| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Vakıfların, zengin ve fakir arasındaki gelir farkını azaltmanın bir biçimi olarak toplumun gelişmesinde önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bu anlamda, vakıflar -genel anlamda- yoksulluğu ortadan kaldırmayı, zenginden fakire gönüllü servet transferini ve dikey, sosyal, ekonomik hareketliliği artırmayı hedefleyen politikalarla, kâr etmeyen kurumlar olarak değerlendirilebilinir.
Türkiye'de yaşayan gayrimüslim vatandaşlar, ulusal hukukta azınlık statüsünü Lozan Barış Antlaşması'nda kazanmışlardır. Lozan Antlaşması'nın 42'nci maddesinin üçüncü fıkrasında "Türk Hükûmeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü korumayı sağlamayı yükümlenir. Aynı azınlıkların, bugünkü durumda, Türkiye'de mevcut olan vakıflarına ve dinî ve hayri kurumlarına her türlü kolaylık ve müsaade gösterilecek ve Türk Hükûmeti, yeni din ve hayır kurumlarının kurulması için bu gibi özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir." ifadesi geçmektedir. Lozan'da azınlıklara tanınan bu haklar, bir dizi yasa ve uygulamayla sınırlandırılmış, birtakım kısıtlamalarla budanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek bir önceki koalisyon Hükûmetince gerekse Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti döneminde 2003, 2008 ve 2011 yılında azınlık vakıflarıyla ilgili olarak olumlu gelişmelerin yaşandığını söylemek gerekiyor. Bu düzenlemeler, azınlıkların ve sahip oldukları vakıfların sorunlarını çözmede ileri adımlar olarak görülüp, azınlık ve inanç grupları arasında takdirle karşılanmıştır. Ancak, hemen ifade etmek gerekir ki atılan bu olumlu adımlar azınlık vakıflarının sorunlarını çözmede yetersizdir.
Azınlık vakıflarıyla ilgili önemli düzenlemelerden biri 2008 yılında çıkarılan Vakıflar Yasası'dır. Bu yasanın 7'nci maddesinin ikinci fıkrasında "Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu kanuna göre, mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz." şeklinde düzenleme vardır. Yeni kanunda getirilen bu düzenlemeyle, bırakın mazbutaya alınan vakıfların iade edilmesini, aksine bu kanunun yürürlüğünden önce mazbut vakıf statüsüne alınmış olan vakıflara yasal meşruluk kazandırılmaktır.
Mazbut vakıf statüsüne alınan cemaat vakıflarına ait taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi konusunda herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Ayrıca, 2011 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararnamede de bu durumla ilgili herhangi bir gelişme mevcut değildir.
2008 yılında çıkarılan yasanın 5'inci maddesinde "Yabancılar, Türkiye'de hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler." denmiş, ancak aynı maddenin birinci fıkrasında "Yeni vakıflar; Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterir." şeklinde bir hüküm getirmiştir. Medenî Kanun'un 101'inci maddesinin son fıkrasındaysa "Belli ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." hükmü vardır.
Medeni Kanun'un 101/4 maddesinde "Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." hükmü mevcuttur.
Aynı maddenin dördüncü fıkrasında "Yabancılar, Türkiye'de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler." hükmü getirilmiş olmasına karşın hem yabancı şahıs ve cemaatler hem de Türk vatandaşı olan şahıs ve cemaatler yeni vakıf kurmaya çalıştıklarında Medeni Kanun'un 101/4'üncü maddesi gerekçe gösterilerek, yeni vakıf kurmaları engellenecektir. Şu durumda aynı madde içinde temel çelişkiler mevcuttur.
27 Ağustos 2011 günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2008 yılı 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'na kanun hükmünde kararnameyle eklenen 11'inci maddenin de el konulan pek çok mülkün iadesini kapsamadığı ortaya çıkmıştır. Yapılan bu değişiklikle, değişiklikten önceki, öncelikle mülk iadesini 1936 Beyannamesi'ne kayıtlı taşınmazlar ile sınırlı tutması, bir mal beyannamesi olarak hazırlanan ve akabinde cemaat vakıflarının mal varlığını sınırlayan hukuk dışılığı devam ettirmektedir.
Ayrıca, Türkiye'de kamulaştırmalar hakkaniyetli bir zemine oturmamaktadır. Kanun hükmündeki diğer bir önemli eksiklik de bazı vakıflarca mal kategorisinde değerlendirilmeyen ve 1936 Beyannamesi'ne eklenmeyen mezarlıklar sorunudur.
Ayrıca, Türkiye'de azınlık ve inanç gruplarının çok sayıda sorunu vardır ve devletin bu sorunlara acil olarak çözüm bulması gerekmektedir. Örneğin, Alevilere ait vakıf mülklerine, mallarına el konulmuştur. Alevilerin birçok ibadethanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetindedir. Alevi vatandaşlarımız, ibadethaneleri fahiş fiyatlarla kiralamak zorunda kalmaktadırlar. Cemevlerinin yasal bir statüye kavuşturulmamış olması da ayrıca bir eksikliktir.
Zaman olmadığı için çabuk geçmek zorundayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı bin beş yüz yıldır Mezopotamya topraklarında yaşayan Süryanilerin, milattan sonra 397 yılında kurulmuş olan Mor Gabriel Manastırı, şu günlerde sancılı zamanlardan geçmektedir. Mor Gabriel Vakfı, şu anda dava konusu olan gayrimenkulleri 1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirdiği, 1937 yılından günümüze kadar kesintisiz olarak Arazi Tahrir Kanunu gereğince vergilerini ödediği ve ayrıca vakfın taşınmazları Kadastro Yasası'nın 14'üncü maddesindeki sınırlamaların dışında kaldığı hâlde manastırın topraklarına el konulması, hukuk devleti olma ilkesiyle çelişmektedir. Ayrıca, Lozan Antlaşması'nın 40'ıncı maddesi gereğince de bu gibi müktesep hakların tam bir koruma altında olduğu belirtilmiştir. Bugün de Anayasa'nın 90'ıncı maddesi gereğince ve özellikle son fıkrası uyarınca "Kanunlarda bir çatışma olduğunda milletlerarası antlaşma hükümlerine öncelik tanınacaktır." 1858, Arazi Kanunnamesi de manastırlara kadimden beri veya beraat ve fermanlarla tanınmış olan gayrimenkul tasarruf haklarına dokunulamayacağını belirlemiştir.
Avrupa Birliği 2012 İlerleme Raporu'nda da Mor Gabriel Süryani Vakfına ait davaya vurgu yapılmış, manastır aleyhinde süren davaların endişe kaynağı olduğu belirtilmiştir. Son yıllarda Süryanilerin binlerce yıldır yaşadıkları topraklara geri dönmeleri yönünde kısmi adımlar atılmışken, Mor Gabriel Vakfının taşınmazlarına yönelik böylesi bir kararın çıkması, gerek Türkiye'de gerek diasporada yaşayan Süryani halkını büyük hayal kırıklığına uğratmıştır.
Geçenlerde de Süryaniler, İstanbul Süryani Ortodoks Vakfı, Süryaniceyi de öğretebilecek bir anaokulu talebinde bulunmuştur. İlgili makamlarla, Süryanilerin Lozan Antlaşması kapsamında olmadığı, asli unsur oldukları gerekçeleriyle bu talepleri reddedilmiştir. Bu, tamamen Lozan Antlaşması'nın ruhuna ve sözüne aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve gayrimüslim olan bütün vatandaşlar, Lozan Antlaşması'nın kapsamı dâhilindedirler ve ayrıca da bugün Türkiye'de Süryanilere ait 15'e yakın varlığını sürdüren vakıf vardır.
Ayrıca, bildiğiniz gibi, 1844 yılında din adamı yetiştirmek üzere kurulmuş olan Heybeliada Ruhban Okulu, hâlâ kapalı bulunmaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu üzerinden tartışılmakla birlikte, aslında Türkiye'nin bütün gayrimüslimlerinin de genel anlamda bu tür sorunları vardır. Okulun kapalı tutulmasının hukuki gerekçeleri mesnetsizdir, ülkemizin kendine hedef koyduğu çağdaş uygarlık seviyesi, demokrasinin evrensel ilkeleri ve AB'ye tam üyelik amacıyla da çelişmektedir. O açıdan bir an önce ruhban okulunun da biz açılması gerektiğine inanıyoruz.
Dün, gazetelerde de vardı. İstanbul Süryani Ortodoks Vakfının yıllardır İstanbul'da bir ibadet yeri bir kilise inşası için belediyeden arazi tahsisi talebinde bulunmuştu. Sayın İstanbul Belediye Başkanımız ve Belediye Meclisi, yıllardır bu konuda araştırmalar yapmaktadır ve dün, gazetelerdeki haberlere göre Yeşilköy'de kendilerine bir ibadet yeri tahsisi konusunda meclis karara varmıştır. Biz bunu da olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz çünkü biz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Devletin bütün farklı inançlara, farklı gruplara eşit mesafede olması lazım ve onların da ihtiyaçlarının bu anlamda bir hizmet olarak yerine getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu gelişmeyi de biz olumluyoruz, bizim bakış açımız budur. Biz bunları dile getirdiğimizde de Türkiye'deki eksiklikleri gidermek ve kendi sorunlarımızı kendimizin çözümlemesi gerektiğine inanıyoruz.
Süremin bitmiş olmasından dolayı sözlerime son veriyorum. Bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dora.