| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Nijer-Türkiye Dostluk Hastanesinin Açılması, Ortak İşletilmesi ve Devredilmesi ile İlgili Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 72 |
| Tarih: | 30.04.2019 |
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uluslararası anlaşmaların kabulüne ilişkin tekliflerin görüşülmesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette dış politikamızla ilgili birçok konu daha önceki konuşmacılar tarafından dile getirildi, özellikle son zamanlarda Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ciddi bir gerginlik yaratan S400'ler ve ona bağlı olarak F35 uçakları konusu ifade edildi. Ben bunun üzerinde durmayacağım ancak uluslararası anlaşmaların kabulüne ilişkin görüşlerimizi dile getirmeden evvel yüce Meclisimizin kapalı olduğu süre zarfında uluslararası kamuoyunu yakından ilgilendiren gelişmelerden kısaca söz etmek ve sizlere bazı konuları hatırlatmak istiyorum.
Hatırlayacaksınız, 15 Mart 2019 tarihinde Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde düzenlenen bir terör saldırısında 50 kişi hayatını kaybetti, 49 kişi yaralandı. 21 Nisan 2019 tarihinde de Sri Lanka'nın başkenti Kolombo dâhil olmak üzere farklı şehirlerindeki otelleri ve Paskalya ayini yapılan kiliseleri hedef alındı; terör saldırılarında 253 kişi hayatını kaybetti, 500'den fazla kişi de yaralandı.
Bu iki ülkeyi vuran terör saldırılarını buradan bir kez daha kınıyor, Sri Lanka'daki saldırılarda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımız Serhan Selçuk Nariçi ve Yiğit Ali Çavuş'a Allah'tan rahmet diliyor ve acılı ailelerine sabır dileklerimi tekrar iletiyorum.
Değerli milletvekilleri, uluslararası anlaşmalar ülkelerin sosyoekonomik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapıldığı kadar ülkeler arasındaki diyaloğu güçlendirerek karşılıklı iş birliğini artırmayı da amaçlar. Ayrıca, ülkeler arasındaki diyaloğun güçlenmesi uluslararası barışın sağlanmasına ve terörizmin önlenmesine büyük katkılar sağlar. Ülkemizin tapusu niteliğindeki Lozan Barış Anlaşması'na imza atmış bir partinin temsilcisi olarak uluslararası anlaşmaların barışa sağladığı katkının altını bir kere daha çizmek isterim.
Terörle mücadelede büyük bedeller ödeyen bir ülke olarak bugünlerde terör saldırılarıyla kana bulanan ülkeleri en iyi anlayanlardanız. Terör değişik ülkelerin kentlerinde de karanlık yüzünü göstererek masum insanların canlarını almaktadır. İnsanların hiçbir ayrım gözetmeden daha mutlu ve huzurlu bir dünyada yaşayabilmelerinin ancak ve ancak yurtta barış, dünyada barış ortamında sağlanabileceğini, bu anlayışın kalıcı dünya barışına önemli katkı sunacağını, bir kez daha, altını çizerek vurgulamak istiyorum.
Yeni Zelanda'daki terör saldırılarının dünyada yankı uyandırması kadar Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern'in "Hepimiz biriz, onlar biziz." söylemlerinin etkisiyle tüm ülkenin tam bir birlik ve beraberlik içinde, ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin birbirini kucaklaması tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Yeni Zelanda saldırısı karşısında Başbakan Jacinda Ardern'in duyarlı, empatik ve sorumlu yaklaşımı dünyada birçok lidere örnek olması gereken bir model oluşturdu. Saldırganın adını telaffuz etmeyi reddeden, kurbanların cenazesinde dayanışma için başını örten Ardern, bu tür şiddet olayları karşısında tüm insanlığın birleşmesi ve ortak bir cephe sergilenmesi çağrısında bulundu. Birçok liderin Ardern'den alması gereken dersler var.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne yazık ki Yeni Zelanda saldırıları ülkemizde seçim kampanyasına alet edildi. Görüntüler mitinglerde sansürsüz bir biçimde kullanıldı ve özellikle de Çubuk mitinginde 49 kişinin katledildiği Yeni Zelanda'daki saldırının görüntülerinin izletilmesinin ardından ekrana Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun aşırı sağcı ve gerici şiddeti eleştiren konuşması yansıtıldı, ardından da "Yahu, senin Avustralyalı senatörden ne farkın var?" dendi ve Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu'nun oradaki kitle tarafından saygısız bir davranış içinde protesto edilmesine zemin yaratıldı. Elbette bu konuda sorulacak çok soru var, birçok soru soruluyor ama sırf bu hadiseden dolayı, herhâlde "Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na linç girişiminde bulunulması için ne yaptınız?" sorusunu gayet haklı ve meşru bir soru hâline getiren bir davranıştır Çubuk mitinginde yaşanan bu olay. Bunu özellikle tekrar hatırlatmak ve daha evvel reddedilen teklifimizin de ne kadar manasız bir şekilde reddedildiğini hatırlatmak istiyorum.
Yeni Zelanda Başbakanı Ardern gibi halkların duygularına duyarlı liderlerin ne kadar önemli olduğunu Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na yapılan linç girişimi ve sonrasında yapılan açıklamalarda da hissettik. Bir ülke düşünün ki Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanına linç girişimi oluyor ve ülkenin partili de olsa Cumhurbaşkanı arayarak geçmiş olsun dileklerinde bulunmuyor, halkının yarısına "zillet ittifakı" diyerek terörist ilan edip seçim kampanyası yürütüyor. Ülkemiz hem demokrasi alanında hem ekonomik hem de siyasi kültür anlamında geriye gitmiştir. Linç siyaseti yürütülen bir ülkenin geleceği nasıl olacaktır? Bunu hiç kendinize sordunuz mu?
Değerli milletvekilleri, Sayın Erdoğan Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak "Türkiye'yi beğenmiyorsanız bu işi bitirelim. Havadan sudan bahaneler uyduruyorsunuz. Türkiye, Avrupa Birliği müzakereleriyle ilgili çok kan kaybetti. Biz verilen sözlerin yerine getirilmesini sabırla bekliyoruz." diyor. Avrupa Parlamentosu seçimleri için aşırı sağcıların Türkiye aleyhine propaganda yürüttüğü bir süreçte, iktidarın, itibarlı bir Avrupa Birliği adayı olarak Avrupa Parlamentosunun yeni dönemi açısından çok daha dikkatli bir dil kullanması gerekiyor; aksi takdirde, son tahlilde, zararlı çıkacak olan yine Türkiye ve maalesef Türkiye demokrasisi olacaktır. Bildiğiniz üzere, AKP iktidarının demokrasiyi sandığa indirgemesi en tipik siyasi özelliği olmuştur. Demokrasinin araçları ve boyutları konuşulmazken, siyasi iktidar şimdilerde neredeyse seçimlere indirgenmiş bir demokrasi anlayışını bile kabul etmemektedir. Şüphesiz bu süreç Türkiye'nin demokratik oluşumlardaki varlığını da eleştiriye açacaktır. Kopenhag Kriterlerinden uzaklaşmış, seçimlerin dahi sorgulandığı ve demokrasinin en temel kriterlerinden biri olan özgür ve adil seçimlerin dahi gerçekleştirilemediği bir ülke olmak kuşkusuz itibarlı bir Avrupa Birliği adayı olmanın şartları arasında yer almamaktadır. Bunun için iktidarın Yüksek Seçim Kuruluna olan baskıları keserek bu itiraz sürecinin yasalara uygun bir şekilde işlemesini sağlaması gerekir. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi gerilemeden çıkabilmenin yolu demokrasinin işlevsel hâle getirilmesidir.
Değerli milletvekilleri, bu içinde bulunduğumuz yeni amorf başkanlık sisteminin en belirgin özelliği Meclis denetim araçlarının çoğunu kaldırmış olmasıdır. Var olan denetim araçlarına bakanlar cevap vermeye tenezzül dahi etmeyerek Parlamentonun önemini yitirmesine katkı sağlıyorlar. Yazılı soru önergelerimize cevaplar ya süresi geçince geliyor ya da hiç gelmiyor. Meclis Başkanımız Sayın Mustafa Şentop'un verdiği bilgilere göre, 10 Ocak 2019 tarihi itibarıyla 27'nci Yasama Dönemi'nde kendisine yöneltilen 402 yazılı soru önergesinden hiçbirine cevap vermeyen tek kurum ise Dışişleri Bakanlığı. Bu yüzden, kendilerine yöneltmiş olduğum bir soru önergesinin Genel Kurul huzurunda yinelenmesini istiyorum ve Sayın Başkan aracılığıyla yanıt verilmesini talep ediyorum. Önergemizin kamuoyuna sunulmasıyla birlikte kamuoyunda da ciddi bir merak konusu olmuştur.
"Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers Pentagon'daki 18 Nisan 2019 tarihli basın toplantısında 'Suriye'nin kuzeyinde Türkiye kontrolünde bir güvenli bölge kurulacak mı?' sorularına, Suriye Demokratik Güçleri ile Türkiye arasında birçok meşru konuda doğrudan görüşmelerin devam ettiğini söyleyerek yanıt vermiş ve 'Müttefikimiz Türkler ve ortağımız SDG arasında süren görüşmelerle alakalı yorum yapamam.' demiştir. AKP Hükûmetinin Suriye'deki gelişmeler konusunda iç kamuoyunda takındığı tutumla çelişen bu ifadelerin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu konuyla ilgili olarak;
1) Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers'ın Türkiye ile SDG arasında görüşmeler yapıldığını açıklaması size danışılarak mı yapılmıştır?
2) SDG ile Türkiye arasında doğrudan görüşmeler hangi tarihte başlamıştır? Günümüze kadar toplam kaç görüşme yapılmıştır?
3) SDG'yle üzerinde görüşülen konular hangileridir?
4) Görüşmelerin detaylarını Türkiye kamuoyuyla ne zaman paylaşacaksınız? Görüşmeleri kamuoyundan bugüne kadar gizleme gerekçeleriniz nelerdir?
5) Suriye'deki durum hakkında SDG dışında başka hangi gruplarla görüşüyorsunuz?"
Değerli milletvekilleri, soru önergesinden yola çıkarak ve bugünlerde İdlib'de yaşanan hareketliliği de göz önüne alarak Suriye konusundaki bazı hatırlatmaları yapmak ve uyarılarımızı yinelemek isterim.
İdlib'de olası bir operasyonun işareti Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından verilmişti. Nitekim, Suriye ordusu İdlib'de çok ciddi bir hareketliliğe başlamış ve Rus uçaklarının da bombardımanıyla, onların desteğiyle faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bu bağlamda İdlib'den Türkiye'ye sızma ihtimali olan teröristlere karşı Suriye'yle diyalog kurmak artık zaruri bir hâl almıştır. Bugün Esad rejimine karşı olan ülkeler bile Suriye'yle diyalog kurmaya başlamıştır. Yıllardır Adana Mutabakatı'nın Türkiye-Suriye ilişkileri için büyük önem taşıdığının altını çizen ve söz konusu mutabakatın özüne uygun olarak sınır komşumuz Suriye'yle iyi ilişkiler içinde olmamız gerektiğini savunan Cumhuriyet Halk Partisi olarak Suriye yönetimiyle de temasa geçilmesinin ve 1998 Adana Mutabakatı ruhunun iki komşu ülke arasında yeniden canlandırılması için çalışılmasının zamanı gelmiştir.
7 Eylül 2018 tarihinde gerçekleşen Tahran Zirvesi'nden hemen sonra sunduğumuz 6 maddelik çözüm önerisinden biri olan Adana Mutabakatı'nın gereklerini yerine getirmek için AKP iktidarını derhâl Suriye'yle doğrudan temas kurmaya çağırıyor, mutabakatta işaret edildiği üzere terörle mücadele konusunda "karşılıklılık ilkesi" çerçevesinde Suriye'yle iş birliği yapması gerektiğini hatırlatıyoruz.
Değerli milletvekilleri, dış politikada gündemde olan bir diğer konu da Ermeni sorununun bazı ülkeler tarafından yeniden gündeme taşınması olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 24 Nisanı sözde Ermeni soykırımını anma günü olarak tanıdığı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesini bir kez daha şiddetle kınıyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Fransa Cumhurbaşkanı ve uluslararası kamuoyuna, yürürlüğe giren karardan duyduğumuz rahatsızlığı iletmek ve parti olarak, Fransa Cumhurbaşkanının açıklamalarına ilişkin olarak daha önce yaptığımız açıklamayı da yeniden hatırlatmak isteriz.
1915 yılında hem Ermeniler için hem Türkler için büyük bir travma yaratan olaylar her iki halkın hafızasında derin yaralar bırakan bir trajediyi oluşturmaktadır. Bu trajedinin izlerini silmek ve hafızalarda bıraktığı yaraları onarmak için her iki toplumun aynı kararlılıkla hareket etmesi gerekmektedir. Bu konuyla ilgili olarak üçüncü ülkelerin yersiz kararlar almaları çözümsüzlüğü büyütmektedir.
Macron'un 24 Nisanı anma günü olarak tanıması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla ilgili kararlarına aykırıdır. Bu sembolik hareketin barışa hizmet etmeyeceği ve Türkiye ile Ermenistan ilişkilerine yarar sağlamayacağı açıktır.
Değerli milletvekilleri, aynı tarihlerde İtalya Hükûmeti de sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak bunun resmî olarak tanınması ve bunu uluslararası alanda savunmayı isteyen bir önergeyi parlamentosunda kabul etti ve uluslararası hukuka aykırı olarak atılan bir diğer adımı İtalya da attı.
Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde popülist yaklaşımlarla alınan bu tür kararlar, Türkiye ile Ermenistan arasında kurulmaya çalışılan köprüleri temelinden sarsacak nitelik taşımaktadır. Bu durumun bilinciyle hareket etmek bütün üçüncü ülkelerin ve toplumların vicdanını ilgilendiren bir konu olmalıdır. Parlamenterler, tarihî konuların ilgili ülkelerin kendi aralarında çözüme kavuşturulmasını desteklemeli ve bu konulara taraf olmamalıdırlar.
Değerli milletvekilleri, bugün gündemimizde olan uluslararası anlaşmalara gelecek olursak, Nijer'le yapılan Dostluk Hastanesi Anlaşması'na Cumhuriyet Halk Partisi olarak muhalefet şerhimiz var. Nijer Cumhuriyeti Hükûmetiyle imzalanan protokol iki ülke arasında 8 Ocak 2013 tarihinde imzalanan Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında İş Birliğine Dair Anlaşma'ya dayandırılıyor. 2013 tarihli anlaşmanın taraflar arasındaki iş birliğini düzenleyen 2'nci maddesindeyse hastane yapımına ilişkin somut bir ifade yok. Nijer Cumhuriyeti Hükûmetiyle imzalanan protokolün "Konu ve amaç" başlıklı 1'inci maddesinde Türkiye'de uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın uygun bileşenlerinin Nijer Cumhuriyeti'ne aktarılmasının amaçlandığı ifade ediliyor. Ancak Türkiye'de uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı birçok yönüyle tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bu sebeplerle Nijer Cumhuriyeti Hükûmetiyle imzalanan söz konusu protokole Cumhuriyet Halk Partisi olarak muhalifiz.
22'nci ve 26'cı Dönemlerde partimiz üyeleri tarafından verilen muhalefet şerhleriyle aynı hassasiyetleri taşıyoruz ve Nijer Cumhuriyeti'yle imzalanan bu anlaşmayla ilgili muhalefet şerhimizi bir kez daha hatırlatarak bu anlaşmanın doğru bir içerik taşımadığını dile getiriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)