| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/ 2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015, 9/2/2016, 8/2/2017, 10/2/2018 ve 5/2/2019 tarihli 956, 984, 1008, 1031,1054, 1082, 1107, 1136, 1179 ve 1207 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2020 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri kara suları dışında denizde terörizmle mücadele görevi için yetkilendiri |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 05.02.2020 |
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görev süresinin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sözlerime başlamadan evvel, Van'daki çığ faciasında hayatının kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, acılı ailelere sabır diliyor, yaralıların acil şifa bulmasını diliyor ve kurtarılmayı bekleyen vatandaşlarımızın da sağlıklı bir şekilde kurtarılmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, bu tezkere, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemlerine karşı 2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan bir karar uyarınca hazırlanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Birleşmiş Milletler sistemi içinde bölgesel ve küresel ölçekte oynadığımız rolün ve görünürlüğümüzün pekiştirilmesinin temin edilmesi hususunda alınacak kararları desteklediğimizi bu vesileyle belirtmek isterim. Esasen, Birleşmiş Milletleri savunduğumuzu göstermek için her fırsatta bu düşüncemizi dile getirmemiz lazım. Örneğin, konu Suriye olduğu zaman Suriye'deki anayasa sürecini ve Cenevre'deki görüşmeleri, konu Libya olduğu zaman Birleşmiş Milletlerin 2259 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı'nı, Birleşmiş Milletlerin arabuluculuk kararını ve Berlin Konferansı'nın kararlarını aynı şekilde savunmamız, desteklememiz lazım.
Cumhuriyet Halk Partisi bugüne kadar Somali ve Aden Körfezi'yle ilgili tezkerelere olumlu oy kullanmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin bu tezkereye olumlu oy kullanmasının temel gerekçelerini şu şekilde sıralamak ve sizlere sunmak isterim:
1)
Deniz haydutluğu ve korsanlığın uluslararası dayanışmayı gerekli kılan ortak tekliflerden biri olması,
2)
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının sağladığı meşruiyet,
3)
Bu bölgelerde deniz haydutluğu ve korsanlık yapan çeteleri etkisiz hâle getirmenin çok güçlü donanmalara sahip olan büyük devletlerin kapasitelerini aşması ve uluslararası iş birliği ve dayanışmayı zorunlu kılması,
4)
Kıyı şeridi uzunluğu 3 bin kilometre olan Somali'nin, doğu kıyısında ve geniş kıyı şeridinde otorite sahibi olamaması,
5)
Korsanlık faaliyetlerinin, uluslararası ticareti ve deniz taşımacılığını olumsuz şekilde etkilemesi, can ve mal emniyetine çok ciddi tehdit oluşturması,
6)
Bu deniz yolunu yoğun şekilde kullanan Türk gemileri ve denizcilerinin de bu tehditten ciddi şekilde etkilenmeleri,
7)
Dünya barış ve istikrarına yapacağı olumlu katkı ve ulusal çıkarlarımız için taşıdığı önem.
Bugüne kadar bu tezkere ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Somali ve Aden Körfezi'ndeki varlığı 10 kez uzatıldı ve biz geçen sene 9'uncu uzatma sırasında yaptığımız bazı uyarıları da tekrar hatırlayalım diye düşünüyorum. O zaman da dedik ki: Korsanlık konusunda Aden Körfezi'nde hâlen bu sorun çözülemiyorsa sadece askerî önlemlere başvurmayı yeterli bir yöntem olarak görmüyoruz. Türkiye olarak diplomatik ve siyasi çözüm önerilerini de bu ülkelerle olan görüşmelerimizde mutlaka gündeme almalıyız.
Önümüzdeki dönemde tıpkı dış politikanın diğer alanlarında olduğu gibi bu bölgede de hataları, eksiklikleri gözlemeye ve izlemeye, bunları düzeltmek için müdahalelerde bulunmaya ve her şeyden önemlisi, Cumhuriyet Halk Partisi hakkında sürdürülen gülünç algı operasyonlarına karşı yurttaşlarımıza doğruları anlatmaya devam edeceğiz.
Mesele, Cumhuriyet Halk Partisinin yurttaşlarımıza doğruları anlatmaya devam etmesi olduğunda, işe Suriye'den başlamak isterim. Suriye'nin kuzeybatısında yer alan İdlib eyaletinde yaşanan gelişmeler üzerinde de durarak başlamak istiyorum. Suriye devleti rejim unsurlarının saldırısı sonucu 7 askerimiz ve 1 sivil vatandaşımız şehit oldu. Yüce Meclisin huzurunda, bir kez daha, kahraman şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor, yaralı askerlerimizin de bir an evvel sağlıklarına kavuşmasını temenni ediyorum. Bu saldırıyı şiddetle kınadığımızın da altını çizmek isterim.
Değerli milletvekilleri, iktidarın bölgedeki statükonun ve cihatçı unsurların korunmasına yönelik izlemiş olduğu politikalar, günün sonunda İdlib'de askerlerimizin can kaybına, ülkemizin de giderek itibar kaybına neden oluyor. İktidarın yanlış dış politika uygulamaları nedeniyle tek bir askerimizin kılına dahi zarar gelmesi asla kabul edilemez. Peki, nedir bu yanlış politikalar? Bunları halkımıza anlatmak, bizim en önemli sorumluluğumuz. Bu nedenle, İdlib'de de bugüne nasıl gelindiğini kısaca hatırlatmak isterim.
Hatırlayacaksınız, Suriye'deki çatışmaların durdurulması için düzenlenen Astana sürecinin 14-15 Eylül 2017 tarihlerindeki 6'ncı toplantısında İdlib kenti ve çevresinde çatışmasızlık bölgesi oluşturulması kararlaştırılmıştı. İdlib, çatışmasızlık bölgesi olma statüsünden son zamanlardaki gelişmeler nedeniyle tamamen çıkmıştır ve her an patlamaya hazır bir bomba hâline gelmiştir.
İdlib'in nüfusu 1 milyonu aşar. Önemli bir kısmı şu anda Suriye Hükûmeti'ne karşı savaşan silahlı grupların kontrolünde bulunan Suriye'deki tek eyalettir. Ayrıca, Halep'ten tahliye edilen silahlı militanlar da aileleriyle birlikte İdlib'e yerleştirilmişlerdir. İdlib'in zorlu bir yer olmasının başında, burada birden fazla aktörün yer alması ve cihatçı grupların en güçlü olduğu yer olması gelmektedir. Sadece El Kaide'yle doğrudan bağlantısı olan ve Suriye'nin İdlib bölgesinde faaliyette bulunan militanların sayısının 36 bin kişi olduğu ileri sürülüyor. Buna ilişkin çok çeşitli rakamlar var. Bu rakamların 40 binden 70 bine kadar değiştiği, birçok kaynakta görülüyor.
Şimdi, böyle bir yerin Suriye rejimi için ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu tahmin edersiniz. Buna rağmen, Astana süreci sonunda varılan çatışmasızlık bölgeleri kurulması kararından bir yıl sonra, 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi'de yapılan zirvede varılan ve İdlib'le ilgili olan mutabakatta iktidar, yerine getirilmesi oldukça güç taahhütler altına girdi. Soçi'de verilen ve iktidar tarafından yerine getirilemeyen sözleri de şu şekilde hatırlatmak isterim:
Tüm radikal terörist gruplar, silahsızlandırma bölgesinden 15 Ekime kadar çıkarılacak; bahsettiğim yıl 2018.
Çatışan taraflara ait tüm tanklar, çok namlulu roketatarlar, toplar ve havanların da aralarında bulunduğu ağır silahlar 10 Ekimde İdlib'deki silahsızlanma bölgesinden çekilecek.
M4-M5 otoyolu, güvenliğinin yıl sonuna kadar sağlanması suretiyle, transit trafiğe açılacak.
M5 kara yolu gibi Halep'ten başlayıp başkent Şam'a kadar uzanan ve M4 kara yolu gibi de Halep'i Akdeniz'e bağlayan iki stratejik kara yolu varken ve Şam'ın buraların kontrolünü sağlamayı hedeflediği ve bölgedeki şiddetin daha da artacağı bilinmekteyken, Türkiye, üzerine aldığı yükümlülükleri yerine getirmek bir yana, bu yolların kontrolünün Suriye yönetimine geçmesini engellemek için elinden geleni yaptı.
Saydığımız bu kritik maddeler, yerine getirilmesi imkânsız maddeler olduğu için, Soçi mutabakatı aslında daha kurulduğu andan itibaren kadük oldu ama kadük olmasının esas nedeni, Türkiye'nin üzerine almış olduğu yükümlülükleri 2018 yılının sonunda yerine getirememiş olmasıdır.
Şimdi, bakıyoruz, 28 Ocak 2020 itibarıyla, İdlib'de M5 kara yolu üzerindeki en büyük yerleşim birimlerinden biri olan Maaret El Numan, Suriye ordusu tarafından temizlenmiş ve kendi kontrollerine alınmış durumda. Bu durum, elbette, Türkiye'ye yönelik göç dalgasını çok ciddi bir şekilde hızlandıracak ve Türk Silahlı Kuvvetleri gözlem noktalarından biri daha kuşatma altına alınmış olacak. İdlib'deki yüz binlerce insan da giderek çok daha dar bir alana sıkışıyor ve giderek kuzeye doğru, Türkiye sınırına doğru ilerliyor. İktidarın İdlib'le ilgili olarak acilen adım atması ve İdlib'den ülkemize yönelebilecek tehditleri bertaraf edecek bir siyaset izlemesi şarttır.
Biz, 8 Eylül 2018 tarihinde, Tahran Zirvesi'ni takiben, İdlib'le ilgili olarak 6 maddelik bir çağrı yapmıştık. O çağrının da maddelerini tutanaklara geçmesi için hatırlatmak isterim:
1) Bölge halkı ve terörle bağlantısı olmayan grupların, Suriye sınırları içinde kalacak şekilde İdlib'den tahliyesi için, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere tüm ilgili kuruluşlara ve ülkelere çağrıda bulunulmalıdır.
2) Türkiye, İdlib'de bulunan bütün muhalif gruplardan silahlarını bırakmalarını istemeli ve bunun sağlanması için yoğun çaba göstermelidir.
3) İdlib konusu, Türkiye için bir ulusal güvenlik sorunudur. Moskova ve Tahran'la yapılan görüşmelerde bu anlayışımız kuvvetle vurgulanmalıdır. Suriye yönetimiyle temasa geçilmeli ve 1998 Adana Mutabakatı ruhuyla 2 komşu ülke arasında yeniden görüşmeler başlamalıdır.
4) Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri'yle yapılan görüşmeler, sadece Menbiç ve PYD-YPG bağlantılı sorunlarla sınırlanmamalı, Amerika Birleşik Devletleri'yle Astana ve Soçi süreçleriyle ve son Tahran toplantısıyla ilgili de bilgi paylaşımında bulunularak daha geniş bir çerçeveye oturtulmalıdır.
5) Avrupa Birliğiyle yapılan görüşmeler de konunun insani boyutunu öne çıkarmakta ve yeni bir mülteci sorununu engellemek amacıyla çalışıldığı görülmektedir. Türkiye, İdlib sorununun esas itibarıyla kendi ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu Avrupa Birliğine özenle ve sabırla anlatarak Suriye'de barış ve istikrarın kurulması çalışmalarında Avrupa Birliğiyle de iş birliğini yoğunlaştırmalıdır.
6) İdlib'de konuşlanmış bulunan ve gözlem misyonu görevini sürdüren Mehmetçik'in herhangi bir saldırıya maruz kalmaması için Suriye yönetimini böyle bir saldırıya tahrik edebilecek eylemlerde bulunan gruplar üzerinde Türkiye, güçlü bir şekilde denetim ve kontrol sağlamalı, askerimizin güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almalıdır.
2018 yılının 8 Eylül tarihinde yapmış olduğumuz çağrılar. Eğer çağrılarımız dikkate alınsaydı bugün Türkiye daha güvenli bir ülke olacak, İdlib'deki askerlerimizin hayatı da tehlikede olmayacaktı.
Cumhuriyet Halk Partisinin son gelişen yeni duruma ilişkin de bir yol haritası var. Dün Sayın Genel Başkanımız tarafından açıklanan yol haritasını da huzurlarınızda bir kez daha hatırlatmak isterim:
1) İdlib'de konuşlanmış bulunan ve gözlem misyonu görevini sürdüren Mehmetçik'imizin can güvenliği her şeyden önemlidir. Dolayısıyla, İdlib bölgesi başta olmak üzere, Suriye'de görev yapan tüm Mehmetçiklerimizin can güvenliğini sağlamak adına gereken tüm askerî ve diplomatik adımlar kararlılıkla atılmalıdır.
2) Türkiye, Soçi Mutabakatı'yla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmasından kaynaklanan yeni koşullar nedeniyle en kısa zamanda Rusya'yla birlikte İdlib'de mevcut durumu yeniden değerlendirmelidir. Gerekli görülmesi hâlinde Soçi Mutabakatı'nın unsurları, değişen koşullara uyarlanmalıdır. Sahadaki mevcut duruma göre, gerekirse yeni bir ateşkes hattı belirlenmeli, Türk askeri de bu yeni ateşkes hattına göre pozisyonunu almalıdır.
3) İktidar, öncelikle Suriye'de rejim değişikliğine odaklanan siyasetini terk etmelidir. Ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden gruplarla her türlü iş birliğini sonlandırmalıdır. Suriye'de akan kanın durması ve siyasi geçiş sürecinin sağlanması için çaba gösterilmelidir. Bunun için bölgesel ve uluslararası planda diplomatik çabalar artırılmalı, en kısa zamanda anayasal sürecin yeniden canlandırılması için gerekli koşullar yaratılmalıdır.
4) İdlib'deki durum, Türkiye'ye doğru yeni bir sığınmacı dalgasını hareketlendirmiştir. Bu konuda Türkiye'nin yalnız bırakılmaması gerekir. Bu sığınmacıların Suriye sınırları içinde oluşturulacak güvenli bir bölgeye tahliyesi ve bu bölgede iskânları için Rusya ve rejimle birlikte, Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Birliğinin de sorumluluk üstleneceği bir süreç ivedilikle başlatılmalıdır.
5) İdlib, ülkemiz için bir ulusal güvenlik sorunudur. Aynı zamanda, İdlib'in Suriye toprağı olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Bu bağlamda, küresel bir tehdit olan terörist unsurlar ile muhalif grupların silah bırakmasına yönelik çabalar artırılmalı, silah bırakmaya yanaşmayan terörist ve muhalif gruplara karşı her türlü kararlılık gösterilmelidir.
Değerli milletvekilleri, İdlib konusunda pazartesi günü aldığımız şehit haberleri maalesef ilk değildir. Daha önce de Türk Silahlı Kuvvetlerinin 9 ve 10 numaralı gözlem noktalarına saldırılar gerçekleşmiş ve 10 numaralı gözlem noktasına 27 Haziran 2019 tarihli saldırıda 1 askerimiz şehit olmuş, 3 askerimiz de yaralanmıştır.
Bu gelişmeler ışığında Mehmetçiklerimizin can güvenliği için bir araştırma önergesi, Meclise sunulmuş maalesef kabul edilmemiştir. İdlib'de yaşanan bu gelişmeler nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir komisyon kurulmasının elzem hâle geldiği, tarafımızca aylar öncesinden dile getirilmiştir.
Türkiye'nin Birleşmiş Milletler ara buluculuğunda Cenevre'de yürütülmekte olan siyasi sürecin ilerletilmesi için sahada gerekli koşulların hazırlanmasına katkıda bulunması görevi de artık sona ermiştir. "Rejim unsurları, artık bölgede bizim için hedeftir." sözleri, aslında bunun ispatı niteliğindedir. Bu sözleri, diplomatik bir okuyuşla dikkatle değerlendirdiğinizde, bu, açık bir savaş ilanıdır.
Morek, Mar Hattat, Raşidin ve Surman'daki gözlem noktalarımız da hâlihazırda rejim kuvvetlerinin çemberi içinde kuşatılmış bulunmaktadır. Bu nedenle, iktidar, hasmane tutum sergileyerek askerlerimizi daha fazla risk altına sokmamalıdır. Türkiye, yanlış dış politika uygulamaları nedeniyle Suriye'deki vekâlet savaşının bir aktörüyken tek ve başat aktörü hâline gelmek üzeredir.
Değerli milletvekilleri, İdlib konusundaki bir diğer önemli husus da oluşan göç akınıdır. İdlib'deki sivilleri korumak ve olası bir mülteci akınının yükünü hafifletmek için, Suriye içinde insani koridorlar açılması konusunda, Türkiye, kuvvetle ısrarcı olmalıdır. Mülteci akınlarını yönetebilmek için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliğiyle iş birliği yapılmalıdır.
Biz, Ankara ile Şam arasında kurulacak olan bir diyaloğun İdlib'den ülkemize yönelebilecek göç dalgasının ve sınırlarımızdan sızabilecek radikal cihatçı unsurların da önlenmesini sağlayacağını hep düşündük ve bunu da hep dile getiregeldik. Türkiye, bugün gelinen noktada -İdlib'deki ateşe benzin dökmek suretiyle çatışmaların devam etmesine karşın- sınırını güçlendirerek cihatçı teröristlerin ülkemize sızmasının önüne geçilmesinin tedbirlerini almalıdır. İdlib'de yaşanan bu gelişmeler, Suriye'de Türkiye'siz bir barış sürecine gidilmesinin yavaş yavaş düşünülmeye başlandığını gösteriyor. Türkiye için tarihî bir fırsat niteliğinde olan Suriye'nin barışında kolaylaştırıcı rol oynama ihtimalinin sona ermesi, Türkiye'nin huzuru açısından da çok önemli bir kayıp olacaktır.
Değerli milletvekilleri, iktidar bugüne kadar yaptığımız uyarıları dinleseydi ya da -bir başka deyişle- İdlib'deki cihatçıları desteklemek yerine Suriye yönetimiyle diyalog içinde olsaydı daha az insan ölür, terör tehdidi kontrol edilebilir, sınır hattımız daha güvende olurdu. Bundan sonra yapılması gereken, Ankara-Moskova diyaloğudur. Diplomasiyi ihmal ederek kaybedilen her saniye, yüz binlerce insanın hayatını ve ülkemizin güvenliğini olumsuz şekilde etkileyecektir.
Türkiye'nin Rusya'yla arasındaki gerilim de giderek tırmanmakta. İdlib'in iç bölgelerine yapılan yoğun askerî sevkiyatın bölgedeki gerilimi giderek artırdığı ve Türkiye'yi Rusya'yla da karşı karşıya getirmek üzere olduğu, hiçbir şekilde gözden kaçırılmamalı. "Türkiye, Rusya'yı operasyon konusunda uyarmadığı için Türk askerinin Suriye ordusu tarafından vurulduğu" belirtildi. İktidar tarafından da "Rusya'ya bilgi verilmediği şeklindeki açıklama doğru değil." denildi ve "Türkiye, Rusya'ya düzenli ve anlık bilgi vermektedir. Bu son olayda da bilgi verilmiştir, bilgi verilmediğinin söylenmesi doğru değildir. Yürürlükteki mekanizmalar her zamanki gibi çalıştırılmıştır." ifadesinde bulunuldu ama hiçbir şekilde Rusya'nın bu aldığı bilgiyi Suriye tarafıyla paylaşıp paylaşmadığı sorgulanmıyor. Eğer paylaşmadıysa, bunun altında ne gibi bir kasıt olduğu da hiçbir şekilde düşünülmüyor.
Değerli milletvekilleri, egemen bir politika izlemek kadar ülkelerle konjonktürel ilişkiler kurmamak da bir eksikliktir. Mesela, Kırım Tatar Türkleri, sadece Rusya'yla ilişkilerin test edildiği bir dönemde akla geliyor. Kırım konusu, sadece etnik bir konu değil, tarihsel olarak da oldukça önemli bir konudur, hele bizim ülkemiz ve soydaşlarımız için. İktidar, Kırım konusunda bugüne kadar etkin bir dış politika geliştirememiştir. Kırım'ın ilhakına göz yumulduğu gibi, Kırım'daki insan hakları ihlallerinin insanlık suçlarına dönmesine engel olmak konusunda da aktif bir politika izlenememiştir. İktidar, bugüne kadar Kırım'ın işgalini tanımadıklarını söylemekle yetinmiştir, ta ki Rusya'yla kurulan ilişkilerin liderler üzerinden de yürütülemeyecek bir duruma gelmesine kadar.
Türkiye'nin, Ukrayna ordusuna 200 milyon liralık bir hibede bulunacağı, Ukrayna Büyükelçisi tarafından ifade edilmiş. Oysa biliyorsunuz, Plan-Bütçe Komisyonundan ve Genel Kuruldan 2020 bütçesi yeni geçti, 2020 yılı için dost ve müttefik ülkelere yapılacak hibenin parasal sınırı 20 milyon lira olarak sınırlanmıştı. Bu rakam yani Ukrayna'ya teklif edilen 200 milyonluk hibe, Resmî Gazete'de yayımlanan yıllık hibe tutarının 10 katıdır. Seçilmiş milletvekilleri olarak vergi mükellefi vatandaşlarımızın haklarını ve çıkarlarını temsil ettiğimizi hatırlatmak isterim. Bu paranın ve bu fazlanın nereden geldiğinin hesabının mutlaka verilmesi gerekir. Adana Mutabakatı ve daha birçok konuda bugüne kadar Putin'i dinleyen iktidar, bugün ne oldu da birdenbire Ukrayna'yı yeniden keşfetme gereği duydu?
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin gerilimlere neden olmadan Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilimin çözülmesi konusunda da tutarlı ve barışçıl politikalar yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz ve bunu savunuyoruz ama şunu tekrar vurgulamak ve altını çizmek isterim: İzlediğimiz dış politika, barışçı, yumuşak güç kullanmayı önceleyen, Birleşmiş Milletlere ve uluslararası hukuka saygı gösteren bir politika olmadıkça Türkiye'nin, dış politikada daha başı çok derde girecektir.
Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından akışlar.)