez kurulması. Nedir bu ortak merkezin görevi? Bölgede tesis edilen ateşkesin ve işgal altındaki Azerbaycan topraklarının henüz Azerbaycan ordusu tarafından kurtarılmayan bölgelerinin belli bir takvim çerçevesinde Azerbaycan'a iadesine ilişkin planı denetlemek, bir diğer ifadeyle Ateşkes Antlaşması'na uyulup uyulmadığını denetlemek.

13 Kasım 2020 tarihinde Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu, ortak merkezin olası işleviyle ilgili bazı açıklamalar yaptı ve bu açıklamalarında "Azerbaycan'ın oluruyla kurulacak bir denetim ve gözetleme merkezi olacağını, önemli işlevler göreceğini, mutabakatı ihlal eden eylemlerin tespit edileceğini, ortak gözetim, denetim ve yerinde tespitler yapılacağını, hangi tedbirlerin alınacağını ileride konuşacağız." dedi. Bu ifadeleri şunun için paylaşıyorum sayın milletvekilleri: Daha ne ev sahibi ülke tarafından detayları belli olan ne de Rusya'yla görüşmeleri tamamlanmış olan bir ortak merkez için neden bu kadar hızlı bir tezkere hazırlandı? Henüz geçen hafta, hemen her düzeyde barış gücünde Türkiye'nin yer alıp alamayacağı konusunda kafa karışıklığı varken neden detayların belli olması beklenmedi? Bu belirsizlikte neden gündeme jet hızıyla bu tezkere alındı?

Değerli milletvekilleri, tezkere metninin gerekçesi bir durum tespiti yapmaktan öteye gitmiyor, bunu yaparken de hatalar yapılıyor. Örneğin, tezkerede ortak merkezin işgalden kurtarılan Azerbaycan topraklarında oluşturulacağı söyleniyor oysa ne Ateşkes Antlaşması'nda böyle bir ifade var ne de Rusya'nın yapılan açıklamalarında. Ayrıca, tezkere metninde sözünü ettiğim belirsizliğe de yer veriliyor ve deniyor ki "Azerbaycan'ın belirleyeceği yerde, Türkiye'nin Rusya'yla birlikte kuracağı ortak merkezde ve bu merkezin icra edeceği faaliyetlerde Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin ve lüzumuna göre ülkemizden sivil personelin görev yapmasının 16 Ağustos 2010'da imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması uyarınca ülkemizin taahhütlerine uygun, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü tescil eden, uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ilkeleriyle uyumlu olduğu, bölge halklarının da huzur ve refahı yararına olacağı değerlendirilmektedir."

"Ortak merkez" kavramı, bu kadar belirsizliğini korurken tezkereyi kaleme alanların imdadına 2010 yılında imzalanan anlaşma yetişiyor. Bu anlaşma 2010 yılında Bakü'de Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan bir anlaşmadır ve Parlamentomuza sunulduğunda da Cumhuriyet Halk Partisinin desteğini almış bir anlaşmadır. Aslında, mevcut koşullarda söz konusu anlaşmaya istinaden ortak merkez görevlendirmesi yapmaktayız ancak böyle bir görevlendirme pekâlâ herhangi bir tezkereye ihtiyaç duymadan da pekâlâ yapılabilirdi. Niçin tezkereye ihtiyaç duyulduğunu ise şimdi anlatacağım.

2010 yılında imzalanan anlaşmada maddelere geçilmeden önce şöyle denmiş: "Bölgede barış, huzur, refah ve kalkınma için elverişli şartların tesisinde devletlerin güvenliğinin, egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün sağlanmasının en önemli şart olduğunu teyit ederek, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim ilkelerine bağlılıkları dile getirilerek aşağıdaki hususlarda anlaşmaya varmışlardır." Şimdi, bakınız, elimizdeki tezkerede "Bölge halklarının da huzur ve refahı yararına olacağı, ayrıca millî çıkarlarımız bakımından gerekli olduğu değerlendirilmektedir." deniyor. Yani iki ifade arasındaki farklardan anlaşılacağı üzere, iktidar aradan geçen on yılda "barış" kelimesini metinlerden çıkarmış hem de sözde barış gücü içerisinde olmak istemesine rağmen aynı tutumu Irak-Suriye tezkeresinde de görmüş ve bu kürsüden dile getirmiştik. Bunları dile getirmek, "Yurtta barış, cihanda barış." sözünü dış politikada mihenk taşı olarak gören Atatürk'e olan saygımızın ve onun izinde olduğumuzu göstermenin bir zorunluluğudur.

Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, Türkiye'nin barış gücünde olmasının istendiğini, en başından beri, hatta antlaşma imzalanmadan dış basına verilen röportajlardan biliyoruz. Kamuoyuna da barış gücü içerisinde olacağımız söyleniyordu; hatta, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev'in de Türkiye'nin barış gücü içerisinde olmasını istediği söyleniyordu. Bu konu, zaman içinde giderek karmaşık bir hâl aldı ve Rusya Dışişleri Bakanlığı âdeta yapılan açıklamaları boşa çıkarmak açısından her düzeyden açıklamalar yapmaya başladı.

Peki, Rusya'yla bu söylem zıtlığı ve ikimiz arasındaki, Türkiye ile Rusya arasındaki bu çelişki nasıl oluştu? İktidarın, ülkesinin ve bölgesinin gerçeklerinden yoksun politikaları nedeniyle oluştu bu söylem farkı. Yurttaşlarımızı manipüle ederek dış politikadaki hezimetlerinin üstünü kapatmak isterken iktidar, çelişkilerine her geçen gün yenisini ekliyor, bu çelişkileri de bu topluma miras bırakmaya başlıyor. Örneğin "İdlib'de gözlem noktalarında çekilme yok." dendi, bu hafta gözlem noktalarının üçüncüsü yer değiştirdi. "Libya'da Sirte ve Cufra kırmızı çizgimiz." dendi, Libya hatırlanmaz oldu. Oruç Reis konusunda yaşanan gelgitler müzakere sürecindeki inandırıcılığa zarar vermeye devam ediyor.

Gerçeklerden yoksun politikalarının en ağırını da yeri gelmişken hatırlatmak isterim. Emevi Camisinde namaz kılma hayalleriyle yola çıkıp Süleymah Şah Türbesi'nin yerinden edilmesine neden olundu.

Vize serbestisinin sağlanması ve gümrük birliğinin yenilenmesi vaatleriyle ülkemizi geri kabul anlaşması ve 18 Mart Mutabakatı'nın külfeti altına soktular. Günün sonunda geri kabul anlaşmasını askıya alıp 18 Mart Mutabakatı'nın yenilenmesi için müzakere yolları aramaya başladılar.

Değerli milletvekilleri, bir kısım basın bazen kerameti kendinden menkul çıkarsamalar yapıyor; kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi gerekiyor. Onun için bu tezkereyle Azerbaycan'a gönderilecek Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin ve lüzumuna göre sivil personelin, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki ulaşım bağlantılarının güvenliğini sağlamak için de rol alabileceğine dair söylentilerin gerçeği yansıtmadığını bu vesileyle belirteyim. Bu, iyi anlaşılmalıdır; en azından böyle bir söylentinin 10 Kasımda yürürlüğe giren Ateşkes Antlaşması'yla uyumlu olmadığı da iyi anlaşılmalıdır çünkü -bunun altını özellikle çiziyorum, çok net- bakıyorsunuz, Ateşkes Mutabakatı'nın 9'uncu maddesine göre bu görevi sadece Rusya Federasyonu Federal Güvenlik Servisinin sınır muhafızları gerçekleştirecek.

Şimdi, bunu neden bu kadar açık şekilde anlattığımın sebebini açıklayayım: Nahçıvan ile Azerbaycan'ın batı bölgeleri arasındaki ulaşım bağlantılarının güvenliği, sadece Rusya'nın insafına bırakılmıştır. Üstelik bu güvenliğin nasıl sağlanacağı, ulaşım hatlarının genişliğinin ne olacağı, kara yoluyla mı demir yoluyla mı ulaşım sağlanacağı, bu ulaşımın ne kadar süre içinde işlerlik kazanacağı gibi konular belirsiz ama bu ayrıntılar Laçın Koridoru için tanımlanmış. Örneğin, Laçın Koridoru'nun genişliğinin 5 kilometre olacağı, üç yıl içinde ulaşım hatlarının tamamlanacağı, Ateşkes Mutabakatı'nda ayrıntılandırılmış ama Nahçıvan Koridoru hakkında böyle bir ayrıntı yok ve belirsizlik var.

Nahçıvan Koridoru neden önemli? Sağlanabildiği takdirde Türkiye ile Orta Asya arasında kesintisiz bir ulaşım bağlantısını kuracağı için önemli. Gönül ister ki Ermenistan toprakları üzerinden geçecek olan bu koridor hakkındaki belirsizlikler ortadan kaldırılsın, Türk dünyası bu şekilde uzun ve güçlü bir kemerle birbirine bağlansın.

Aynı maddede yani Ateşkes Antlaşması'nın 9'uncu maddesinde yer alan bir diğer ifade de şöyle deniliyor: "Tarafların mutabakatıyla Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'ni, Azerbaycan'ın batı bölgelerine bağlayan yeni ulaşım bağlantılarının inşası gerçekleştirilecektir." Değerli milletvekilleri, böyle bir bağlantı vardı: Kars'tan geçen Ahırkapı'dan eski Sovyetler Birliği topraklarına giren demir yolu, Gümrü'den itibaren ikiye ayrılır, bir hat kuzeye Tiflis'e giderken diğeri güneye Nahçıvan'a giderdi. Nahçıvan'dan sonra da yine Ermenistan topraklarından geçip Nahçıvan ile Azerbaycan'ı birbirine kavuştururdu. Bugün o demir yolu yok. Zira Karabağ'ın işgalinden sonra Ermenistan yönetimi, bu demir yolunu tahrip ederek kullanılmaz hâle getirdi. Bu eski demir yolu hattının canlandırılarak Nahçıvan ile Azerbaycan arasında kesintisiz, lojistik kapasitesi ve güvenliği yüksek bağlantının geliştirilmesi için Türkiye'nin mutlaka inisiyatif alması gerekiyor. Bunu yapmanın yolu, Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir barış anlaşmasının imzalanmasıdır.

Umalım ki bu ateşkes, zamanla bir barış anlaşmasına dönüşsün, Kafkasya'da kalıcı barış ve istikrar sağlansın, bölge halkları huzura kavuşsun ve bir daha kan dökülmesin. Ondan sonra bir imar faaliyeti başlayacaktır. Demir yolunun inşasını bu yüzden dile getiriyorum. İster demir yolu olsun ister kara yolu olsun, Nahçıvan'ı Azerbaycan'a bağlayacak olan ulaşım koridoru Ermenistan toprakları üzerinden geçecektir. Buradaki inşa faaliyetlerinde Türkiye'nin de katkıda bulunması kuşkusuz bölge barışına büyük bir katkı ve kazanım sağlar ama şunu unutmamak gerekiyor: Bütün bunların yapılabilmesi için Azerbaycan-Ermenistan barışının sağlanması kadar Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin de o barışla uyumlu şekilde normalleşmesi gerekiyor. Buna "Bugünün konusu değil." diye bakmamak, tarih önünde bu yükümlülüğü ve görevi şimdiden dile getirmek ulusal bir sorumluluktur; bunun altını kuvvetle çizmek isterim.

Şimdi, söz konusu tezkerede atıfta bulunulan ve 16 Ağustos 2010 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması'na gelmek isterim. Bu anlaşma gerekçe gösterilerek tezkerenin kapsamı "tezkerelik" ifadesiyle hudut ve şümul bakımından genişletilmiş, işte bunu sakıncalı buluyoruz.

Tezkere, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması taahhütleri kapsamında da değerlendirilerek ileride Kafkasya'da ortaya çıkabilecek Ermenistan ve Azerbaycan'ın taraf olduğu kapsamlı bir çatışmada Türkiye Büyük Millet Meclisinin devre dışı bırakılmasına neden olabilecek bir zemin hazırlıyor. Çünkü 16 Ağustos 2010 tarihinde imzalanan anlaşmanın 1'inci ve 2'nci maddeleri Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51'inci maddesi kapsamında taraflardan biri saldırıya uğradığında karşılıklı yardımı öngörüyor. Söz konusu ikili anlaşmaya dayandırılan paragrafın hemen ardından tezkerede hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin ortak merkezin görevlerinin ifası yönünde hareket etmek üzere yabancı ülkelere gönderilmesi için yetki isteniyor. Başlangıçta, ortak merkezde ve onun icra edeceği faaliyetlerde görev yapması için Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin gönderilmesi vurgulanırken son paragrafta kullanılan ifadeler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin muharip görevler de dâhil, bu bölgedeki bir savaşın tarafı olarak kullanılması yetkilerini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir.

Değerli milletvekilleri, böyle bir tezkerenin hudut ve şümulü, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından belirlenmelidir. Bu tezkereyle verilen yetkinin Azerbaycan, Rusya ve Ermenistan arasında 10 Kasım tarihinde aralarında vardıkları mutabakatın ön gördüğü keşif, gözetleme, elektronik destek, istihbarat ve istihbarata karşı koyma yetenekleriyle teçhiz edilmiş personele yönelik olması gerekir. Biz, bu tezkereye bugün olumlu oy verirken bu anlayışla oy kullanıyoruz yani ortak merkezde görev yapacak olan personele yönelik olarak oyumuzu kullanıyoruz. Tezkereye neden gerek olduğunu da anlayamıyoruz ama oyumuz olumlu. Yalnız bu ifadelerin altını kuvvetle çizerken şunu da açıklıkla belirtmek isterim: Cumhuriyet Halk Partisinin 16 Ağustos 2010 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Yardım Anlaşması'nın 1'inci ve 2'nci maddelerine bağlılığı konusunda kimsenin şüphesi olmasın. Ancak bu maddelerin gerektirdiği şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılması yetkisinin bugünden peşin peşin Cumhurbaşkanına verilmesini uygun bulmuyoruz. Bugün bu tezkereyi desteklerken de böyle peşin bir yetkiyi onaylamadığımızın kayıtlara geçmesini özellikle istiyoruz. O yetki zamanı gelirse, ihtiyaç olursa Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ayrıca verilir.

Değerli milletvekilleri, 10 Kasımda yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasında, Rusya'nın büyük bir asker sayısıyla Azerbaycan topraklarında konuşlanmasının da konuşulması gerekiyor. İktidar, büyük devletlerle denge siyaseti izlemekten uzaklaştığı gibi Orta Doğu'da izlediği hayalperest ve ağır bedellere neden olan anlayışını Kafkasya'ya da taşımak istemekte. Rusya-Türkiye ilişkileri, 2 ülkenin çıkarlarının pek çok alanda çatışır durumda olmasına rağmen liderler düzeyinde ve konjonktürel olarak ilerliyor. Astana süreciyle birlikte daha da gelişen bu diyalog, Türkiye'nin Suriye'de yaşamış olduğu çıkmazlar ve dış politika harekât alanının daralması doğrultusunda her defasında bir adım daha öteye gitmiştir. Bugüne kadar sürdürülen ikili ilişkilerin geldiği noktada aktörlerin ilişkilerini sürdürdüğü dinamikler yeni bir boyut kazanmıştır. İktidar, farklı çıkarlar çerçevesinde masaya oturabildiği Rusya'yla iş birliğini başka alanlarda da sürdürebileceğini düşünmektedir fakat cephe sayısı arttıkça anlaşmazlıklar da çoğalmaktadır.

İktidar, Libya'da cepheden karşı olduğu ve paralı askerleri desteklemekle suçladığı Rusya'ya, İdlib'de askerlerimizin güvenliğini emanet etmekte; Kırım konusundaki duyarlılıkları ise ancak Rusya'yla masaya oturma sürecinde ortaya çıkarmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Astana'nın 2 garantör ülkesi Rusya ile Türkiye'nin, Suriye'de olduğu gibi, Karabağ'da barışın yeniden tesis edilmesi konusunda gösterdikleri çabaları elbette önemsiyoruz. Bununla birlikte Türkiye'nin, Rusya'nın direktifleriyle değil, kendi egemen kararları çerçevesinde komşularıyla iyi ilişkiler kurması gerektiğini savunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, iktidarın dış politikası kendi neden olduğu fırtınalarda savrulmaya devam etmektedir. Bu savrulma, sadece bir bakan değişikliğiyle düzeltilecek bir savrulma da değildir. Kurumsal dış politika, on yıllarca verilen emek sonucu oluşmaktadır. İktidar, bu bilinçten ve gelenekten uzak bir şekilde hareket ederek onarılması zor enkazlar bırakmaktadır; her fırsatta da diplomasiyi devre dışı bırakmaktadır. Şimdi bir fırsat var. Mevcut ateşkes anlaşması, Azerbaycan'ın topraklarının işgalini sona erdirse de Yukarı Karabağ'ın statüsünün ve geleceğinin, Azerbaycan'a ne zaman döneceği konuları henüz belirli değildir ve bunlar tamamen Minsk Grubu'nun uhdesinde çözülmeye bırakılmıştır. İşte şimdi Türkiye'ye düşen görev, işgal altındaki toprakların kurtarılmasıyla yetinmeyerek, Yukarı Karabağ'ın Azerbaycan'a dönmesi ve Nahçıvan ile Azerbaycan'ın birbirine bağlanması için güçlü bir diplomasi atağı başlatmaktır. Bu konuda, Azerbaycan Minsk Grubu'yla baş başa bırakılmamalı, diplomasi alanında Türkiye ve Azerbaycan mutlaka birlikte hareket etmelidir. Biz, bunun sonuna kadar takipçisi olacağız.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)