| Konu: | Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 20 |
| Tarih: | 21.11.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 15 sıra sayılı Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Komisyon toplantısında yapılan eleştiriler 15, 16, 20 ve 27'nci maddeler hususunda olmuştur. Ben bu konuya kısaca değindikten sonra çevre konusunda Antalya'daki bir özensizlik ve sonucunda husule gelen felaketler hakkında açıklama yapmaya çalışacağım.
Bu torba yasa ve torba yasalar âdet hâline gelmiştir. Birçok şeyi, olumlu olumsuz şeyi bir araya koyarak hem yasa yapma tekniğindeki özensizlikleri hem de çevre konusundaki özensizlikleri maddeleri incelediğimizde görüyoruz.
Bu yasadaki 1'inci maddeye baktığımız zaman, naylon poşetlerin kaldırılması ve o konuda bir maliyet getirmek suretiyle, benzeri maddelerin kullanımının giderek azalması düşünülmüş. Olumlu madde gibi görülmekle birlikte hemen 20'nci maddeye baktığımız zaman şöyle bir değişiklik yapılmış: Kıyılara sulak alanlar da ilave edilmek suretiyle sulak alanlarda da yenilenebilir enerji santrali kurmanın yolu açılmıştır. E şimdi, sulak alanlarımızı zaten yıllardır kurutma çalışmalarıyla heba etmiş bulunuyoruz ve yeniden sulak alanları oluşturmak ve oradaki kuş popülasyonunu artırmak, canlılığı yeniden ihya etmek için uğraşırken sulak alanları da bunun içine koymak suretiyle ciddi bir tehdit yaratmışız ve enerji santralleri kurma yolunu açmış bulunuyoruz. Yani bir tarafta 1'inci maddeyle çevre duyarlılığı göstermeye çalışırken 20'nci maddeyle çevre konusundaki duyarsızlığımızı gene ön plana çıkarıyoruz.
15'inci maddeye baktığımız zaman, danışman firmaların fennî mesul mimar ve mühendislerine uzmanlık alanlarına göre kamunun inşaatlarında denetim yetkisi veriyoruz. Hemen Anayasa'nın 128'inci maddesine baktığımız zaman "Kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür." der. Oysa bu yasada, 15'inci maddede Anayasa'nın 128'inci maddesi hükmünün dışına çıkarak kamunun inşaatlarında özel sektör denetiminin yolunu açıyoruz.
Hemen 16'ya baktığımız zaman müteahhitlerin sınıflandırıldığını görüyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kamunun işini yapan müteahhitlerin sınıflandırıldığını görüyoruz, bu da doğrusu müteahhitler arasında haksız rekabete neden olabileceği gibi kamu otoritesi tarafından kayırılmalara da yol açabilir endişesi taşıyoruz.
Ama bunların arkasından gelen 27'nci maddeye dikkat ettiğimiz zaman, 27'nci maddede kentsel dönüşümle ilgili birçok çalışmanın hüsranla sonuçlandığını görüyoruz ve müteahhitlerin işi bıraktığını maalesef yaşamaya başladık. İstanbul'da Fikirtepe'de çok önemli bir kentsel dönüşüm çalışmasının yarım kaldığını üzülerek görüyoruz ve yaşıyoruz. Burada da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çözüm arıyor. Nasıl bir çözüm bulabiliriz? Tabii, akla sigorta geliyor. Yani "Kentsel dönüşüm sonucunda mağdur olan arsa sahiplerinin, hak sahiplerinin haklarını koruyabilmek adına sigorta sistemi geliştirilebilir." denmesine rağmen, o zaman geçmişe dönük olanlarda ne yapılacağı konusunda açıklık getirilmemiştir. Oysa geçmişe dönük sigorta ve kira ödemesi yapmak suretiyle mağduriyetler önlenebilir diye düşünüyoruz.
Hemen Fikirtepe'nin yanına Antalya'yı da ilave etmek istiyorum. Antalya Varlık ve Kepezaltı Mahallelerinde benim dönemimde birkaç yıllık bir çalışmayla binlerce kişinin gecekondu parsellerinin Gecekondu -önleme- Yasası çerçevesinde vakıflardan kamulaştırmasını yapmıştık ve bunun için de yıllarca emek çektik ve yüzlerce, binlerce parselin kamulaştırmasını yapmak suretiyle, 1.300 dönümlük araziyi Büyükşehre kazandırmak suretiyle Büyükşehrin kasasına koyduk ve onun gibi binlerce dönüm arazide de hak sahiplerinin tapularını vermek kısmet olmuştu fakat bu Varlık ve Kepezaltı Mahallesi'ndeki 1.300 dönümün tapusunu verememiştik. Fakat bugünkü belediye on yıllar sonra hak sahiplerine bu parselleri, hak sahiplerinin arazilerini vermek yerine dikey konutlara, aynı TOKİ konutları gibi, 3-4 bin hak sahibi olmasına rağmen, 20 bin konutluk bir projeye başladılar. Otuz altı otuz ayda hak sahiplerinin dairelerini verme koşulunu getirdiler fakat neredeyse otuz ay olmasına rağmen hâlâ yarısına bile gelememiştir. Yine aynı şekilde orada da bir kentsel dönüşüm arızası yaşanabilir diye endişe ediyoruz ve sigorta sisteminin getirilmesi ve otuz altı ayı geçmesi hâlinde de oradaki yurttaşların kirasının ödenmesi önemlidir ve bir an önce yapılması için devletin ve Büyükşehrin gerekli tedbirleri alması gerekir diye düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, sıkça şu tür şeyleri yaşıyoruz: Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp dikey yapılaşma ya da şehirlerimizde yatay yapılaşma sözünü edebiliyor. Hemen ardından da Çevre ve Şehircilik Bakanımız ona paralel "Bundan sonra şehirlerimizde dikey yapılanma ya da yatay yapılanma..." diyebiliyor. Oysa şehir planlarını (A) grubu karne sahibi uzman şehir plancıları yapar, Cumhurbaşkanları ya da Çevre ve Şehircilik Bakanları şehir planlarından anlamak zorunda değildir. Hiç bilmedikleri ve uzmanlık isteyen bu konularda konuşmalarına da gerek yoktur. Çünkü dikey yapılaşma ya da yatay yapılaşma o bölgenin konumuna göre, arsanın konumuna göre, deniz görüp görmemesine, sosyal donatı ihtiyacına göre, bütün bunlar hesap edilerek, rüzgârı ve konumu, iklimi hesap edilerek uzmanlar marifetiyle planlanır ve o bölge planlanırken altyapı da hesap edilerek hem yoğunluk planı yapılır hem konut adedi ona göre belirlenir hem de nerede dikey, nerede yatay yapılanma olacağına bu uzmanlar, şehir plancıları, şehir müellifleri karar verir. Onun için bazı alanlarda dikey olabileceği gibi bazı alanlarda da yatay ya da yatay dikey karışımı olabilir. Bu, bakanların uzmanlık alanı değildir, ancak şehir plancılarının uzmanlık alanıdır, arazinin konumu ve altyapı da bu konuda çok önemlidir.
Şimdi, 15 ve 16'ncı maddelerdeki, yasaların hilafına yapılan düzenlemelere baktığımız zaman 27'nci maddeyle ben bağdaştırabiliyorum. Çünkü 27'nci maddede kentsel dönüşümle ilgili sorun çıkan alanlarda Çevre Bakanlığı şöyle bir yetki almak istiyor: İhale Yasası dışında müteahhide doğrudan işi vermek istiyor. O zaman 15'inci maddedeki denetim yetkisinin özel sektörde olması ve 16'ncı maddedeki müteahhitlerin sınıflandırılmasının 27'nci maddenin altyapı hazırlığı olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Yani, yasanın 15'inci, 16'ncı ve 27'nci maddelerinde buradaki rahatlığı sağlayabilmek bakımından düzenlemeler yapılmıştır.
TOKİ mantığından da vazgeçilmesini diliyorum çünkü şehirlerimizin çok yüksek katlı, çok yoğunluklu binalarla perişan olduğunu, şehirlerde çok ciddi görsel çirkinlik ve çevre felaketi yaşandığını görüyoruz. Ama şimdi ona karşılık, o dikey ve çok yoğun yapılara karşılık yatay yapılaşmalar da çözüm değildir. Çünkü, yatay şehircilikte de sosyal donatı alanı bulamazsınız, spor alanı bulamazsınız ya da deniz görme ihtiyacınız varsa, denizi görme imkânınız olmayabilir. Onun için, bıraksınlar, bunlara uzmanlar karar versin.
Antalya'da çevre duyarsızlıkları, dikkatsizlikleri, özensizliği yüzünden büyük felaketler yaşanmıştır. Bildiğiniz gibi, ocak kurmak Maden Genel Müdürlüğünden alınan "Uygundur." görüşüyle yeterli oluyor ve Antalya'da da, Kent Konseyinin raporuna göre, 1.070 tane maden ocağı yani taş ocağı ruhsatı alınmıştır. Bunlar ÇED raporu alınmadan yapıldığı için...
Peki, nasıl ÇED raporu alınmadan yapılıyor? 25 hektara kadar ÇED raporu gerekmiyor. ÇED raporu gerekmediği için her alınan ruhsat olabildiğince dayatılan yerlerde alınabiliyor üstelik ve 25 hektarı geçmeyince de o bölgelerde sadece Maden Genel Müdürlüğünün "Uygundur." mütalaasıyla işletme ruhsatı alınabiliyor. Bu nedenle, Antalya'da yüzlerce ocak faaliyette ve faaliyet alanları içinde "Saklıkent" gibi çok değerli bir turizm alanımız var ve bunun üzerinde, 2 bin rakımda -yayla evlerinin bulunduğu bir yerdir- 5 tane taş ocağı hem yolları bozmakta hem de yüzlerce yıllık sedir ve katran ormanlarını molozla kaplamakta, oradaki TÜBİTAK Gözlemevi görevini yapamaz hâle gelmektedir. Kanser vakaları, tarım konusundaki yetersizlikler çok ciddi boyutlardadır; yine, araştırmalara göre astım ve akciğer hastalıkları da artmış bulunmaktadır.
Peki, bu taş ocakları niye buralarda yapılıyor? Çünkü yolu hazır, suyu, elektriği hazır. Müteahhide fazla sorun çıkarmayan yerleşim bölgeleri, çok değerli ormanlık alanlar olduğu için, müteahhitler tarafından, taş ocağı ruhsatı almak isteyenler tarafından bu tür alanlar tercih ediliyor. Tarım alanları heba olduğu gibi, birçok yaşayan insanın bulunduğu meskûn alan olduğu için de çok ciddi sağlık sorunları yaşanabiliyor.
Bunlarla mücadele eden bir kahramanımız vardı; çevre kahramanımız Ali Ulvi Büyüknohutçu ve eşi Aysin Hanım benim de çok değerli, çok sevdiğim dostlarımdı. Bunlar bir katliama kurban gittiler, biliyorsunuz. Bu insanlar geçen yıl, 2017 yılının Mayıs ayında katledildiler. Bu arkadaşımız bir çevre kahramanıydı ve ÇED raporu olmadığı için yüzlerce maden ocağıyla bire bir mücadele verdi, yürütmeyi durdurma kararları aldırdı. Fakat 50 bin lira karşılığında, bir cani tarafından, karı koca, ikisi de katledildi ve öldüren kişi de cezaevinde bir süre sonra öldürüldü, hepimiz biliyoruz. Bu, çevreye olan özensizlikten, duyarsızlıktan, olan felaketlerden dolayı arkadaşlarımızı da kaybettik, katliam yaşandı.
Dur Dağı vardır ayrıca, duymuşsunuzdur. Alevi yurttaşlarımızın kutsal saydığı Dur Dağı -bu da Elmalı Tekke köyündedir- Abdal Musa Tekkesi'nin sırtını dayadığı kutsal dağdır. Rivayete göre "onunla birlikte dönen" "semah yapan dağ" denir. Bu dağda da taş ocağı ruhsatı verilmiştir. Alevi yurttaşlarımız yürüyüşler yapmıştır, protestolar yapmıştır ve Tekke köyündeki hemen hemen birçok yurttaşımız cezaevine düşmüştür. Hâlâ hapishanelere girer çıkarlar; para cezası alırlar, para cezasını ödeyemedikleri için sırayla yatarlar çıkarlar protesto ettikleri için, kutsal dağlarında bu taş ocakları olduğu için. Müteahhitler, hazır yolu, elektriği, suyu olan bölgeleri seçtikleri için, ÇED raporu istenmediği için, yüzlerce taş ocağını, Antalya'nın çok kıymetli tarım alanlarını, ormanlık alanlarını, yüzlerce yıllık sedir ormanlarını, yüzlerce yıllık ardıç ormanlarını talan ederler ve moloz yığınlarıyla kapatır giderler. Bu, hâlâ seyredilir ve arkadaşlarımızın kaybı da, katledilmesi de yeterli örnek olmamıştır.
Ayrıca tarıma verdiği zarardan, turizme verdiği zarardan, hayvancılığa, arıcılığa, her türlü faaliyete verdiği zarardan bahsetmeye gerek yok diye düşünüyorum. Ama bu özensizlikler bu yasada da yine görülmektedir. Torbanın içine olumlu olumsuz, olumlu olumsuz birçok şey... Ama aceleyle hazırlanmış olduğunu görüyoruz. Nasıl ki sulak alanlarımızda, orada yaşayan canlı varlığı yaşatmak, kuş cenneti olan yerlerde o barınmayı sağlamak için uğraşırken, bir taraftan da orada santraller kurmak suretiyle o alanlardaki kuş şeylerini de bozmuş olacağız.
Tekke köyünden bahsetmişken, Elmalı'da hemen oradaki göllerden de bahsetmek isterim. Avlan ve Karagöl vardır; Karagöl, Elmalı'nın en düşük kot seviyesindedir, orası da çok ciddi canlı varlık, kuş ve diğer doğal hayatın canlanabileceği alanlardır fakat Elmalı'nın en çukur yeridir ve hemen onun 1-2 metre yükseğinde de Avlan Gölü vardır. Çok şükür, bu yıl Avlan Gölü sulak havza olarak tescil edilmiştir fakat Avlan Gölü'nün su tutması neredeyse mümkün değildir çünkü ondan da daha düşük kottaki Karagöl'ü devlet hep kurutma çabasında olmuştur. Onun da sebebi, 50'li yıllarda Karagöl'ün 10 bin dönümlük çanağının iskân amacıyla tapusunu vermesi nedeniyle çiftçiler yıllardır sürekli "Biz verdiğiniz, sattığınız yeri ekmek istiyoruz." dediği için, on yıllardır Devlet Su İşleri kurutma çalışması yapar, taşkın koruma çalışması yapar. Bunun anlamı şudur: 300 bin dönüm ovası olan Elmalı Ovası'nın kurutulması demektir, orada bir çevre felaketi yaşanması demektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekilim.
HASAN SUBAŞI (Devamla) - O 10 bin dönüm bütün su havzalarının biriktiği alanın on yıllardır süren kurutma paradigmasıyla Devlet Su İşleri tarafından kurutuluyor olması Avlan'ı besleyen damarları durdurmaktadır, Avlan Gölü de su havzası yapılsa da beslenememekte ve 300 bin dönüm ovanın da taban suları çekilmektedir, Elmalı'nın iklimi değişmektedir, her yıl bir çevre felaketine adım adım gidilmektedir. Aylardır, yıllardır çalışırız, uğraşırız; artık DSİ kurutma ve taşkın koruma mantığını bırakarak orada birikmiş milyonlarca metreküp suyu sulamada kullansın, çevreyi beslemekte kullansın, Avlan gibi su tescil bölgesini desteklemek için ve orada su havzası olarak canlı varlığın yetişmesi için gayret etsin diye uğraşırız. İnşallah, bir mücadeleyle bunu başaracağımıza inanıyorum ama taş ocaklarıyla ilgili dikkatinizi çekmeye çalıştım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN SUBAŞI (Devamla) - Biraz müsaade eder misiniz Sayın Başkan.
Taş ocakları çok ciddi zarar vermekte. Onun için önümüzdeki günlerde Meclisimizde bir araştırma önergesi vermek suretiyle Meclisimizin de dikkatini ve duyarlılığını bu konuya çekmeye çalışacağız.
SEMİHA EKİNCİ (Sivas) - Sayın Vekilim, yarın da konuşacaksınız, kalanını da yarın anlatırsınız, süre bitti bak.
BAŞKAN - Toparlayalım Sayın Vekilim.
HASAN SUBAŞI (Devamla) - Bilgilerinize sundum.
Yirmi saniye gecikmekle sabrınızı çok zorladım herhâlde.
Saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)