GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda ve 652 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:93
Tarih:25.06.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ŞENOL SUNAT (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, 23 Haziran tarihinde yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonucu aziz Türk milletine hayırlı ve uğurlu olsun diyorum. Sayın İmamoğlu'na başarılar diliyoruz, Allah yâr ve yardımcısı olsun. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Bu seçim sonuçları, milletin iradesine ipotek koymanın, yok saymanın, hak gasbının bedelinin ne olduğunu göstermiştir. Tüm siyasetçiler olarak hepimizin ders çıkarması gerekir. Bu seçim Türk milletinin ferasetini ortaya koymuştur; adalet kazanmıştır, demokrasi kazanmıştır, iyilik kazanmıştır, tevazu kazanmıştır, vicdan kazanmıştır. Velhasıl muhalefet ve iktidara destek olan büyük Türk milleti kazanmıştır.

Evet, bugün 90 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin genel değerlendirmesi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bir kez daha Millî Eğitim Bakanlığı mevzuatında yapılan bazı değişiklikleri bu kanun teklifi getiriyor.

Değerli milletvekilleri, eğitim millî bir meseledir. Eğitim, bir istikbal meselesidir. Eğitim, siyaset üstü bir meseledir. Gelin, birlikte yere düşen sistemi ayağa kaldıralım ve Türk milletine yakışır bir millî eğitim sistemini el birliğiyle oluşturalım. Bu, bizim ecdadımıza ve evlatlarımıza olan borcumuzdur.

Bilindiği üzere, on yedi yıllık AK PARTİ iktidarı döneminde karnesi çok bozuk olan bakanlıklardan birisi Millî Eğitim Bakanlığıdır. Tam 7 kez bakan ve 17 kez sistem değişmiştir. Her gelen bakan kendi sistemini getirmiş, muhalefet hiçbir zaman dinlenmemiş ve eğitim kalitesi her yeni bakanla daha da gerilere düşmüştür.

Evet, bu kanun teklifinin 2'nci maddesiyle ilkokula başlama yaşı altmış dokuz aya çıkarılarak yaklaşık yedi yıldır yapılan yanlıştan geri dönülmüştür. Geri dönülmüştür ancak yedi yıldır öğrencilerimiz bir kobay olarak kullanılmış, aileler sıkıntı yaşamıştır. Buradan hareketle, eğitim gibi son derece önemli bir alanda yanlış yapmamak için işin muhataplarına, uzmanlara sormanın ne kadar önemli olduğu bir defa daha görülmüştür. Her sene değişen müfredat ve her sene değişen sistem sonucunda evlatlarımız yıllardır deneme tahtası gibi görülüyor ve maalesef kobay gibi kullanılıyor sayın milletvekilleri.

Evet, öğrencilerimizin durumu ortada, peki öğretmenlerimiz ne hâlde, biraz da bunu değerlendirelim. Evlatlarımızı ellerine teslim ettiğimiz, gelecek nesillerimizi yetiştiren öğretmenlerimizin sorunları saymakla bitmiyor. On binlerce atanamayan öğretmen var. Doğru dürüst bir planlama yapılmadığı için her yıl bu rakam artıyor ve yığılmalar devam edip geliyor. Öğretmenlerimizin maaşları ortada. 3600 gösterge ne oldu, hâlen ses seda yok, verilen sözler de maalesef tutulmuyor. Öğretmenlik kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye sınıflandırılır mı sayın milletvekilleri? Ben bir eğitimciyim, yıllardır yüzlerce öğretmen yetiştirdim. Bir eğitimci olarak böyle bir sınıflandırmayı asla kabul etmiyorum. Bunu öğretmenlik mesleğine bir hakaret olarak görüyorum. Öğretmenlik kutsaldır, bir kısım kabul etmese de öğretmenlik kutsaldır çünkü insan eğitir ve insan yetiştirir. Aynı okulu okuyan, aynı eğitimi alan, aynı işi yapan insanları nasıl farklı kategorilere sokabiliriz? Bu yanlış uygulamadan bir an önce vazgeçilmelidir.

Teklifte yer alan düzenlemeye dönecek olursak, Komisyona gelen teklifte, sadece sözleşmeli öğretmenlerimizin ve Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan sözleşmeli personelin zorunlu çalışma ve kadroya geçme süresi 3+1 yani 4 yıla düşürülüyor. Daha sonra Komisyonda muhalefet partilerinin de teklifleri, iktidar partisinin de katılmasıyla Sağlık Bakanlığında çalışan sözleşmeli personel de bu kapsama alındı ve teklife dâhil edildi. Peki, sözleşmeli öğretmenlerin, Diyanet görevlilerinin, sağlık personelinin bu şekilde dört yıla indirilmekle bütün dertleri bitiyor mu? Kadro alana kadar aile birliği ya da sağlık durumları nedeniyle tayin isteyemiyorlar. Bunun sonucunda pek çok sözleşmeli personelin ailesinin dağıldığını ve sağlık sorunları yaşadıklarını biliyoruz. Bize gelen bu mağdur kardeşlerimizin hikâyeleri gerçekten çok acıklı. İnsanlar yeni doğmuş çocuğunu, eşini ayda bir veya bazen iki ayda, bazen de altı ayda görmek durumunda kalıyorlar. Kendi çocuğuna hasret olan insan başka çocukları nasıl yetiştirecektir diye de sizlere sormak istiyorum.

Evet, değerli milletvekilleri, bu sorunun tek çözümü tüm öğretmenlere kadro verilmesi ve aralarında hiçbir ayrım yapmadan yeni bir planlama yapılmasıdır. Kalkınmada öncelikli bölgelerde öğretmen tutmanın yolu sözleşmeli öğretmenlik, sözleşmeli personel değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu sorunu adil ve rasyonel bir biçimde çözebilecek feraseti haizdir. Biz İYİ PARTİ olarak Adalet Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ve tüm kurumlarda çalışanlar, tüm 4/B ve 5393 sayılı Kanun kapsamında çalışanlar ile vekil ebe ve hemşirelere de kadro verilmesi eşitlik ilkesi gereğidir diyoruz. Aslolan ise tüm sözleşmeli personelin 4/A kadrosuna alınarak hukuk kurallarına uygun hâle getirilmesi, izin, tayin, terfi gibi özlük hakları ve farklı çalışma grupları oluşmasına son verilmesidir. Şu anda tüm kamu kurumlarında yaklaşık 300 bin sözleşmeli, 657-4/B'li sözleşmeli memur çalışmaktadır. 300 bin sözleşmeli memurun kadroya alınmasında devletimize herhangi bir ek yük gelmemektedir.

Değerli milletvekilleri, yine bu kanun teklifiyle, yükseköğretimdeki öğrencilere yönelik açılacak yurtların işletmesi ve denetimi Gençlik ve Spor Bakanlığına devrediliyor. Evet, devredilebilir ama öğrenci yurtları konusu çok önemli bir konu. Sorumluluk hangi bakanlıkta, hangi kurumda olursa olsun bu işi dikkatli yapmalı, denetiminden taviz vermemeli ve politikadan uzak tutmalıdır.

Biliyorsunuz ki hain FETÖ örgütünün, öğrenci yurtları kisvesi altında ve ayrıca özel evler tutarak gencecik evlatlarımızın beyinlerini nasıl yıkadığını, Anadolu'nun gariban gençlerini nasıl tuzaklarına düşürdüklerini asla unutmadık. Aladağ'da hiçbir denetimi olmayan bir yurtta yanarak can veren evlatlarımızı da unutmadık. Ensar Vakfının yurtlarında meydana gelen o utanç verici olayları da unutmadık. Belediyelerin katkılarıyla hazine arazilerine el konularak iktidar partisinin arka bahçesi hâline getirilen; oğul, kız, akraba, eş dost ve yandaşların vakıf ve derneklerine ait yurtlara verilen devlet desteğini de unutmadık. Bu yurtlarda dönen dolaplar da takibimizde sayın milletvekilleri.

Kredi ve Yurtlar Kurumu kendi binalarının yanında özel sektör ve şahıslardan kiralama modeliyle on beş yıllığına yüksek denilebilecek fiyatlarla -ki özellikle yandaşlardan- binalar kiralayarak yatak kapasitesini artırıyor. Ben sormak istiyorum sayın milletvekilleri: Millî Eğitim Bakanlığının izniyle kurulmuş özel öğrenci yurtlarından hizmet satın alma yolunu niye denemiyorsunuz? Devlet hazinesine fazladan bir mali külfet de yüklemiyor ve üstelik her kesimden, her görüşten insanın kalabileceği farklı yurtların olmasında da fayda var. Devlet işletmeci değil, kanun koyucu ve denetleyici rolüne dönmelidir diyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinde dünyaya gözlerini açan her birey devletin himayesindedir ve Anayasa'da ifade edildiği gibi, her türlü imkâna erişim hakkına sahiptir. Aynı zamanda, dünyaya gözlerini açan her birey ülke kalkınmasında ve gelecek umutlarımızın yaşatılmasında en büyük değerdir. Bu bakımdan, her bir bireyi ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda farklı eğitimlerle ve adalet çerçevesinde, iş piyasasında çalışır, üretir hâle getirmek Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yönetenlerinin birincil görevidir. Mesleki ve teknik eğitim işte bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bundan dolayı, içinde bulunduğumuz bu yüce Meclis çatısı altında yapılan eleştirilerin dikkate alınması, mesleki ve teknik eğitim konusunda ortak bir irade sergilenmesi ülkemiz geleceği açısından her birimizin boynunun borcudur. Mevzuat, bugün görüştüğümüz düzenleme gibi, sürekli değiştirilerek yamalı bohçaya dönmüştür. Özellikle, mesleki ve teknik eğitimler yoluyla bireylere kazandırılan yetkinliklerin belgelendirilmesi, bu yetkinlikler doğrultusunda bireyin iş yeri açmasına veya çalışmasına dönük mevzuat karmaşası, farklı kurumların çıkardığı mevzuatların birbiriyle çelişkisi eğitimin politik, ekonomik ve hukuki anlamda koordinasyonsuzluğunu ortaya koymaktadır. Bir bakanlığın verdiği bir belge diğer bir bakanlık tarafından tanınmamaktadır, bir genel müdürlüğün verdiği belge diğer bir genel müdürlük tarafından tanınmamaktadır. Değişen hem de çok hızlı değişen bir dünyada yaşıyoruz. Örneğin, teknolojik gelişmeler üretimi ve üretim ilişkilerini de değiştiriyor. Öte yandan, insanların ihtiyaçları ve tercihleri değişiyor. Böyle bir ortamda üretim ve ticaretin olmazsa olmazı insan yaratıcılığı ve gelişmiş teknoloji. Sadece teknolojiyi üretmek ve kullanmak da çözüm olmuyor artık, yaratacağı ekonomik, toplumsal ve sosyal yaşamı da bugünden tasarlamak gerekiyor. Ekonomide istediğimiz değişimin temelini ancak kaliteli eğitimle sağlamlaştırabiliriz. Nitelikli insan kaynağına yatırım yapmazsak teknolojik altyapıyı sağlayarak dijitalleşmenin yaratacağı faydadan da yararlanamayız. Yapmamız gereken mesleki eğitime sözde değil özde gereken önem ve önceliğin verilmesidir.

Genç işsizliği önlemenin yolu da çıraklık eğitiminden geçmektedir. Mesleki eğitim merkezlerine gençlerimizin ilgisini artırmak zorundayız. Kalfalık, ustalık belgesine sahip olanların toplum içindeki statülerini yükseltmek zorundayız. Çırak öğrencilerimizin çalışma ortamından kaynaklanan olumsuz faktörleri en asgari düzeye indirmek zorundayız. Ebeveynlerin mesleki eğitimi başarısızlık ve yeteneksizlik olarak görme anlayışını ortadan kaldırmak zorundayız. Bu ülkenin sadece beyni çalışan değil elleri de beyniyle ortak çalışan zanaatkârlara ihtiyacı olduğunu her platformda dile getirmeliyiz. Bütün bunları yaparken iş birliği, güç birliğiyle ilgili paydaşlarla ortak hareket etmek zorundayız. "Biz böyle uygun gördük." anlayışını bir kenara bırakarak, siyasetin gereklerini değil eğitimin gereklerini ön plana çıkararak, ortak akıl ve ortak iradeyle sorumluluklarımızın farkındalığıyla bunları gerçekleştirmeliyiz.

Kanun teklifinin 5, 6, 7 ve 8'inci maddelerine yönelik uygulamalar Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle iki yıldır uygulanıyordu zaten çünkü maalesef "Hukuk devletiyiz." diyoruz ama kanuni bir düzenleme yapmadan önce yönetmelik ve esaslarında değişikliğe gidiyoruz. Bundan vazgeçmeliyiz değerli milletvekilleri.

Millî Eğitim Bakanlığında çıraklık ve mesleki eğitim uygulamalarında yetki ve sorumluluğun hangi genel müdürlükte olduğu da belli değil maalesef. Aynı Bakanlık içerisinde iki farklı genel müdürlükten biri, Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü iş yeri açmada ustalık belgesi veya en az ön lisans diploması isterken, diğer genel müdürlük, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü kurs belgesini yeterli görmektedir. Asıl önemli olan ve gözden kaçırılmaması gereken husus da genel müdürlükler arasındaki farklı uygulamalar neticesinde mesleki eğitimde uygulanan programlar arasında birliktelik ve bütünlüğün de kaybolmasıdır. Millî Eğitim Bakanlığı bu yapısı ve uygulamalarıyla mesleki eğitime öğrenci bulmakta zorluk çekmeye devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, devletimizin kaynaklarının daha etkin ve verimli şekilde kullanılması amaçlandığından -güzellik uzmanlığı örneğini vereceğim size- meslek dalında iş yeri açmak için dördüncü seviye üç yüz, üç yüz on saat teorik eğitim yeterliyse üç yıl kalfalık eğitimi artı bir yıl daha ustalık eğitimi olmak üzere dört yıl mesleki eğitim almak için mesleki eğitim merkezlerine devam etmeye öğrenci için ne gerek kalmaktadır? Bu nedenle, gerçekçi olmak gerekirse -kimse kimseyi kandırmasın- 7141 sayılı Kanun'un 12'nci maddesi uygulamada kaldığı sürece çıraklık mesleki eğitimine olan ilgi de her geçen gün azalmaya devam edecektir.

Mesleki eğitimde bir diğer önemli problem ise alışkanlıklarla yönetimden verilerle yönetime geçilmemesidir. Bunun için de, mesleki eğitimin istihdam boyutu da dikkate alınarak gününde ve gerçek verilere ulaşmak günümüzde mühimden öte elzemdir. Yani Bakanlık çırak öğrenci verilerinde bile bir birliktelik sağlayamamaktadır. Bunun yanı sıra, verileri eğitim yılları itibarıyla analiz etmek isteğimizde meslek alanı, meslek dalı bazlı verilere ulaşmak da çok zordur. Bilindiği üzere, eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınarak her meslek için sürenin dört yıl olarak belirlenmesi ki her mesleğin öğrenme zorluğu ve öğrenme süresi farklı olacağından mesleklere göre çıraklık süresi meslek kuruluşlarıyla iş birliğiyle yeniden belirlenmelidir.

Yine, söylemek istediğim: Günümüzde teknolojide çok büyük değişikliklerin yaşandığı da göz önüne alındığında, iki yılda bir 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nun ilgili maddelerinde değişiklik yapmak yerine meslekî eğitimde taraf olan tüm paydaşların katılımıyla yeni bir meslekî eğitimi geliştirme kanununun hazırlanıp uygulamaya geçirilmesinde büyük faydalar vardır.

Sayın milletvekilleri, yine son olarak söylemek istediğim: Her kanun teklifinde, olur olmaz her yerde "Cumhurbaşkanınca karar verilir." veya "...belirlenir." diye yazmak zorunda mısınız? Kanun teklifi veren arkadaşlarımıza sormak istiyorum. Bu kanun teklifinin de 14'üncü maddesine ÖSYM'de soru hazırlamak için görevlendirilen öğretim elemanları ve öğretmenlerin ek ödeme uygulaması için ki gösterge katsayısı kanunda açık açık yazılmış olmasına rağmen "Ek ödemenin tutarı ile usul ve esasları Cumhurbaşkanınca belirlenir" diye yazıyorsunuz. Yazıktır ya, sayısı belli personel için aşağı yukarı belli olan rakamı niye Bakanlık belirlemiyor da Sayın Cumhurbaşkanının bu kadar görevi varken önüne koyuyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun tamamlayın Sayın Sunat.

ŞENOL SUNAT (Devamla) - Bunu söylemiş olmamıza rağmen, "Bunu dikkate almanız gerekir." "Buna 'Bakanlıkça' demeniz daha uygundur." dememize rağmen maalesef kabul görmemiştir. Söylemek istediğim şudur: Evet, bir Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmiş olsa da -kanun teklifi veren arkadaşlarımıza da seslenmek istiyorum- Sayın Cumhurbaşkanı bu kadar yoğunken, memleketin bu kadar meselesi varken bunlarla uğraştırmayın Sayın Cumhurbaşkanını; boğmayın, boğmayın diyorum, söylemek istediğim bu. Yanlış yapıyorsunuz...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Bunlar mali hükümler, ya yasayla ya da kararnameyle olur.

ŞENOL SUNAT (Devamla) - Kararnameyle olmaz çünkü yazmışsınız şeyi, "Bakanlıkça belirlenir." dersiniz, olur biter.

Evet, şerh maddelerimiz vardı ama genel anlamda biz bu teklife destek verdik, memleketimize hayırlı ve uğurlu olsun diyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Sunat.