| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 17.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, Adalet ve Kalkınma Partisinin çevre politikalarının esasen iki ana çekim odağı tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz: Avrupa Birliğine giriş sürecinin zorunlulukları ve serbest piyasa ekonomisinin gerekleri. Bunlardan birincisi, ekonomik etkinliklerin çevreye duyarlı biçimde gerçekleşmesini sağlayan önlemleri öngörmekteyken, ikincisi doğal değerleri ekonominin işleyiş sürecine denetimsizce sokma yönünde etkide bulunmaktadır.
Avrupa Birliğinin genel çevre politikalarının serbest piyasa ekonomisinin sağlıklı biçimde yaşamını sürdürmeye yönelik olduğu, Birlik politikalarının ekoloji odaklı değil de ekonomi odaklı bir bakış açısıyla belirlendiği bilinen bir gerçektir. Siyasal yaşamda modern muhafazakârlığın gerekleri ile liberal politikaların zorunlulukları arasında kalan AK PARTİ, çevresel değerlere ilişkin kararlarını oluştururken Avrupa Birliğine katılım süreci ile sermayenin gerekleri arasında bir denge politikası izlemek durumunda kalmıştır. Son süreçte Avrupa Birliğine katılım ile ilgili eski heyecanın ve hevesin kalmadığını kabul etsek bile bu ikilemin eskisi kadar olmasa da hâlen devam ettiğini söylemek mümkündür. AKP Hükûmetinin genel politikalarını yansıtan parti programı, seçim beyannamesi, hükûmet programı gibi belgelere bakıldığında, çevrenin ve doğal varlıkların yalnızca ekonomik gelişmeyi sağlayan ve bu uğurda korunması gereken bir kaynak olarak algılandığı görülecektir. Örneğin, parti programında "Partimiz, çevre sorunlarına hem sağlıklı bir ortam sağlanması hem de ulusal maliyetlerin azaltılması açısından bakmaktadır." denilmektedir.
Sayın Başbakanın başkanlığında kurulan 59'uncu Hükûmet programında çevre-ekonomi ilişkisi daha güçlü biçimde vurgulanmaktadır. "Çevrenin sermaye stoku olarak ele alınması gereken hava, ısı, su, mineral ve diğerleri tüm ekonomik birimlerin faaliyetlerinin yapı ve kalitesini doğrudan etkilemektedir. Bu konuda duyarlılık artırılacaktır." denilmektedir. Oysa 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi hazırlanan seçim beyannamesi incelendiğinde, dile getirilen düşüncelerin yukarıdaki satırlardan kökten biçimde farklılaştığı, vurgunun ekonomiden ekolojiye kaydığı, ekonomik gelişmenin yanı sıra çevresel değerlerin ön plana çıkarıldığı anlaşılacaktır. Yeşil olmasa da sosyal demokrat bir partinin seçim programını andırırcasına ekoloji odaklı bir bakış açısıyla kurgulanan ilgili bölümde iktidarın bugünkü tutumunun çok uzağında birtakım politika tasarıları sıralanmaktadır: "Sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık ve demokratik yönetim gibi unsurları içermektedir. Sadece kişi başına düşen geliri artırmak veya fiziki şartları iyileştirmek kaliteli yaşam için yeterli değildir. İnsanların ekmek kadar, kendilerini gerçekleştirecek özgürlüğe de ihtiyaçları vardır."
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin çevre politikalarının görece ekoloji odaklı olmaktan çıkıp neoliberal politikaların hizmetine girme sürecini en iyi gösteren örneklerden biri HES'lerdir.
Değerli milletvekilleri, şu anda DSİ'ye ait baraj sayısı 600 civarındadır. 1.600 civarında da HES bulunmaktadır, 200 civarında HES yapımı ise devam etmektedir. Devlet HES sahiplerine enerji alım garantisi vermektedir. İlk yatırım maliyeti yüksek olmasına rağmen, devletçe verilen satın alma garantisi firmaların iştahını kabartmaktadır. Çevre örgütlerinin ve yöre halkının yoğun itirazlarına rağmen HES projeleri ısrarla, ardı ardına devam ettirilmektedir. HES inşa eden firmaların temel korkusu olan kamulaştırma sorununun çözümü de yine Hükûmet tarafından çözüme kavuşturulmuştur. Nasıl mı? Hükûmet savaş durumunda başvurulmak üzere Bakanlar Kurulunca kullanılacak acele kamulaştırma yetkisini EPDK'ya devretmiş, EPDK da sipariş üzerine kamulaştırma kararları almaya başlamıştır. Bu kararı çok rahat alabilen şirketler de köylere ve sayısız araziyle, arsaya el koyabilmektedir. 1939 yılında çıkarılan ve "savaş kanunu" olarak bilinen acele kamulaştırma yetkisinin çevreyi katletmeye yönelik olarak EPDK'ya devredilmiş olmasını anlamak mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ Hükûmetinin çevre politikalarını anlamakta Hükûmet yetkililerinin nükleer sevdasına bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Nükleer enerji Türkiye'nin enerji ihtiyacının karşılanması için en önemli yol olarak açıklanmakta, ancak neden olabileceği felaketler dikkate alınmamaktadır. Dünya genelinde yaşanan nükleer felaketlere baktığımızda sonuçlarının ne kadar ağır olduğu göze çarpmaktadır. 26 Nisan 1986'da nükleer santral kazasıyla Çernobil'in bütün kaderi bir anda değişmiş, kaza sadece Çernobil'i değil Avrupa'yı, Karadeniz'i de etkilemiştir. Son yirmi altı yıldır Çernobil ve civarı, tüm yaşamın sona erdiği ıssız bir bölge hâlindedir. 2011 yılında Japonya'da Fukuşima Nükleer Santrali'nde meydana gelen patlama ve ardından radyasyon seviyesinin yükselmesi nükleer santrallerin neden olabileceği felaketlerin ne boyutlarda olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu. Dünya üzerinde nükleer santrallere sahip birçok ülke bu felaketten sonra nükleer santral programlarını durdurma kararı alırken Türkiye'de nükleer santrallerin yapımı için gerekli olan çalışmalar devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, çevre üzerine söylenecek çok şey var ancak Hükûmetin uygulamalarını açık bir şekilde göstermesi açısından birkaç konuya kısaca değineceğim. Mardin'in Nusaybin ilçesinde, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla kentte sembolik olarak halkla beraber temizlik etkinliği düzenlendi. Bu etkinlik kapsamında kısa çaplı bir yürüyüşten sonra, yerlerden çöpler alındı, vatandaşa çevre bilinci aşılanmaya çalışıldı ancak her nedense bu etkinliğe katılan vatandaşlara karşı harekete geçildi ve Nusaybin Belediye Başkanı Sayın Ayşe Gökkan, belediye çalışanları ve çok sayıda vatandaş -yaklaşık 20 kişi- hakkında Nusaybin Savcılığı tarafından 2911 sayılı Kanun'a muhalefetten soruşturma başlatıldı. Böylelikle, çevreyi temizlemenin, halka bunu anlatmanın ve aşılatmanın suç sayıldığı bir ülkede yaşadığımızı gördük.
Değerli milletvekilleri, özellikle yazın sık sık orman yangınları çıkmaktadır. Bu yangınların birçoğu çıkan çatışmalarda güvenlik amacıyla dağlara atılan bombalardan kaynaklanmaktadır. Çıkan bu orman yangınlarında köylüler ciddi zararlar görmekte, kendi kısıtlı imkânlarıyla yangını söndürmeye çalışmaktadırlar. Bu çalışmalar da çoğu zaman güvenlik güçleri tarafından yine güvenlik gerekçesiyle engellenmekte ve yüzlerce yıllık ormanlar birkaç günde kül olmaktadır. Orman yangınlarının söndürülmesi için elzem olan hava söndürme araçları da bölgede yoktur. Bir örnek vermek istiyorum: Bu yaz Mardin-Kızıltepe'de elektrik trafosunun patlamasından dolayı meydana gelen yangında sadece orman arazileri değil, köylülerin tarlaları da yok oldu, çok sayıda vatandaş yaralandı.
Ayrıca, kadastro çalışmaları yapılırken köy sınırları belirlendiğinde, benim seçim bölgem olan Mardin'de, Süryani vatandaşlarımızın çoğu yurt dışında yerleşmiş bulunduklarından dolayı, köyler ya tamamen boşalmış ya da az sayıda Süryani nüfusu köylerde kalmıştır. Ayrıca, boşalmış olan köylerdeki taşınmazların bir kısmının kadastro çalışmaları sırasında orman tahdidi kapsamında kalması söz konusu olmaktadır. Bu şekilde çok sayıda gayrimenkul, orman kadastrosu çerçevesinde ormanlık alan olarak tespit edilmektedir.
Diğer bir sorun da, güvenlik problemleri nedeniyle yurt dışında yerleşmiş bulunan Süryani vatandaşlarımızın köylerini terk etmesinden sonra bakımsız kalan taşınmazların çoğunun kadastro çalışmaları ile kıraç oldukları gerekçesiyle hazine malı olarak tapuya tescil edilmiş olmalarıdır. Oysa, bu tür hâllerde, taşınmaz malların eski zilyetleri adına tespit edilmesi gerektiği yönündeki düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Ayrıca, tapu kadastro davalarında yaşanan birçok sorunlardan birisi de, biliyorsunuz, kadastro çalışmalarından sonra, tapu iptal ve tescil davaları açabilmek için on yıllık bir zaman aşımı süresi konmuştur. Avrupa'da yaşayan, göç etmek zorunda kalan birçok vatandaşımız gelip dava açtığında, on yıl zaman aşımı geçmiş olduğundan dolayı davaları usulen reddedilmektedir. Aslında, mülkiyet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1'inci Protokolü'nde de korunan bir olgudur. Dolayısıyla, mülkiyet konularında zaman aşımının olmaması gerektiğine inanıyoruz.
Ayrıca, azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesinde büyük sıkıntılardan biri de yapılan işlemlerin yerel müdürlüklerde çalışanların inisiyatifine terk edilmiş durumda olmasıdır. Kimi yerlerde iadeler konusunda ciddi sıkıntılar yaşanmazken kimi yerlerde gereksiz bürokratik zorluklar çıkarılmaktadır. Dolayısıyla, zihniyetin değişmesi her şeyden önemlidir. Daha da önemlisi olan buna zemin yaratacak siyasi iklimin de oluşturulması gerektiğini düşünüyor, bu vesileyle tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dora.