GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:65
Tarih:05.03.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ PARTİ Grubu adına Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi'nin ikinci bölümü üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle belirtmeliyim ki bu yasa teklifinde 95 milletvekilimizin imzası var fakat, maalesef, salonda 9 AK PARTİ'li vekil ancak var. Dolayısıyla, AK PARTİ'li vekilleri imzalarına sahip çıkmaya çağırıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Daha önceki konuşmamda da dile getirdiğim gibi, teklif içerisinde muğlaklıklar ve ileride mağduriyet doğurabilecek bazı noktalar var ama yine de Avrupa Birliğiyle ticaret hacmimizi artırmak üzere hazırlanmış bu teklife olumlu bakıyoruz.

"Ürün güvenliği" denilince vatandaşın aklına ilk olarak hileli ve kalitesiz gıdalar geliyor. Hepimizin birinci önceliği kendimizin ve özellikle çocuklarımızın sağlığı. Maalesef, bu alanda, vatandaşlarımız sahipsiz durumda. Vatandaş hangi peyniri, hangi sütü, hangi balı yiyeceğini bilmiyor, paketli ürünler hem çok pahalı hem içerdiği maddeleri ufak puntolarla, okunamaz hâlde yazıyorlar. Ayrıca, vatandaşın Sayın Tarım Bakanımız gibi gıda testi konusunda hem bilgisi hem de donanımı yok. Sayın Bakanımız, maşallah, ofisinde testler yapabiliyor; vatandaşın evinde laboratuvar kuracak hâli yok. Geliri düşük vatandaşın zaten birinci önceliği ürünün fiyatı. Tarım Bakanlığımızın -basına yansıyan- tüm çabalarına rağmen denetim ve kontrol yetersiz. Eğer yeterli olsaydı televizyonlarda birçok sözde uzman çıkıp konuşamazdı. Yani, sağlıklı gıda konusunda karar verme sürecimiz sağdan soldan duyduklarımızla yürüyor, bu da Tarım Bakanlığının toplumda yeterli itibara henüz kavuşmadığının bir göstergesi.

Yapılan gıda hilelerini duydukça insan şaşırıp kalıyor. Bakanlık, hileli ürün üreticilerini ilan ediyor -iyi de yapıyor- ama belli ki bu uygulamaların yaptırım gücü sınırlı. Hem para cezalarını artırmak hem de ticaretten menetmek gibi ciddi tedbirler almak zorundayız. Çok yaygın olarak dünyayı tehdit eden corona virüsünün de kontrolsüz gıda ürünlerinden kaynaklandığı söyleniyor. Dolayısıyla yapacağımız her yanlışın bedeli de çok ağır oluyor. Maalesef, yanlışları tespit etsek de uygulamada üreticiyi koruma refleksiyle hareket ediyoruz; mesela, Tarım ve Orman Bakanlığının Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği. 19 Şubat 2020 tarihli 31044 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nin 9'uncu maddesinde "Pekmez olmadığı hâlde pekmez izlenimi veren meyveli şurup, aroma vericiler veya bal eklenerek bal aromalı şurup, bitkisel yağ veya diğer gıda bileşenleri kullanılarak peynir izlenimi veren ürünler üretilemez." hükümleri var, buraya kadar her şey iyi, okuduğunuzda anlıyorsunuz ki bunların üretilmesi yanlış, piyasada bulunmamaları gerekiyor; önemli de bir hamle, ürün güvenliği ve denetimi hususunda değerlendirilmesi gerekiyor fakat esas ilginç kısım ek maddede ortaya çıkıyor, ek maddede aynen şu ifade var: "Bu yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyet gösteren gıda işletmecilerinin 9'uncu maddenin (2)'nci fıkrası kapsamında, bu yönetmeliğin yayımı tarihinden önce ürettikleri ürünler, 31/12/2020 tarihinden sonra piyasada bulunamaz."Değerli arkadaşlar, piyasada bulunmasının yasaklandığı tarih 2020'nin son günü, daha on ay var. On ay boyunca vatandaşa bu ürünlerin satılmasının önüne geçilmiyor, bu ürünler yasaklanmıyor. Vatandaşlarımız zararlı görülen bu ürünlere on ay maruz bırakılıyor. Neden? Muhtemeldir ki bu yönetmeliğin yayımlanmasından önce faaliyet gösteren gıda işletmecilerinin mağdur olmasını engellemek için. Ellerindeki ürünleri tüketsinler diye bekleniyor. Bu ürünler güvenli değilse neden on ay daha müsamaha gösteriliyor, anlamak zor. Firmaların kazanacakları ya da kaybedecekleri para, vatandaşlarımızın güvenliğinden yahut sağlığından daha mı değerli? Yaklaşık bir sene daha kullanımında bir beis görülmüyor. Bakanlığımıza güvenirsek "Bu sene bu ürünler güvenlidir." dememiz gerekecek. Sonra ne değişecek peki? Eğer ürünler güvenliyse neden 2021'de bunları üreten firmalar mağdur ediliyor? Daha önce bu ürünlerin üretimi için yaptıkları masraflar, yatırımlar ne olacak?

Gazetelerden haberler okuyoruz: "Rusya'dan domatesler geri gönderildi" "Irak'tan yumurtalar geri gönderildi" "Mandalinalar geri gönderildi" diye. Geri gönderilenler ne oluyor? Belli ki iç pazarlarda satılıyor. Zaten pazardaki fiyatların ucuzlamasından anlaşılıyor. Biz de mutlu oluyoruz ucuzladı diye. Ama başka ülkelerin halkına yedirmeyi uygun görmediklerini yiyoruz. Devletin görevi halkı korumaktır. Bu ürünler zararlıysa, başka ülkelerde satılmasına izin verilmiyorsa bizim ülkemizde de satılmamalıdır.

Bu hileli gıda konusunu bir nevi gıda terörü kabul edip ona göre davranmalıyız, sıfır tolerans göstermeliyiz. Tarım Bakanımızın derhâl, televizyonlardan "hileli gıdaya sıfır tolerans" kampanyası başlatmasını bekliyoruz.

Arkadaşlar, bu durumları görünce verilen kanun teklifindeki belirsizliklerin de vatandaşlar lehine yorumlanmayacağı akla geliyor. Kaldı ki vatandaşlarımız için gerekli olan düzenlemelerin defalarca ertelenmiş olması da ürün güvenliğinin öncelikli olmadığını gösterir niteliktedir.

Bütün kanun tekliflerinizde olduğu gibi burada da halk, sürekli, belirsiz bir noktaya itiliyor. İcraatlarınıza bakınca, burada yapılacak yorumların vatandaşlar lehine olacağını düşünmek zor.

Kanun ihlallerinde verilecek cezalar belirlenirken de yorum gerekecek hâlde bırakılmış. Merak ediyorum, alt ve üst sınırlar arasında 5 kat, 10 kat fark olan bu cezaları yazarken neyi amaçladınız? Örneğin genel ürün güvenliği mevzuatının ürün güvenliğine ilişkin hükümlerine aykırı hareket eden bir kişiye 20'nci maddenin (a) bendine göre 50 bin lira idari para cezası verilirken bir diğeri 500 bin lira ödemeye mahkûm edilebilecek. Bu cezalar neye göre belirlenecek? Tamam, cezalar arasında farklar olabilir, ama ufak farklar. Bakın, burada 10 kat fark var ve teklif içerisinde bunun neye göre uygulanacağına dair de bir ibare yok. Kime alt sınırdan, kime üst sınırdan ceza verilecek? Bu amaçla çıkaracağınız yönetmelik adil olacak mı? Sadece para cezalarıyla yeterli caydırıcılık olacak mı? Ticari faaliyetten süreli men etme cezası konulabilir mi?

Avrupa Birliğine uyum maksadıyla hazırlansa da modern devlet ruhuna aykırı bir kanun teklifi süreci yaşanıyor. Güçlü devlet, insanına değer vermeli, adil olmalı. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." geleneğimizi korumamız lazım.

Değerli milletvekilleri, muğlaklıklardan şikâyetçiyiz. Verdiğiniz hemen hemen tüm kanun tekliflerinde de böyle muğlaklıklarla karşılaşıyoruz ve bunu, bu kürsüden dile getiriyoruz. Ama bu kanun teklifindeki belirsizlikler, muğlaklıklar yalnızca halka veya firmalara karşı değil; Sayın Cumhurbaşkanı da belirsiz bir noktaya itilmiş. 4'üncü maddenin (2)'nci fıkrasına bakınca şu ifadeyle karşılaşıyorsunuz: "Birinci fıkrada belirtilen hususlarda düzenlemeler yapmaya, sınırlamalar getirmeye ve istisnalar tanımaya Cumhurbaşkanı yetkilidir." Bahsi geçen (1)'inci fıkrada, ürünlerin teknik düzenlemelere uygun olma zorunluluğu var. "Bunlara uygun olmayan ürünler, uygunsuzlukları giderilmeden piyasaya arz edilemez, piyasada bulundurulamaz veya hizmete sunulamaz." deniyor. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı burada neyi sınırlayacak, neye istisna getirecek? Kanunda istisna getirilmesi gereken bir durum varsa bunun sınırlarını kanunu hazırlayanların belirlemesi gerekmez mi? Sayın Cumhurbaşkanını da sürekli zor duruma sokuyorsunuz, sonra kendisi istisna isteyenlerle uğraşıp duracak.

Değerli milletvekilleri, bu istisna verme yetkisinin bu kadar sınırsız olması halkın güvenini kıracaktır. Halk, haklı olarak, istisna tanınanların kayırıldığını düşünecektir. Güvenliğe tehditlerden biri de budur. Avrupa Birliğine uyum sağlayacaksak öncelikle kendi halkımıza önem vermeliyiz. Yapılacak olan kanunların adil olmasını sağlamalıyız. Yorumlamalara bağlı adaletsizliklerin önüne en başında geçmeliyiz. "Şimdilik Genel Kuruldan geçirelim, zamanla kanun oturur." gibi bir mantıktan vazgeçmeliyiz. Modern devlet olduğumuzu önce kendimiz bilmeli, bir kişiye sınırsız bir yetki vermemeliyiz. "Bu yetki zaten bize ya da bizden birine verilecek." mantığını bırakmalıyız. Yetki seçimle devredilebiliyor, gerekirse en kötüsünü düşünmeliyiz, suistimal edilebilmesinin önüne geçmeliyiz.

Kanunun uygulamasına yönelik çıkarılacak yönetmeliklerde muhalefetin eleştirilerini de dinleyeceğinizi, gereken düzenlemeleri yapacağınızı, önlemleri alacağınızı umuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)