GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yeni Koronavirüs (Covid-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:86
Tarih:15.04.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Manisa Milletvekili Sayın Uğur Aydemir Bey'in 115 milletvekili arkadaşıyla hazırladığı 213 sıra sayılı Teklif'i görüşmek, partimizin ve şahsımın görüşlerini aktarmak üzere huzurlarınızdayım.

Gerçekten vahameti büyük, bu salonu dolduranların kendi yaşamlarında şahit olmadıkları derecede bir tehdit atmosferi içerisinde dünya. 2 milyona yakın hasta, bugün itibarıyla 120 bini aşkın ölüm söz konusu ve bugün itibarıyla Türkiye'de de 1.518 kaybımız var. Hepsine Allah'tan rahmet dileriz.

Bugün Almanya'dan gelen olumlu haber de var, inşallah öyle olur; 20 Nisan itibarıyla mağazaların açılacağı, 5 Mayıs itibarıyla da okulların ve berberlerin açılacağına ilişkin haberler var. İnşallah bu bütün dünya ve Türkiye için de şamil olur.

Ancak, bütün dünyada sosyal hayatın yanında ekonomik yapıda da çok ciddi bir telaş var çünkü ocak ayındaki dünya ekonomisiyle ilgili bütün göstergeler martın başından itibaren revize oldu ve yakın tarihimizde yani çok yakın tarihte, geçen hafta itibarıyla yeni makrogöstergeler yayınlanmaya başladı ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından.

Daha önce, ocak ayında 3,5 kadar büyümesi beklenen dünya, artık yüzde 3 kadar bir daralmayla karşı karşıya şimdilik. Türkiye'de; yüzde 3'lük bir büyüme beklenen Türkiye'de de yüzde 5'lik bir daralma beklenmektedir. Özellikle Avrupa'da bu daralma çok daha büyük. Gelişmiş ülkelerde yüzde 6'nın üzerinde ve de en sert daralmanın da Avrupa bölgesinde görülmesi beklenmektedir.

Tabii, bu ne demek? Bu geniş daralma, talep yönlü bir daralma, talebin üretimi düşürdüğü ve hep beraber fiyatları düşürerek tekrar talep düşüklüğü şeklinde bir sirkülasyon oluşturduğu bir daralma. Bu, iş yerlerinin kapanması demek, daha az alışveriş demek, daha az satın alma demek, daha az harcama demek, tabii ki daha az gelir demek. Neticede, çok büyük işsizlik demek, işletmeler için kapanmalar ve iflaslar demek.

Bu günler de 1929 bunalımıyla karşılaştırılmaktadır, 2008 krizini geçeceği, 1929 bunalımı şartlarını da geçeceği söylenmektedir. O nedenle, bütün ülkeler ekonomik tedbirler almaktadırlar, acil eylem planları yapmaktadırlar. Türkiye de tabii olarak acil eylem planları yapmıştır ve yapmaktadır. 18 Martta ilk Acil Eylem Planı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanmıştır ve o zamandan itibaren bu tür politikalar kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da acil eylemlerle ilgili kendi önerilerini toplumla paylaşmakta ve yol gösterici olmaktadırlar.

Temel olarak acil eylem planlarının 2 tane temel ayağı vardır. Birincisi, hane halkının gelir ihtiyacı karşılanmalı yani maaşlar ve gelir kesilmemeli. İkincisi de ekonomilerin üretim gücü olan şirketlerin muhafaza edilmesi ve iflaslarının engellenmesi şeklinde bir politika üzerine kurulmuştur. Genel olarak ülkeler bu anlamda hareket etmektedirler ve Türkiye'nin de bu anlamda hareket etmesi beklenmektedir ama peşinen söyleyelim ki 18 Marttaki açıklamayla gördük ki çok zayıf çalışan bir mutfak var. Türkiye'nin toplam gücünü kullanmaktan öte, dar bir kadroyla ve alanı tartamayan bir kadroyla zayıf bir plan ortaya çıktığını gördük. İçinde tarımın olmadığı, içinde turizmin olmadığı ve içinde hakikaten bugün magazinsel kalacak birtakım tedbirlerin olduğu bir program. Ve tabii ki durum giderek ağırlaşmıştır ve ağırlaşmaktadır. Sayın Aydemir'in ve arkadaşlarının sunduğu bu teklif de bunun bir parçasıdır. Esasında Sayın Maliye Bakanının ve Sayın Erdoğan'ın açıklamalarının bir kısmının bu kanunla gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Yani aşağı yukarı bir ayı geçmiş bir süre sonrasında 18 Mart tedbirlerinin bir kısmının hayata geçirilmesi düşünülmektedir.

Bu teklif 3 ana ayağa sahiptir. Birincisi finansal destekler, ikincisi idari kararlar, üçüncüsü de araya sıkıştırılanlar. Her nedense bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden sonra kanun yapma tekniği ve süreci bozulduğu için gördük ki bakanlıkların çok sayıda bir kanun havuzu var, böyle bir kanun geldiğinde hemen araya atma yarışı var. Gerçekten de bu konuda Sayın Lütfi Elvan'a, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanına teşekkür ediyor, onu takdirle karşılıyoruz. Bizim için, hepimiz için ortak bir plan olması yönünde gayret sarf etti. Bu konuda, grubu bulunan bütün partilerimizin Plan ve Bütçe Komisyon sözcülerini ve gruplarını da takdir ediyorum; ortak bir plan yapma konusunda gayret gösterdiler ve Parlamentomuzda grubu bulunan partilerin tamamı bu konuda maksimum iyi niyetle bir gayret içerisinde oldular. Ve hepimiz şunu söyledik: Evet, çok olumlu şeyler var dedik ama hepimizin kendi penceresinden çok ciddi yetersizliklerin olduğunu da söyledik. Bu çerçeveden baktığımızda finansal destekler önemli ve bunların büyük kısmını destekliyoruz ama yetersiz buluyoruz. Zaten bakın, bütün finansal destekler aşağı yukarı bir kaynağa dayanıyor, bu kaynak İşsizlik Fonu.

Şimdi, dolayısıyla, bugün bu krizle birinci derecede mücadele eden AK PARTİ'nin yöneticileri dönüp 1999 yılındaki 57'nci Hükûmete teşekkür etmeliler. Neden? Çünkü bu İşsizlik Fonu 1999'da kuruldu, 1/1/2000 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. Bugün 136 milyar liralık bir fon var burada. İçinde para var, yok. Yoksa da paraya çevrilebilir bir fon, bir anlam var.

Aslında AK PARTİ de kendisi 2017'de Esnaf Ahilik Sandığını kurdu fakat geçen dört yıla rağmen bunu yürürlüğe geçiremedi. Eğer geçirseydi bugün de orada üç beş bir tasarruf olacak ve gerçekten bu krizin önemli bir finans ayağı da orası olacaktı. O nedenle, geçmişte yapılan bu büyük hizmetin altında imzası olanlara gerçekten hepimiz ve özellikle bugünkü yöneticilerin bir teşekkür borcu var. O nedenle, geçmişe yönelik konuşurken illaki krizin olmasını beklememek lazım, temkinli olmak lazım, bir bütün olarak bakmak lazım.

Bu 136 milyar bugün, Türkiye'ye on sekiz yılda yapılmış ulaştırma altyapılarının yaklaşık üçte 1'ini bulmaktadır karşılaştırdığımızda, rakam olarak da öyle söyleyeyim.

Bugün konuşulan rakamlar millî gelirin yüzde 2'sidir, 100 milyar lira. Bu toplam maliyet değil, kredilerle beraber. Ama baktığımızda dünya ekonomilerine, bu gerçekten olması gerekenin dörtte 1'idir. Bunun için Türkiye'nin 400 milyar lira civarında bir minimum kaynağı masanın üzerine koyması lazımdır, bunun programını yapması lazımdır. Millî gelirin yüzde 7'sinin altında olmayan bir kaynak tahsis etmelidir Türkiye, edebilir Türkiye. Bu nedenle de bu kaynağı bütüncül bir program içerisinde ayırmalıdır. Bu meseleye artık bugün palyatif, taksit taksit bakmanın anlamı yok. Tekrar ediyorum, aksi takdirde bu kekeme komutanın taarruz emrine benzer. Taarruz emrini verdiğinizde savaş bitmiş oluyor ve gerçekten 18 Martta alınan tedbirlerin bir kısmı daha bugün kanunlaşacak. Onu da Sayın Aydemir akıl etti de böyle bir teklif getiriliyor, hep beraber kurumsal olarak kendisine de bu konuda bir teşekkür borçlular herhâlde.

Şimdi, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, içinde para politikalarının, maliye politikalarının ve bütçe büyüklüğünün olduğu ve yeni makro hedeflerin bulunduğu bir bütüncül program içerisinde bu tedbirler alınmalı. Nedir yıl sonu itibarıyla makro hedeflerimiz? Ondan sonra bu finansal yapılara bakmalı, bu finansal konulara eğilmeli. Şimdi, bugün zaten geniş anlamda 7 milyon işsizimiz var. 149 bin iş yerine demişiz ki: Kapat, git. 1 milyon iş yerini bir şekilde kapatmışız ve 7 milyonun üzerinde yeni işsiz oluşmuş ve kümülatif olarak baktığımızda 10 milyon hane coronavirüs nedeniyle gelir eksikliğine düşmüş. Bu gelir eksikliğindeki 10 milyon hane için de ihtiyaca binaen bir gelir eksikliğini kastediyorum, diğer 10 milyon haneyi ihtiyaç hissetmeyen gelir eksikliğine yazıyorum. 83 milyon 154 bin nüfusun tamamı bir gelir eksikliği içerisindedir, bunun yarısını ihtiyaç duyanlar olarak ayırıyoruz. Dolayısıyla bu teklif bir kısım problemimizi çözer, tamamına yönelik çözümü masamızın üzerine koymamız lazım. O nedenle biz şöyle dedik: 10 milyon hanenin tamamına iki aylık kişi başına beş yüzer liralık ödemeler yapalım, paramız yoksa kupon çıkaralım. Tüketim kuponları verelim, yıl sonundan sonra, 2021'de toplanma döneminde bunları geri toplarız. Bu da bir borçlanmadır ve doğrusu da budur hiç ayırt etmeden. Şimdi, bir telaş var, bugün gördük: "2 milyon insana 1.000'er lira..." "Yok, 2 milyon 300 bin lira şöyle..." "Peki, bunlar nasıl belirlenecek?" "Bunlarla ilgili yeni kriterler var." Karman çorman. Neden? Bütünlük yok, bir plan yok. Ve üretim gücü olarak da, bakın, 3,5 milyon KOBİ'miz var, 13,5 milyon çalışanı var, toplam, sahipleriyle 16 milyon. Bu KOBİ'leri ayakta tutmak için birinci dereceden çalışan başına 10 bin liradan KOBİ'lere 135 milyar lira kredi tahsis etmek lazım. Bu krediler onların işçilerinin ücretlerini ödemesi için değil, işletme sermayelerini karşılamak için. Yapılan budur dünyada, aklı başında ülkelerin evvelemirde yaptığı budur. Bir kısmı batacaktır, batabilir. Bugün, bunun maliyetine bakma sırası değil, bugün bu kurumları ayakta tutma sırası. Yani 50 tane işçisi olana 500 bin lira krediyi emre amade etmek zorundayız. Bütüncül bakmak lazım, bir kere de yapıp bitirmek lazım, parça parça olmaz.

Bakın, düzenli geliri 5 bin liradan daha düşük ailelere 10 bin lira krediyi bile henüz veremedik. Zaten normalde mikro kredide bütün bankalar sırada. Bu tür krediyi vermek için 5 bin lira geliri var, 10 bin lira kredi istiyor, 36 ay vade.

Çok değerli arkadaşlar, bakın, burada tarım yok. Hâlbuki bu sene Türkiye'de tarım altın olacak çünkü Avrupa yeni üretimi için organize olamamış durumda. Gelin, bu 2020 yılında bütçeye koyduğumuz 22 milyar liranın 2019 yılı için olduğu... Aynı miktarın yarısını 2020 yılının ilk yarısında dağıtalım. Gelin, bu yıla mahsus olarak çiftçilerimizin mazotlarından vergiyi almayalım, lojistikten almayalım.

Bakın, bu tarım bunu kazandırır, biz üretimimizi ayakta tutarsak 2021 yılındaki ekonomik serpme bunların önemli bir kısmını kazandıracaktır. Keşke Türkiye kırılgan bir dönemde buna yakalanmasaydı. Bakın, Türkiye, 2012 yılında buna yakalansaydı, bu problemlerimizin beşte 1'ini ancak konuşurduk. Neden? O gün 12 bin dolarlık millî gelire sahip bir Türkiye vardı. O gün, bugünkü Türkiye'den toplam 240 milyar dolar daha zengin bir Türkiye vardı; onu daha rahat fonlayabilirdik. Ama bugün çok daha fakir bir Türkiye var ve ekonomik dengesi çok daha bozuk bir Türkiye var, kırılgan bir Türkiye var. Bütün bunlarla beraber bizim ricamız şudur temel olarak. Bu duruma Sayın Erdoğan AK PARTİ Genel Başkanı olarak değil, Cumhurbaşkanı olarak inisiyatif almalıdır. Artık Hükûmet refleksiyle değil, devlet refleksiyle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Devlet refleksi toplam siyasetin gücünü kullanır, devlet refleksi bütün toplumun gücünü kullanır, böyle daha rahat başarılı oluruz. Samimiyetle söylüyorum, siyasi parti genel başkanı söylemiyle, bu işteki toplam maliyetimiz ve birinci derecede AK PARTİ'nin maliyeti çok daha yüksek olur. Bu kadar buyurganlığı taşımaz bugünkü konjonktür; bu kadar yukarıdan bakmacılığı, siyasi tavırlığı, ayırmacılığı, normal politik tavırları taşımaz ve taşımadığını hep beraber göreceğiz. Bakın, ne yaparsak yanlış oluyor. Neden? Çünkü, sarayla sokak arasında çok ciddi bir makas var. Dün onları önden takip eden bir siyasal akıl, bugün arkadan bile yetişemiyor. Bunu burada samimiyetle çözüm arayan bir siyasi partinin düşüncesi olarak aktarıyoruz.

Bu çerçevede 4 madde de ciddi itirazlarımız var ama birisinde çok ciddi. Çok değerli arkadaşlar, bunlardan 7'nci maddede ücretsiz izin. İş yerleri kapatılanların işsizlik sigortasına dayalı kısa çalışma ödeneğinden asgari ücretlilere 1.752 lira veriyoruz. Fakat bundan yararlanamayanların, ücretsiz izne çıktığında verdiğimiz para 1.170 lira ve bundan bile damga vergisi kesiyoruz, 1.068 liraya düşüyor 39 lira 24 kuruş. Gelin, bunu da kısa çalışma ödeneği seviyesine çıkaralım, 1.752 liraya. Bu insanları bir dilim ekmek parasına muhtaç bırakmayalım. Devlet olmak bugün içindir, bugün yoksan anlamın da yok. Yıllarca devleti için fedakârlık yapan milletini, çalışıp vergisini vereni, askere gidip kanını dökeni, vatanını bekleyenini muhtaç bırakmayacak bir devlete ihtiyaç var bugün. Bugün yoksan, olma bir daha! (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

İkincisi; bakın, şirketlere kâr dağıtımına yüzde 25 sınırlama getiriyorsunuz. Bu üç nedenle sıkıntılı: Bir; gerisinde bir sermaye kontrolü endişesi uyandırıyorsunuz, bu çok tehlikeli. İki; bir firmanın, bir grubun grup şirketleri var, 4 tane şirketi var, 1'i zarar ediyor, 2'si kâr ediyor. Şimdi, bu adam, bu yönetim bu zarar eden firmaya bu kâr eden firmadan kâr aktarmasın mı, sermaye aktarmasın mı? Aktaracak. Ama biz diyoruz ki: "Yok; sen git, bankadan kredi al." "Ee, bunu ne yapacağız?" "Bunu burada tut." Böyle olmaz. Bu işlere karışmayın. Devlet bu işlere karışmaz. Üç -çok önemli, gerçekten- Türkiye Varlık Fonuyla ilgili bir inisiyatif. Bu Varlık Fonunun herhâlde başında Sayın Erdoğan olduğu için, Cumhurbaşkanı olduğu için hiçbir denetime tabi değil; ne özel hukuka tabi ne kamu hukukuna tabi. Bunun adını ne koyarsanız koyun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Ben iki dakika ilave isteyeceğim.

BAŞKAN - Buyursunlar Sayın Tatlıoğlu.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Burada, bakın, Varlık Fonunun şirket kurtarma talebini İYİ PARTİ yaptı Genel Başkan Meral Akşener kamuoyuyla paylaştı; dedi ki: "İşletme sermayesi diye değil, borçları nedeniyle zor duruma düşen şirketleri... Varlık Fonu hisse almalı ama onların sahipliğini 'know-how'ını korumalı." Yani borç, hisse takası yapmalı, bir müddet sonra işletme bunu geri alabilmeli. Bu, şirket kurtarmadır. Bu teklif, kişi kurtarma bakın. Siz, stratejik olarak önemli şirketlerin batmasını önlemek için Varlık Fonuna alıyorsunuz. Nedir bunun kriteri? Bugün konuştuk hep beraber Varlık Fonu Genel Müdürüyle. Yok bunun kriteri. Acaba bunlar, 46 milyar dolar kredi riski bulunan enerji şirketleri mi? Acaba bunlar, istediği rantabiliteyi bulamayan İstanbul Havaalanı şirketi mi? Nedir? Bunlardır demiyorum ama bu tür mülahazata bile yer açmamak lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Devlet bir kanun koyuyorsa sınırları belli olmalı hukuk budur. Neye tabi olacağı belli olmalı, keyfîlik olmaz. Bakın, buradan başarısız projeleri ve kamuoyunda "yandaş" bilinen firmaları Varlık Fonuna ekleyerek çıkarsanız 83 milyon 154 binin eli bu kanuna "evet" diyenlerin yakasındadır. Tam bu kadar söylüyorum böyledir demiyorum, eğer böyle olursa diyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar.) Böyledir demiyorum, böyle olursa diyorum.

Son olarak; çok değerli arkadaşlar, hepimiz rahatsızız. Bu tür dönemlerde basit, işte, 50 liralık malı 150 liraya satanlara, üç-beş stok yapanlara... Ama bu, ekonomiye kalıcı bir fiyat kontrol sistemi getirmez ve baktık bugün, dinledik, bunu getirenlerin referansları 2018'deki patates, soğan meselesi. Çok açık, siz bu patates, soğan meselesini yönetemediğiniz için ülke oraya geldi. Yani bu ülke 1970'lerde ithal mallara sıraya girdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

BAŞKAN - Selamlayalım lütfen.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) -Ya, patatese, soğana sıraya girmek... Yönetemedi... Bugün buna dayalı, bugün üç-beş yanlış davranışa dayalı ekonomide bir fiyat kontrol mekanizması yaratamayız. Bakın, bu, 70'lere dönmektir. Polis copuyla, kanunla ekonomi olmaz; nasıl talimatla istihdamı yükseltemedik, işsizliği derinleştirdiysek ekonomi işlemez hâle gelir. O nedenle, bu 4 konunun tekrar değerlendirilmesini talep ediyoruz.

Bunların dışında, hep beraberiz ve bütün desteklere olumlu oy kullanıyoruz; yetersiz buluyoruz ama olumlu oy kullanıyoruz.

Çok değerli arkadaşlar, hepinizi bu duygular içerisinde saygıyla selamlarım. İnşallah, iyi günlerde, coronavirüssüz günlerde, mutlu ve iyi bir Türkiye'de buluşuruz.

Saygılar sunarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)