| Konu: | Bazı Kanunlarda ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 17.06.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Değerli milletvekilleri, 217 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin ikinci bölümünü oluşturan 12'nci ila 27'nci maddeleri hakkında İYİ PARTİ'nin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Eminim benden önce konuşan gerek iktidardaki gerekse muhalefetteki tüm konuşmacılar torba yasaya değindiler, torba yasanın ne tür bir sonuç getirdiği konusunda fikir beyan ettiler ve şu anda görüşmekte olduğumuz teklifin de bir torba yasa olduğunu, 18 madde olarak geldiği, arkasından yapılan ilavelerle 27 maddeye çıktığını ve dolayısıyla da kanun yapma tekniği açısından bunun ne kadar zararlı olduğunu, hatta yasa teklifinde düzenlenen bazı maddelerin en geç iki üç ay önce bu Parlamentoda tarafımızdan yapılan düzenlemelerin tekrar düzenlemesi şeklinde düzenlemeler olduğunu sizinle paylaşmışlardır. Ben de bunu bu şekilde belirttikten sonra meselenin özüne geliyorum.
Şimdi, bu yasa teklifinde değişik düzenlemeler var. 15'inci madde KİT'lerde iç düzenlemeyi, denetimi düzenliyor; 17'nci madde tütün piyasasında, sigara piyasasında ortaya çıkan kaçakçılıkla ilgili daha önce yapılan ama ertelenen düzenlemelerin tekrar ertelenmesini öngörüyor; 18, 19, 20, 21, devam eden maddeler Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçildikten sonra kamu personel rejiminde ortaya çıkan mağduriyetlerin giderilmesi için birtakım yapısal düzenlemeler getiriyor vesaire. Fakat bu yasa teklifinin bence en önemli maddesi 4'üncü madde. Bu 4'üncü madde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkı olarak hükûmete verdiği harcama yetkisi çerçevesinde çıkarmasına izin verilen özel istikraz tahvillerinin kullanıldığını ve dolayısıyla ilave özel istikraz tahvillerine ihtiyaç olduğunu söylüyor ve dolayısıyla da bu bizi şuraya getiriyor: Ekonominin içinde bulunduğu koşullar hangi aşamada ve dolayısıyla böyle bir ihtiyaç nereden doğuyor? Böyle bir ihtiyacın doğmasının arkasındaki neden, eminim "Şu anda içinden geçmekte olduğumuz sağlık sorunlarının ve bu sağlık sorunlarının ortaya çıkardığı ekonomik aktivite üzerindeki etkilerinin ortaya çıkardığı sonuçlarla nasıl mücadele edebiliriz?"in özü ve esası. Şu anda ortaya çıkan bu sağlık sorunlarıyla ilgili olarak karşılaştığımız ekonomik sorunlara verebileceğimiz yanıtın ve önerebileceğimiz çözümlerin olası cevapları, aslında sağlık bilimiyle uğraşanların ekonomi bilimiyle uğraşanlara gösterebileceği yol ve yöntemlerle sınırlıdır diye düşünüyorum ve onları yönlendirecek olan da onların bu görüşleridir. Eğer sağlık bilimiyle uğraşanlar Covid-19'un yayılma sürecini, bulaşma katsayısını ve bulaşma katsayının hangi yaş grubunda, hangi ekonomik grupta ne ölçüde etkili olduğunu açık ve net olarak söyleyebilirlerse ekonomiyle ilgili karar alıcılar da bunun sonucunu daha kolay tahmin edebilirler ve o kolay tahmine göre de daha etkin, daha verimli politika tedbirleri alabilirler ve bunu dizayn edebilirler. Şu anda karşı karşıya olduğumuz bu sorunun sonucunda, bilim insanlarının politika yapıcılara gösterdiği yol çerçevesinde yapılması gereken husus, her şeyden önce, bunun bir kere -dediğim gibi- bulaşma oranı, bu bulaşma oranının ortaya çıkardığı artış oranı, artış oranına bağlı olarak sürenin ne kadar devam edeceği. Biz üç ayda mı normalleşeceğiz, altı ayda mı normalleşeceğiz? Bu normalleşme yapılırken de belli aralıklarla ekonomiyi kapatıp ondan sonra tekrar açıp, üç gün sonra tekrar ekonomiyi kapatıp tekrar mı açacağız? Tabii bütün bunlar, alınacak olan ekonomik tedbirler ve önerilecek olan politika tedbirlerinde son derece etkili. Bu çerçevede, kategorik olarak toplayacak olursak ekonomi yönetiminin, politika yapıcılarının karşılarında bulunan sorun şunlar: Birincisi, istihdamı, gelirleri ve toplam efektif talebi canlı tutmak ve korumak. İkincisi, başta sağlık, ulaşım ve eğitim olmak üzere toplumun her kesimi için kamu hizmetlerine erişimi sağlamak. Üçüncüsü, şirketlerin ve tüm üretim faaliyetlerinin düzenli işlemesini sağlamak üzere yatırım ara malı ve teknik hizmet alanlarını döndürebilmek ve bunu sürdürebilmek. Dördüncüsü, gıda tedarik zincirinde olası eksikliklere yerinde, zamanında ve acilen müdahalede bulunabilme kapasitesini muhafaza etmek. Beşinci olarak da tüm bu politikaların sürdürülebilmesi için gerekli kamusal, özel ve uluslararası finansman olanaklarını yönlendirecek maliye politikalarının oluşturulması.
Bu çerçevede ortaya çıkan durum şunu gösteriyor: Ekonomimizin mevcut üretken kapasitesinin en az zayiatla, pandeminin sona erdiği tarihten itibaren daha hızlı harekete geçmesini sağlayıp minimum zayiatla taşıyabilmek için, hem ekonominin arz tarafında hem de talep tarafında ortaya çıkan sorunların ortadan kaldırılabilmesi için bir paket değil bir plan dizayn etmeli ve bunun başı, sonu, ortası, kime, nerede, nasıl harcama yapılacağı konusunda açık ve net bir program ortaya konulmalı. Şu anda, bir harcama yapılıyor ama bunun başı, sonu, ortası belli değil, ayrıca şeffaf da değil, net de değil, kamuoyu takip edebilecek durumda da değil.
Dünyada, şu anda, bizim de karşı karşıya olduğumuz sorunlara diğer ülkelerin verdikleri yanıtlar da var. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nin, sağlık konusunda Amerikan yönetiminin Covid-19'a verdiği tepki ile Türkiye'deki yönetimin Covid-19'a verdiği tepki çok daha farklı ama şunu biliyoruz ki: Covid-19'un ortaya çıkardığı ekonomik sonuçlara Amerikan yönetimi, Avrupa'daki yönetim, Almanya'daki yönetim çok daha etkin tepki veriyor. Elbette, kredi de bu ortaya çıkan sorunla mücadelede önemli bir katkı fakat kredi ikincil bir tedbir. Burada yapılması gereken şey, asıl önemli tedbir -harcama kabiliyeti yüksek olan- yaşamını devam ettirecek, yemesini içmesini, barınmasını devam ettirecek düşük gelirli grupların cebine para koymaktan geçiyor.
Bugün içinde bulunduğumuz koşullar çerçevesinde ve ekonomimizin bulunduğu devresel hareket noktasına baktığımızda, Türkiye kötü bir noktada yakalandı bu işe. Maliye politikasının ne olduğunu, bütçe açıklarının ne olduğunu, cari açığın ne olduğunu, ekonomik büyümenin ne olduğunu, borçlanmanın ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Fakat buna rağmen, Türkiye'de en düşük gelir gruplarının, ekonomiyi ayakta tutacak, aldığı parayla bakliyat alacak, zeytin alacak, sofrasına tereyağı koyacak, ekmek koyacak insanların cebine para koyacak bir program dizayn edilebilir ve bu da millî gelirin en azından yüzde 9'una, yüzde 10'una tekabül eder. Türkiye bu işle baş edebilecek güç ve kabiliyette bir ekonomiye sahip.
Her siyasi partinin kendine uygun birtakım çözüm önerileri var. Örneğin, İYİ PARTİ olarak biz diyoruz ki: Özellikle hizmet sektöründe lokantacıların, turizm sektöründeki insanların, berberlerin, kuaförlerin, işini, emeğini, gelirini kaybeden insanların cebine para koymak için işletmelere çalıştırdığı kişi başına 10 bin TL verilsin diyoruz; hane halkında da her nüfus başına 500 lira verilsin diyoruz. Tabii, bunun için kaynak lazım. "Bu kaynak nereden gelecek?" sorusu hepimiz için önemli. Bu kaynak bu ülkede var.
Dünya örneklerine baktığımızda, şu anda içinden geçmekte olduğumuz bu sorun ne 1929 buhranına benziyor ne dünyanın karşı karşıya olduğu 2007-2008'deki krize benziyor ne de bizim 1994, 2001 krizimize benziyor; bu, bambaşka bir kriz ama oralardan bizim edindiğimiz dersler ve tecrübeler var; o dersler ve tecrübeler sayesinde biz vatandaşımızı aç bırakmadan... Maaşını kaybeden, işini kaybeden insanların cebine para koyabilecek kapasitemiz var ama bunun için irade lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Yılmaz.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Bu Hükûmet para harcıyor fakat nakit olarak vatandaşın cebine parayı çok az koyuyor, önemli bir kısmı kredi; hâlbuki tersi olması lazım, nakdi daha fazla koyacak, kredi onun arkasından gelecek. Ne yapacak? Değişik örnekleri var: Bir, Merkez Bankası Kanunu'nda küçük bir değişiklik yapar veyahut da özel bir kanun çıkarır, 3 maddelik bir kanun, kısa vadeli avansı tekrar geri getirebilir. İki "special purpose vehicle" denilen kamunun yüzde 100 sahip olduğu özel bir şirket kurar, o şirkete ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulların ihtiyaç duyduğu nakdi sağlayacak büyüklükte tek bir tahvil ihraç eder, o tahvili Merkez Bankası nakde dönüştürür ve bu nakdi de Hükûmet alır -başta da söylediğim gibi- kime, nerede, nasıl, hangi ölçüde, hangi zamana kadar ve sonucunda nasıl geri döneceği şeklinde açık, net bir plan yapar ve vatandaşın cebine para koyar. Şu anda Hükûmet belli ölçüde nakit harcıyor, cebine para koyuyor fakat bu para, harcama kabiliyeti yüksek, geçinmek zorunda olan, faturasını ödeyemeyen, evine aş, ekmek getiremeyen insanlardan ziyade kredi müessesesi yoluyla, onların vasıtasıyla şirket kurtarmalara gidiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Şirketler de borçlu olarak bu paraları alıyorlar, tasarruf edip borçlarını kapatıyorlar; ekonomiye çok fazla bir katkısı yok, çarpan etkisi yok. Hâlbuki diyorlar ki: "Biz şu kadar kaynak ortaya koyduk, bunun çarpan etkisiyle 600'e, 700'e çıktı." Bu çarpan etkisi son derece düşük. Çarpan etkisinin büyük olabilmesi için harcama yapanın cebine nakit koyacaksın. Hükûmet bunu yapmıyor ama Türkiye bunu yapabilir. Eğer bunu yapmazsak bu pandemi sona erdiğinde ekonominin sıçrama noktasında elde edeceği ivme son derece zayıf olacak ve dolayısıyla bu mesele, pandemi sona erdikten sonra harekete geçtiğimizde altı ayda toparlanacaksak iki yılda zor toparlanırız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)