GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:103
Tarih:16.07.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında (2/2019) esas numaralı Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde İYİ PARTİ Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yasa teklifine baktığımızda içerisinde şunları görüyoruz:

1'inci maddede "hasılat esaslı vergilendirme" kavramı yeniden canlandırılıyor ve Türk vergi mevzuatında uzun zamandan beri kullanılmayan gerçek usulde vergilendirmeye yeni bir uygulama getiriliyor.

Diğer bir düzenleme, daha önce yapılan ve bir kerelik gelir toplanmasını amaçlayan ekonomik tedbirlerden biri olan varlık barışının devamıyla ilgili bir düzenleme.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu'nun ilgili maddelerinde, 4 maddesinde düzenleme var. Bu düzenlemeyle Hükûmet, Merkez Bankasında, esas itibarıyla, bilançosunda birikmiş olan ihtiyat akçesinin Hazineye devrini öngörüyor fakat bunu yaparken bazı değişiklikler de yapmak ihtiyacı duymuş. Bunun ne anlama geldiğini biraz sonra tekrar anlatacağım.

Ayrıca yurt dışı çıkış harçlarıyla ilgili bir düzenleme var; haberleşme, yurt dışından getirilen telefonlarla ilgili, haberleşmeyle ilgili birtakım düzenlemeler var; sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeler var; yenilenebilir enerjiyle ilgili düzenlemeler var ve en önemlisi, 16'ncı ve 17'nci maddelerde şirketlerin geri dönmeyen, "batık" tabir edilen kredilerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili önemli düzenlemeler var. Gümrük mevzuatında özellikle Türkiye'deki otomobil piyasasının yurt dışında üretim yapıp Türkiye'de distribütörleri olan ithalatçılar ile bireysel ithalatçıların pazar payı kavgasıyla ilgili ortaya çıkan sorunlarla ilgili bir düzenleme var; kişisel bilgilere erişimle ilgili düzenleme var; otomobil endüstrisinin geleceğiyle ilgili, özellikle elektrikli otomobillerle ilgili bir düzenleme var bugünden ileriye yönelik olarak; en önemlilerinden bir tanesi de kamu-özel iş birliğiyle yapılmış olan hastanelerin ortaya çıkardığı maliyetlerle ilgili bir düzenleme var.

Bu düzenlemelerin özüne, esasına baktığımızda, "Burada ne amaçlanıyor?" diye sorduğumuzda verebileceğim tek ve doğru cevap, artık Hükûmet denizi bitirmiş, kaynağa ihtiyacı var, kaynak aramanın peşinde. Bu düzenlemelerin yegâne ve tek amacı ilave kaynak bulmak. Bu kaynak, bulunabileceği düşünülen bu düzenlemelerin sonucu elde edilebilecek kaynak ihtiyaç duyulan kaynağı karşılayacak mı, sorunları çözecek mi? Bence cevap hayır.

Daha önce ben bu kürsüye geldim ve bir konuşma yaptım, dedim ki: İnsanoğlu bir meseleyle karşılaştığında o meseleyi hemen dört başı mamur algılayıp gerekeni yapmak konusunda biraz mütereddit davranıyor, özellikle siyasette bu çok daha ön plana çıkıyor ve bunun sonucunda da sorunlar sürekli erteleniyor. Siz -yani, boş sıralara konuşuyorum ama yine de söyleyeyim- ister kabul edin ister kabul etmeyin, şu anda Genel Kurula getirdiğiniz, görüşülecek olan ve görüşülmesine başlanılan bu yasa zımnen şunu söylüyor, diyor ki: "Bu ülkede kriz var, artık bu krizin bir şekilde halledilmesi ve çözülmesi gerekir." Bu, bunun teyidi. Ama maalesef bu açık, net bir şekilde baştan kabul edilmediği için, geçen süre içerisinde eğer daha önce tedbir alınsaydı ve doğru bir yaklaşımla bunun üzerine gidilseydi belki 10 birime, 10 kuruşa, 10 liraya, 10 sente halledilebilecek bir sorun bugün 100 dolara, 100 bin liraya zor halledilebilecek hâle gelmiştir çünkü olayın inkârı meseleyi derinleştirmiştir ve maliyeti artırmıştır.

Daha önce de söyledim: Krizin birinci aşaması inkârdır. Bu, insanoğlunun tabiatında var. Niye inkâr ediyor? Bekliyor ki bir mucize olabilir, bir gelişme olabilir, şu anda ortaya çıkan bu sorun bir şekilde kendiliğinden hallolabilir. Tabii, bunun iki yönü var: Birisi, bunu bilinçli olarak inkâr etmek; diğeri de olayın derinliğinin ne olduğunu kavrayamamaktan, bilememekten dolayı ortaya çıkan bir şey. Şu anda karşılaştığımız bu sorunların temelinde hem bilinçli inkâr var hem de olayın ne anlama geldiğini kavrayamamış olmak var. Bu aşamada "Kriz yoktur." diyorsun ve kenara çekiliyorsun, bekliyorsun ki sorunlar hallolacak. Sorunların hallolmadığını görünce -hayal kırıklığı var- bu kere diyorsun ki: "Bekledik, olmadı, ne yapalım?" Bir müddet sonra hayal kırıklığı, yerini öfkeye ve korkuya bırakıyor; öfke ve korkuya bırakılan yerde, hayal kırıklığının olduğu yerde yaptığı şey şu: Mesela soğan depolarına baskın yapmak bir hayal kırıklığıdır. Ortada bir mesele var, bekliyorsun ki çözülmüyor, o zaman bir şekilde bunun üstüne gideyim, bir açıklama yapayım diyorsun, gidiyorsun, soğan deposunu basıyorsun. O da çözüm olmuyor, bu kez korku ve panik içerisine giriyorsunuz. Şu anda krizin biz korku ve panik aşamasındayız ve bu korku ve panik aşamasının en önemli göstergesi de görüşmekte olduğumuz yasanın 16'ncı ve 17'nci maddelerinde -özellikle reel sektörün ileride bankacılık sistemimizin üzerine getirebileceği yükleri de dikkate alarak- yapılan düzenleme ve borç ertelemesi. Bu, nereden bakarsak bakalım, önemli bir sorun ve şu anda bu soruna karşı yapılan, alınan tedbir ve ortaya konulan yaklaşım da son derece yanlış ve şu anda siz daha büyük bir sorunun tohumunu ekiyorsunuz. Bunu defalarca söyledim yani bir yıl önce de söyledim, bir buçuk yıl önce de söyledim. Eğer o gün bu tedbirler alınsaydı bugün bu noktaya gelinmeyecekti. Şimdi, siz öyle bir yasa maddesi düzenlediniz ki bu maddeyle var olan sorunu daha da derinleştiriyorsunuz ve büyük bir sorunun da tohumunu ekmiş bulunuyorsunuz.

Bununla ne demek istiyorum? Şu: Eğer referans noktanız dünya ise, dünyada olan bitenin farkındaysanız elbette bir kriziniz var ama şunu diyorsanız: "Bizim dünyayla işimiz yok, biz kendi hâlimize bakarız." O zaman kenara çekilebilirsiniz ve her şey güllük gülistanlık diyebilirsiniz.

Geldiğimiz nokta itibarıyla, özellikle son bir ayda açıklanan verilere baktığımızda, örneğin Sanayi Üretim Endeksi, Yurt İçi ÜFE, Tüketici Güven Endeksi, Sektörel Güven Endeksi, Reel Efektif Döviz Kuru, perakende satışlara vesaireye baktığımızda belki bir miktar iyileşme var fakat bu sizi aldatmasın. Bütün bunlar eşik değerin altında, ya 100'ün altında ya da 50'nin altında, 100'ün altında ve 50'nin altında olan her rakam size meselenin henüz halledilmediğini gösteriyor. Dolayısıyla biraz önce söylediğim ve daha farklı verilerde ortaya çıkan aylık bazdaki bazı iyileşmeler sizi aldatmasın. Genele baktığımızda, makro açıdan baktığımızda, enflasyonun düşmüş hâliyle bile, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin 3 katı enflasyon var.

İşsizlik, neredeyse gelişmekte olan ülkelerin 2 katı. Bugün nisan ayı işsizliği açıklandı, mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 13,8. Evet, bir önceki aya göre düşüş var ama bir önceki yılın ayına göre de önemli artış var, 1 milyonun üzerinde.

Paranın değer kaybında ise biz dünya lideriyiz. İlk altı aydaki bütçe gelişmelerine baktığımızda, gerek nakit açığında, gerekse faiz dışı dengede, borç çevirme oranımızda, hepsinde önemli bir gerileme söz konusu.

Bu ülke mali disiplinsizlikten dolayı 2001 yılında krize girdi ve o krizin sonucunda bu ülkenin merkezî hükûmetinin borcunun millî gelire oranı yüzde 70'in üzerindeydi, 75 civarındaydı. O gün IMF'yle yapılan anlaşma çerçevesinde, Hükûmet net borç ödeyicisi hâline geldi yani ayağını yorganına göre uzatmaya başladı, topladığı vergiden faiz giderini düştükten sonra, kalan kısmı ona göre harcadı, faiz giderinden elde ettiği faiz dışı fazladan borç ödedi ve borcunu bugün, kendi grubundaki ülkelerin belki en iyisi olan, yüzde 30, 32 civarına getirdi. Tamam, bununla övünüyorsunuz, bu da bu ülkenin kazanımı diyebiliriz fakat şunu unutmayalım: Geçen yılın ortasından itibaren o edindiğimiz tecrübe, o edindiğimiz disiplin maalesef hiç olmamış, böyle bir şey başımıza gelmemiş gibi unutuldu ve eski dönemde ne kadar hastalığımız varsa, ne kadar günahımız varsa, ne kadar yanlışımız varsa hepsini tekrar su yüzüne çıkardık ve bu yanlışları tekrar uygulamaya koyduk. Geçen yıl haziran ayı öncesi -borç çevirme oranı- normalde 100 liralık vadesi gelen borca karşılık 80 lira, 85 lira, 90 lira borçlanırken geçen yılın ortasından itibaren artık yüzde 100 ve bunun üzerine çıktık. Haziran ayında toplam borçlanma oranı yüzde 132 ve bu ayın ilk haftası itibarıyla da yüzde 167.

Ekonomi daralıyor, yıllık bazda 2 çeyrek küçüldü. 2 çeyrek küçüldüğü için ekonomik aktivite zayıf, vergi bazı daraldı, dolayısıyla vergi toplanamıyor. Ama buna rağmen Hükûmet harcamaya devam ediyor ve bunun bedeli olarak, bunun karşılığı olarak da yapacağı şey; ya borçlanacak ya zam yapacak ya da bir yerden tasarruf edecek. Ama şu anda görünen o ki maalesef harcamak için alanı yok. Hükûmet sürekli para harcıyor ve bunun da bir kısmını vergi artışıyla karşılamaya çalışıyor. Ekonomi büyümediği için vergi toplayamıyor. Geriye kalanı da nereden yapacak? Borçlanacak. Onun için faiz düşmüyor. Dolayısıyla, Merkez Bankası Başkanını görevden almanın buna bir çözüm olacağını düşünmüyorum. Siz faizin artmasını kendi elinizle yapıyorsunuz. Çünkü ekonominin toplam kaynağı belli, onun önemli bir kısmını devlet olarak, Hükûmet olarak alıyorsunuz, özel sektöre bir şey bırakmıyorsunuz. Dolayısıyla Hükûmet daha fazla borçlanmaya başladığında faizler yükseliyor. Ne yapıyorsunuz? Yaptığınız iş şu: Yine geride yaptığımız o hataları tekrar yapıyorsunuz; kamu bankalarını kullanarak, arka kapıyı dolanarak, birtakım kural dışı işlem ve eylemlerle güya faizi düşürüyorsunuz. Unutmayın bu; size, bize ve bu ülkeye daha yüksek faiz, daha düşük kur olarak geri dönüyor ve her defasında da soframızdaki 5 zeytinden 3 tanesi gidiyor.

Bu yasanın özü, esası bu: Para bulmak. Peki, bunu nasıl bulacak? Bulması için de diyor ki: Bankacılık sistemindeki borçları eğer yeniden yapılandırırsam, bu yapılandırmanın sonucunda bankaların bilançosundaki bu geri dönmeyen, işlemeyen kredileri bir kenara çıkartırsam belki orada bir alan yaratırım ve dolayısıyla da bankalar kredi vermeye başlarlar ve verilen bu kredilerle ekonomi tekrar canlanır. Bu bir hayal, bu bir hayal, bunu unutmayın. 2001 krizinde "İstanbul yaklaşımı" diye bir şey yapıldı. O yaklaşımda 6 milyar dolarlık bir borç yeniden yapılandırıldı ama bunun karşılığında 3 milyar dolarlık IMF parası kullanıldı. Bugün bu yasanın 16 ve 17'nci maddesiyle yapılan yeniden yapılandırmada ortada bir kaynak yok, sadece bankalara tanınan bir vergi muafiyeti var ve diyor ki: Dönmeyen, çalışmayan kredilerinizi yeniden yapılandırın, bunun sonucunda eğer yine de ödenmezse bunları bilançonuzdan çıkarın, zarar olarak yazın dolayısıyla ben gelir vergisi vesaire açısından bunları sizden düşeceğim, size böyle bir kolaylık veriyorum. Ayrıca bir düzenleme daha var, onda da diyor ki banka yöneticilerine: Cesur olun, korkmayın. Ben, bankacılık kanununda öngörülen, kredi batırmalarından dolayı öngörülen zimmeti size çıkarmayacağım, sizi affedeceğim ama siz ne yapın yapın bu kredileri yeniden yapılandırın. Bu kredilerin hangi krediler olduğuna baktığımızda, inşaat sektöründe 85 küsur var, bir o kadar dolar cinsinden var, enerji sektöründe var ve imalat sanayisi sektöründe var ve bunun toplamı 400 milyar TL, nereden bakarsanız bakın 70 milyar dolar. Hiçbir kaynak konulmadan bunun yeniden yapılandırılması mümkün değil. Ellerini açtı Hükûmet, dua ediyor: "Ey Rabb'im, bir mucize yarat, ekonomi tekrar canlansın, işler tekrar yoluna girsin, ekonomik aktivite büyüsün, şirketler yeniden üretsin, ürettiklerini de satsınlar, sattıklarından ciro elde etsinler ve buradan elde ettikleri kârla da bu borçlarını ödesinler." İnşallah olur. Böyle bir şey olursa da tarihe not düşmüş olursunuz ama tecrübe bunun böyle olmayacağını gösteriyor. Dolayısıyla yasayla şu anda... Yılbaşında bir düzenleme yaptı BDDK, dedi ki... Önceki yılda, 2017 yılında o yüzde 7,4'lük -kusura bakmayın- hormonlu büyüme bugünkü sorunun temelidir; o büyüme, 7,4 bugünkü sorunun temelidir. O 7,4'lük büyümeyi sağlayan Kredi Garanti Fonu'ndan verilen 220 milyar TL'lik geri dönmeyen kredilerin önemli bir kısmının yeniden yapılandırılması için BDDK 2019'un daha ilk günü bir düzenleme yaptı ve dedi ki: "Bu krediler üç yıl süreyle istenildiği kadar yeniden yapılandırılabilir." Yılbaşında yapıldı, haziran geldi, ödenme yok; haziranda tekrar yapılandırılacak, eylül, ekim gelecek, yine yok; 2020'nin başı gelecek, yine yok. Bunun çalışmayacağını bildiğiniz için şimdi yeniden bir düzenleme yaptınız, iki yıl bunun tekrar ertelenmesini öngördünüz, bir de Cumhurbaşkanına bir iki yıl daha bunun ertelenmesi yetkisini verdiniz. Toplamda dört yıl daha ertelenecek bu. Göreceksiniz ki bu çalışmayacak.

Benim iki dakikam var, çok fazla zamanım da yok. Daha söyleyeceğim çok şey var ama herhâlde izin vermezsiniz, dolayısıyla bir konuya gelmek istiyorum. Söyleyeceğimin sadece yüzde 2'sini, yüzde 3'ünü ancak söyledim.

Bu meselelerde gelinen noktadaki ekonomik sıkıntının faturası Merkez Bankasına kesildi, Merkez Bankası Başkanı görevden alındı. Şunu söylemek istiyorum, detayına girmiyorum: Merkez Bankası bağımsızlığı nedir? Niçin Merkez Bankası bağımsız olmalıdır? Hangi saiklerle siyaset kurumu Merkez Bankasına bağımsızlık vermiştir ve şu anda bu niçin sıkıntı yaratıyor? Bunların uzun uzun izahı var. Tek şunu söyleyeyim: Şu andaki kullandığımız para kaydi paradır, fiyat paradır; bu, mürekkep ve kâğıttan ibarettir, dolayısıyla bunu çok basarsanız ekonominizi talan edersiniz. Onun için de Merkez Bankasına bağımsızlık verilmesinin ana nedeni, özü, esası bu. Bunun çeşitli aşamaları var, geldiğimiz nokta itibarıyla uygulama... Enflasyon hedeflemesi diye bir şey var. O enflasyon hedeflemesinde de iki unsur var. Bunlardan birisi araç bağımsızlığı, Merkez Bankası operasyonel olarak bağımsız; Merkez Bankasının amaç bağımsızlığı yok. Merkez Bankasının amacını Hükûmet ile Merkez Bankası birlikte belirliyor. Dolayısıyla eğer Merkez Bankası hedefleri tutturamadıysa bunun bir ayağı Hükûmettir. Hükûmet maliye politikasıyla para politikasını desteklemediği için enflasyon düşmemiştir. Enflasyonun düşmemesinin faturası da Merkez Bankası Başkanına kesilmiştir.

Son olarak şunu söyleyeceğim: Sayın Cumhurbaşkanı, sayın AK PARTİ'liler; eğer Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bağımsız olmasına inanıyorsanız, bunun bir ekonomik faydası var diye düşünüyorsanız lütfen bunun gereğini yapın, kendi iradenizle yani siyasi irade olarak verdiğiniz, yaptığınız Merkez Bankası bağımsızlığına saygılı olun ve bunu içselleştirin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, devam edin.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Yok, eğer "Biz siyaset kurumu olarak yanlış yaptık. Merkez Bankası bağımsız olmamalı. Merkez Bankası Hükûmetin herhangi bir birimi gibi olmalı." diyorsanız yine buna göre davranın lütfen. Yani her iki hususta da, inanıyorsanız da samimiyet istiyoruz inanmıyorsanız da samimiyet istiyoruz, bunun gereğini yapın.

Sayın Cumhurbaşkanının bir teorisi var: Faiz, enflasyonun sebebidir. Bu, kapitalist sistemin kabul ettiği bir şey, bunun İslami yönünü konuşuruz ama ben onun içine girmiyorum. Bu sistemin içerisinde, bu teori eğer doğruysa ve buna da yüzde yüz inanıyorsanız o zaman 82 milyon insanın vebali boynunuzda. Cumhurbaşkanı diyor ki: "Enflasyonun sebebi faizdir. Üstelik bir de arasında doğrusal bir ilişki vardır." Gerçekten buna samimiyetle inanıyorsa, elinizde siyasi yetki var, Merkez Bankası Kanunu'nu değiştirin ve Merkez Bankasını bir teknik birim hâline getirin, Sayın Cumhurbaşkanına danışmanlık yapsın, elindeki veriyi aranje etsin, incelesin ve "Biz olayı şöyle görüyoruz." desin, o kararı kendisi alsın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, devam edin.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - İki yol var, iki yolda da samimiyet lazım; inanıyorsanız da gereğini yapın, inanmıyorsanız da gereğini yapın, milleti oyalamayın. Biz bugün üretim konuşmak istiyoruz, imalat sanayisini konuşmak istiyoruz, büyüme konuşmak istiyoruz, refah konuşmak istiyoruz; artık faiz, kur konuşmaktan bıktık. Merkez Bankasının elini bırakmazsanız bunlar konuşulmaya da devam edecek. O nedenle samimiyete davet ediyorum; inanıyorsanız da gereğini yapın, inanmıyorsanız da gereğini yapın.

MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Gereğini yapıyoruz.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Bunun başka bir alternatifi yok çünkü sizin bu tavrınız, ikircikli tavrınız ekonominin üzerine ve toplumun üzerine acayip bir yük bindiriyor. Bu yükün ortaya çıkışı yüksek faiz ve düşük kur. Göreceksiniz, Merkez Bankası ayın 25'inde bir karar alacak, orada ne karar aldığını gördükten sonra, biz şu andaki yüzde 24 faizi ve bu kuru arar hâle geleceğiz. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bunu lütfen düşünün. Eğer bunun tersi olursa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Selamlayalım Sayın Yılmaz.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - ...yapacağım bir şey yok. Neyse... Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)