| Konu: | Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 31.10.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle cumhuriyetimizin 96'ncı yılını kutluyorum.
Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu teklifi genel olarak olumlu bulsak da sektörün sorunlarından bazılarının göz ardı edildiğini belirtmekte fayda var. Bu durumun belki de en temel sebebi, AK PARTİ'nin kanun tekliflerinin istişare edilmeden, muhalefetle görüşülmeden ve komisyonlarda detaylı tartışılmadan yapılma alışkanlığıdır. Öncelikle, sorunların tespiti, çözüm önerileri, maliyetleri, önceliklendirilmesi gibi çalışmalar yapılıp ardından yasa teklifi hazırlanmalıdır diye düşünüyorum. Yani "Bir veya birkaç yıl içinde bu yasa teklifi neleri düzeltecek, nelerde başarılı olacağız, başarı kriterlerimiz nelerdir?" gibi sorulara somut yanıtlar verebilmemiz lazım. Haksızlık etmeyeyim, bu açılardan bakacak olursak, bu yasa teklifi Meclisimize gelen teklifler arasında en iyilerden ama yine de balıkçılığı destekleyecek, balıkçıların refahını artıracak bir düzenleme maalesef yok.
Yine teklifte balıkçıların borçlarıyla ilgili de bir çalışma yok. Balıkçıların refahını artırmadan sadece cezalarla gidebileceğimiz mesafe sınırlı. Kaldı ki teklifte bahsedilen düzenlemeler Türkiye'de balıkçılığı geliştirmek için yeterli değildir. Türkiye coğrafi konumu itibarıyla zengin su ürünleri potansiyeline sahip bir ülke. 8.333 kilometrelik bir kıyı şeridimize ek olarak su ürünleri üretiminde kullanabileceğimiz 170 bin kilometrekare doğal ve 3.442 kilometrekare baraj gölüne sahibiz fakat ne yazık ki bu nimetlerden yeterince faydalanamıyoruz.
Kıyı uzunluğunda dünyanın 20'nci ülkesi olmamıza rağmen balıkçılığın gayrisafi yurt içi hasılamıza sağladığı katkı yalnızca binde 4. Su ürünleri için, balıkçılık sektörü için eğer ciddi adımlar atmak istiyorsanız balıkçılık sektöründe istihdamı ve balıkçılık sektörünün ekonomik alanda etkisini artırmanız gerekir. Balıkçılık sektöründe Yunanistan'ın gerisinde olmamız bize gösteriyor ki esas problem kaynakla değil, kaynak yönetimiyledir. 2016'da dünyada su ürünleri üretimi yılda 170 milyon ton, bizim payımız 590 bin ton yani binde 4 bile değil.
Değerli milletvekilleri, bilmeyen birine ülkemizin su ürünleri potansiyelini anlatsanız herkes bol bol su ürünleri tükettiğimizi düşünür; anlatmasanız da Türkiye'yi haritada gösterebilecek birisinin çok farklı düşünmeyeceğine eminiz. Gelin görün ki Avrupa'da yaşayan insanlar, bizim vatandaşımızın tükettiğinden 3 kattan daha fazla balık tüketebiliyor. Bizde yılda kişi başı ortalama 8 kilogram balık tüketilirken Avrupa'da 26 kilogram tüketiliyor.
Balıklarımız bitiyor. 2002 yılında 22 bin ton olan lüfer üretimimiz 2017 yılında 2 bin tona inmiş yani on birde 1'i. Yine, 2002'de 373 bin ton olan hamsi üretimimiz 2017'de 160 bin tona inmiş. Medyada izlediğimiz kadarıyla, bu sene durum daha da vahim.
Vatandaşımızın cebine giren parayla balık hesabı yapmak, maalesef, çay-simit hesabı yapmak kadar kolay değil. İstanbul'da yaşayıp deniz görmeyen belki milyonlar vardır; bu da o hesap işte, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede balığın tadını bilmeyen insanlar var.
Hazır fırsatını bulmuşken tarım konusunda da sorunları dile getirmek istiyorum. Tüm yurttaşlarımızı en çok ilgilendirmesi gereken konulardan birisidir bu fakat ülkemizde, maalesef, tarım gözlerden uzak. Yetkililer tarımı ve hayvancılığı geliştirmek için pek de çaba sarf etmiyor. Mesela bu yüzden Tarım Bakanı pek tanınmıyor. PİAR'ın anketiyle konuşuyorum: Sayın Bekir Pakdemirli'yi ülkede tanıyanların oranı yüzde 4,3 idi. Bayağı düşük bir oran. Gerçi bu, İzmir'deki orman yangınlarından önceydi, o dönemde yaptığı açıklamalarla daha da artmış olabilir.
Değerli iktidar milletvekilleri, gençler köylerden kente kaçıyor. Sayın Bakan gençlere "Köyde kalarak AVM'den kazanacağınızdan daha fazlasını kazanırsınız." diye bir tavsiyede bulundu ama gerçekler maalesef öyle değil. Çiftçiler bunalımda, borç içinde çoğu.
Yakın zamanda Uşak'ta gencecik bir çiftçi, bir baba intihar etti. Bir iki yerel gazete hariç hiçbir yerde geçmemiş. Mustafa Oskay'dı adı. Yerel basına yansıyan habere göre, borcu yüzünden intihar etmişti. Yine habere göre, borcu 50 bin liraydı; 50 bin lira. Bu borcun 66 bin katı, eski bir bakanımıza göre devletin çerez parası bile değildi.
Yine, Yozgat Yerköy'de bir şeker pancarı üreticisi çiftçimiz Ali İhsan Yılmaz borçları yüzünden hapis yatıyor. Hapishaneden bize yazıyor "Ben hapisteyken ürünlerim tarlada kaldı, onları kim toplayacak?" diye soruyor. Yani hapiste olduğundan çok ürününün tarlada kalmasını düşünüyor. İşte böyle, üretimden yana çiftçilerimiz mağdur edilmiş durumda. Öte yandan konu makam arabaları olunca "çerez parası" diye küçümsenen meblağ vatandaşın canından değerli oluyor.
Yandaşa bol keseden destek saçarken vatandaşa gelince cebinizde akrep var. En son açıkladığınız tarım destekleri de çiftçiyi memnun etmedi. Çiftçiler daha fazla batmadan bu işlerden kurtulma peşinde. Tarımın içinde bulunduğu durumun en temel özeti şu: Çiftçi borç içinde. Bir an önce bu borçları yapılandıracak düzenlemeleri yapalım; sulama sistemlerini kuralım, kurduralım; belediyelerde tarımı geliştirecek projelere destek verelim; üretimi teşvik edelim; çiftçilerin en başta gelen sorunu olan yüksek girdi maliyetlerine çözüm bulalım; tohum, gübre, ilaç, mazot, yem ham maddelerindeki aşırı fiyat artışlarını dengeleyelim.
Son bir yılda gübrenin fiyatı yüzde 113, mazotun fiyatı yüzde 33, DAP gübresinin yüzde 103, yemin yüzde 55 artarken, buğdayın alım fiyatı yüzde 11, pancarın yüzde 12, çay yaprağının yüzde 16 artmıştır. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'nda zorunlu hâle getirilmiş gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1'i olan asgari çiftçi destekleme hedefine hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Köylere yeniden "köy" diyelim, köylünün suyuna el koyup şehirli gibi ücretlendirmeyelim. Büyükşehirlerde köy kalmadı, hepsi mahalle oldu; köy kültürünü de yok ettiniz. Kültüre böyle mi sahip çıkılır? Maalesef yıllardır tarım, tarımdan anladığını iddia etse de anlamayanların elinde. Bu Bakanlığa 2002'den son döneme kadar 7 bakan atanmış. Kendi alanlarında çok başarılı olabilirler, kabul fakat demek ki ülkede tarımı düzeltecek kadar yetenekli değiller. 2002 yılında tarım sektörünün gayrisafi yurt içi harcamaya katkısı yüzde 10 iken günümüzde bu rakam yüzde 5,5'e kadar düşmüştür.
Mesela zeytin ağaçları konusunda gelecek düşünülmeden hareket ediliyor. En son Aydın Milletvekilimiz Aydın Adnan Sezgin'in gündeme getirdiği, jeotermal enerji santrali yapımı için Aydın Kuyucak'ta zeytin ağaçlarının kesilmesi vardı. Aydın Sezgin JES'lerin verimli tarım arazilerine ne kadar zarar verdiğini anlatmıştı. Santraller yapılırken sanırım muhalefet hariç kimse "Ne zararı olur?" diye düşünmüyor. Herhâlde iktidar hazinedeki açığı kapatmak, firmalar da yalnızca para kazanmak derdinde. Yarın bu ülkede nasıl yaşayacağımızı sorgulayan yok.
Hâlbuki Türkiye zeytin ve zeytinyağı üretimi konusunda da ihracat konusunda da dünyada en başta gelen ülkelerdendir. Dünyada zeytin üretiminin yaklaşık yüzde 9'u Türkiye'den sağlanmaktadır. Bu da yaklaşık 1 milyon 300 bin tona denk gelmektedir. Zeytinyağı konusunda ise 3'üncü sırada yer alıp 430 bin ton üreten Yunanistan'ın ardından 190 bin tonla geliyoruz.
Tüm olumsuzluklar birbirini tetikliyor. Üretim düşünce tüketici mağdur oluyor. Destek bulamayıp maddi zorluklardan dolayı üretim yapamayan çiftçi şehirlere göç ediyor. Şehirlere göç edenler işsiz kalıyor.
Ülkede nasıl ki olumsuzluklar birbirini etkiliyorsa olumlu adımlar da etkileyecektir. Tarıma destek olmanız belki de diğer sorunlarımızdan bazılarına da çözüm olabilir. Umarım kısa zamanda gerçekçi ve çiftçi odaklı çözümler bulursunuz ya da istişare etme yoluna girersiniz, birlikte buluruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)