| Konu: | Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 30.10.2019 |
MHP GRUBU ADINA HASAN KALYONCU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Gazi Meclisimizin eseri, ilelebet payidar kalacak olan Türkiye Cumhuriyeti'nin 96'ncı yılını ve Cumhuriyet Bayramı'mızı kutluyorum.
Başta Ulu Önder'imiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde kan ve ter akıtan kahramanların hepsini rahmet ve minnetle anıyorum.
Ülkemizin Suriye ve Irak sınırlarının gerisinde tutunmaya çalışan terör yapılarını yıkmak üzere gerçekleştirdiği Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Pençe 1 ve Pençe 2 operasyonları ile özellikle Barış Pınarı Harekâtı'nda birçok başarı kazanan ordumuza teşekkürlerimi sunuyor ve terörle mücadeleyi işgal olarak niteleyen tüm tarafları şiddetle kınıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Bölgenin huzur ve istikrar bulması için gerçekleştirilen bu kahramanca harekâtların Kürtlere karşı yapıldığı iftirasını teröriste sahip çıkma veya en hafifinden terör örgütlerine yaranma gayreti olarak görüyorum ve lanetliyorum.
Bu hayati dönemde görev alan kahraman askerlerimizin alınlarından öpüyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, gazilerimize acil şifalar diliyorum. Ayrıca terörist saldırılarla evinde, sokağında, okulunda günlük hayatını sürdürürken hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet ve yaralılarımıza sağlık niyaz ediyorum.
Bu kutlu çatının altında Türkiye Cumhuriyeti'nin yüceltilmesine hizmet eden her çabamız eminim onların ruhunu şad edecektir. Bu şuurla görev yaptığından şüphe duymadığım milletvekillerini, Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlarım.
Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi 1915 tehcir olaylarını kendilerince soykırım sayan bir karar almıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, ABD Kongresinde Ermeni lobisi ile Türkiye düşmanları iş birliği içinde, yangından mal kaçırır gibi, kendi yerleşik usullerinin dışında hızlandırılmış bir karar almışlardır. Kahramanlıklarını alkışladığımız ordumuzun eliyle Türkiye Cumhuriyeti'nin elde ettiği başarının sesi okyanus ötesinden gelmiştir. Suriye'de ABD beslemelerinin yaşadığı hezimet, bir dediği bir dediğini tutmayan Başkanlarında olduğu gibi Amerikan Kongresinde de kuyruk acısına yol açmış görünüyor. Acele etmelerinin sebebi, Türklerin en büyük bayramı olan 29 Ekim gününe denk getirilmesi de tesadüf değildir. Alınan karar bizim için yok hükmündedir. Tekerleme hâline gelen "stratejik ortaklık" meşhur bir yalan hâline dönerken hâlâ himaye edilen Pensilvanya'da yerleşik teröristbaşı aklımızdan çıkmıyor. Üstelik ürettikleri yeni teröristleri Türkiye Cumhuriyeti'ne muhatap etmeye de uğraşıyorlar. ABD Temsilciler Meclisinin kararına konu edilen 1915 olayları, Birinci Dünya Savaşı sırasında düşmanla iş birliği yapan Hınçak, Taşnak terör örgütlerinin Türklere karşı uyguladıkları katliam ve ordumuzu arkadan vuran ihanetine karşı alınan bir tedbirler dizisidir. Bu terör örgütlerinin Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdiği kıyımlar, Talat Paşa'dan başlayarak diplomatlarımıza karşı yaptıkları terörist saldırılar, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'ı işgali ve Hocalı'da uyguladıkları soykırım hakkında bir kelam eden de çıkmıyor.
Kıymetli milletvekilleri, uzun zamandır gündemde yer alan ve bundan sonra sürekli üzerinde konuşacağımız konuların başında küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu gelmektedir. Bu konuda Türkiye, uluslararası anlaşmalar ve diğer önleyici tedbirler konusunda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirme gayretindedir. Dünya karbon salımında payı yüzde 1 düzeyinde olan Türkiye'nin iklim değişikliği konusunda tek başına önlem alması yetersizdir. Fakat karbon salımından dolayı oluşan küresel ısınma ve iklim değişikliklerinden ülkemizin etkilenmesi de kaçınılmazdır. Ancak bizim de ülke olarak iklim değişikliğinin oluşturacağı etkilere karşı tedbirler almamız ve bunu titizlikle uygulamamız gerekmektedir. Meydana gelecek sağanak yağışlara göre şehirlerin altyapı planlamalarının, tarım alanlarında drenaj sistemlerinin ve yağmur suyu depone alanları oluşturma çabalarının acilen devreye sokulması gerekmektedir.
Yeryüzüne düşen yağışlar tarım alanlarında oldukça büyük hasarlara sebebiyet vermektedir. Bu sebeple, seracılık ve altyapıda yağış rejimindeki değişimlere göre tarım alanlarının uygulanması ve planlanması gerekmektedir. Ayrıca, su taşıma sistemlerinde açık kanalların tamamen terk edilmesi ve kapalı kanal uygulamasına da geçilmesi gerekmektedir. Bu sayede buharlaşmadan kaynaklı kayıpların büyük bir çoğunlukla önüne geçilebilmesi mümkündür.
İklim değişikliğinden olumsuz etkilenecek alanların başında su ve su ürünleri gelmektedir. Üzerine konuşmakta olduğumuz Su Ürünleri Kanunu en son kırk sekiz yıl önce yapılan düzenlemelerle 1971'den beri yürürlüktedir. Geçen süre içerisinde su ürünleri avcılığı, yetiştiriciliği, sularda kirlilik düzeyleri ve kirleticilerde çok büyük değişimler yaşanmıştır.
(Uğultular)
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen biraz sessiz, lütfen.
Değerli milletvekilleri... Haydar Bey, lütfen...
HASAN KALYONCU (Devamla) - Bu kanun günümüz şartlarında oldukça yetersiz kalmıştır. Bugün Meclise gelen kanun teklifi birçok düzenlemeyi içine almaktadır. Ruhsatlandırmalardan kaçak avcılığa ve biyokaçakçılıktan iç sulara kadar ihtiyaç duyulan birçok konuyu düzenlemektedir. Komisyon çalışmaları süresince sektörle alakalı kişi ve kuruluşlarla da görüşmeler yapılmış, görüşleri alınmış ve teklif bu katkılarla memnuniyet verici bir noktaya taşınmıştır.
Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin önerisiyle kalkınma planında yer alan İstilacı Türler ve Patojenlerle İlgili Mücadele Eylem Planı'na uygun olarak bu kanun teklifinde iç sularda balıklandırma çalışmaları düzenlenmiştir. Akarsularda balık geçitlerinin yapımı ve şekli kanunla belirlenmiş ve akarsularımızda balık çeşitliliğinin korunmasına katkı sağlanmıştır. Ayrıca, kooperatiflerin daha etkin bir biçimde su ürünleri alanında rol alması sağlanmıştır. Güncel durumda da yunus avcılığı ise kanunla tamamen yasaklanmış durumdadır.
Teklifte yer alan kaçak avcılıkla ilgili hükümler, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliği sorununun çözümüne sağladıkları katkı dolayısıyla oldukça önemlidir. Bu kanunun kapsamı dışında olmakla birlikte, kaçak avcılık ve biyokaçakçılıkla ilgili mücadele açısından gümrüklerde eğitimli personellerin bulundurulması ve kontrolün artırılması da gerekmektedir. Bu sebeple gümrüklerde yeteri kadar biyolog, hidrobiyolog ve su ürünleri mühendisleri istihdam edilmelidir. Bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti olarak sahip olduğumuz, hayvan ve bitki ayrımı yapmadan, canlı türleri ve genetik materyallerin yurdumuzda kalması sağlanacak ve bu millî varlıklarımız korunacaktır.
Su kaynaklarımızın korunması ve geliştirilmesi kaçınılmaz bir gereklilik ve idarenin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk ihmal edilirse su kaynaklarımız ve bu kaynaklarda yapılması beklenen üretim çok yakın gelecekte birçok problemle karşı karşıya kalacaktır. Bu konuların Tarım ve Orman Bakanlığının gelecek planlamalarında yer alması ve tabii ki sadece planda kalmayıp uygulanması zorunludur. Bu bağlamda, örneğin, yer altı su havzaları konusunda Bakanlıktan en üst düzeyde yapılan beyanları duymak memnuniyet vericidir. Uygulama örneklerinin de bir an önce hayata geçirilmesi oldukça önemlidir. Keza su kaynaklarının doğru kullanılması bakımından, sulu tarım alanlarında hâlâ vahşi sulamanın devam etmesi hem su kullanımı hem de zirai üretimin verimliliği açısından göz ardı edilemeyecek bir problem alanıdır. Bu konuda çiftçilerin bilinçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir.
Son yıllarda karasal tarımın yanında sucul üretim veya sucul tarım diyebileceğimiz su ürünlerine dayalı besin ve beslenme oldukça yüksek seviyelere ulaşmıştır. Bunu sadece balık olarak değerlendirmemek gerekiyor, balığın yanında diğer su ürünleri de oldukça etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bu su ürünlerinin kullanıldığı birçok alan olmasına rağmen burada size sadece ilaç ve kozmetik sanayisini örnek olarak gösterebilirim.
"Su ürünleri" denildiğinde akıllara direkt su ürünleri mühendisleri gelmektedir fakat "su ürünleri" dediğiniz zaman içerisinde böcek türlerinden mikroorganizmalara ve balıklara kadar çok fazla organizmanın var olduğu ve ülkemizde bu konu geçtiğinde hidrobiyologların, biyologların ve limnologların dışarıda tutulduğu görülmektedir. Hidrobiyoloji ülkemizde en eski bilim dallarından biri olarak şu anda da faaliyet göstermektedir.
Değerli arkadaşlar, sucul sistemlerdeki en önemli sorunların başında su kirliliği ve bu kirleticilerle mücadele gelmektedir. Özellikle iç sularda yapılacak iyileştirme ve planlamalar büyük önem taşımaktadır. Göllerimizin kuruması ve kirlenmesinin önüne geçebilelim ki sudan ve su ürünlerinden bahsedebilelim. Bu sebeple, atık su deşarjlarında deşarj kriterleri bir an önce uygulamaya sokulmalıdır. Aynı şekilde, belediyeler tarafından arıtma tesislerinin yapılması kadar bu tesislerin yüzey ve yer altı su kaynaklarının geleceğini tehdit etmeyecek yerlerde kurulması da önemlidir. Ayrıca, alınan tüm önlemlerin takibi ve kontrolü çok iyi şekilde planlanarak uygulanması gerekmektedir. Bu sebeple, bütün vatandaşlarımızda sosyal bilincin oluşturulması, mahallî ve merkezî idare birimlerinin titiz davranmaları da önemlidir. Kanunların oluşturulmasının yanında toplumun bilinçlendirilmesi de biyoçeşitliliğin korunması ve temiz çevre açısından oldukça önemlidir.
Ayrıca, sivil toplum örgütlerine de bu konuda oldukça büyük görev düşmektedir. Çevreci kuruluşların daha dikkatli ve tedbirli davranmaları gerekmektedir.
Orman yangınlarından sonra ağaç dikme sevdalısı olan belediyeler, kamuoyuna kendilerinin ne kadar çevreci olduklarını göstermeye çalışırken aynı belediyeler lağımı plajlara ve denizlere deşarj etmektedir.
Doğa korumacı, çevreci sivil toplum kuruluşlarına düşen görevi huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Terör örgütlerinin çevreyi ve çevre sorunlarını ülkeye zarar verecek faaliyetlerinin malzemesi hâline getirmeleri engellenmelidir. Faaliyetlerinin odağına "yeşili" "doğayı" veya "doğal hayatı koruma" kavramlarını yerleştiren çevreci hareketler terör örgütleri için kitlesel eylem alanı ve eylemci bulma fırsatı durumuna gelmektedir. FETÖ, DEAŞ veya benzeri örgütlerin terörist emel ve eylemlerini din maskesiyle cilalamaları gibi, çevrecilik örtüsünü pek severek kullanan yapılara karşı uyanık olmak samimi çevreci kuruluşların görevidir. Günümüzde orman yakan PKK ve destekçileri çevreci örtüyü sıkça kullanır hâle gelmektedir.
Halkımızın çevre sorunlarına yönelik duyarlılığının, ülke yararına, biyoçeşitliliğin korunmasına ve geliştirilmesine yönlendirilmesi gerekmektedir. Çevre sorunlarını terör eylemi hâline gelmekten uzak tutmak gerekmektedir.
Bu anlamda, toplumsal açıdan farkındalık yaratan güzel örneklerden birini de Ülkü Ocakları sergilemektedir. Ülkü Ocakları "Çevrecilik milliyetçiliktir." sloganıyla çıkış yaparak ülke değerlerine sahip çıkmış ve sosyal sorumluluğu üzerine almıştır. Burdur Gölü kirliliği ve canlılarının ele alındığı, yılkı atlarının envanterinin çıkarıldığı başarılı çalışmaları mevcuttur. Aynı zaman da ülke genelinde çevreyle ilgili tüm sorunları il bazında tespit ederek bu sorunların giderilmesinde sorumluluk sahibi kurumlarla iş birliği projeleri ülkemiz için oldukça önemlidir. Vatanseverliğin vatan içinde var olan tüm değerlere sahip çıkılması olduğu gerçeğini ifade ederek çalışma planlarını bu doğrultuda geliştirmektedir. Meclisimiz ve milletimizin huzurunda emeği geçenleri kutluyorum.
Ülkemizdeki çevreci hareketlere bakıldığında, bir kısmının sürdürülebilir yönetimden uzak, problemleri derinleştiren bir tutum izledikleri görülmektedir ve sansasyonel eylemler peşinde koşmaktadırlar. Fakat ülke açısından önemli faaliyet alanlarında ve ülke ekonomisine katkı sağlayan girişimlerde bu çevreci örgütlerin bir kısmı çok aktif olurken diğer kirletici unsurlarla mücadeleleri görmezden gelme gibi özellikleri de gözden kaçmamaktadır. Örnek olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesinin çevreye büyük zarar veren Harmandalı Çöplüğü ve denize akıtılan atık sular çevreci kuruluşların dikkatini çekmezken maden arama çalışmalarını çevre katliamı olarak nitelendirebilmektedirler. Oysa çöplüklerin sızıntı sularından tutun da tamamı doğru yönetilemediğinde, atık sular kontrol altına alınmadığında çevreye vereceği zarar, maden ocakları ve maden arama faaliyetlerinden daha fazla yıkıcıdır. Ayrıca, hem verdikleri zarar hem de çöpe atılan değerler dolayısıyla çöp yönetiminin yetersizliğinin genel ekonomiye maliyeti oldukça yüksektir. Bunun yanında, çevreci protestolar içerisinde birçok istihbarat örgütü ve terör örgütü yönlendirmelerde bulunmakta; ülkemizde bunu birçok olayda görmekteyiz, daha eskiden var olan olaylar içerisinde de yer almaktadır. Ülkemizde bir çevre terörü ve ekolojik terör oluşumu gündeme gelmektedir.
Sayın milletvekilleri, çevreci kuruluşlara bu uyarıyı yapmamın açık bir gerekçesi var: Ülkemizde çevreyi siyaseten kullananlar bir yandan çevreci söylemleriyle gündeme gelmeye çalışırken diğer taraftan ormanları yaktığını ilan eden terör örgütünü kınayamamıştır. Bu çelişki, hem ülkemizin doğal güzelliklerine hem insanımıza hem de eli kanlı terörle yürütülen mücadeleye zarar verecek noktadadır.
Çevreci kuruluşların temel amacı yaşanabilir ve sürdürülebilir bir ekosistemi gelecek nesillere aktarma konusunda toplumsal duyarlılık geliştirmek ve bilinçlenmeye katkı sağlamaktır. Ülkemizde var olan değerlerin, biyoçeşitliliğin varlığını devam ettirmesi ve canlıların yaşanabilir bir çevrede var olmasını sağlamasıdır. Çevreci hassasiyetler ile ülke çıkarlarının ve ekonomisinin barış içerisinde ve sürdürülebilir olması gerekmektedir.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak kirliliğe karşıyız. Siyasetin kirlenmesine, toplumumuzun yozlaşmasına, fikirlerdeki kan lekesi taşıyan kirliliğe ve de çevre kirliliğine karşıyız.
Bu vesileyle, tüm değerlerimizin korunması dileğiyle, çevrecilik milliyetçiliktir diyorum, Genel Kurula ve aziz Türk milletine saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)