GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:22
Tarih:27.11.2018

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çevre Yasası'nda değişiklik yapan kanun üzerine konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.

Tabii, konu çevre olunca ilk olarak Türkiye'de çevre yönetiminin tarihçesine bakmak istedim, Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığının internet sitesine bakayım dedim. Hayretle gördüm ki Bakanlığın internetteki tarihçesinde çevrenin adı yok. 1848 yılında Nafia Nezareti olarak başladığı, 1920'de Nafia Vekâleti olduğu, 1928'den sonra da sırasıyla Bayındırlık Bakanlığı, İmar ve İskân Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olduğu, en son 2011 yılında da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adını aldığı yazıyor. Tarihçenin yazılı anlatımında da "çevre" kelimesi hiç geçmiyor. Anlıyoruz ki Bakanlık kendini sadece bayındırlık ve şehircilikle ilgili olarak görüyor, isminde bulunan "çevre" kelimesini sanki bir daktilo hatası gibi telakki ediyor. Hâlbuki Çevre Müsteşarlığı olarak 1978 yılında başlayan çevre yönetim faaliyetleri, 1991 yılında müstakil Çevre Bakanlığı olarak devam etmiştir. 2002 yılında AK PARTİ'nin iktidara gelmesiyle müstakil bakanlık olmasına son verilmiş, önce Orman Bakanlığına, sonra da Şehircilik Bakanlığına eklemlenmiştir. Bunlar MHP destekli AK PARTİ iktidarının çevreyi bir ayak bağı olarak gördüğünü ama Avrupa Birliğine uyum nedeniyle bir bakanlığa ismini ekleyerek göstermelik bir tutum sergilediğini göstermektedir.

Anayasa'mızın 56'ncı maddesi "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir." diyor. Elimizi vicdanımıza koyarak yanıt verelim: Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşıyor muyuz? Hepimiz biliyoruz ki özellikle son yıllarda güzel ülkemizin bağlarına girilmiş, bostanları, yaylaları betonla doldurulmuş, şehirleri yağmalanmış, gölleri kurumuş, meraları, ormanları peşkeş çekilmiştir. Nehir tipi hidroelektrik santraller kurmak amacıyla Karadeniz'in muhteşem dereleri tahrip edilmiş, oradaki canlılar, ağaçlar katledilmiştir. Yer altı sularının hoyratça kullanımı sonucu sular derinlere inmiş, Konya Ovası'nda obruklar oluşmuştur. Şehirlerimizde içilebilir şebeke suyu kalmamıştır. Düzensiz şehirleşmenin ve ısıtmada kömür kullanımının teşvik edilmesiyle temiz hava solumak bir lüks hâline gelmiştir. Eğer tutarlıysanız, sigara paketlerindeki gibi, dağıttığınız kömür yardımı torbalarının üzerine de "Astım yapar, zehirler, kanser yapar." diye yazınız, hatta televizyonda kamu spotu olarak veriniz.

2000'li yıllardan sonra Hükûmetlerin çevre politikalarının iki ekseni bulunmaktadır: Birincisi, Avrupa Birliğine giriş çabalarının zorunlu kıldığı süreçler; ikincisi de, serbest piyasa ekonomisinin kâr odaklı yaklaşımı. Birincisinde çevreye duyarlı ekonomik politikalar öngörülürken, ikincisinde doğal kaynaklar özel sektörün pervasızca kullanımına sunulmuştur. Başka ülkelerin yaşadığı çevre felaketlerinin izleri hâlâ silinmemişken benzer yatırım kararları alınması iktidarın çevreye yanlış yaklaşımını göstermektedir.

Avrupa Birliğine uyum nedeniyle koyduğumuz Çevresel Etki Değerlendirme yani ÇED kuralları çoğu zaman gözardı edilmiş, petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerinin imtiyazlı ÇED kapsamına alınması söz konusu olmuş, çevre tahribatının önü açılmıştır.

ÇED olumlu raporu alan projeler, yeterli izleme faaliyetlerinin yapılamaması sonucu güvenini yitirmiştir. ÇED süreci içinde halkı proje hakkında bilgilendirmek ve görüşünü almak amaçlı gerçekleştirilen "halkın katılımı" toplantıları günümüzde bir formaliteye dönüştürülmüş, halkın görüşünün bir önemi kalmamıştır. Buna bir örnek verecek olursak Çanakkale'de Türkiye'nin oksijen deposu Kazdağları'nın yanı başındaki Yenice'ye planlanan Çırpılar Termik Santrali Projesi halkın olumsuz görüşü ve mücadelesine rağmen, olumlu ÇED kararı alabilmiştir.

Çevre yönetimi çok disiplinli bir alandır. Bu yaygın etki alanı birçok yasal ve kurumsal görev, yetki ve sorumluluk örtüşmesinin yanında yetki çatışmasını da getirmektedir. İlgili birçok bakanlıkla beraber yerel yönetimlerin mevzuat düzenlemelerinin de rolü çok fazladır, dolayısıyla, bu kanun teklifinin çok daha geniş bir katılımla, uzmanların ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri de alınarak detaylı komisyon müzakereleriyle hazırlanması gerektiğini; aksi hâlde, her yıl yeni bir yasaya ihtiyaç duyacağımızı belirtir, saygılar sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)