| Konu: | Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunun, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin 2011-2014 ve 2015-2016 Yılları Denetimine İlişkin Raporlarının Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün 2011-2016, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 2011-2016, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 2011-2016, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun 2015-2016, Toplu Konut İdaresi Başkanlığının 2011-2016 ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün 2011-2016 Yıllarına Ait Bölümleri ile Raporların Bu Bölümlerine Yapılan İtirazlar ve Komisyonun Görüşü (3/21, 22, 23, 24, 25, 26, 27) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 26 |
| Tarih: | 04.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum,
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunun 2011-2016 yılları arasında 6 kamu kuruluşunun Sayıştay denetim raporlarına konu olan tespitleri üzerine yapılan itirazlar Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda görüşülerek bugün Genel Kurul gündemine alındı. Ben de bugün İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Esasında, kurumların işleyişi ve mali disiplinleriyle ilgili yaşanan aksaklıkların ve eksikliklerin giderilmesi açısından bu tür itirazların yapılmasının, demokratik zeminde tartışmaya açılmasının ve Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında denetiminin yapılmasının ülkemiz demokrasisinin gelişmesine önemli katkılar sunacağına canıgönülden inanıyorum.
Muhalefet adına yaptığımız itirazlarımız KİT Komisyonu metinlerinde mevcut ama yaptığımız bu itirazların en azından Genel Kurulda da görüşülmesinin, tartışılmasının kamu adına, millet adına büyük katkıları olacağını düşünüyoruz.
Diğer taraftan, muhalefetin görüşlerinin önemsenmemesinin yanında bir başka konu da görüşmelerin bir oldubitti niteliğinde... Sayıştay raporlarına yapılan itirazların görüşüleceği dün gece yarısı bizlere iletildi ve üzerinden on iki saat dahi geçmeden Genel Kurul gündemine geldi. Üstelik görüşmelerine devam edilen başka bir kanun teklifi varken böyle bir karar alındı. Biz İYİ PARTİ Grubu olarak hemen her konuda kendimizi hazır hissediyoruz ancak bu uygulama Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığına da bir miktar uygun düşmüyor. Netice itibarıyla bu daha önceden haber verilmiş olsaydı daha farklı mecralarda bunu tartışma fırsatı da olurdu.
Genel olarak, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne, binbir emekle yoğrulan kurum ve kuruluşlarımız bugün maalesef hiç olmadığı kadar kötü durumdadır. Kamu kurumlarının -biraz önce Grup Başkan Vekili ifade etti ama- bankaların dışında kâr edenlerinin sayısı bir elin parmaklarını maalesef geçmiyor. Zaten bu yönetim modeli sonucu kamu iktisadi teşebbüsleri daha önce de özelleştirilirken hepimiz biliyoruz ki çoğu arsa bedelleriyle özelleştirildi ve bunlar da mevcut faaliyetlerine devam etmiyorlar. Bunu Süt Endüstrisi Kurumundan görmek mümkün, Et ve Balık Kurumundan görmek mümkün. Biz biliyoruz ki bunların çoğu sadece ve sadece arsa olarak değerlendirildi. Hâlbuki bunlar özelleştirilirken özellikle daha rantabl işletilmesi, daha efektif işletilmesi açısından özel sektöre devredilmişti, maalesef çoğu bugün kendi faaliyet alanlarında görev yapmıyorlar. Bununla beraber, yine özelleştirilen kurumlardan termik santraller; 2013, 2014, 2015 yıllarında özelleştirilen termik santraller biz biliyoruz ki yatırım yapacaklardı, verimi yükselteceklerdi, daha yüksek kalorili kömürlerle enerji üreteceklerdi ve Türkiye'nin enerji açığını bir şekilde kapatacaklardı ama görüyoruz ki bu geçen süre içerisinde daha filtrelerini bile takamadılar. Maalesef, geçtiğimiz dört yıllık, beş yıllık süre içerisinde -burada geçtiğimiz hafta da gündeme geldi- muhalefetin bütün feryatlarına rağmen "Bu süreyi uzatmayalım, iki buçuk yıl çok fazla, uzata uzata bugünlere geldik, kamu sağlığını tehdit eder nitelikte bu süreyi uzatmayalım." dedik; buradaki iktidar partisi milletvekillerinin tamamı bu konuda olumlu görüş beyan etti, bizim feryatlarımızı duymadı, Allah'a şükür ki Sayın Cumhurbaşkanımız bir yanlıştan dönmenin erdem olduğunu bir kez daha Parlamentoya hatırlatmış oldu. Ümit ediyoruz ki özellikle muhalefetten gelen tekliflere her ne şartta olursa olsun olumsuz cevap verilmesi fikrinden de bu vesileyle bu örnekte gördüğümüz gibi vazgeçmiş oluruz, yoksa Parlamentoda özellikle iktidar partisi milletvekillerimiz "ret" deyip daha sonra bu karara "evet" denilmesinin mutluluğunu yaşama ikileminden de kurtulmuş olurlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Hava Meydanları İşletmesiyle Komisyonda yapılan görüşmelerde ağırlıklı olarak İstanbul üçüncü havaalanı ve Kütahya Zafer Havaalanı projelerinde yaşanan sorunları dile getirmiştik, hem Komisyonla hem de kuruluş yetkilileriyle görüşlerimizi paylaşmıştık. Özellikle Türkiye'de bu tür yatırım projeleriyle ilgili ihaleye çıkılırken hazırlıkların ciddi olarak yapılmadığı ve bazı hukuki boşluklara sebebiyet verildiği görülmektedir. Herhangi bir yatırım yapılacağı zaman önce fizibilite çalışması yapılır, fizibilite aşamasında havaalanı gibi büyük yatırımlar için yapılacak yatırımın yeri, konumu, hava şartları, rüzgâr yoğunluğu, zemin incelemesi, bulunduğu konum ve ulaşım noktaları dâhil, her bir konu en iyi şekilde hesap edilip gerekli altyapı çalışmaları yapıldıktan sonra ihaleye çıkarılması gerekir. Olması gereken budur ancak tabloya bakıldığında bu ölçülere ne kadar uyulduğu tartışmalıdır. Üstelik İstanbul Havaalanı için hazineden herhangi bir garanti verilmeyeceği söylenmişti, daha o günlerde yerli bankalardan belli miktar devlet garantisi kapsamında da krediler kullanılmıştı.
Şunu açıklıkla ifade edelim: Türkiye'nin kesinlikle üçüncü havaalanına ihtiyacı var. Burada bütün bunları eleştirirken bizim "Havaalanı yapılmasın, demir yolu yapılmasın, köprüler yapılmasın, barajlar yapılmasın." diye bir iddiamız yok. Bunlar yapılsın ama daha önceden bunlarla ilgili gerekli çalışmalar, ön etütler, fizibiliteler yapılsın, Türkiye'nin bütçesinin nelere mal edileceği konusunda fikir ve düşüncelerimiz net olsun.
İstanbul Havaalanı da daha önce denizden 90 metre yükseklikte planlandı ama daha sonra yapılan çalışmalar sonucunda 60 metre olarak bu gerçekleşti. Kotun 60 metreye düşürülmesiyle beraber doğal olarak havaalanı maliyetinde de belli düşmelerin olması gerekir ama görünen o ki bu maliyetlerdeki azalmalara rağmen biz daha çok işletme sürelerini devrettik ilgili yatırımcı kuruluşlara ama bu işletme süresiyle ilgili, süreyle ilgili herhangi bir kısalma söz konusu değil. Ümit ediyoruz, bundan sonraki görüşmelerde en azından, devlet lehine olan bu gelişme de veyahut da yatırımın miktarının azalmasına yönelik gelişmelerin devlet lehine olarak tezahür eder diye düşünüyoruz.
Yine bu yatırımlar yapılırken özellikle yapılan işin maliyeti -İstanbul Havaalanı için söylüyoruz- KDV dâhil yaklaşık maliyeti 26 milyar euro; bu maliyet benzer havaalanlarına kıyasla normal bir maliyet değil. Çin'de bunun 2 katı büyüklüğünde yapılan bir havaalanının maliyeti yaklaşık 11 milyar euro; demek ki biz bunun yaklaşık 2 katına bu havaalanını mal etmişiz. İşte bizim de tam itiraz ettiğimiz nokta burası.
Diğer taraftan, havaalanıyla ilgili işlemler yapılırken de yani havaalanının işletmesi yapılırken de bugün İstanbul Havaalanı'na indiğiniz andan itibaren havadaki süre kadar neredeyse havaalanı içerisinde de seyahat ediyorsunuz; o yetmiyor, havaalanında uçaktan indiğiniz andan itibaren otobüsle de ilgili terminallere gitmek ciddi bir zaman alıyor. Aynı şekilde, altyapı yapılmadığı için, İstanbul'da metro bağlantısı, üçüncü havaalanına metro bağlantısı olmadığı için bugün İstanbul Havaalanı'ndan bir taksiye bindiğiniz zaman Bahçelievler'e yazdığı ortalama taksi ücreti paralı yol da dâhil 185 TL yani neredeyse uçak bedeli kadar bugün metro bağlantıları, gerekli bağlantılar yapılmadığı için şehir içi ulaşıma belli bir bedel ödüyorsunuz. Dolayısıyla, bu bir planlama işidir, işletme de bir planlama işidir, yatırım da bir planlama işidir. Bunlar doğru düzgün yapılmış olsaydı herhangi bir sorun yaşanmazdı diye düşünüyoruz.
Bunun yanında gerek yap-işlet-devret modelleriyle gerekse de kamu-özel iş birliğiyle yapılan köprüler dâhil -Osmangazi Köprüsü dâhil, Yavuz Sultan Selim Köprüsü dâhil- havaalanları dâhil, önümüzde şehir hastaneleri var, işletmeye alındı, başladı, göreceğiz, şu ana kadar verilen rakamların, garantilerin tuttuğu bir projeye daha rastlamadım. Ne köprüde ne yolda ne de havaalanında -burada da 20 milyon yolcu hedefliyoruz, göreceğiz- şu ana kadar bu rakamların hiçbiri tutmadığına göre "Bu işte bir yanlışlık var." demektir. Biz buna dikkat çekmek istiyoruz. Yani verilen garantilerle bu iş yürümüyor. Maliyetlerde bir farklılık var, bizim de en fazla üzerinde durduğumuz konu bu. Dolayısıyla bizim 2020 bütçesinde bu garantilerle ilgili şu an ayırdığımız para yaklaşık 16 milyar TL. Yani bu garantiler yerine gelmeyecek, bu rakam da daha net değil, önümüzdeki zamanda göreceğiz ama şimdiden hastaneler, otoyollar, köprüler ve verilen garantilerle ilgili bütçeden ayrılan para 16 milyar TL.
Özel şirketlerin yatırımlar yapmasını sağlamak için aslında bizim fikrimiz şu: Köprü mü yapmak istiyor, yol mu yapmak istiyor, devletten hiçbir garanti istemesin, kendi imkânlarıyla istediği köprüyü yapsın, fiyatını da kendisi koysun. İstediği fiyatta da insanlar o köprüden geçsinler, istediği anda istiyorsa da o yolu kullansınlar ama devlet bu işi yapacaksa buna teminat verdiği zaman otomatikman devlet de bu yükümlülüğün altına girmiş oluyor. Bugün, bu şirketler uluslararası arenada kredi alırken ne yapıyor? Bu verilen garantileri götürüp diyor ki: "Bizim köprüden geçse de geçmese de biz bu parayı alacağız." Bu bir garantidir, bu da bir şekilde devleti dolaylı da olsa borç yükü altına, garanti yükü altına sokmaktadır. Zaten bugünkü bütçede ayrılan rakam da bunu teyit eder niteliktedir.
Aynı şekilde bir başka örnek verecek olursak Zafer Havaalanı, herkes konuşuyor, hepimiz konuşuyoruz. Devlet diyor ki: "Buraya yılda 4 milyon yolcu inecek. Peki, gerçekleşen rakam ne kadar? 200 bin yolcu. Bu ne demek? Yüzde 5 oranında gerçekleşti demek.
Değerli arkadaşlar yani bu hesaplama yöntemine, bu hesap kitap işine akıl sır ermez; bunu normal matematik kuralları içerisinde yorumlamak mümkün değil. Yani herkesin hesabı yüzde 5 şaşar, bizim hesabımız yüzde 95 şaşıyor; bunun bir izahı olamaz. Ama bazı yatırımların da yapılma zarureti vardır, her şey maliyet demek değildir. O zaman devlet oraya havaalanı yapacaksa, yapmak mecburiyeti varsa yapmalıdır; bunun da biz arkasında duruyoruz. Bunu bu tür modelle değil, kendi bütçesine koyar, der ki "Ben Zafer Havaalanı'nı yapacağım." Gerçek maliyeti neyse, rakamlar neyse devlet bunu yapar. Devlette hizmet önceliklidir. Devlet o işin kârına, zararına bakmaz, o hizmetin oraya ulaşması kârdan, zarardan daha önemlidir. Dolayısıyla bu tür yatırımları, kamu-özel iş birliğiyle değil, devletin yapmasının daha faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Diğer taraftan, genelde, tabii, biz bunları eleştirdiğimiz zaman diyorlar ki: "Biz işe kümülatif bakıyoruz." Ne demek kümülatif bakıyoruz: "Biz devletiz, işte, kurumun bir tanesi kâr ederken, bir tanesi zarar eder, öbürü başa baş gelir. Yani siz bir işi idare ediyorsanız, bir holdingseniz, bir iş sahibiyseniz, A şubeniz kâr eder, B şubeniz zarar eder, C şubeniz de başa baş gelir. Dolayısıyla biz işin sonucuna bakarız. Sonucunda bu iş netice itibarıyla kârlıysa kârlı sayarız." Bu modeli devlette uygulamanın da devlette bu modelle işlem yapmanın da biz doğru olmadığını düşünüyoruz. Devlet, gerçekten kâr eden, kâr edebilecek müesseseleri özel sektörle beraber iş birliği içerisinde yapar ama zaruri işleri de kendisi yapmalıdır diye düşünüyoruz.
Bunun yanı sıra ÇAYKUR... "Çay" denildiği zaman, Rize'de yaşayan vatandaşlarımız için bu bitkinin ne anlam ifade ettiğini iyi bilmek, iyi anlamak ve ona göre bir politika belirlemek gerekir.
Çay Rize'de her şey demektir; düğünler, nişanlar, çocukların okul masrafları gibi ailelerin her türlü geçimi bu bitkiye göre ayarlanır, hasılat zamanına göre belirlenir ve programlanır. Bu sebeple çay, göz ardı edilebilecek bir konu değildir.
Rakamlara baktığımızda, ÇAYKUR 2011 yılında zarar etmiş, 2012 yılında zarar etmiş, 2013 yılında zarar etmiş. 2014 yılında zararı 331 milyon TL. Peki, 2018 yılında şirketlerin yönetim kurulları bir araya gelmiş ve demişler ki: "Artık bu kötü gidişe bir son vereceğiz, bütün hesapları düzelteceğiz." Bu düşünceyle 2018 yılı projeksiyonu olarak demişler ki: "Biz ÇAYKUR olarak bu sene 42 milyon lira kâr edeceğiz." Böyle bir projeksiyon orta yere koymuşlar, böyle bir çalışma orta yere koymuşlar. Peki, bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmediğine şöyle bir baktığımız zaman, aynı yıl içerisinde kurum 657 milyon TL zarar ediyor, 2018 yılı. Yani siz 42 milyon lira kâr hedefliyorsunuz, 657 milyon zarar ediyorsunuz.
Şimdi bunu çıkıp birinin izah etmesi gerekir, buna birinin bir şey söylemesi gerekir. Yani siz bir müessesede "Biz bu sene 42 milyon kâr edeceğiz." diyeceksiniz, o yılı 657 milyon zararla kapatacaksınız. Bunun izahı olamaz. Özel sektörde bu işletmenin başındaki adam hiçbir itiraza, hiçbir uyarıya, hiç bir ikaza gerek kalmaksızın... Ben olsam istifamı götürür masanın üzerine koyarım. O zaman siz istifanızı masanın üzerine koyacaksınız, bir başkaları gelecek bununla ilgili gerekli işlemleri yapacak.
Başarılı olamayan ve kurumu her geçen gün eriten bir yönetim görevde kalmaya devam ederse biz de bu sonuçları izlemeye devam ederiz.
ÇAYKUR 2017 yılında çay üretiminin yaklaşık yüzde 41'ini karşılıyor. Yani Türkiye'deki üretiminin yaklaşık yüzde 41'ini ÇAYKUR, yüzde 59'unu da özel sektör karşılıyor. Ne oluyor biliyor musunuz? Özel sektörün tamamı kâr ediyor ama bu işin yüzde 41'ine sahip ÇAYKUR her dönem zarar ediyor. Şimdi, aynı malzeme, aynı üretici, aynı ham madde aynı pazar ama farklı 2 tane yönetim var. Hatta, hâlâ çay fabrikalarını yapmaya devam ediyorlar. İşte bunları sorduğumuz zaman aldığımız cevaplar farklı tabii, kurum yetkilileri daha çok işçi sayısındaki artış... "Geçici işçileri kadroya geçirdik, maaşlar arttı, ek masraflar oluştu. Kredi kullandık, faiz ödedik, maliyetlerimiz arttı." diyorlar. Bakın, bunların tamamı, çalıştığınız ortamdaki bu saydığınız her şey sizin rakipleriniz için de geçerli; onlar da personel çalıştırıyor, onlar da enerji tüketiyor, onlar da bankalardan zaman zaman finansman kullanıyor dolayısıyla bunun arkasına saklanamayız.
Bu manada, Türkiye'deki çay tüketimine baktığımız zaman, dünyada şampiyon olduğumuz ender konular vardır, o da çay tüketimi konusu, yıllık ortalama 3,5 kilogramla dünya 1'incsiyiz. Dolayısıyla pazar açısından fazlaca bir problem yok ama özellikle reklam bütçesinden bahsetmek istiyorum ben biraz da. Tabii, fabrikalar üretiyor, reklam yapacaklar. Reklam bütçelerinin diyelim ki yaklaşık yüzde 70'ini, 75'ini dar bir bölgede, yüzde 25'ini de Anadolu'nun genelinde harcıyor yani pazarın yüzde 75'ine reklamdan yüzde 25, pazarın yüzde 25'ine de reklamdan yüzde 75. Dolayısıyla -ÇAYKUR bugün özellikle spor kulüplerini de belli oranda destekliyor, buna da hiç itirazımız yok ama- sattığı alan itibarıyla düşündüğünüz zaman, bunun dağıtımını da orantılı bir şekilde yapması lazım.
Diğer taraftan, tabii, zaman zaman Komisyondaki görüşmelerimizde hep "Çay yasası çıkmalı. Bu, bizim önemli sorunlarımızdan bir tanesi." diyorlar. İyi, tamam. Biz de Komisyonda mutlu olduk, dedik ki KİT Komisyonunun diğer bir görevi de bize denetime gelen kurum ve kuruluşların önünü açmak, onların faaliyet alanlarını daha genişletmek. Ne tür probleminiz varsa iktidar ve muhalefete hiç bakmaksınız her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu ifade ettik. Komisyon toplantısından sonra biz ÇAYKUR'un yetkililerini aradık "Siz bu çay kanunuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Talebiniz nedir? Nasıl yardımcı olalım? İster iktidar ister muhalefet, biz bu çay yasasıyla ilgili Meclise bir teklif vermek istiyoruz." İnanır mısınız hiç kimseyle görüşemedik, yetkililer de burada. Dolayısıyla hâlâ, bugün çay yasasının bu Meclise gelip gelmeyeceği konusunda hiçbir fikrimiz yok. Önemli değil, kurumlar başarılı olsun; bu kurumlar milletin kurumları, bizim vergilerimizle yaşayan kurumlar, vergilerimizle yapılan kurumlar. Buradan bir kez daha ifade ediyorum: İnşallah biz çay yasasının -iktidar getirsin, muhalefetin de bir önemi yok- geçmesi konusunda da her türlü katkıyı sağlayacağız.
Diğer taraftan, bu sene çay fiyatı ilan edildi, 3,03 TL/kg. Şimdi bunu bölgemiz memnuniyetle karşıladı. Ama buradaki mesele şu: 3,03'le tespit edilen fiyatla kurumun aldığı çay miktarı belli. Çayın tamamını alamadığı için bu sefer üreticiler otomatikman özel sektörle karşı karşıya kalıyor. Ne oluyor biliyor musunuz? Özel sektörün fiyatı şu an 1,8 ila 2 lira arasında. Bunun anlamı ne? Siz 3,03 fiyat tespit etmişsiniz, belli bir kota var, o kotadaki miktar kadar çayı götürüyorsunuz, fabrika alıyor ama diyor ki: "Benim bundan sonrasını işleme kapasitem yok." Çayın önemli bir kısmını da özel sektör işlediğine göre fiyatı da onlar belirliyor. İstediği fiyattan... Çünkü vatandaşın öncelikleri var, hepsini sezona göre ayarlamış; borçları var, taksitleri var, elektrik parası var, okul parası var, vergisi var, sağa sola borcu var; onu beklemesi mümkün değil, kotasını da doldurduğu zaman otomatikman özel sektörün kucağına düşüyor, 1,8 ile 2 lira arasında çay fiyatları tespit edilmiş oluyor ve işlem de bunun üzerinden görülüyor. Dolayısıyla, sizin 3,03 olarak afişe ettiğiniz fiyatın pazarda çok da fazla bir anlamının olmadığını hep beraber görmüş oluyoruz. Dolayısıyla devletin bu konuya bir miktar da müdahale etmesi gerekir diye düşünüyoruz.
Diğer bir mesele de özellikle farklı bölgelerden kaçak çay giriyor. Tabii kaçak çay ülkemize girdiği zaman, vergilerden de muaf olduğu zaman otomatikman yerli üreticilerin rekabet gücünü de kırmış oluyor. Bu manada da devletin bununla ilgili tedbirler alması lazım. Bu kaçak olarak giren çaydır, sigaradır, diğer, alkollü içeceklerdir, ne ise bunlarla ilgili tedbirlerin alınması ve yerel üreticilerin korunmasında da fayda var. Zaten vergilerin çoğunu da dolaylı vergiler üzerinden alıyorsunuz, sigaranın üzerinden alıyorsunuz, alkollü içeceklerden alıyorsunuz, benzinden alıyorsunuz. Yani bu da ülkenin, özellikle vergi konusunda çok ciddi oranda gelir kayıplarına sebep oluyor.
Tabii, sonuç olarak ne oluyor biliyor musunuz? İşte "Bu kurumlar öyle kötü yönetildi, böyle kötü yönetildi." derken ha bire her yıl zarar beyan edince artık diyoruz ki bu kurumlar yakamızdan düşsün. Ne yapıyoruz? Alıyoruz bunları özelleştirme kapsamına. İşte bizim bütün endişemiz de burada. Bugün Trabzon'dan başlayıp Rize'ye kadar sahildeki en kaliteli arsalar ÇAYKUR'un bünyesinde. Yarın özelleştirme kapsamına alındığı zaman biz göreceğiz ki yine arsaları değerlenecek. O fabrikalar da bir bir kapanacak diye endişe içerisindeyiz. Ümit ediyoruz ki en azından ÇAYKUR'un kaderi diğer özelleştirilen kurum ve kuruluşlar gibi olmaz. Muhalefet olarak her zaman şunu söylüyoruz: Kurumlarımız gelişsin, geliştirmeliyiz. Bugün işsizliğin had safhaya çıktığı bir dönemde bu kurum ve kuruluşların çok ciddi oranda desteklenmeye ihtiyacı var. Özellikle ÇAYKUR Anadolu'dur. Biz bugün Anadolu'daki müesseseleri kapatarak nüfusun önemli bir kısmını da Marmara Bölgesi'ne yığdık. İşte sanayinin bir tarafta yoğunlaşmasının bedelini 99 depremiyle hep beraber de ödedik. Anadolu'daki bu kuruluşlar, Et Balıklar, Sümerbanklar, Anadolu'daki bu çimento fabrikaları da dâhil çok ciddi istihdamlar sağlıyordu. Ama bu özelleştirme hadiselerinden sonra bu fabrikaların tamamı kayboldu gitti. Ümit ediyoruz ki ÇAYKUR'un da kaderi diğer kurumlarla aynı olmaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere yolcu ölüm oranı en düşük olan taşımacılık yöntemi hava yolu, ondan sonra ise demir yoludur. Raylı ulaşım genel olarak son derece güvenlidir. İstatistiklere göre 1 milyar yolcu kilometresine düşen yolcu ölüm oranı trende 0,16 ve otomobile göre ise 28 kat daha düşüktür. Yani kara yolundaki kaza oranları ile demir yolundaki kaza oranlarına şöyle bir baktığımız zaman, demir yolunda 28 kat daha düşük olduğunu görüyoruz. Ama Avrupa Birliği rakamlarına göre, 2016 yılında 28 Avrupa Birliği ülkesinde 450,7 milyar yolcu kapasitesine karşılık 1.787 kaza meydana gelmiş, 1.742 ölüm ve yaralanma olmuştur. Aynı yıl ülkemizde sadece 4,3 milyar yolcu kilometresine karşılık 120 kaza olmuş, 153 yurttaşımız ölmüş veya yaralanmıştır. Bu rakamlar ülkemizde tren kazalarının Avrupa Birliğine göre 7 kat daha sık olduğunu, bu kazalarda 9,3 kat daha fazla vatandaşımızın hayatını kaybettiğini veya yaralandığını ortaya koymaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de demir yolu kazaları sonucu ölüm vakalarının azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Demir yolu kazaları sonucu ölüm vakalarının azaltılmasına yönelik çalışmalar yapabilmek için ilk önce kaza nedenlerini bilmek ve geçmiş kazalarla karşılaştırmalar yapabilmek gerekmektedir. Demir yolu kazaları nedeniyle meydana gelen ölüm vakaları dünyada düşme eğilimindedir. Avusturalya, Avrupa Birliği, ABD, Kore, Kanada'da milyon tren kilometresine düşen ölüm oranı 2003-2012 arasında 0,15 ile 0,8 aralığında bulunmaktadır. Türkiye'de bu oran 3'ün üzerindedir.
2008-2012 yılları arasında dünya ortalamasının yaklaşık 5 katı kadar insanımız hayatını kaybetmiştir. 22 Temmuz 2014 tarihinde Pamukova'da yaşanan tren kazasında 41 insanımız hayatını kaybetti. Bilirkişi incelemesinde 80 kilometre hızla gitmesi gerekirken 132 kilometre hız yapan makinistler ile yol tamiratlarını yapmayan ve sinyalizasyon hatası nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları 8'de 4 oranında kusurlu bulunmuştu. Ağustosta Kocaeli'deki tren kazasında yine 8 insanımızı kaybettik. 27 Ocak 2008 tarihinde Kütahya tren kazasında 9 insanımız hayatını kaybetti, 37 vatandaşımız yaralandı. Aynı şekilde, 8 Temmuz 2018 tarihinde Çorlu'da 25 vatandaşımızı kaybettik, 328 yaralı var. 13 Aralık 2018'de Ankara'da yaşanan yüksek hızlı tren kazasında da 9 insanımızı kaybettik.
Peki, ne oldu? Bunun sonuçlarında neler oldu, neleri inceledik, bunlardan hangi dersleri çıkardık? Dedik ki, Çorlu tren kazasında havzada öngöremediğimiz bir yağmur yağdı, yağmasından dolayı havzada sular yükseldi, menfezler de bu suyu taşımadı; su oranı yükselince de rayların altındaki toprak sıvılaştı, gevşedi. Sonuç? Travers çöktü. Nerede olur bu biliyor musunuz? 21'inci yüzyılda ancak Türkiye'de olur. Yani bizler, hepimiz biliyoruz ki bu ülkedeki elli yıllık, altmış yıllık, yetmiş yıllık, yüz yıllık yağışlar bilinir. Bu yağışların oranı da bilinir, toplanan suyun hacmi de bilinir, bu suyun geçeceği hemzemin geçitlerin kesitleri de bilinir.
Biz bu filmi Çorlu'da seyrettik de... Geçen, Samsun bölgemizde de yağmur oldu. Aynı olay, Terme, Çarşamba, aynı şekilde havzadan toplanan yağmurlar... Orada da köprüler vardır. Köprü kodları düşüktü, köprülerin altından geçen su miktarına göre yükseklikler hesap edilmediği için suyla beraber gelen heyelanla taş ve ağaç parçaları köprünün önünün tıkadı. Sonuç: Terme ve Çarşamba sular altında kaldı. Bu da buna benzer. Bunlar öngörülebilir, bunlar hesaplanabilir. İnsanlar denizin üzerinden tren yollarını yaparken biz Çorlu'da, Pamukova'da işletme hatasından daha çok üretim hatasından kaynaklanan olayları göz ardı edersek yani bizler problemleri halının altına süpürdüğümüz sürece çözüm üretmemiz mümkün değil, mümkün de olmaz. Bundan dolayı ne bir genel müdür ne bir daire başkanı istifa etti; bunların faturası da makiniste, yol memuruna çıkarıldı. Sonuç?
Bakın, aynı şekilde, Osmangazi Köprüsü yapılırken -biliyorsunuz bu projeleri yabancılarla beraber yaptık- orada bir halat koptu; bu projede çalışan bir Japon mühendis bu kopan halat yüzünden intihar etti. Şimdi, onlardaki görev ve sorumluluk bilinci bu ama biz deminden beri saydığım onlarca insanımızı bu kazalarda kaybetmiş olmamıza rağmen bu Parlamento kürsüsünde muhalefetten bir sürü arkadaşımız "Bu konu araştırılsın, bu tren kazaları araştırılsın..." Bunda ne var? Bu konunun araştırılması şu Parlamentoda kime nasıl bir rahatsızlık verir, ben merak ediyorum. Yani ortada bir sorun var. Bu Parlamentonun görevi de bu oluşan sorunlara bir çözüm üretmek.
Şimdi, Parlamentoda 600 milletvekili arkadaşız, Parlamentoya da geleli aşağı yukarı, yaklaşık bir buçuk yıla yakın bir süre oldu. Meclisin araştırılmasına karar verdiği konular sadece ve sadece bir elin parmaklarını geçmiyor. Neleri araştıralım dedik? Hayvan haklarını, diğer taraftan, uyuşturucu bağımlılığıyla ilgili bir konuyu, Rabia Naz'la ilgili bir konuyu, ilaçla ilgili bir konuyu araştıralım dedik. Yani neticede bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu Parlamentoda dünya kadar deneyimi, birikimi olan arkadaşlarımız var. En azından bu temel konularda kurulan araştırma komisyonları Meclis adına çalışıyor, Meclis adına görev yapıyor, bulduğu sonuçları da hem Meclisle hem kamuoyuyla paylaşıyor. Dolayısıyla, gelin, bu yanlıştan vazgeçin. Bu araştırma önergeleri hepimizin, kamunun da sizin de bizim de yararımıza; en azından çözüm bulma konusunda, çözüm üretme konusunda önümüzü açacak çalışmalardır. Ümit ediyorum, bundan sonraki dönemlerde hiç olmazsa buraya gelen konularla ilgili araştırma önergelerine olumlu cevaplar verirsiniz.
İşte, aynı şey, termik santrallerle ilgili de yine araştırılsın dedik. Bu filtre meselesi gündeme geldi, herkes çıktı kürsüde saatlerce konuştu. Sonuç? El birliğiyle geçirdik, Sayın Cumhurbaşkanımız "Ya, bir yerde bir yanlış yapıyorsunuz." dedi ve geri döndü. İşte, bu yanlışların sayısını da azaltalım. Kamu sağlığından, halk sağlığından daha önemli bir şey olduğuna ben inanmıyorum.
Yine, Demiryollarında -Sayın Genel Müdürümüz de burada, Komisyonda da her zaman böyle bu konuları tartışıyoruz- şu ana kadar ihale ettiğimiz hiçbir rakamla biz imalatı tamamlayamadık. Yani örnek söyleyeyim, diyeyim ki: Biz Ankara-Sivas arasını 1 milyon liraya ihale ettik. Yapılan ihalelerin hiçbir tanesi ihale edilen rakamlar üzerinden sonuçlanmadı; yüzde 20, yüzde 40 maliyetlerde artış var, bizim de itiraz ettiğimiz konular tam burası. Yani bu devirde bu maliyetleri tespit edebiliriz, bu maliyetleri hesap edebiliriz. Diyoruz ki: İşte, tünelden geçiyor, jeolojik etütler var, yerin 1.500 metre altından geçiyoruz. Bütün bunların hepsi doğru ama insanlar Mars'a araç indiriyor, Mars'tan numune alıyor, aldığı numunelerle Mars'ta hayat olup olmadığını bilebiliyor. Yani bilimin, teknolojinin bu kadar ilerlediği bir dönemde Demiryollarında böyle oluyor da Karayollarında farklı mı oluyor? Yok. İşte, sorun burada. Sizin yatırımlarla ilgili hesap ettiğiniz maliyetlerin hiçbir tanesi tutmuyor; tutmadığı zaman siz bütçenize yatırım için 10 lira koymuşsunuz, çıktı 15 liraya. Tabii ki Plan ve Bütçe Komisyonunda da zaman zaman görüşmelere gittik, açıklar artıyor. İşte bu sene 130 milyar küsur bütçe açığı var. Neden açık var? Sizin hesaplamalarınız ile sonuçların arasında fark var da onun için. Dolayısıyla, bu yatırımlara başlamadan önce mutfakta iyi çalışmamız lazım. Eğer mutfakta iyi çalışırsanız o mutfaktan kaliteli yemek çıkar. Ama sadece siyaseten, meydana çıktığınız zaman "Bu yolun ihalesini bir hafta sonra istiyorum." derseniz, doğru, ihaleyi yaparsınız, olur ama hiçbir zaman sonucu da belli olmaz.
Yine, aynı şekilde 2000 yılında da ben bu Parlamentodaydım, o zaman 57'nci Hükûmet döneminde bir yasa çıkardık, dedik ki: "Maliyeti belli olmayan bir işin ihalesini yapamazsınız." bir. "Yatırım yapacağınız rakam bütçenizde yoksa ihaleyi yapamazsınız." iki. "Hesabınız kitabınız en fazla yüzde 10 şaşar." üç. Ne oldu biliyor musunuz? Siz o Kamu İhale Yasası'nı 186 kez değiştirdiniz, kendinize uygun bir ihale yasası oluşturmaya çalıştınız. Rekabeti ortadan kaldırdınız. Bunu kamu adına soruyorum ben, rekabeti orta yerden kaldırdığınızda işte o zaman ortaya farklı şeyler çıkıyor, farklı hadiseler çıkıyor. Sonuçta bu ihale yasaları dünyanın hiçbir tarafında bu kadar değişmez. Şu anda bulmaca gibi, ihalenin sonucunu değerlendirmek için insanların önce bir bulmaca çözmesi lazım
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Kendi bölgemiz Samsun. Sivas Yıldızeli -Kalın İstasyonu- ilçesinden Samsun arası 378 kilometre. Ulu Önder Atatürk Cumhuriyet Dönemi'nde bunun ihalesini yapmış, 1924'te başlamış, 1931'de yani yedi yılda o günün teknolojisiyle, kazmayla kürekle bu yolu tamamlamış. Ne oldu sonuç? Bizler 2014 yılında ihaleye çıkmışız, "Dört yılda bunun revizyonunu yapacağız." demişiz; yedi yılda kazmayla kürekle yapılan demir yolunu dört yılda onaramadık arkadaşlar. Bugünkü teknolojiyi sizler düşünün, bugün içinde bulunduğumuz şartları sizler düşünün.
Bütün bunları söylerken... Tabii ki çok ciddi oranda demir yolları yapıldı. Ben emeği geçenlere buradan teşekkür ediyorum. En ufak bir itirazımız yok. Zaten on yedi yıldır bu ülkede iktidar olanların birinci görevi de bu işleri yapmak. Yani biz kamu adına, millet adına teşekkür ediyoruz ama on yedi yıldır iktidarda olan insanların da herhâlde bunları yapması lazım gelir diye düşünüyoruz. Ben bu yönü itibarıyla da teşekkür ediyorum.
Bunun devamında, tabii, çok önemli bağlantılardan biri de Bakü-Tiflis demir yolu. Ben buradan emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bugün Pekin'den çıkan bir tren Prag'a, Avrupa'ya kadar hiç mola vermeden, Marmaray'ı da kullanarak geçiyor. Tabii zaman zaman bizim "muhalefet" diye bildiğimiz arkadaşlarımız gündeme getirmiyor ama unutmayalım, Marmaray'ın temeli 57'nci Hükûmet tarafından atılmıştır. Ben buradan da hiç olmazsa o gün bu Parlamentoda olan biri olarak o zaman da emeği geçenlere huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Demir yollarının önemini burada anlatmayla bitirmemiz mümkün değil, sadece bir örnek verip geçeyim: Bugün sizler Kars hattında bilet bulmakta zorlanırsınız. Bugün, demir yollarında, işte, sadece nostalji olsun diye biletler alınıyor, günübirlik Kars'a gidiyorlar geliyorlar. Önemi şu: Bence Türkiye'nin her yolu demir ağlarla örülmeli ki Onuncu Yıl Marşı'nda da hep "Demir ağlarla ördük." diyor, ta o zamandan bu hedef gösterilmiş. İnanıyoruz ve ümit ediyoruz ki biz de en azından o kültürden gelen insanlar olarak Türkiye'yi demir ağlarla donatırız.
Tabii, diğer bir konu başlığımız da TOKİ. TOKİ hakikaten kuruluş itibarıyla ciddi hizmetler veren, ciddi projelere adım atmış bir kurum. Bu yönüyle TOKİ'nin varlığından şahsen ben gurur duyuyorum. Şimdiye kadar 815 bin civarında konut yaptı. Buna diyebileceğimiz bir şey yok. Yalnız, özellikle ihalelere çıkarken diğer kurum ve kuruluşlarda olan hastalıklar üç aşağı beş yukarı TOKİ'de de var; onlar da mutfakta iyi çalışmıyorlar, onlar da planını, projesini, zemin etütlerini, bununla ilgili çalışmaları net yapmadığı için zaman zaman sorunlar yaşanıyor. Örnek, işte, Zonguldak'ta toplu konut yapılıyor, toplu konut için tespit edilen alan heyelan bölgesi. Gidiyorlar, bakıyorlar, buraya bu yapılmaz. Ne olacak? Yeri değiştirmek lazım. İkinci zemin etütleri yapılıyor, yer değiştiriliyor, buraya kazık çakılması lazım, foraj yapılması lazım, bu şartlar altında buraya konut yapılamaz. Devamında, tabii, yer değişikliği yapılıyor, yer değişikliği yapılınca ek maliyetler çıkıyor. Gümüşhane Milletvekilimiz Cihan Bey biraz önce buradaydı, aynı şekilde, bakın, Gümüşhane'de bir devlet hastanesi yapıldı, bir türlü açılamıyor. Neden? Çünkü kaygan bir zemin üzerinde. Biz şu an Gümüşhane Devlet Hastanesini açmak için hastaneye harcadığımızdan belki de daha fazla bir parayı hastaneyi yerinde tutmak için harcıyoruz. Aynı şekilde, zemin kaymasın diye bir etüt yaptılar "Boşaltalım, taş dolduralım, ağırlığı taşısın." Geldiler, baktılar, harcadılar, bu olmadı. "E, ne yapalım? Buraya kazık çakmamız lazım." Peki... Şimdi ona karar verdiler. Bakın, bu maliyetleri topladığınız zaman neredeyse hastane maliyetine denk gelecek rakamlara ulaşıyoruz.
Bunu şunun için söylüyorum: Bugün özellikle teknik elemanlar konusunda ülkemizde çok ciddi oranda işsizlik var. Bakın, 2019 yılı bütçesinde de mühendislerle ilgili doğru düzgün alım yok. Bugün jeoloji mühendisleri neredeyse dernek kuracaklar yani geçmişte ziraat mühendislerinin kurduğu gibi bugün jeoloji mühendisleri de işsiz jeoloji mühendisleri derneği kuracaklar. Bu kadar elemanımız varken bununla ilgili gerçekten çok ciddi çalışmalar yapabiliriz. Daha ihalelere çıkmadan önce zemin etütleri yapılır, alanlar tespit edilir, buna göre de imalatlar yapılır. Bunun yanı sıra, eğer TOKİ bir yerde bir şehirleşme yapmak istiyorsa bununla beraber oraya kanalını, suyunu, elektriğini, telefonunu, her türlü yolunu, izini, altyapısını götürecek, ondan sonra imalat yapacak ama bizde işler tersine. Önce binayı yapıyoruz, sonra da ona altyapı götürmeye çalışıyoruz, bundan dolayı da ciddi sorunlar yaşıyoruz.
Tabii, TOKİ'nin amacı özellikle dar gelirlilere yönelik konut yapmak, bunu ben destekliyorum, grup olarak destekliyoruz çünkü bugün 2.050 lira asgari ücretin olduğu bir ülkede dar gelirlilerin konut sahibi olmaları mümkün değil, dolayısıyla devlet sosyal devlet olma özelliğinden kaynaklanan sebeplerden dolayı bunlar yapılmalı, otuz yıl, kırk yıl vadeli neyse vatandaşa tahsis edilmeli. Ama bu görevini yaparken özellikle Anadolu şehirlerinde -burada Anadolu'dan bir sürü milletvekili arkadaşımız var- Anadolu'da bu yap-sat tabir ettiğimiz firmalar var. TOKİ oralarda konut yapıp sattığı zaman çünkü TOKİ'nin şeyi belli, arsa maliyeti sıfıra yakın ama oradakiler yüzde 30-yüzde 40, zaman zaman yüzde 50 kat karşılığı inşaatlar yapmaya çalışıyorlar. Ne oluyor bu sefer? TOKİ'nin fiyatlarıyla rekabet etmeleri mümkün değil, bugün Anadolu'da gerçekten bu manada ciddi sıkıntılar var, bu manada ciddi kayıplar var. Yani inşaat sektörü deyip geçmemek lazım. Bugün inşaat sektörü yaklaşık 300 kalem malzemeden oluşuyor yani elektriği, mekaniği, tesisatı, boyası, camı, çerçevesi, yolu, izi, yemesi, içmesi, bununla beraber etkilediği alan fazla. Her zaman da inşaat sektörü lokomotif sektör olmuştur. İnşaatta işler düzeldiği zaman diğer sektörlere de otomatikman sirayet eder, TOKİ de bu manada önderlik yaparsa tabii ki mutlu oluruz ama tabii, devlet hiçbir zaman kendi vatandaşına rakip olmaz, özellikle lüks konut sektörüne girmesini ben TOKİ'ye çok da büyük katkı sağlamayacağını düşünüyorum. Bunun yanı sıra, tabii, TOKİ'de bugün rakamlar oldukça düşük, çok ciddi oranda zararlar var. Firmaların çoğu TOKİ'nin kapısından bile geçmek istemiyor. Bir ihale yöntemleri var, bir de yaklaşık maliyet hesapları var. Bunu neye göre yapıyorlar, nasıl tespit ediyorlar; piyasaya göre mi tespit ediyorlar, Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatlarına göre mi tespit ediyorlar bilmiyorum ama adına "sınır değeri" diyorlar, bu sınır değerin altıydı, üstüydü, topladı, çıkardı ama bugün gerçek manada TOKİ mağduru dünya kadar firma var. Benim bildiğim, ciddi firmaların çoğu bu şartlardan dolayı TOKİ'nin çok fazla önünden geçmiyor.
Tabii, rakamlar düşünce kalite de düşüyor. Şimdi, zaman zaman Sayın Başkan diyor ki: "Bizde memnuniyet yüzde 90." Ya, insanlar kafasını sokacak ev arıyor, kafasını soktuktan sonra tabii memnun, yağmurdan kurtulmuş, yaştan kurtulmuş; ona bakmıyor, onun kaliteyle, standartla bir işi yok. O, sadece kafasını sokacak iki göz bir oda, yaşayabileceği bir mekân arıyor. Yani bunun üzerinden giderek yorum yapmak, bunun üzerinden giderek ifadeler kullanmak doğru değil. Dolayısıyla bu düşük maliyetler kaliteye de ciddi oranda tesir etti, ümit ediyorum ki bundan sonra da bunlar dikkate alınır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Tabii, burada kesinlikle, iktidarıyla muhalefetiyle kurumlar bizim kurumlarımız, bunların başarılı olması için biz her zaman elimizden gelen gayreti gösteriyoruz, gösteririz.
Belki de Parlamentonun en uyumlu Komisyonu -başta Başkanımız olmak üzere, ona da teşekkür ediyorum- KİT Komisyonu, beraber çalışıyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)