| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 19.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesap bütçe kanununun onaylanmamış 7'nci maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, Orta Doğu'nun yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden biri olan Irak Cumhurbaşkanı Sayın Celal Talabani'ye acil şifalar diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Hükûmetinin iktidara geldiğinden bu yana hazırladığı bütçelerin bir benzerini 2013 bütçesinde görmekteyiz. 2013 yılı bütçesi de, daha önce hazırlanan bütçeler gibi, Hükûmetin sınıfsal ve politik tercihini belirleyen özellikler içermektedir. Hükûmetin bütçe tercihi, güvenlik politikalarının tezahürü şeklinde olmuştur. Uzunca bir süredir kamunun yararını göz ardı eden Hükûmet, güvenlik konsepti çerçevesinde savaş harcamalarına büyük paylar ayırmıştır. Bu bağlamda, 2013 bütçesi, devleti güvenlik ve yargı eksenli bir baskı, aracı hâline indirgeyen anlayışının sonucudur.
Barış ve Demokrasi Partisi olarak bizler, bu bütçenin tercihlerine itiraz ediyor ve esas olarak, bu ülkede yaratılan bütün değerlerin ve kaynakların topluma, halka geri dönmesini istiyoruz. Bütçenin hazırlanmasında demokratik süreçler işlemeli, sendikalar, demokratik kitle örgütleri bütçe hazırlık süreçlerinde yer almalıdır. Bu şekilde hazırlanacak bir bütçenin gerçekten halktan yana bir bütçe olacağını düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu kürsüden gerek partimiz gerek diğer muhalefet partileri tarafından hemen her fırsatta dile getirilen, ancak buna rağmen devam eden büyük bir hukuksuzluğu dile getirmek istiyorum.
Türkiye'de adalet mekanizması haklar ve özgürlükler aleyhine çalışmaktadır. Bunun en bariz örneğini artık işkenceye dönüşmüş olan uzun tutukluluk hâllerinde gözlemlemekteyiz. Uzun yargılamalar defalarca gündeme gelmiş olmasına rağmen, Hükûmet buna yönelik olarak neden bir şey yapmamaktadır? Bakınız, şu anda mazbatasını aldığı hâlde vekilliği düşürülen Sayın Hatip Dicle de olmak üzere 9 vekil arkadaşımız halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına rağmen hâlâ tutukludurlar.
Ceza yargılamasında tutukluluk hâli istisnai bir durumdur, bir tedbir olarak uygulanmaktadır. Vekillerin yurt dışına çıkmaları da mümkün değildir, adresleri de bellidir, delilleri de karartma durumları olmamalarına karşın hâlâ tahliye edilmemiş bulunmaktadırlar.
2013 yılı bütçe tasarısını görüşüyoruz. Bizler gibi buraya gelmeye hak kazanmış vekil arkadaşlarımız şu anda aramızda bulunmuyor. 550 vekilden oluşması gereken Meclisimizin meşruiyetine de gölge düşüren bu durumun aşılması için tutuklu vekil arkadaşlarımızın serbest kalmaları sağlanmalıdır. Bu konuda, yüce Meclisin, üzerine düşen sorumluluğu alarak tutuklu vekillerin görevlerini yapmalarına olanak sağlayacak düzenlemeleri yapması ve gerekli duyarlılığı göstermesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, yoğun bütçe görüşmelerinden sonra Meclis gündemine gelmesi gereken ve acil yasalaşması gereken önemli konuların başında da nefret suçları gelmektedir. Geçtiğimiz aylarda, "Müslümanların Masumiyeti" adlı film, Hazreti Muhammed'e karşı hakaret edildiği gerekçesiyle İslam dünyasında şiddete varan protestolara neden olmuştu.
Sayın Başbakan bu konuda "İnsanların kutsallarına, dinî inançlarına saldırıların tanzim edilmesi konusunda uluslararası düzenlemelerin yapılması gerekir. Ulusal hukukta, değerlere, inançlara hakaretin nefret suçu kapsamına alınmasıyla ilgili talimat veriyorum, hemen çalışmasını yapalım. Bu konuda Türkiye dünyaya öncü olacak." demiştir.
Tabii, bize göre de hiçbir dine, hiçbir halkın kutsallarına hakaret edilmemelidir, bunu kabul etmemiz mümkün değildir fakat Sayın Başbakan "nefret suçu" kavramını yalnız İslamiyet'e karşı hakaret içeren sözlerle ilişkilendirerek öznel bir yorum yapmıştır. Yapılacak olan nefret suçları yasasının, tek din, tek millet anlayışını korumasının aksine, toplumdaki bütün farklılıkları kapsaması gerekmektedir.
Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakının Eş Başkanı olan Sayın Başbakan Myanmar-Arakan bölgesinde de gereken duyarlılığı göstermiştir, biz bunu da önemsiyoruz; Filistinlilere karşı gösterilen duyarlılığı da önemsiyoruz ancak Orta Doğu'da, dünyada ve ülkemizde, başta Kürtler olmak üzere, diğer bütün farklı etnik gruplara, farklı inançlara da aynı duyarlılığın gösterilmesini bekliyoruz. Bize göre, dünyanın neresinde olursa olsun sadece farklı olduğu için, etnik yapısından ya da dinî inancından dolayı öldürülmesini kabul etmemiz mümkün değildir.
Nefret söylemi ve bu ifadeyle ilişkili olarak işlenen nefret suçlarının Türkiye tarihi boyunca varlığı bilinen bir gerçektir. 6-7 Eylül olaylarıyla gayrimüslimlere karşı, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamlarıyla Alevilere karşı işlenen dinî temelli nefret suçları ile Kürtlere, Ermenilere, Süryanilere, Ezidilere, Rumlara ve Yahudilere karşı işlenen dinî ve etnik temelli nefret suçları geçmişten gelen örneklerdir. Var olan nefret söylemi ve suçlarının hukuki olarak temellendirilmemesi ve bununla bağlantılı olarak faillerinin gerektiği şekilde yargılanmaması, günümüzde nefret cinayetlerinin sonlandırılamamasına neden olmuştur.
Değerli milletvekilleri, 28 Aralıkta Roboski'de yaşanan katliamın hâlâ aydınlatılmamış olması bir hukuk ve insanlık ayıbı olarak tarihe geçmek üzeredir. Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacağına dair söz verilen katliamın failleri kimlerse bulunup, adalete teslim edilmelidir.
Roboski halkı da tazminat değil adalet istemektedir. Bu katliam, AK PARTİ'ye oy veren Kürtlerde de büyük hayal kırıklığı yaratmış, onları da derinden yaralamıştır.
Roboski'nin aydınlatılması, sorumluların adalete teslim edilmesi hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Roboski katliamı, esasen, asayiş politikalarının bir sonucu olarak tezahür etmiştir. Şurası çok açıktır ki, Kürt sorunu, halkları birbirinden ayrıştırmaktan başka bir işe yaramayan güvenlikçi politikalarla çözülebilecek bir sorun değildir. Yıllardır sürdürülen güvenlikçi politikalar, meseleyi çözmek bir yana, sorunu daha da içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. 21'inci yüzyılda sorunların şiddetle çözümlenemeyeceğini görmemiz gerekmektedir. Kürt sorunu siyasi bir sorundur ve ancak Türkiye'nin de imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde diyalog ve müzakereyle çözümlenebilecek bir sorundur. Bu konuda, başta iktidar partisi olmak üzere, muhalefet partilerine de büyük görevler düşmektedir. Türkiye'de halkların onurlu birlikteliğini savunuyoruz ve Kürt meselesinin çözümünde iktidar ve muhalefetin, herkesin elini taşın altına koyması gerektiğine inanıyoruz. Akan kanın durması için, anaların ağlamaması için herkesin harekete geçmesi gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye, eğer bu sorunu demokratik yöntemlerle çözerse bölgede de büyük bir aktör olabilecektir. Suriye meselesi de bundan bağımsız değildir. Suriye'de yaşayan farklı etnik ve her inançtan bütün halkların; Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Alevilerin, Nusayrilerin, Ermenilerin, Asuri Süryanilerin özgürlüğünü ve eşitliğini anayasal temelde garanti altına alacak laik ve demokratik bir Suriye rejiminin oluşması için Türkiye ağırlığını koymalı ve dış politikasını bu temelde oluşturmalıdır. Dış siyasetin bu temelde belirlenmesi, hem içeride Kürt sorununun çözülmesine büyük katkı sunacak hem de ülkemizin Orta Doğu'da bir oyun kurucu olmasının önünü açacaktır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye son zamanlarda Avrupa Birliği projesinden uzaklaşmış bulunmaktadır. Sayın Bakanımız Beşir Atalay'ın da belirttiği gibi: "Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği andan itibaren Türkiye'deki büyük değişiklikleri Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde başarabilmiştir. Bu da bize Avrupa Birliği sürecinin bizim açımızdan ne kadar önemli olduğunu göstermiştir." Sayın Bakanın da belirttiği gibi, Avrupa Birliği her şeyden önce -bize göre de- bir değerler bütünlüğüdür. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık hakları gibi evrensel değerleri bünyesinde barındıran Avrupa Birliği, Türkiye'nin demokratikleşmesi için büyük bir şanstır. Esasen, bu değerlerin içselleştirilmesi ve Avrupa Birliği üyelik sürecine hız verilmesi ülkemize kazandıracaktır. Avrupa Birliği ilerleme raporlarının çöpe atıldığı bir Türkiye, demokrasi ve insan haklarından uzaklaşan, uzaklaştıkça da kaybeden bir ülke olacaktır.
Ayrıca, bildiğiniz gibi 25 Aralık Hristiyanların Noel, Doğuş Bayramı'dır. Bu vesileyle bütün Hristiyan vatandaşlarımızın bayramını kutluyorum, bütün vatandaşlarımızın yeni yılını kutluyorum. 2013 yılının ülkemize barış, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Erol Dora, Mardin Milletvekili.