| Konu: | Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 98 |
| Tarih: | 11.06.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine İYİ PARTİ adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun teklifiyle teklif sahiplerinin amacı, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un güncellenmesi ve Avrupa Birliği mevzuatıyla uyumlaştırılarak çağdaş düzeyin yakalanması ve böylece Rekabet Kurumunun aktif ve dinamik hâle getirilmesi olarak iddia ediliyor. Yine teklifle "de minimis", uzlaşma ve taahhüt gibi yeni kavramların Türk rekabet hukukuna kazandırılacağı ve böylece daha etkili bir rekabet hukuk sisteminin yerleşmesinin sağlanacağı ifade ediliyor.
Öncelikle olaya genel açıdan bakalım. Rekabet ne demektir? Rekabet yarışma demektir, rakiplerin yarışması demektir. Rekabet Kurumunun kuruluşunda da bir yarışma, bir değerlendirme beklemek doğal değil midir? Ama Kurum Başkanı da Kurum üyeleri de Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Sayıştay, Yargıtay, sivil toplum kuruluşları gibi kurumlardan seçilerek gelmiyorlar. Bu durumda bir yarışma söz konusu değil. Ayrıca, sadece Cumhurbaşkanının karar verdiği bir yapıya kurum demek ne kadar doğrudur sorusu akıllara geliyor.
Başımdan geçen veya bir dinlediğim olayı anlatmak istiyorum. ISO 9001 danışmanlarından birisi anlatmıştı. Bir aile şirketine denetime gitmişler. Karşılarındaki patronun genç oğluna sormuşlar "Firmada kurumsallaşmaya nasıl karar verdiniz?" diye. Cevap: "Babam karar verdi." "Peki, firmada yatırımlara nasıl karar veriyorsunuz?" Cevap: "Babam karar veriyor." "Fiyatları nasıl belirliyorsunuz?" Cevap: "Babam belirliyor." Bu cevaplar üzerine danışman "Siz tam babalık bir firma imişsiniz, kurumsallaşmaya hiç ihtiyacınız yok." demiş. Bu örnekteki gibi, kurumlarımızda da her şeye Cumhurbaşkanı karar veriyor. O zaman adına "Rekabet Kurumu" değil "Cumhurbaşkanlığı Rekabet Ofisi" diyelim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Ekonomist Daron Acemoğlu "Ülkelerin başarılı olamamasının sebebi kısıtlı kaynaklar değil kurumların eksikliğidir." diyor. Bu konuda dünyada ses getiren koca bir kitap yazmıştır.
Söz rekabetten açılmışken mesleğim olan akademik hayattan bir örnek vermek istiyorum. Amerikan üniversitelerinde on yıllardır uygulanan bir kural vardır; doktora yaptığınız üniversitede hemen hoca olarak çalışamazsınız, başka bir üniversiteye gitmeniz beklenir. Bunun sebebi, aynı üniversitede kalanlar aynı ekolden yetişmiş olurlar ve yeni görüşlere açık olmazlar; bir nevi üniversite içi akraba evliliği olmuş olur. Başka üniversiteye gidilerek farklı bakış açısı kazanılır ve farklı üniversiteler arasında da en iyi doktoralıları kapma yarışı olur. Bir anlamda üniversiteler doktora mezunlarını yarış pistine sürerler.
Rekabet her zaman faydalıdır. Siz de iktidar partisi olarak muhalefetle yarışmaktan fayda beklemelisiniz. Her şeyi sizin gibi düşünen bir muhalefet faydalı olmaz. Demokrasilerde eşit şartlarda siyasi rekabet esastır. Kamu kurumlarına eleman alırken de hem iktidar yanlılarını alıp hem de farklı düşünenleri kamudan dışlarsanız aldığınız kişiler yarışmadan, rekabete girmeden seçilmiş olurlar ve verimlilik düşer. Kamusal alanda da liyakate dayalı rekabet şarttır. Bugün "Kamuya eleman alımında, medyada, kamu ihalelerinde, kamusal yardım ve desteklerin dağıtılmasında eşitlik ve adalet vardır." diyebilir miyiz? Türkiye'ye gelen bir turistin ilk göreceği televizyonun, ilk okuyacağı gazetenin muhalif olma şansı var mı?
TRT'den TÜİK'e, BDDK'den Kızılaya kadar tüm kurumlarımız kurumsal niteliklerini yitirmiş durumdadır. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak kurumları oluşturma açısından kısmi bir başarı sağlamıştık ama son yıllarda bu kurumlarımız tamamen kayboldu.
Kanun teklifine gelecek olursak iyi niyetle hazırlandığı muhakkak. Teklifin ruhunda "Bize yetki verin, bu yetkileri alalım, biz iyi niyetliyiz, bu yetkileri kötüye kullanmayız." anlayışı hâkim ama unutmayalım ki cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Fetullah Gülen cemaatine de FETÖ olmadan önce iyi niyetle yaklaşmadınız mı?
Avrupa Birliğine uyum sağlanması gerekçesi yasaya makyaj sağlamış. Ancak, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Üyemiz Sibel Özdemir Hocamızın Komisyonda belirttiği üzere Avrupa Birliği mevzuatına tam uyum sağlanamamış. Avrupada olmayan yetkiler yasa ile Rekabet Kurumuna veriliyor, ticari kurumların mülkiyetine el konabiliyor. Bunun karşılığında Kurum personelini, cezai ve idari bakımdan koruyacak imkânlar sağlanıyor.
Sadece Avrupadaki "de minimis" uzlaşma ve taahhüt müessesesinin yasal zemine konulması bizce de uygundur. Bu açıdan teklife bakışımız olumludur. Firmalar ve teşebbüsler açısından yeni imkânlar sağlanmıştır, ama esas olarak 3 noktada teklif bizi tatmin etmemektedir.
Teklifte Rekabet Kurumuna yapısal tedbirler alma yetkisi verilmektedir. Teklif yasalaşırsa bundan böyle Rekabet Kurulu artık kartel kuran firmaları ya da hâkim durumunu kötüye kullanan bir şirketi, soruşturma yapıp tespit ettikten sonra, idari para cezası yanında yapısal tedbirler de öngörebilecektir. Teklifteki ifadesiyle "Firmaların belirli faaliyetlerini veya ortaklık paylarını ya da mal varlıklarını devretmelerini karar altına alabilecek." Bu yapısal tedbirler mülkiyet hakkına önemli bir müdahaledir.
Bu nedenle de "Rekabet Kurulu bu tedbirlere ancak davranışsal tedbirlerin işe yaramaması hâlinde ihlalle orantılı olarak ve istisnai olarak başvurabilecek." denilerek teşebbüslerde oluşabilecek korkulara karşı rahatlanma sağlanmak istenmiştir. Ayrıca, "Yapısal tedbire uyması için firmaya en az altı ay süre verilir." ifadesinin ilave edilmesi de çok rahatlatıcı olmuştur. Bu hususta ortak karar alan Komisyona teşekkür borçluyuz. Ancak daha önce söylediğim gibi, yetkinin kötüye kullanılmasını önlemek için her zaman iyi niyet yetmeyebilir. Özellikle, kurul üyelerinin tamamının Cumhurbaşkanı tarafından tayin edildiği bir rekabet otoritesine bu yetkinin verilmesi firmalar açısından risk yaratabilir ve özellikle yabancı yatırımcıları ürkütebilir.
Bir diğer itiraz noktamız ise şirketlerin incelenmesini kolaylaştırmak adına, elektronik ortamdaki tüm veri ve yazışmaların kopyalarının alınıp Rekabet Kurumuna götürülerek incelenmesi imkânı sağlanmasıdır. Buraya kadar mutabıkız. Avrupa Birliği mevzuatında sadece inceleme konusuyla ilgili verilerle sınırlı olan bu kopyalama işlemi Kuruma da bazı yükümlülükler getirmelidir. Bu yetkinin kullanılması sırasında ve bilgilerin Kurum bünyesinde tutulduğu dönemde, tüm gizlilik ve veri koruma önlemlerinin alınması Kurumun sorumluluğunda olmalıdır. "Kurul, Başkan, üyeleri ve personeli bu bilgileri başkasına açıklayamaz ve başkasının yararına kullanamazlar." diye eklemeler yapılması gereklidir. Özellikle, bilinçli veri ifşaları ve/veya sızdırmaları gibi durumlar karşısında cezai sorumluluklar belirlenmelidir. Her yetki sorumluluk da getirmelidir. Bu sorumlulukların hukuki yaptırımları da teklifte açıkça belirtilmelidir.
Son itiraz noktamız ise 11'nci maddede yer alan Kurum personelinin cezai ve hukuki sorumluluğuna ilişkin olarak 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 104'ncü maddesinin kıyasen uygulanmasıdır. Bu maddeye göre Kurul, Başkan ve üyeleri ile Kurum personelinin görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri suçlara ilişkin soruşturmalar Kurul, Başkan ve üyeleri için ilgili Bakanın; Kurum personeli için ise Başkanın izin vermesi kaydıyla genel hükümlere göre yapılır. Bu maddeye neden ihtiyaç duyulduğuna dair teklifin gerekçesinde açıklama yapılmamıştır. Neden BDDK'yle ilişkilendirmeye ihtiyaç duyulmuştur? Mevcut yasanın hukuki ve cezai sorumluluğu düzenleyen hükümleri yetersiz mi kalmaktadır? Bu maddeyle 4'üncü maddedeki ticari ve özel bilgilerin kopyalanması beraber düşünüldüğünde firmalar açısından tereddütlere yol açacaktır.
Değerli milletvekilleri, konuşmamı tamamlamadan önce tekrar hatırlatmak istiyorum. "Göç yolda düzülür." mantığı doğru değildir. Bir sorun çıkarsa kanun çıkarırız diye rahat olmak kanun yapıcılarına yakışan bir tavır değildir. Kanun teklifi veren kişilerin de kanunları yapanların da tabiri caizse takıntılı olması gerekir, her türlü kötü ihtimali düşünmelidir. Bu sayede geleceği doğru şekilde şekillendirebiliriz. Bu sayede yarınımız da bellidir. Sık sık kanun değiştirmemize gerek kalmaz. Ayrıca, ekonominin belkemiği de aslında güvendir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyursunlar...
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Güven, kişilere değil kanunlara duyulur. Kişiler gelip geçicidir, kişilere duyulan güven de. Ama kanunlar doğru hazırlanırsa hem yerli hem de yabancı yatırımcı ona göre hareket edecek ve ne yöneticilerden ne de güçlü şirketlerden çekinmeyecektir. Bir daha ki kanun tekliflerinde bu mantığı bulacağımızı umuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)